13 Haziran 2021 Pazar

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 174 - 179 / İSLÂM ve BATI / Televizyonun Ailedeki İslam Algısına Etkisi

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa:  174 - 179
İSLÂM ve BATI

Televizyonun
Ailedeki İslam Algısına
Etkisi
Celil ABUZAR* 

     Her toplumun kendine özgü temel değerleri vardır, o toplumu ayakta tutar... Toplum o değerler üzerinden varlığını sürdürür. Bizim de toplumsal kurucu ögelerimizden birisi, belki en önemlisi aile yapımızdır. Planlı bütün saldırılara rağmen bizi hala diri tutan yapımızdır aile… Aile bizim son kalemiz… Son sığınağımız. O nedenle özenle üzerinde durmamız gerekiyor. Günümüzde de aile yapımıza dönük tehditler artarak devam etmektedir. En büyük tehdit de kitle iletişim araçlarından, özelde de televizyondan gelmektedir. Bu anlamda televizyonun topluma, aileye getirisi - götürüsü açısından sorgulanması kaçınılmazdır.

     Avlin Toffler’in dünyanın büyüsünü bozan üç dalga olarak isimlendirdiği; “sanayi devrimi, teknolojik devrim ve bilişim çağı” (1) gündelik yaşamımızın şekillenmesinde önemli etkilere sahiptir. Bundan sonra artık, dünya eski dünya değildir ve geleneksel-yerel yaşamlar, örf-adet ve inanışlar toplumsal yaşamdaki yerlerini bir bir yeni anlayışlara ve kabullere terk edecektir.

     Burada şunu belirtmekte yarar vardır: Elbette ki, bir teknoloji düşmanlığı yapmayacağız. Ancak, gündelik yaşamımızı kolaylaştıran ve onlardan kesinlikle vazgeçemeyeceğimiz modern dünyanın bu mucizevi verilerinin; kazandırdıkları ile beraber bizden götürdükleri üzerine bir sorgulama yapmak da gerekir diye düşünüyoruz.

     Teknolojik çağın batı toplumlarına yaşattığı dejenerasyonu daha 20. yüzyılın başlarında dile getiren kimi aydınlar, dönüşü olmayan bir yola girildiğine işaret etmekteydiler. Mesela; Dean Phyllis, “İlk Sanayi İnkılabı” adlı eserinde şöyle demekteydi: “Böylece sanayi devrimiyle İngiltere kâr istedi, kârı elde etti. Her şey kâra dönüktü. Şehirler kârlı pisliklerine, kârlı kenar mahallelerine, kârlı dumanlarına, kârlı düzensizliklerine, kârlı cehaletlerine ve kârlı ümitsizliklerine kavuştular. Çünkü, yeni şehir, insanın görünüm ve alışkanlıklarını modernleştiren etkinlikler olan güzelliği, mutluluğu, eğlenceyi, eğitimi, dini bulabileceği bir yuva olmak yerine renk, hava ve sevinçten yoksun; erkek, kadın ve çocukların çalışıp, yeyip, uyuduğu çıplak ve terk edilmiş bir yerdi. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Doç. Dr. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
1) Zeki Arslantürk, M. Tayfun Amman, Sosyoloji, Kavramlar, Süreçler, Kurumlar, Teoriler, Çamlıca Yay. İstanbul, 2008, s. 405.
~~~~ * ~~~~

     Yeni fabrikalar ve yeni bacalar, piramitler gibi insanın gücünden çok, köleleşmesini ifade ediyor ve onlarla böylesine övünen toplumun üzerine büyük kara gölgeler bırakıyordu.” (1)

     Bu bağlamda; biz de, modern-teknolojik çağın en önemli harikalarından biri olan televizyonun ailenin dini-manevi yaşamı üzerindeki etkilerini ele almaya çalışacağız. Bir iletişim aracı olarak gündelik toplumsal hayatın vazgeçilmezleri arasında yerini alan televizyon; gerek iletişimdeki hızı ve gerekse etki alanının büyüklüğü düşünüldüğünde önemle üzerinde durulması gereken bir unsurdur.

     Televizyon, bugün dünyayı bir köy haline getirmiş, ulusal ve uluslararası iletişimin temel aracı olmuştur. Bu nedenle, bilinçli kullanıldığında yetişkinlerin ve çocukların ahlaki ve kültürel yapılarını olumlu yönde etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Ancak, tüm bunların yanında başta ülkemiz olmak üzere bir çok ülkede televizyonun yol açtığı dejenerasyon ve ahlaki çöküntü, dikkat çekici hale gelmiştir. Aile hayatını, televizyonun evlerde yerini almadan önce ve aldıktan sonra diye ikiye ayırmak belki de abartı olmaz.

     Televizyonun üzerinde durulması gereken en önemli yönlerinden biri; onun “kültür taşıyıcısı” olmasıdır. Neil Postman; “bir teknolojinin kendine göre toplumsal değişim programıyla donanmış olduğunu fark etmemek, teknolojinin tarafsız olduğunu iddia etmek, teknolojinin daima kültürün dostu olduğunu sanmak gerçekten düpedüz saflık olur” der. İşte, bu çerçevede televizyon, toplumda bir yandan geleneksel kültürlerde değişikliklere neden olurken, bir yandan da teknolojiyi sunan hakim güçlerin ürettiği medya kültürünün egemen bir kültür haline gelmesinde önemli bir rol üstlenmiştir.

     Bu yeni kültürün adı; popüler kültürdür. Televizyon başta olmak üzere, kitle iletişim araçlarının hızla yayılmasıyla her yerde ve herkes için hazır olan bu kültür, (2) sınır tanımayan “kargo kültürüne” veya dayatılan hakim bir dünya kültürüne dönüşebilmektedir. Bu nedenle televizyon, toplumu değiştirme-dönüştürme projelerinin en etkili aracı haline gelebilmekte ve kültür sömürgecilerinin iştahını kabartmaktadır. Bugün, televizyon aracılığı ile yayılan popüler kültür, bir yandan geleneksel kültürü unuttururken, diğer yandan toplumları “kültürsüzleştirme” görevi yapabilmektedir. Sanayileşmiş toplumların ürettiği tüketim kültürünü evrensellik adına güncelleştirerek yaygın tek doğru, tek gerçek olarak dayatıyor.

     Bu bağlamda, televizyonun etkisi ilk önce ailede başlamakta ve oradan bütün topluma yayılmaktadır. Belirtmiş olduğumuz bu dayatılan popüler tüketim kültürünün taşıyıcısı olarak ortaya çıkan programlarda, sinema, dizi ve reklamlarda; kimi zaman ahlaki değerlere saldırıya yer verilebilmekte, kimi zaman kutsal değerler olumsuz örneklerle gündeme getirilebilmekte, kimi zaman da ilk bakışta anlaşılamayan yöntemlerle din, aile, vatan sevgisi gibi değerler yıpratıla bilmektedir. Olumlu ya da olumsuz anlamda model kişilikler sunularak toplumun bilinç altyapısı etkilenmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) Vejdi Bilgin, Bizi Kuşatan Toplum, Düşünce Kitabevi Yay. İstanbul, 2009, s. 44 2 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay. Ankara, 2009, s. 591.
~~~~ * ~~~~

     Mesela; bizim toplumumuzda; dinimiz açısından en kutsal kişilik olan “Hoca tiplemesi”ni biz; “İnek Şaban”ın, “Züğürt Ağa”nın, “Vurun Kahpeye” gibi sinema film ve dizilerinin “sahtekar, üçkağıtçı hoca tiplemeleri”nden öğrendik ve öğreniyoruz. Bilinç altyapımıza bir ideolojinin ürünü olarak bunlar yerleştirildi. Yine aynı şekilde, dindar insan tiplemeleri, “hacı tiplemeleri” bu tür olumsuz örneklerle sunulabilmektedir.

     Dolayısıyla; yapılan bir araştırmaya göre; Ülkemizde ortalama olarak akşam vakitlerini günde dört buçuk saat televizyon başında geçiren ailelerimiz, yığınla bu tür olumsuz kültür dayatmaları ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bunun örnekleri oldukça yoğundur. Reyting değeri yüksek olan ve özellikle çocukların, gençlerin izlediği bir dizilerde rastladığım bir sahneyi sizlerle bu anlamda paylaşmak istiyorum:
     “Mahallede mahallenin on on beş yaşlarındaki çocukları “Hacı Bakkal’ın” dükkanı önünde, sokakta futbol oynamaktadır. Ve Hacı Bakkal, arada bir dükkanın önüne çıkıp çocuklara hışımla bakmaktadır ve hacı bakkalın kostümü “özenle!” en itici ve en korkunç halde hazırlanmıştır. Bu ara çocuklardan biri bir şut çeker ve top Hacı Bakkal’ın bakkalından içeri girer. Ortalığı bir sessizlik kaplar, herkes korkuyla ne olacağını beklemektedir. Biraz sonra Hacı Bakkal bir elinde top ve bir elinde de kocaman bir bıçakla kapıda öfkeden burnundan soluyarak belirir. Çocuklara sert bir bakış atarak, “ben size demedim mi burada top oynanmayacak” diye bağırır. Sonra da topu kesip çocukların üzerine atar. Peşinden de; “tuh ben camiye gidecektim, sizin yüzünüzden namazım geçecek” der. Ve sonuçta bir iki dakikalık sahne ile neredeyse İslami bütün değerler yerle bir edilir.”

     Şimdi sorarım sizlere; bu sahneyi izleyen çocukların zihninde din ile ilgili, Müslüman hacı tipolojisi ile ilgili, hac, cami, namaz ile ilgili nasıl bir algı oluşur?

     Yine başka bir örnek: “Reytingi yüksek bir hastahane dizisi. Hastahaneye acil bir kalp krizi vakası gelir. Hastanın acil olarak ameliyata alınması gerekmektedir. Ama bir sorun bulunmaktadır. Hasta bir bayandır ve aile yine kostümleriyle “özenle hazırlanmış!” bir muhafazakar aile tiplemesidir. Sakallı, ceketli ve eli tespihli adam, bütün ısrarlara rağmen hastaya müdahale edilmesine “dinimizce haramdır” diyerek engel olmaktadır. Çünkü hastahanede bayan kalp doktoru olmadığından erkek doktor ameliyata girecektir. Adama, “bayan doktor buluncaya kadar eşin ölür” denmekte ama adam “ölürse ölsün, dinimizce caiz değildir” diyerek direnmektedir.”

     Şimdi soralım, acaba bu sahneyi izleyen insanlarımızın kafasında nasıl bir müslüman imajı oluşur? Cevabı gayet açık değil mi? Gerici, yobaz, itici ve ne kadar olumsuz ifade varsa hepsi… Ama az bir dini eğitimi olan herkes bilir ki, doktor; erkek veya kadın fark etmez, en mahrem yerlere bile ihtiyaç olduğunda bakabilir. Siz istediğiniz kadar bunu söyleyin. Bir sahne ile “müslüman aile imajı” yerle bir edilmiştir bir kere...

     Bu gün maalesef, birçok ailede gündelik yaşamı televizyon dizileri belirlemektedir. Ailelerimiz dizilerin tehdidi altında. Bize aile dizileri, okul dizileri, çocuk serileri diye dayatılan birçok programda bizi biz yapan örf-adetlerimiz, inanç değerlerimiz sinsice yerle bir edilmektedir.

     Bu anlamda, neredeyse yayına giren her bir dizi aile yapımıza atılan bir bomba gibidir. İçerikten yoksun, manasız, argo ifadelerin bolca kullanıldığı, alabildiğine şiddet içeren, içi boşaltılmış ve hayvani dürtülere indirgenmiş “aşk” hikayeleri ile evlilik dışı beraberliklerin kutsandığı, çok ekstren örneklerin normalmiş gibi sunulduğu televole kültürünün dayatıldığı, aldatmanın, gayrı meşru çocuk sahibi olmanın sıradanlaştırıldığı bir popüler kültürle karşı karşıyayız. Bununla yüzleşmemiz kaçınılmazdır. Müslüman Türk aileleri her gün bu yapay, popüler kültürün, tüketim kültürünün sunumlarını pasif ve edilgen bir biçimde almaktadır. Aile sohbetleri, aile misafirlikleri, birlikte dizi izleme seanslarına dönüşebilmekte, televizyon karşısında iki üç saat birlikte oturulup da hiç konuşulmadığı zamanlar olabilmektedir.

     Elbette, görünürde yaşamı kolaylaştırıcı bir araç olarak televizyon gelecekte ortaya çıkabilecek ekran bağımlısı, anti sosyal, reel yaşam ve doğadan uzak, okumaktan hoşlanmayan bireylerin yetişmesinin ana faktörü olarak, başlangıçta oldukça masum bir araç olarak evlerimizde ve sürekli açık olarak bulunmaktadır. Bir tuşun ucundaki sanal dünya, insanı gerçeklikten, sosyallikten alıp uzaklaştırarak kendine katmakta ve bir süre sonra tutsak almaktadır. Bu tutsaklık bile bile, isteye isteye gönül rızası ile gerçekleşmektedir.

     Şu hususu yeniden belirtmekte yarar vardır: Teknoloji gündelik yaşamımızı kolaylaştıran hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Burada bir teknoloji düşmanlığı yapmıyoruz. Ancak, teknolojinin yerinde ve doğru kullanımı sorgulanmalıdır. Bugün; televizyon örneğinde belirttiğimiz gibi; televizyon aile yapımızda büyük bir delik açmıştır ve bu delik her geçen gün özellikle internet aracılığıyla hızla büyümektedir. Modern toplumun anne-babası, televizyon denen hapisliğin bilincinde olarak, çocuk sahibi dahi olmadan önce, bu olgu üzerinde düşünmeli, bilgilenmelidir.

     Sonuç ve Öneriler
     Son tahlilde; modern topluma geçişle birlikte yükselen yaşam standartları, insanı doğadan kopararak, beton mezarlara dönüşen kentlerde büyük oranda televizyon kutusuna hapsetmiştir. Burada herkese, devlete, ailelere, sivil toplum örgütlerine, dini kurumlara büyük görevler düşmektedir. Televizyonu eve sokmamak, ya da kapatmak çözüm değildir. Çözüm, gerekli koruyucu kanunları çıkarmak, kontrol mekanizmasını çalıştırmak, aileleri, bireyleri, çocukları bilinçlendirmek ve olumsuz örneklere medeni ölçülerde tepki vermektir. İnsanların okuma alışkanlığını kazanması, düşünme, yargılama, tartışma, sorgulama yetisine kavuşmasıdır çözüm... Ve en önemlisi de alternatifleri üretebilmektir belki de...
 

Hiç yorum yok:

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...