ALLAH KORKUSU (1)·
Âyet-i
Kerimeler:
1) “Sadece
benden korkun.” Bakara Sûresi (2), 40
Âyetin
tamamının anlamı şöyledir: “Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi
hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve
sadece benden korkun.”
İsrâil, Ya’kûb
aleyhisselâm’ın lakabıdır. Allah Teâlâ, Hz.Ya’kûb gibi seçkin bir kuluna nisbet
ederek andığı Tevrat ehli yahudilere hitap ederek, kendilerine vermiş olduğu
büyük nimeti düşünüp hatırlamalarını emretmektedir. Bu büyük nimet, kitap ve
peygamberliktir. Medine’ye hicret eden Resûl-i Ekrem Efendimiz, onlara İslâm’ı,
Kur’ân’ı ve kendisini arzetmiş ve beklenilen peygamberin kendisi olduğunu
belirtmişti. Çünkü yahudiler, bir peygamberin geleceğini ve onun son peygamber
olacağını biliyorlar ve onu bekliyorlardı. Allah onlara sözlerinde durmalarını
hatırlattı ve ahidlerini bozmaktan, fitne ve ahlâksızlıklara sapmaktan
kaçınmalarını, sadece Allah’tan korkmalarını emretti. Onlar yine bu emri de
yerine getirmediler. Allah’tan korkmayarak sapıklıklarını sürdürdüler.
2) “Şüphesiz
Rabb’inin yakalayıp tutuşu pek şiddetlidir.” Bürûc
Sûresi (85), 12
Âyet-i
kerîmede, Allah Teâlâ’nın zâlimleri, zorbaları, topluma eziyet ve işkence
edenleri, büyüklük taslayanları hesaba çekmesinin ve cezalandırmasının çok
şiddetli olacağı hatırlatılmakta ve onların feci sonları haber verilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de buna benzer tehditleri ihtivâ eden “vaîd âyetleri” dediğimiz
âyetler, epeyce bir yer tutar.
3) “İşte
Rabbin, kasabaların zâlim halkını yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü O’nun
yakalaması, çok acı ve çok çetindir. Şüphesiz âhiret azâbından korkanlar için
bunda elbette ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir
gündür ve o gün bütün mahlukatın hazır bulunduğu bir gündür. Biz onu sadece
sayılı bir süre için erteliyoruz. O gün geldiği zaman hiç kimse O’nun izni
olmadan konuşamaz. Oraya toplananlardan kimi bahtsız; kimi bahtiyardır.
Bahtsızlar ateştedirler. Onların orada bir soluk alıp verişleri vardır ki!” Hûd Sûresi
(11), 102-106
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de zâlimlikleri ve
taşkınlıkları sebebiyle helâk edilen kavimlerden ve onların perişan
yurtlarından bahseder. Nûh ve Lût peygamberlerin kavimlerinin âkibeti, Âd,
Semûd ve Medyen halkının acıklı sonu, Firavun’un ibret dolu hayatı ve korkunç
ölümü bu misaller arasındadır. Âyet-i kerîmelerde, Allah’ın emir ve yasaklarına
karşı gelen, küfür ve şirkte, zulüm ve azgınlıkta ısrar eden toplumların
sonunun önceki milletlerin âkibetinden farklı olmayacağına dikkat çekilir;
bunlardan ibret almamız istenir.
Peygamber
Efendimiz: “Allah Teâlâ, zâlime, zulmünden vazgeçmesi için bir süre tanır.
Neticede onu yakaladı mı, artık bırakmaz” buyurmuş, sonra da: “Rabbin
kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman böyle yakalar” Hûd sûresi (11), 102]
âyetlerini okumuştur (Tirmizî, Tefsîru sûre (11), 12).
Allah’a ve âhiret gününe inanmayarak gününü gün etmeye
bakan bazı saygısız insanlar, fertlerin ve toplumların başına gelen büyük
felâketleri günah ve isyan ile alâkalı görmeyip, tesâdüflere bağlı tabiat
olayları diye değerlendirirler. Allah’a inanan akıl ve iz’ân sahipleri ise, bu
olaylarda Allah’ın güç ve kudretini, zâlim ve azgınlara verdiği ibret
derslerini görürler. Nitekim daha önceki kavim ve ümmetlerin helâkinden önce
onlara gönderilen peygamberler, uğrayacakları kötü âkibeti kendilerine haber
vermişlerdi. Bu haberler aynen gerçekleşti. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem’den sonra bir peygamber gelmeyeceğine göre, Kur’an ve Sünnet’in bu
yöndeki uyarılarına iyice kulak vermek gerekir.
4) “Allah sizi kendisinin emirlerine karşı
gelmekden sakındırır.” Âl-i İmrân sûresi (3), 28
Âyetin tamamının anlamı şöyledir:
“Mü’minler inananları bırakıp kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa,
Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden
korunmanız başka. (Şerlerinden korunmak için dost gözükebilirsiniz). Allah sizi
kendisinin emirlerine karşı gelmekden sakındırır. Dönüş Allah’adır.”
Allah Teâlâ’nın bizi sakındırdığı,
yapmamızı istemediği her şey, hem dünyada hem de âhirette bizim lehimizedir.
Mü’minin hayatı, Allah’ın çizdiği sınırlar içinde olmalıdır. Bu sınırları aşan,
tehlikeye düşmüş olur. Mü’min bir kişi, din kardeşlerine ve İslâm’a zararı
dokunacak, dine aykırı düşecek tarzda kâfirlerle dostluk ve işbirliğine girmez.
Ancak mü’minler, bütün insanlara karşı olumlu yaklaşımdan, âdil davranıştan,
iyilik yapmaktan men edilmemişlerdir. Hukuka riâyet, sözünde durmak, ciddiyet,
insanlık, merhamet ve imanın gereği olan bütün güzel huylar mü’minin ayırıcı
özelliğidir. Bir kâfir, mü’mine dünyaları bağışlasa bile, ne imanına, ne de din
kardeşlerine en küçük zarar verecek bir şeyi ona kabul ettiremez. Kişilik sahibi
mü’min de böyle bir şeyi bilerek yapmaz; ama yanılıp aldanabilir. Hatasının
farkına vardığı anda bunlardan kurtulmak için elinden gelen gayreti göstermesi
gerekir.
Mü’minlerin sahip olması gereken en
önemli niteliklerden biri, Allah korkusunu her şeyin üstünde tutmalarıdır.
Bunun göstergesi de, Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmalarıdır. Bu
âyet bizi bu konuda uyarmaktadır.
5) “O gün kişi, kardeşinden,
anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O gün, onlardan her
birinin, kendisine yetecek derdi vardır.” Abese sûresi (80), 34–37
Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde
kıyamet sahneleri çarpıcı bir üslupla anlatılır. İyilerin ve kötülerin
âkibetleri gözler önüne serilir. Âhiret gününe, hesaba ve mîzana inananlar, hem
kendilerinin hem de inanmayanların sonlarını âdeta gözleriyle görürler. Bu
durum karşısında inananlar hayatlarına çeki düzen verir; Allah’a bağlılıkları,
emirlerine uyup yasaklarından kaçınmaları, korku ve sevgileri artar.
İnanmayanlar içinde akıl ve idrak sahibi olanlar kendilerine gelir, kurtuluş ve
ebedî saadet yolu olan imana ve İslâm’a yönelirler.
Bu âyet-i kerîmelerde, gelmesi
muhakkak olan o günde, yakınlık ve sevginin derecelerine göre, kişinin
kendisine en yakın ve en yararlı kimseler olan kardeşinden, anasından,
babasından, eşinden ve çocuklarından bile kaçacağı belirtilerek, kıyâmetin
dehşeti anlatılır. Zira o gün herkesin başından aşkın çok büyük ve çok mühim
bir işi vardır. Başkalarını düşünmeye, onlara yardımcı olmaya imkânı olmadığı
için herkesten kaçar. Çünkü onların her biri, kendilerine karşı vazifesini
hakkıyla yapmadığı için onun yakasına sarılırlar. Bir gün Peygamber Efendimiz:
“İnsanlar kıyamet günü yalın ayak,
çırılçıplak, sünnetsiz olarak haşrolunurlar” buyurmuştu. Bunun üzerine Hz.Âişe:
– Yâ Resûlallah! Kadın ve erkekler bir
arada olup birbirlerine bakacaklar mı? dedi. Hz. Peygamber:
– “Yâ Âişe! Durum birbirlerine
bakamayacakları kadar kötüdür” buyurdular (Müslim, Cennet 56).
Bütün bunlar, Allah’tan korkup
çekinme konusunda bizleri hassas davranmaya sevketmesi gereken uyarı ve
işaretlerdir.
6) “Ey insanlar! Rabbinizden korkun; çünkü
kıyamet vaktinin depremi, cidden korkunç bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her
emziren emzirdiğinden geçer; her gebe yükünü bırakır; insanları sarhoş
görürsün, oysa sarhoş değillerdir. Ama Allah’ın azâbı şiddetlidir.” Hac sûresi
(22), 1-2
Kur’ân-ı Kerîm, kıyamet zelzelesini
çeşitli sûre ve âyetlerde anlatır. Bu zelzele, yerin şiddet ve dehşetle
sarsılmasıdır. Bu âyette, öncelikle insanların kendilerine emredileni yapmak,
yasaklanan şeylerden de kaçınmak suretiyle Allah’tan korkmaları
emredilmektedir. Çünkü Allah’a inanan, imanlarının gereği olarak sâlih ameller
işleyen, Allah’a gerçek anlamda kulluk yapanlar ve takvâ sahibi olanlar kıyamet
zelzelesinden emin olacaktır.
Kıyamet zelzelesi o kadar şiddetlidir ki,
çocuğunu emziren anne, bu sarsıntının dehşetiyle yavrusunu terkeder. Yine bu
korkunç sarsıntı yüzünden hamile kadınlar çocuklarını düşürürler. Kıyametin
dehşetinden insanlar sarhoş gibi oldukları için ne yapacaklarını, nereye
gideceklerini, ne konuşacaklarını bilemezler. Bu halde olmaları, Allah’ın
azâbının şiddetindendir. İşte bu hâli gören insan, sarsıntının dehşetinden
şaşırarak: “Bu yeryüzüne ne oluyor?” [Zilzâl sûresi (99), 3] der.
Kur’ân’ın bildirdiğine göre kâfirler: “Vah bize! Bizi yattığımız yerden kim
kaldırdı diyecekler. Mü’minler ise: İşte Rahmân’ın va’dettiği şey budur. Demek
peygamberler doğru söylemiş diyeceklerdir” [Yâsîn sûresi (36), 52].
7) “Rabbinin makamından korkan
kimseye iki cennet var.” Rahmân sûresi (55), 46
Rabbinin makamı demek, O’nun herşey
üzerinde varlığını hissettirmesi, insanları denetlemesi ve onların her halini
görüp gözetmesi demektir. Kıyamet gününde hesap için Allah’ın huzurunda duruş
anlamını da taşır.
Rabbinin makamından korkmak sözüyle
anlatılmak istenen, sadece yürek çarpıntısı değil, O’nu inkâr ve nimetlerine
nankörlük etmekten sakınmak, iman, itaat, şükür ve saygıda kusur etmemektir.
Bunları yerine getirenler için iki cennet vardır. İki cennetin ne olduğu
hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Buna göre, biri rûhânî, diğeri
cismânî cennet, biri adn diğeri naîm cenneti veya biri dâru’l-İslâm diğeri
dâru’s-selâm diyenler olmuştur. Kıyametin halleri görülmeden bunların her
birinin tafsilatını bilmek mümkün değildir.
8) “Cennetlikler birbirlerine
dönmüş soruyorlar: Doğrusu bundan önceki hayatımızda, âilemizin yanında bile
Allah’dan korkardık. Allah lütfedip bizi kavurucu azâbdan korudu. Doğrusu
bundan önce de O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik yapandır, acıyandır.”
Tûr
sûresi (52), 25-28
Bu Âyet-i Kerimelerde, cennet
ehlinin cennetteki halleri anlatılır. Cennetlikler buraya nasıl gelmiş, bu
nimete dünyadaki hangi halleri ve davranışları sayesinde kavuşmuşlardır? Onlar,
dünyada iken aile fertleri arasında, evlerinde, obalarında ve yurtlarında
yürekleri titrer ve korkarlardı. Çünkü âkibetlerini düşünür, bir isyâna
düşmekten veya bir azâba uğramaktan çekinirlerdi. Bu düşünce ve davranışları,
kendilerini dünyada kötülük yapmaktan alıkoydu; sâlih ameller işlemeye
yöneltti; neticede mükâfatları cennet oldu. Bu, Allah’ın lutfu ve ihsânı,
merhamet ve bereketi sayesindedir. Çünkü onlar, işledikleri işler, yaptıkları
ibadetlerden sonra Allah’a yalvarıp yakarmışlar, dua etmişlerdi. Allah,
va’dinde sâdık ve ihsan sahibidir. Kendisine dua eden mü’minlere sonsuz
merhametiyle muamele eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder