28 Şubat 2021 Pazar

SOSYOPSİKOLOJİ * Erken Dönem İslâm Âlimlerinin Psikolojiye Katkıları; Akıl, Nefs ve Ruh Kavramları * 3 / Dr. Nazife VARLI

Erken Dönem İslâm Âlimlerinin
Psikolojiye Katkıları
3
Akıl, Nefs ve Ruh
Kavramları

Nazife VARLI
Doctor of Philosophy
Community Psychology/America
Makale Bilgisi/Article Info:
Geliş/Received: 06.03.2019
Düzeltme/Revised: 13.05.2019
Kabul/Accepted: 14.05.2019
(Bu yazı; Dr. Nazife Hanımın
rızası alınarak sitemizde yayınlanmıştır.
9 bölüme ayrılmıştır.)

     B. Nefs
     Nefs Arapça bir kelime olup İngilizce karşılığı (soul), Yunanca karşılığı (psyche) olarak geçmektedir. Nefsin mahiyeti tam anlamıyla bilinmiyorsa da, var olduğu bilinmekte ve kabul edilmektedir. Arapça’da müennes bir kelime olan nefs, ‘nefese’ kökünden türemiş olup, çoğulu olan enfâs kelimesi de nüfus kökünden gelmektedir (Uludağ, 2005). Sözlükte, ‘bir şeyin kendi varlığı’ anlamına gelmekte olan nefs; kan, can, öz varlık, kişilik manâsında da kullanılmaktadır (TDK, 1998). Hatta Arapça’da, ‘kanı aktı’ veya ‘canı çıktı’ ifâdelerinde nefs sözcüğünün kullanıldığı görülür (İbn Manzur, 1990). Hüseyin Aydın (1976), nefs kelimesinin üç farklı anlamda kullanıldığını belirtir: Günlük dilde kullanılan sözlük anlamı, psikolojide kullanılan anlamı ve metafizikte kullanılan anlamı. İngilizce karşılığı ise ego, benlik ve ben şeklindedir.
     Öncelikle belirtmekte fayda var, nefsin hakiki olarak niteliği oldukça derin ve özelliklerini belirtecek şekilde tanımlanması zordur. Böyle bir kanıya varılmasının nedeni de, Eflâtun ve Aristo gibi felsefenin kurucuları arasında adları geçen filozofların bu konuda ihtilâfa düşmüş olmalarıdır. Kusta b. Luka’ya göre, nefs cisim değildir, beden tarafından da kapsanmaz. Ancak o, duyular vasıtasıyla bedeni hareket ettirir. Beden, canlılığına nefs sayesinde ulaşır (Aydın, 1999). İlim dünyasında, nefsi anlamak insanı anlamak; insanı anlamak da âlemi anlamak olarak kabul edilmiştir. Zira nefs, insanın bilinçsel, ahlâkî ve bedensel yönünü kontrol eden, yani insanı insan yapan ana unsurdur. Bu sebepten dolayı, İslâm âlimleri nefs konusunu en önemli mesele olarak ele almış ve izahını yapmaya gayret göstermişlerdir.
     Kur’ân’da iki-yüz-doksan-beş kere zikredilen nefs kelimesi, birbirinden farklı anlamlarda kullanılmıştır. Kur’ân'ın ifadesine göre nefs insandır: “Allah kişiye (insana) ancak gücünün yeteceği kadar yük yükler.” (6) Dolayısıyla, nefs, bedeni yöneten insanın özü olarak bir gücü ifade eder. Bu sebeple, insan hem iyi davranışlar sergileyebilen, hem de kötü kararlar alabilen bir varlıktır. Bu yetenekleri ise insana veren muhakkak ki Allah’tır. O yüzden, nefs için, mutlaka kötü kararlar aldıran tamamen şeytanî bir güçtür demek doğru değildir. Çünkü aynı zamanda insan işlediği kötü ameller sonrası, yine Kur’ân’ın ifadesine göre, pişman olup tövbe kapısına gelen ve af dileyendir: “Rabb’i de bunun üzerine (Adem’in) tövbesini kabul etti.” (7) Bunun yanında, bir cevher olarak insanın özünü meydana getiren nefsi kötü işin bizâtihi kendisi olarak anlamak da doğru olmaz. Zira bu durumda nefs bir cevher olmaktan çıkıp dine aykırı olan arzu, istek ve heveslerden ibaret kalır. Oysa Kur’ân-ı Kerîm’deki kullanılışına göre nefs, çoğunlukla ruhsal ve bedensel boyutuyla bir bütün olarak insanın iyi ve kötüye karşı eğilimini, ruhî hayatının tamamını ve maddî yönünü içerir (Hökelekli, 2006). Sonuç itibariyle, yanlış anlamaların önünü kesmek için, nefs kelimesinin Kur’ân’da kullanılışını dikkatle gözden geçirmek ve onu iyi tahlil etmek zarureti vardır.
     El-Kindî (796-866), nefsi ‘basit, şerefli, yetkin, değeri büyük, ilâhî bir cevher’ olarak görür ve onun cevherinin, tıpkı güneş ışığının güneşten gelmesi gibi, Yüce Yaratıcı’dan geldiğini ifade eder (Uysal, 2004). Onun nefs teorisine bakıldığında, tabiî olarak İslâm ve Yunan düşüncesini harmanlandığı görülür. Bunun sonucunda nefsi üç farklı şekilde tanımlar: Canlılık yeteneği bulunan ve organ olan tabiî bir cismin tamamlanmış hâli; bilkuvve canlılığa sahip olan tabiî bir cismin ilk yetkinliği; birçok güce sahip olup kendiliğinden hareket eden aklî bir cevher (Kindî, 2014). Ona göre, insan irâde, akıl ve düşünce gibi birçok güce sahiptir ve bu bahsedilen güçler varlıklar içinde bir tek insanda vardır. Nefsi olan öteki varlıklarda bu güçlerden bahsetmek mümkün değildir. Öfke, hırs, nefret ve arzu gibi hisler nefse değil, bedene ait güçlerdir ve bu güçlerin tahrikiyle insan kötü işler yapmaya meyleder. Ancak nefs bu güçlere direnmeye çalışır. Buradan da anlaşılacağı üzere Kindî düşüncesinde nefs, cismanî bir cevher değildir. Derinlemesine bir inceleme yapıldığında, onun risâlelerinde Aristocu, Platoncu ve Pythagorasçı unsurlara yer verdiği görülür, ki ilk İslâm filozofu olması nedeniyle düşünce yapısındaki bu Yunan felsefe etkisi çok tabiîdir.
    Nefs kavramı üzerinde en çok duran ve risâleler yazmış olan âlimlerden biri şüphesiz İbn Sînâ’dır (980/1037) ve o, nefsin tanımını yapmadan önce varlığını ispat etmeye çalışır. Kitâbu’ş-Şifâ/Nefs risâlesinde şunları belirtir: “Biz dış dünyada algılayan, duyan, iradesiyle hareket eden, daha doğrusu beslenen, büyüyen ve benzerlerini doğuran bir takım cisimler görüyoruz. Bunlar bu çeşit işlere cisim olmalarından dolayı sahip olamazlar. O hâlde onların kendi özlerinde cisim olmalarından başka ilkelerinin bulunması gereklidir. İşte bu fiillerin kendisinden meydana gelen şeye, özetle iradeyle çeşitli fiillerin kendisinden çıkmasının ilkesi olan her ilkeye, biz ‘nefs’ adını veriyoruz” (İbn Sînâ, 2013). Burada üzerinde durduğu nokta nefsin varlığı ve maddeden ayrı oluşudur. Ayrıca, işlevi meydana getiren cismin özel, kendi başına ayrı bir cevher olduğunu da ortaya koyar. Yani başkasının niteliği olmayan, ve fakat başkasının onun niteliği olan nesne ya da özdür söz konusu olan. Özetle ve kısaca belirtmek gerekirse, uzuvlar insan bedeninin birer parçalarıdır. Bu parçalardan herhangi birisinin yokluğu insanı yok kılmaz. Zira, onların hiçbiri insanın kendisi değildir. Hepsinin yokluğu düşünülse bile insan varlığı söz konusudur ve bu da ‘ben’dir, ki o da nefsin kendisidir (Atay, 1998). İbn Sînâ nefsi anlamaya büyük önem verir ve insanı anlamanın yolunun nefsi anlamaktan geçtiğini özellikle vurgular. Özetle onun düşünce yapısında nefs; hem cisim, hem cismanî olmayan bir cevher; küre gibi atom parçalarından oluştuğu için-ancak atomun kendisi değildir, kendiliğinden ve kolaylıkla hareket edebilen bir cisimdir. Aynı zamanda ateşle aynıdır. Ancak mizaç, hayat ve kan, nefsle aynı şeyler değillerdir. Bozulan, çürüyen, kaybolan ve ortadan kalkan şey nefs olamaz. Aristo gibi İbnî Sînâ da nefsi üç kısma ayırır ve öyle tanımlar: nebâtî nefs, hayvanî nefs ve insanî nefs (İbn Sînâ, 2013). Yani beden ve nefs birbirinden ayrı iki cevherdir.
     İbn Rüşd’ün (1126/1198) başlı başına nefs konusunu ele aldığı bir eseri bulunmasa da, bu konudaki görüşlerine değişik eserlerinde yer verir. O da nefs konusunda Aristocu düşünceye sadık kalır, ancak nefsi metafizik yerine tabiat ilmi içerisinde işler (Sarıoğlu, 2003). Her ne kadar Aristoteles’ten etkilenmiş olsa da, nefs konusunu işlerken onu nebatî, hayvanî ve insanî nefs şeklinde sınıflandırma gereği duymaz. Bunun yanında nefsi; beslenme, duyular, büyüme, üreme, istek, düşünme, hâfıza ve hayâl etme olarak bölümlere ayırmayı tercih eder. İbn Rüşd’e göre, nefsin nesnelere hükmetme ve nesneleri tanıma gibi özellikleri vardır. Canlı varlıkları cansız varlıklardan ayıran en önemli özellik ise idrak ve hareket etme yeteneğidir. Sadece nefs sahibi olanlar hareket edebilir. Bütün bunların yanında, nefsin güç ve fonksiyonlarını bilmek, onun tanımını yapmak için önem arz eder. Özellikle belirtilmelidir ki, diğer İslâm âlimlerinden farklı olarak, İbn Rüşd, ‘Eş-Şerhu’l Kebîr li Kitabi’n Nefs li Aristo’8 isimli çalışmasında, nefsi insan merkezli incelemiş ve ‘ilmu’nnefs’ kavramını kullanarak günümüz psikolojisine doğrudan giriş yapmıştır (Duvanaev, 2007). Ona göre, insan nefsi bilmek suretiyle aklı bilir. Sonuç olarak, nefs bir cisim değildir, cisimden ayrı da değildir; ancak bedenle bir ilişki içindedir (İbn Rüşd, 1986). Yine diğer bazı düşünürler gibi, İbn Rüşd de, hassasiyetine binâen, nefs konusunun konuya vâkıf olabilecek, ilimde derinleşmiş âlimler tarafından incelenmesi gerektiğinin altını çizer. Her insanın altından kalkabileceği bir iş değildir bu.

4. Sayfada: RUH
5. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [A) Hâris el-Muhâsibî (781/857), B) Ebû Yusuf El-Kindî (796-866)]
6. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [C) Farabî (870-950), D) İbni Sînâ (980/1037)]
7. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [E) Gazzâlî (1058-1111), F) İbn Rüşd (1126/1198)]
8. Sayfada: İSLAM ÂLİMLERİ [G) Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî (1207/1273)]
9. Sayfada: SONUÇ
Bölümlerini yayınlayacağız...

Hiç yorum yok:

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...