16 Haziran 2017 Cuma

Afife Bulut ve Şüheda Derya Terzi hanımefendiler ile Gönül Erleri Hakkında Söyleşi...

Haberekibi.com olarak  Afife Bulut ve Şüheda Derya Terzi hanımefendilerle yönetimlerinde oldukları Gönül Erleri Mail Grubu'nu ve Gönül Erleri Kültür Derneği'ni konuştuk. 


Gönül erlerine 10 yıllık emek
 18 Haziran 2017 Pazar 19:50 



HABEREKİBİ.COM / HABER MERKEZİ Afife Bulut ve Şüheda Derya Terzi hanımefendilerle yönetimlerinde oldukları Gönül Erleri Mail Grubu'nu ve Gönül Erleri Kültür Derneğiyıllardır biriktirdikleri emeğin karşılığını almaya devam ediyor. Haberekibi.com olarak bu emeği konuştuk. 

Gönül Erleri Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Afife Bulut.
   * Afife hanım, sizi tanıyabilir miyiz?
   * Afife Bulut:
    1965 Çankırı / Şabanözü doğumluyum. Beş çocuklu ailenin ortanca çocuğuyum. Su değirmeni gördünüz mü hiç? Belki filmlerde görmüşsünüzdür? Dedem; babam ve amcalarımın da yardım ettiği, çalıştığı su değirmeni işletirdi... Sonraları babam işletmeye başlamıştı. Yani ben, pek çok meslek gibi kaybolan su değirmencisi bir babanın kızıyım. İlk ve orta okulu Şabanözü'nde okudum. 1983 de evlendim. 3 çocuk annesiyim. İnsanlara faydalı olmanın çok güzel bir şey olduğunu çok genç yaşlarımda öğrendim... Daha gençken, çevremde Kuran-ı Kerim okumayı öğrenmek isteyen genç kızlara kendi evimde Kuran-ı Kerim okumayı öğretmeye başlamıştım... Birden bire ben de büyümüşüm. Evlenmiş, anne olmuşum. Zaman nasıl öyle hızlı geçmiş, doğrusu anlayamıyorum...
2006 da İstanbul'a okumaya gelen çocuklarımızı yalnız bırakmamak için biz de İstanbul'a taşındık. İstanbul'un hengâmesini görür görmez, genç ve sakin ilçe Tuzla'da ikamet etmeyi tercih ettik. 8 yıldır faaliyette olan, Tuzla Belediyesiyle birlikte çalışan bir yardım vakfında da aktif gönüllü olarak koşturmaya çalışıyorum... Gönül Erleri Mail Grubu ile yanlış hatırlamıyorsam 2008 de tanıştım. O zamanlar; etkinliklere, katılımcı idim. Artık çoğu etkinliği koordine etmeye başladım... 
   Gönül Erleri Kültür Derneği'nin de kurucularındanım. Gönül Erleri Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Gönül Erleri Mail Grubu
ve Eğitim Komisyonu Başkanı Şüheda Derya Terzi
   * Şüheda hanım sizi de tanıyalım...
   * 1978 'de Trabzon'da dünyaya gelmişim. 4 kardeşli bir ailenin 3. çocuğuyum. Ben de birden bire büyümüşüm. Baktım ki çabuk büyüyorum. Tekrar öğrenciliğe başlayayım, genç kalmaya devam edeyim dedim :) İstanbul Üniversitesi'nde 2015-16 da 4 yıllık Sosyoloji okumaya başladım. Yani öğrenciyim. Şiir-deneme tarzı yazılar yazmaktayım. Ben de Gönül Erleri Mail Grubu'nun ilklerindenim. 2008 de katılmaya başladım. Söyleşi programları, geziler, iftarlar, tanışma toplantıları derken, daha ilk yıllarda bu kendimi ev sahibi buldum... Yıllardır devam eden bazı programların koordinatörlüğünü yapmaktayım.
   * Şuheda hanım, bu Mail Grubu neyin nesidir ya? Bana da yıllardır mail geliyor. Bazı etkinliklerinize ben de katılıyorum. Hatta bazen de genele duyurulması gereken ilanlarımız oluyor eleman arıyoruz, yakınlarımıza kan ihtiyacı oluyor vs. Sizden rica ediyoruz, duyuruyorsunuz ve ciddi dönüş oluyor... 
   * Gönül Erleri Mail Grubu'muzun kurucusu AbdulMevla Murat abimiz. 16 Temmuz 2007 Mail Grubu'muzun kuruluş günü. Malum internet 1990 ların ortasında kullanılmaya, yaygınlaşmaya başlıyor. Bu gün hala en ciddi iletişim araçlarından birisi olan Mail trafiği iletişimi de 90 ların sonlarına doğru yaygınlaşmaya başlıyor. 2000 li yıllarda en ciddi iletişim araçlarından birisi oluyor. Toplu mail gönderme siteleri, sistemleri de o yıllarda yaygınlaşıyor. Toplu mail derken, birkaç yüz kişiye, belki birkaç bin kişiye aynı anda mail göndermek gerçekten çok ciddi bir iş. Bu sadece mail de değil. O kadar kişiye aynı anda SMS gönderebilmek, whatsap veya başka iletişim hatlarından veya normal posta yoluyla mektup göndermek de öyle değil mi?
  AbdulMevla abimi 2000 lerin ilk yıllarında Boğaziçi Üniversiteli bir grup yakın arkadaşı yahoo'da kurdukları mail grubuna ekliyorlar ve o sistemi görmeye, öğrenmeye başlıyor. Tabi yahoo o zamanlar ingilizce temelli site. Mail grubu sistemi de öyle işliyor. AbdulMevla abim, bu işin çok faydalı, verimli, çok ciddi bir toplu iletişim aracı olduğunu fark ediyor. Ancak Türkçe alt yapılı bir sistemi de olmadığından aktif değerlendiremiyor. 2006 yılında Google'in Türkçe alt yapılı Mail Grupları sistemini başlattığını fark ediyor ve o zamanlar iletişim kurduğu birkaç yüz yakın arkadaşını ekleyerek ilk mail grubunu kuruyor.
     İlk mail grubunun adı Seriyye, bir süre sonra Genç Düşünürler'e çevriliyor... Yaklaşık 8-10 ay öyle deneme süresi gibi geçiyor. 16 Temmuz 2007 de Gönül Erleri adı ile kuruluyor. Tabi o zaman, demin de dediğimiz gibi birkaç yüz kişinin mail adresi eklenerek başlanıyor. Bir süre sonra memnuniyet arttıkça, üyeler kendi çevrelerindeki tanıdıklarının mail adreslerine grubu önermeye başlıyorlar. Katılıp bir süre sonra geri ayrılanlar olmuyor değil. Bir kısmı tam ne olduğunu anlamıyor. Kafasına yatmıyor vs. ve ayrılıyor. Ama çok daha fazlası memnun kalıyor ve bir süre sonra kendi çevresini de haberdar ediyor. Mail adresini bildiği kişileri de grubumuza eklememizi rica ediyor, bizde ekliyoruz... O şekilde üye sayımız 177.000 'i aştı. Doğrusu çok daha fazla üye olmayı bekleyen adres var ama bir dönem yeni üye eklemekle uğraşmayalım diye düşündük. Bir süre sonra yine her gün onlarca, yüzlerce üye eklemeye başlarız...
* Afife hanım, siz de etkinliklerden bahseder misiniz?
   * Ben İstanbul'da ki programlarımızı anlatayım... Başka illerde, hatta başka ülkelerde bile programlar olmuyor değil. AbdulMevla bey, daha geçen hafta; Artvin'den, Diyarbakır'dan, Ankara'dan ve Adana'dan birer bayan kardeşin olduğu, İstanbul'dan da benimle Şuheda Derya'nın olduğu bir whatsap gruba aldı. Grubun adı da tam bize göre :) CanKardeşler... Bu arada öğrenmiş olduk ki 30 a yakın CanKardeşler grubumuz varmış :) Ve bunların çoğu yaşlara, illere, ülkelere, eğitim durumlarına vs. göre gruplarmış...
 Yıllardır içinde olmamıza, hatta yönetmemize rağmen, ilk günkü enerjimizi, moralimizi, isteğimizi, doğru yol üzere oluşumuzu bir kere daha fark etmiş oldum. Nedir o doğru yol dediğim? İnsanlığın, arkadaşlığın, kardeşliğin, yakın akrabalığın bile, her geçen gün bittiği günümüzde, hiç tanımadığın, görmediğin ama gerçekten adam gibi adam olduğuna emin olduğun nice kardeşin oluyor...
Etkinliklerden söz edecektim. Takdir edersiniz ki bu anlattıklarımda etkinlik. Bir de eğitim programlarımız var onları anlatayım.
  Gençlik ve Spor Bakanlığı destekli, liseli öğrencilere yönelik, bir yıl süren bir projemiz vardı ve adını da tam bize göre belirlemiştik. "Binlerce Kardeşim Var" dı o projemizin adı. Yüzden fazla liseli gençle her hafta, farklı yazarları dinledikleri söyleşiler, şubat ve yaz tatil kampları ve daha nice etkinlik düzenlemiştik.
 İlk eğitim programlarımızdan birisi, İlahiyatçı Veli Karataş hocamızla kitap tahlilleri idi. İki haftada bir farklı bir kitabı okuyor, hazırlanıyor, tahliller yapıyorduk. Bir dönem devam etti o programımız. Yaklaşık 10-15 bayan, 10-15 erkek ile ayrı yapılıyordu.
MGYK'mızdan (Mail Grubu Yönetim Kurulu) Yazar Nehir Aydın Gökduman hanımefendinin öncülüğünde Yazarlar Atölyesi programı düzenlemiştik. O da bir yıllık programdı. İMH Genel Merkezi Bahariye'de, her ay farklı bir yazarla, farklı bir konuda söyleşimiz olmuştu.
Üsküdar Belediyesinin 75. Yıl Kültür Merkezinde (geçen sene yıkıldı, daha büyük bir kültür merkezi yapıldı) 2 haftada bir farklı bir konuşmacının, farklı konularda sunumları olmuştu...
 Gönülder Genel Merkezimizde başlayıp devam eden programlarımız oldu. Yazar Demet Tezcan 2 yıl boyunca Tarihte İz Bırakanlar Programımızda her hafta farklı bir örnek şahsiyeti anlattı. Demet hanım, Gönül Erleri Mail Grubu'muzun yaklaşık 5 yıl Eğitim Komisyonu başkanıydı. Yaklaşık 3 senedir de Şuheda Derya Terzi kardeşim Eğitim Komisyonu Başkanımız.
Gönülder de her ay Gün.Dem.Deki adlı programımızda farklı bir araştırmacı-yazar önemli görülen gündem konuları üzerinde sunumlar yapmışlardı.
2014 de ve 2015 de benim bayanlara yönelik her hafta sunduğum Esmaül Hüsna Dersim de orada olmuştu.
 2010 da başlayıp, Mayıs 2017 de 7. yılını tamamladığımız, bayanlara yönelik bir tefsir dersimiz var. MGYK'mızdan Özlem Nas hanımefendi 2 haftada bir nüzul sırasına göre sunmaya anlatmaya devam ediyor. Seyyid Kutub'un Fizilalil Kuran'ı, Mevdudi'nin Tefhimül Kuran'ı, Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kuran Dili Tefsiri ve Hayrettin Karaman'ın da olduğu Diyanet heyetinin Kuran Yolu Tefisiri adlı eserlerinden yararlanılarak hazırlanılıyor.
 Bir dönem de Mazlumder de Aile Mektebi adında bir program düzenledik. O programlarda da Yazar Derya Güney hanım iki haftada bir sunumlar yapmıştı...
 Malum 1 yıl önce de Gönül Erleri Kültür Derneğimizi kurduk ve Pendik'deki merkezimizde ve Pendik Belediyesinin Mehmet Akif Ersoy Sanat Merkezinde düzenli programlar icra etmeye başladık...
Mail gurubu olarak yılların biriktirdiği dostlukların yanı sıra; gençlere, bayanlara, erkeklere, genele yönelik çalışmalarımız devam etmekte. En önemlisi uzun yıllara yayılan dostluklar ekseninde; hayata dair, eğitime dair, "öğrenmeyi ve öğretmeyi, öğrenmeye" dair çok ciddi işler yapıyor olmamız...
 * Şüheda hanım tanışmanız nasıl başladı?
 * Bundan 9-10 yıl önceydi, mail adresime düzenli mailler gelmeye başladı. Hadisi Şerifler, Kelimeler Kavramlar vs gibi İslami konularda sürekli, düzenli, seviyeli mektuplar. Bayağı bir ilgimi çekmeye başlamıştı. O zamanlar yayınlanan her mailin altında dip not olarak; tanışmak isterseniz şu adresi messengeriniza ekleyin yazıyordu. Eklediydim ve önce mesengerden tanışmaya başladık. Sonra başka tanışmış olanlarla tanıştırılmaya ve sonrada tanışma toplantılarına davet edilmeye
 Afife hanım siz hatırlıyor musunuz ilk tanışmalarınızı:
 * Sadece öyle ders mektupları değil, aynı zamanda iş ilanları, şu kişiye acil şu kan grubundan lazım duyuruları, etkinlikler vs.. vs. Benimde bayağı ilgimi çekmeye başlamıştı. Gelen maillerin dip notunda "tanışmak isterseniz şu mail adresini msn nize ekleyebilirsiniz" yazıyordu... Ekledik ve tanışmalar başladı... Önce internetden, sonra tanışma toplantıları vs... Kısa sürede bir sürü kardeşim oldu...
 * Şüheda hanım devam ediyor:
* İnternetten bir sürü arkadaşla da tanıştırılmıştık, onlarla buluşmalar başlıyordu... Benim katıldığım 3-5 tanışma toplantısı olduydu. İMH Genel Merkezinde, Mutlu Çocuk Mutlu Aile Genel Merkezinde, Kınalı Adanın tepesindekileri hatırlıyorum... Aylar öncesinden internetten tanıştırıldığımız, telefonla görüşmeye başladığımız, gerçekten sevdiğim, saydığım hanım kardeşlerle buluşacaktım. Bunun heyecanının düşüne biliyor musunuz? O ortamlarda tanıştığım, zamanla başka ile, hatta başka ülkeye taşınan, yani yıllardır hiç görmediğim öyle hanımefendiler var ki, gerçekten özlüyorum. Pek çoğu ile de yakın bağlarımız, irtibatımız devam ediyor...
* Başka illere geziler de düzenliyorsunuz sanırım? Nerelere götürüyorsunuz üyelerinizi? Afife hanım sizden dinleyelim...
  * Yıllardır yaptığımız işlerden biriside bu. Kültür Turları... Nerelere gittik, grupları götürdük, gönderdik? Aklıma gelenleri sıralayayım. Edirne'ye (defalarca) Çanakkale'ye (defalarca), Bursa ve Uludağ'a (defalarca), İzmit ve Maşukiye'ye (defalarca), İzmir'e, Pamukkale'ye, Kapadokya'ya, Eskişehir'e, Konya'ya, Zonguldak'a, Kastamonu'ya... Bir anda aklıma gelenler bunlar...
 * Afife Hanım, siz Gönül Erleri Kültür Derneği'nin de kurucularındansınız değil mi? Nasıl kurdunuz, neden kurdunuz?
 * Yukarıda bir kısmını anlattığımız, aklımıza gelen bazı etkinliklerimizden, programlarımızdan bahsettik. Çalışmalarımız bizi dernek kurmaya, kurumsallaşmaya yöneltti. Çünkü mail grubumuz üzerinden internette paylaşım ve duyuru yapıyoruz. Belirli bir adres ve kullanılabilir mekanımızın olması ve resmi bir tüzel kişiliğimizin olması gerekliliği oluştu. Başta AbdulMevla kardeşimizin kurucularından olduğu, yönetim kurulunda olduğu vakıflar, dernekler var. Kendimizi ev ev sahibi gibi gördüğümüz, uygun gördüğümüz programlarımızı, toplantılarımızı yaptığımız mekanlar. AbdulMevla kardeşimin gayreti Gönül Erleri adı ile resmi kurumumuzu da kurduk.
Gönül Erleri Mail Grubu olarak, İstanbul Pendik bölgesinde programlar yapmıyorduk. Bu vesile ile o da başladı. Belli günlerde genç kızlarla ve genç erkeklerle, belli günlerde erkeklerle ve bayanlarla ayrı ayrı ve belirli günlerde alanında kendini yetiştirmiş akademisyen, eğitimci yazarlar ile programlar icra etmeye başladık.
* Gerçekten çok güzel, hayırlı işler yapıyorsunuz, sizleri tebrik ediyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum...




8 Mayıs 2017 Pazartesi

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ Bakara Sûresinin 214 ve 215. Ayeti Kerimeleri

Bakara Sûresi'nin
214 ve 215. Ayet'i Kerimeleri Arasının Tefsiri
  • Meal
     "Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, "Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?" diye niyaz etmişlerdi. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır." ﴾214﴿
  • Tefsir
     İslâm’ın başlangıç yıllarında inkârcıların baskılarından bunalan müminleri hem teselli etmek hem de uyarmak maksadıyla indiği rivayet edilen (iniş sebebine ilişkin rivayetler için bk. Taberî, II, 341; Râzî, VI, 19) bu âyette müminlere, nihaî başarının, iyilikler uğrunda gösterilecek özverilere bağlı olduğu şeklindeki ilâhî yasa hatırlatılmaktadır.
     Bir önceki âyette Allah Teâlâ’nın müminlere hakkı gösterdiği, bildirdiği, onları sırât-ı müstakîme yönelttiği belirtilmişti. Fakat bu, işin başlangıcıdır. Geçmişteki ümmetlerden bazıları, nefislerinin kıskançlık, kin vb. olumsuz duygularına kapılarak kutsal kitapları ve dolayısıyla dinleri konusunda derin ihtilâflara düşüp dalâlete saptıkları gibi bazıları da yoksulluk ve sıkıntılarla denenmişler, sonuna kadar imanlarında sebat edenler, Allah’ın yardımının geleceği konusunda ümitlerini yitirmeyenler, gösterdikleri sabır ve dayanıklılıkla hem O’nun yardım ve desteğini hem de cennetini kazanmışlardır.
     Bu Allah’ın bir kanunudur. Şu halde İslâm ümmeti de gerektiğinde bu tür sıkıntılardan geçeceklerdir. Nitekim eski peygamberler ve onların ümmetleri gibi Hz. Muhammed ve onun ashabı da imanlarını ve kutsal değerlerini rahatlarının üstünde görmüşler; bu değerleri koruma ve güçlendirme uğruna maddî ve bedensel yararlarını sonuna kadar feda etmeyi göze almışlar; büyük acı ve sıkıntılara katlanmışlardır. Allah’ın rahmetinden asla ümitlerini kesmemişler, aksine “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek!” diye sarsılmaz bir imanla onu bekleyerek, şartların gerekli kıldığı yöntemlerle mücadelelerini sürdürmüşlerdir.
     Bir yoruma göre onlar, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek!” diye yakarırken, Allah’ın kendilerini düşmanları karşısında yenilgiye uğratmayacağına inandıkları için, “Muhakkak ki Allah’ın yardımı yakındır” diyerek, sordukları soruyu yine kendileri cevaplandırmışlar; “Ya rabbi! Vaadine güvendik, dayanıyoruz” demişlerdir (Râzî, VI, 21-22).
     Nihayet ormanlık arazinin yağmur bulutlarını çekmesi gibi onların bu büyük imanları, sabır, sebat ve fedakârlıkları da Allah’ın yardım ve desteğini üzerlerine çekmiştir. Böylece hem dünyada zafere ulaşıp müslümanlıklarını yaşatmışlar, İslâm’ı güçlendirmişler hem de cennete girmeye hak kazanmışlar; hatta içlerinden bazıları daha hayatta iken cennetle müjdelenmişlerdir.
  • Meal
     "Sana ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "Harcayacağınız mal, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolcular için olmalıdır. Hayır olarak ne yaparsanız muhakkak ki Allah onu bilir." ﴾215﴿
  • Tefsir
     Sûrenin bu ve bundan sonraki âyetleri –geçmiş dönemlere ait ibret verici iki anekdot dışında (246-253, 258-260)– ibadet, ahlâk ve muâmelâta ilişkin düzenlemeler getirmekte, hükümler koymaktadır. İlk hüküm malî yardımlarda kimlere öncelik verileceğine ilişkindir.
     Sözlükte “malı harcama, tüketme” anlamına gelen infak ahlâkî bir terim olarak genellikle “Allah rızâsı için çeşitli hayır yollarında harcamada bulunma, muhtaçların nafakasını sağlama” anlamını ifade eder ve bu anlamıyla zekât, fıtır sadakası gibi zorunlu malî ibadetler yanında sadaka türünden gönüllü hayırları da içine alır. Âyette infak kelimesi özellikle bu son anlamda kullanılmış; bağlayıcı olmamakla birlikte bu tür gönüllü harcamalar için –ihtiyaç sahibi olmaları şartıyla– en yakın akraba olan ana babadan başlamak üzere bir düzenleme getirilmiştir.
     Sözlükte hayır kelimesi genellikle “iyi, iyilik” veya “en iyisi, daha iyisi” mânasında ve şerrin zıddı olarak kullanılır (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “hyr” md.) Eski sözlüklerde hayır, “akıl, adalet, fazilet, yararlı nesne gibi herkesin arzuladığı şey” diye tanımlanır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hyr” md; Zebîdî, Tâcü’l-arûs, “hyr” md.).
     Hayır kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 176 defa tekrar edilmekte; bunlardan ism-i tafdîl olmayanlar, içinde geçtikleri âyetlerin konularına göre az çok farklı anlamlarda kullanılmakta olup bütün bu anlamları “iyi, güzel, değerli, faydalı ve arzulanır şeyler” şeklinde oldukça kapsamlı bir tanımda toplamak mümkündür. Bu kapsam genişliği hayrın birçok âyette çeşitli menfi içerikli kavramların zıddı olarak kullanılmasından da anlaşılmaktadır. Bu zıtların en yaygın kullanılanı şer kelimesidir (meselâ bk. Bakara 2/216; Âl-i İmrân 3/180; Yûnus 10/11). Ayrıca ednâ (en aşağı en değersiz; Bakara 2/61), sû’ (kötü, çirkin; Âl-i İmrân 3/30; A‘râf 7/188); seyyie (kötülük, günah; Kasas 28/84), ism (günah; Âl-i İmrân 3/178), durr (zarar; En‘âm 6/17; Yûnus 10/107), fitne (belâ, darlık; Hac 22/11) kelimeleri de hayırla birlikte ve onun zıddı olarak geçer.
     Bütün bu kullanımları iki ana bölüme ayırmak mümkündür. Konumuz olan âyetin de içinde bulunduğu ilk bölüme giren âyetlerde hayır kavramı daha çok mal, servet, bolluk gibi maddî imkânlar veya daha genel olarak her türlü maddî ve mânevî nimetler için kullanılmıştır (meselâ bk. Bakara 2/180; Sâd 38/32; Âdiyât 100/8).
     Taberî son âyeti açıklarken “Araplar malı hayır diye isimlendirirlerdi” der (XXIII, 154-155). Hayır yine maddî anlamlarda fakat “refah, bolluk, zenginlik” gibi daha geniş kavramları ifade edecek şekilde de geçer (meselâ bk. En‘âm 6/17; Enbiyâ 21/35; Me‘âric 70/21; krş. Taberî, VII, 160-161; XI, 177; XVII, 24-25).
     Kur’an’da nimet kabilinden olan daha soyut şeylerin de hayır kelimesiyle ifade edildiği görülür. Bu cümleden olmak üzere hayır, Allah’ın kullarına özel nimeti olan vahiy veya Kur’an yerine de kullanılmıştır (bk. Bakara 2/105; krş. Taberî, I, 474). “Takvâ sahiplerine, ‘Rabbiniz size ne indirdi?’ diye sorulur, onlar da ‘Hayır indirdi’ derler” meâlindeki âyette (Nahl 16/30) hayrın vahiy yerine kullanıldığı daha belirgin olarak görülmektedir. 
     İkinci bölüme giren âyetlerde hayır kelimesi “sâlih amel” gibi kavramlara yakın anlamlarda olmak üzere her türlü iyi tutum ve davranışların ahlâkî değerini belirtmek üzere kullanılır. Kur’an genellikle insanın aslında âhirette kendisi için faydalı olacak bütün iyilikleri hayır diye isimlendirir (meselâ bk. Bakara 2/110, 197).
     Hayır ve şer kelimeleriyle aynı kökten diğer kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’deki anlamlarıyla pek çok hadiste de geçmektedir (bk. Wensinck, Mu‘cem, “hyr” md.).
     İslâm düşüncesinde hayır ve bunun zıddı olan şer hem ontolojik hem de ahlâkî kavramlar olarak kullanılmış; her iki yönüyle de daha çok kelâmcılar ve filozoflar tarafından işlenmiştir. Ancak kelâmcılar konuyu genellikle hüsün ve kubuh terimleriyle ve ahlâkî boyutuna ağırlık vererek ele alırken filozoflar hayır-şer terimlerini tercih etmişler ve konunun metafizik yönüne ağırlık vermişlerdir. Yine İslâm düşüncesinde şerrin varlığının inkâr edilmediği; aksine, Ehl-i sünnet inancında olduğu gibi, hayırla birlikte şerrin de kader ve kazâ planı içinde değerlendirildiği görülür. Yaygın düşünceye göre de aslında hayır gibi şer de evrensel planda Allah’ın takdir ve kazâsına bağlıdır; ancak mutlak hayrın aksine mutlak şer mevcut değildir; yani şer bir tür eksikliktir. Varlıklarda şer diye bilinen durumlardan her biri, bir şeyin yokluğuna sebep olan şerden ibarettir.
     İslâm düşüncesinde hayır ve şer problemi geniş ölçüde iyimser bir yaklaşımla ele alınmıştır. Konuya felsefî yöntemle ilk yaklaşan âlimlerden biri olan Câhiz, başlangıcından itibaren dünya düzenini hayırla şerrin, faydalıyla zararlının... iç içe bulunuşuna bağlar. Câhiz’e göre eğer dünyada yalnız şer bulunsaydı bütün varlıklar helâk olurdu. Aksine eğer sırf hayır bulunsaydı o zaman da bir yükümlülük (imtihan, külfet) düzeninden söz edilemezdi; ayrıca (şerden kurtulup hayrı gerçekleştirmek için) düşünmenin sebepleri de ortadan kalkardı; düşünmenin kalkmasıyla da hikmet yok olurdu (Kitâbü’l-Hayevân, I, 204-205).
     İslâm filozoflarının hayır ve şer problemine hem ontolojik hem de ahlâkî yaklaşımları; daha sonra hemen bütün İslâm bilgin ve düşünürleri tarafından geniş bir kabul görmüştür. İslâm felsefesinin en sistemci temsilcisi olarak bilinen İbn Sînâ’ya göre “Allah, imkân âlemindeki en yüksek derecesiyle hayır düzenini düşünür ve bu sayede düşündüğü şey, düşündüğü en yetkin şekliyle bir nizam ve hayır olarak kendisinden taşar” ve “İşte buna inâyet denir” (eş-Şifâ el-İlâhiyyât, s. 415; ayrıca bk. s. 363, 365; en-Necât, s. 669). Evrende hayır düzeninin hâkim olduğu şeklindeki iyimser felsefe, Gazzâlî’ye nisbet edilen (krş. el-İmlâ’ fî işkâlâti’l-İhyâ’, V, 35-36) ve zamanla bir vecize halini almış olan “Leyse fi’l-imkân ebdea mimmâ kân” (İmkân âleminde olandan daha güzeli yoktur) şeklinde özetlenmiştir. Benzer açıklamaların Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, İbnü’l-Arabî ve İbn Teymiyye’nin eserlerinde bile yer alması ilgi çekicidir (Ebü’lBerekât, Kitâbü’l-Mu‘teber fi’l-hikme, II, 445-446; III, 9-11; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, VI, 262-263; İbn Teymiyye, Mecmûu fetâvâ, XIV, 20, 48; XX, 117).
     Hayır ve şer terimleri yukarıdaki ontolojik kullanımları yanında, yer yer insanın eylemlerinin değeri, çoğunlukla da insanın eylemleriyle ulaşmak istediği amaçların veya eylemlerinin kendini götürdüğü sonuçların değeri olarak da kullanılır. Nitekim Fârâbî mutluluğu “en yüksek hayır” diye nitelemiştir (el-Medinetü’l-fâzıla, s. 106-107). Gazzâlî ise aynı zamanda bir kelâmcı ve fakih olması sebebiyle, insan eylemlerinin ahlâkî değerleri anlamındaki hayır ve şer konusunu genellikle hasen ve kabîh (hüsün ve kubuh) terimleriyle ve ayrıntılı olarak incelerken, insan eylemlerinin ve genel olarak hayatın amacını niteleyen hayır ve şer konusunu da –esasta felsefî gelenekten ayrılmamakla birlikte– dinî ve tasavvufî bir üslûpla ve oldukça kapsamlı bir şekilde ele almıştır (bk. Mustafa Çağrıcı, Gazzâlî’ye Göre İslâm Ahlâkı, s. 136-156).
     Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda hayır kelimesinin, başta malî fedakârlıklar olmak üzere her türlü yardım severliği ifade eden bir anlamda kullanılması ve müslümanların bu tür faaliyetlere ısrarla teşvik edilmesi neticesinde erken dönemlerden itibaren müslüman fertler arasında güçlü bir hayır severlik ve dayanışma ruhu geliştirdiği gibi sivil ve resmî kişi veya kuruluşlarca da, başta vakıf müessesesi olmak üzere dârüşşifâ, dârüleytam, dârülaceze, dârüşşafaka, imaret, sebil, köprü, cami, mektep ve medrese gibi kamuya hizmet veren birçok hayır kurumu ve eseri meydana getirilmiştir. İslâm dünyasının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasî krizlere mâruz bulunduğu XX. yüzyılın ilk yarısında bu tür hayır faaliyetlerinde bir gerileme süreci yaşanmışsa da söz konusu krizlerin giderek hafiflemesine paralel olarak günümüzde ferdî ve kurumsal hayır faaliyetlerinde de hızlı bir gelişme gözlenmektedir (bk. M. Berger, “Khayr”, EI2 [Fr.], IV, 1183-1185).
     Konumuz olan âyette geçen iki hayır kelimesinden ilki “mal varlığı”, ikincisi de mutlak olarak Allah rızâsı için yapılan “iyilik” anlamını taşır. Burada ve diğer ilgili âyetlerde görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerîm maddî ve mânevî ilgide ana babayı en başta göstermiş; insanın görevlerini sıralarken Allah’a kulluk görevinin ardından ana babaya iyiliği zikretmiştir. Bundan anlaşıldığına göre bütün hayırların en faziletlisi ve Allah nezdinde en değerli olanı, ana baba için yapılan harcamalardır (genişbilgi için bk. İsrâ 17/23-24).
Not: Bu sayfadaki tüm notlar Kur'an Yolu Tefsiri adlı eserden alınmaktadır...

23 Nisan 2017 Pazar

Diyanet, İlahiyat veya İmam-Hatip Lisesi mezunu 415 İMAM-HATİP Alacak...


D U Y U R U
Diyanet İşleri Başkanlığından;
     Başkanlığımız taşra teşkilatındaki sözleşmeli imam-hatip pozisyonlarına; 2016 yılı KPSS puan sırası esas alınarak her bir grup için tabloda belirtilen boş kadro sayısının üç (3) katına kadar çağrılacak adaylar arasından sözlü sınav sonucu başarı sırasına göre 4-B sözleşmeli imam-hatip alınacaktır.
   I- BAŞVURU ŞARTLARI

1.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) fıkrasının 4, 5, 6, 7 ve 8 inci bentlerinde belirtilen şartları taşımak,
2. Diyanet İşleri Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde yer alan ortak nitelik şartını taşımak,
3. İlahiyat Fakültesi, İlahiyat Meslek Yüksek Okulu, İlahiyat Önlisans veya İmam-Hatip Lisesi mezunu olmak,
4. Halen Başkanlığımız teşkilatında kadrolu veya sözleşmeli olarak çalışıyor olmamak,
5. Lisans mezunları için 2016 yılı KPSS (B) grubu KPSSP124; Önlisans mezunları için 2016 yılı KPSS (B) grubu KPSSP123; Ortaöğretim mezunları için 2016 yılı KPSS (B) grubu KPSSP122 puan türünden en az 50 (elli) puan almış olmak,
6. İmam hatip olarak görev yapmaya mani bir engeli bulunmamak.

  * Sözleşmeli bir pozisyonda görev yapmakta iken, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların Ek 1 inci maddesinde istisna edilenler hariç olmak üzere, sözleşmenin feshi sebebiyle görevinden ayrılanlardan sözleşmelerinin fesih tarihinden itibaren 1 yıl geçmeyenlerin müracaatları kabul edilmeyecektir. Bu hususun sonradan anlaşılması halinde yerleştirmeleri yapılmış olsa dahi sözleşmeleri iptal edilecektir.

II- BAŞVURU ŞEKLİ, YERİ VE ZAMANI
1. Başvuru şartlarını taşıyan adaylar, 21/04/2017 (08:00) - 28/04/2017 (16:30) tarihlerinde https://dibbys.diyanet.gov.tr/IKYS/Sinav/KurumDisi adresi üzerinden e-başvuru programı aracılığı ile 4-B Sözleşmeli İmam-Hatip Alımı (SÖZPER-2017-I) e-başvuru formunu doldurduktan sonra başvurularını onaylatmak üzere istenen belgelerle birlikte herhangi bir il müftülüğüne şahsen müracaat edeceklerdir. Yurtdışından sınava müracaat edecek adaylar adına istenen belgeleri getirmeleri halinde, üçüncü şahıslar müracaat işlemini yapabileceklerdir.
2. İl müftülüklerindeki DİBBYS sorumluları, adayın e-başvuru formuna girdiği bilgiler ile ibraz ettiği belgelerdeki bilgilerin doğruluğunu tespit ettikten sonra aktivasyon işlemini gerçekleştireceklerdir. Belgeleri eksik olan adayların aktivasyon işlemi yapılmayacaktır.
3. Başkanlığımız https://dibbys.diyanet.gov.tr/IKYS/Sinav/KurumDisi adresi üzerinden e-başvuru formunu doldurmayan veya il müftülüklerinde aktivasyon işlemini yaptırmayan adayların talepleri dikkate alınmayacaktır.
4. Başvuru işlemlerinin hatasız, eksiksiz ve duyuruda belirtilen hususlara uygun olarak yapılmasından adayın kendisi sorumlu olacaktır.
5. Müracaatların sona ermesinden sonra adayın başvuru bilgilerinde hangi nedenle olursa olsun kesinlikle değişiklik yapılmayacaktır.
6. Bu duyuruda belirlenen esaslara uygun olmayan başvurular kabul edilmeyecektir.

III- BAŞVURU İÇİN GEREKLİ BELGELER
1. T.C. kimlik numaralı kimlik belgesi,
2. Mezuniyet durumunu gösterir diploma veya mezuniyet belgesi (Diploma yabancı bir ülkeden alınmışsa YÖK'ten alınacak denklik belgesi),
     Adayların, başvuru yaptıkları kontenjan grubuna ilişkin KPSS mezuniyet durumlarını gösterir öğrenim belgelerinin tümünü başvuru esnasında ibraz etmeleri gerekmektedir. Adayların, ibraz ettikleri belgelerle sahip oldukları puan türlerine ait (ortaöğretim mezunları için KPSSP122, ön lisans mezunları için KPSSP123 ve lisans mezunları için KPSSP124) KPSS mezuniyetlerinin aynı olması gerekmektedir.
3. Hafızlık Belgesi (+Hafız kontenjan gruplarına başvuran adaylar için),
4. Adayın; sabıka kaydı, askerlik durumu ve başvuru yapılan unvanda görev yapmaya mani bir özrü bulunmadığına ilişkin yazılı beyanı,

* Başvuruları onaylayan personele gerekli belgeleri ibraz edemeyen adayların başvuruları kabul edilmeyecektir. Belgeler, kontrol edildikten sonra adaylara iade edilecektir.

* Yazılı beyan istenen hususlar tek bir dilekçede yer alacaktır.

* Belgeler, atanmaya hak kazanan adaylar tarafından atama sürecinde ilgili birime teslim edilecektir.

IV- SINAVIN YERİ, TARİHİ, ŞEKLİ VE KONULARI
1. Sınav; Antalya, Bursa, Bolu, Erzurum, Elazığ, İzmir, Kayseri, Konya, Kastamonu, Manisa, İstanbul (Avrupa), İstanbul (Anadolu), Trabzon, Samsun ve Şanlıurfa illerindeki sınav merkezlerinde yapılacaktır. Adaylar, sözlü sınava girmek istedikleri sınav merkezini e-başvuru formundaki ilgili kısımda belirteceklerdir. Başvuruların sonra ermesinden sonra adayların sınav merkezi değişiklik talepleri dikkate alınmayacaktır.
2. Sınav tarihi, başvuruların tamamlanmasından sonra yapılacak gerekli hazırlıkların ardından Başkanlığımız internet sitesinde ayrıca ilan edilecektir.
3. Sınav sözlü olarak yapılacaktır.
4. Duyuruya uygun şekilde yapılan başvuruların, başvuru yapılan kontenjan grubuna ayrılan sayıdan fazla olması halinde, KPSS puanı en yüksek olan adaydan başlamak üzere ilan edilen kontenjan sayısının üç (3) katına kadar aday sözlü sınava çağrılacaktır. KPSS puan sırasına göre bir grupta son sıradaki aday sayısının birden fazla olması halinde bu adayların tamamı sözlü sınava çağrılacaktır.
5. Sınava katılacaklarda Başkanlığımız web sayfasında yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Personel Yeterliklerinde belirtilen "Ortak Genel Kültür Yeterlikleri" ile "İmam-Hatip Temel ve Özel Yeterlikleri" esas alınacaktır.
6. Adaylar sınavda;

  a) Kur'an-ı Kerim, (70 puan)
  b) Dini bilgiler (İtikat, ibadet, siyer ve ahlak konuları), (20 puan)
  c) Hitabet. (10 puan)
     alanlarından ayrı ayrı puan verilmek suretiyle değerlendirileceklerdir.

7. Adaylar; "Sınav Giriş Belgesi" alma işlemlerini https://dibbys.diyanet.gov.tr/IKYS/Sinav/KurumDisi/ adresi aracılığıyla gerçekleştireceklerdir.
8.
Sözlü sınava katılmaya hak kazanan adayların sözlü sınava katılacakları sınav tarihi sınav giriş belgelerinde yer alacaktır.
9. Adaylar sözlü sınava gelirken "Sınav Giriş Belgesi" ile birlikte kimlik belgelerinden birini (Nüfus cüzdanı veya pasaport) yanlarında bulunduracaklardır. Kimlik belgesi ve sınav giriş belgesi bulunmayan adaylar sınava alınmayacaktır. Nüfus cüzdanı veya pasaport dışında başka bir belge kimlik belgesi olarak kabul edilmeyecektir.
10. Sınava girmeye hak kazandığı halde ilan edilen sınav tarihlerinde sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacaktır. Bu durumdaki adaylara ikinci bir sınav hakkı verilmeyecektir.

V- DEĞERLENDİRME VE BAŞARI SIRALAMASI
1. Sınavda başarılı sayılabilmek için sınav komisyonu üyelerinin her birinin ayrı ayrı verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az 70 (yetmiş) puan olması gerekmektedir.
2. Başarı sıralaması sözlü sınav puanı esas alınarak yapılacaktır. Sözlü sınav puanların eşit olması halinde sırasıyla KPSS puanı yüksek olana, KPSS'ye katıldığı öğrenim belgesinin mezuniyet tarihi önce olana, doğum tarihi önce olana öncelik verilecektir.

VI- SINAV SONUÇLARI VE İTİRAZ
1. Adaylar sınav sonuçlarını (https://dibbys.diyanet.gov.tr/IKYS/Sinav/KurumDisi/) adresi üzerinden öğreneceklerdir.
2. Sınav sonuçlarına ilişkin itirazlar sınavın sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına yapılacaktır.
3. İtirazlar, en geç 15 (on beş) gün içinde incelenerek adaya bildirilecektir.
4. Sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde ıslak imzalı ve yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne ulaştırılmayan, T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, imza ve adresi olmayan dilekçeler ile e-mail ve faksla yapılan itirazlar dikkate alınmayacaktır.

VII- YERLEŞTİRME İŞLEMLERİ
1. Sınav sonucu başarılı olanlardan başarı sırasına göre ilan edilen kontenjan sayısı kadar adaya tercih hakkı verilecektir.
2. Tercih işlemleri, Başkanlıkça belirlenecek tarihlerde https://dibbys.diyanet.gov.tr/IKYS/Sinav/KurumDisi/ adresinden yapılacaktır.
3. Yerleştirmeler adayların tercih formundaki cami tercihleri ve başarı sıralaması dikkate alınarak yapılacaktır.
4. Tercihlere yerleştirme işlemleri sözlü sınav başarı puanı en yüksek olandan başlamak suretiyle Başkanlığımızca bilgisayar ortamında gerçekleştirilecektir. Puanların eşit olması durumunda KPSS puanı yüksek olana, onunda eşit olması halinde KPSS'ye katıldığı öğrenim belgesinin mezuniyet tarihi önce olana, bu süreninde eşitliğinde doğum tarihi önce olana öncelik verilecektir.
5. Tercih yapmaya hak kazanan adaylardan kontenjan sayısı 25'ten az olan gruplarda sınava katılanlar kontenjan adedince, diğer gruplarda sınava katılanlar ise en fazla 25 cami tercihinde bulunabileceklerdir.
6. Tercih yaptığı halde tercihlerine yerleşemeyen adaylar, ait olduğu kontenjan grubunda münhal kalan yerlere Başkanlıkça re'sen yerleştirilecektir.
7. Tercih yapmayan adayların yerleştirme işlemi yapılmayacaktır.
8. Yerleştirme sonuçları Başkanlığımız internet sitesi ana sayfasında (www.diyanet.gov.tr) duyurulacaktır.

VIII- DİĞER HUSUSLAR

1. Başkanlık sınav ve yerleştirme sürecinin her aşamasında aday tarafından beyan edilen hususlarda adaydan belge talep edebilecektir.
2. Sınav öncesi, sonrası ve yerleştirme sürecindeki işlemlerde gerçeğe aykırı belge verdiği ya da beyanda bulunduğu tespit edilen adayların başvuru ve sınavları geçersiz sayılacaktır.
3. Sınav ve sonuçları ile ilgili Başkanlığımızın internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında yapılan tüm duyurular tebligat sayılacaktır. Adaylara ayrıca tebligat yapılmayacaktır.
4.
Sınavla ilgili iş ve işlemlerde faks ve e-mail ile işlem yapılmayacaktır. Adayların ıslak imzalı ve yazılı dilekçelerini Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına ulaştırmaları gerekmektedir.
5. Bu duyuruda yer almayan hususlarla ilgili olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar, Diyanet İşleri Başkanlığı Vaizlik, Kur'an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyımlık Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği ile Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik hükümleri geçerlidir.

IX- İLETİŞİM
Yazışma Adresi:
Diyanet İşleri Başkanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü
Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığı

Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No:147/A 06800
Çankaya/ANKARA
Telefon : (0312) 295 70 00
Fax : (0312) 2858572
E-mail : persis@diyanet.gov.tr

İlgililere duyurulur.
D.İ.B.İNSAN KAYNAKLARI
GENEL MÜDÜRÜLÜĞÜ

10 Nisan 2017 Pazartesi

RİYÂZÜ'S SÂLİHÎN'DEN HADİS-İ ŞERİFLER ♥ ✿ܓ ♥ İYİLİĞİ EMİR - KÖTÜLÜKTEN NEHİY (3)

RİYÂZÜ'S SÂLİHÎN
23- باب الأمر بالمعروف والنهي عَن المنكر
İYİLİĞİ EMİR - KÖTÜLÜKTEN NEHİY-3

189- الرَّابع : عن النعْمانِ بنِ بَشيرٍ رضي اللَّه عنهما عن النبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال:« مَثَلُ القَائِمِ في حُدودِ اللَّه ، والْوَاقِعِ فيها كَمَثَلِ قَومٍ اسْتَهَمُوا على سفينةٍ فصارَ بعضُهم أعلاهَا وبعضُهم أسفلَها وكانَ الذينَ في أسفلها إِذَا اسْتَقَوْا مِنَ الماءِ مَرُّوا عَلَى مَنْ فَوْقَهُمْ فَقَالُوا: لَوْ أَنَّا خَرَقْنَا في نَصَيبِنا خَرْقاً وَلَمْ نُؤْذِ مَنْ فَوْقَنَا ، فَإِنْ تَرَكُوهُمْ وَمَا أَرادُوا هَلكُوا جَمِيعاً ، وإِنْ أَخَذُوا عَلَى أَيْدِيهِم نَجوْا ونجوْا جَمِيعاً». رواهُ البخاري.
القَائمُ في حُدودِ اللَّه تعَالى» مَعْنَاهُ : المُنْكِرُ لها ، القَائمُ في دفعِهَا وإِزالَتِهَا والمُرادُ بِالحُدودِ: مَا نهى اللَّه عَنْهُ:«اسْتَهَمُوا» : اقْتَرعُوا.

189. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
     Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler.

     Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.”
Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30.
Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12

     Açıklamalar
     Allah’ın hudutları-sınırları bilindiği gibi; helâller ve haramlardır. Sınırları koruyan, yani helâller ve haramlara riâyet edenlerle, bu sınırları korumayan, helâl ve haramı gözetmeyenler, tabii ki birbirlerinden çok farklıdırlar. Haramlara dalanlar, gemiyi delip batmasına vesile olacak olanlara benzetilmişlerdir. Gemi batınca sadece gemiyi delme suçunu işleyen kişi batmaz, bütün yolcular batar. O halde gemide bulunanların vazifesi, böyle bir faaliyete izin vermemektir.
     Peygamber Efendimiz bir çok hadislerinde, insanların bir konuyu daha iyi anlamasını ve akıllarında tutmasını sağlamak için teşbihler, benzetmeler kullanmıştır. Bu hadis de onlardan biridir. Toplumda bir kısım insanların yaptıkları kötülüklere, işledikleri haramlara, uygunsuz davranışlara göz yumulur, engel olunmazsa, toplu yıkım kaçınılmaz olur. Müslümanların görevleri, sadece kendileri kötülük yapmamakla bitmez, aynı zamanda başkalarının kötülüklerine engel olmak gerekir. Daha önce de ifade edildiği gibi, İslâm toplumunda bu husus devletin aslî görevlerinden birini teşkil eder. Devlet, bu iş için gereken her teşkilatı kurar, kötülüğün her çeşidinin işlenmesine engel olur. Müslüman toplumlar, bu görevi yapacak bir devlete sahip değillerse, önce onu teşekkül ettirmek aslî görevleri olmakla birlikte, kendi aralarında kuracakları organizasyonlarla bu vazifeyi yerine getirirler.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Fertlerin işledikleri kötülüklere engel olunmazsa, bundan toplum da zarar görür.
2. Kötülük yapanların kötülüklerine engel olmak, toplumun kurtuluşuna vesile olduğu kadar, kötülüğü işleyenlerin de kurtulmasını sağlar.
3. Fertler hür olduklarını iddia ederek, istediklerini yapamazlar. Başkalarına zarar verici nitelikteki fiillere engel olunur, çünkü bunun hürriyetle bir alâkası yoktur. Bir kişinin hürriyeti, başkasının hürriyetine zarar veremez.
4. Ma’rufu emir ve münkeri nehiy vazifesi, toplumların çöküşünü önlediği kadar, fertlerin de kurtuluşuna vesiledir.
5. Bir konunun zihinlerde daha iyi kalması için, teşbih ve misallerle anlatılması, İslâm’ın eğitim ve öğretim metotlarından biridir.

190- الخامِسُ :عَنْ أُمِّ المُؤْمِنِينَ أُمِّ سَلَمَة هِنْدٍ بنتِ أَبِي أُمَيَّةَ حُذيْفَةَ رضي اللَّه عنها،عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أنه قال:« إِنَّهُ يُسْتَعْملُ عَليْكُمْ أُمَراءُ فَتَعْرِفُونَ وتنُكِرُونَ فَمِنْ كَرِه فقَدْ بَرِىءَ وَمَنْ أَنْكَرَ فَقَدْ سَلِمَ،وَلَكِنْمنْرَضِيَوَتَابَعَ»قالوا:يارَسُولَاللَّهأَلاَ نُقَاتِلُهُمْ قَالَ:«لاَ،مَا أَقَامُوا فِيكُمْ الصَّلاَةَ» رواه مسلم.
 مَعْنَاهُ: مَنْ كَرِهَ بِقَلْبِهِ ولَمْ يَسْتطِعْ إنْكَاراً بِيَدٍ وَلا لِسَانٍ فَقَدْ بَرِئَ مِنَ الإِثمِ وَأَدَّى وَظِيفَتَهُ ، ومَنْأَنْكَرَبَحَسَبِطَاقَتِهِ فَقَدْ سَلِمَ مِنْ هَذِهِ المعصيةِ ،وَمَنْ رَضِيَ بِفِعْلِهمْ وتابعهم،فَهُوَ العَاصي.


     190. Mü’minlerin annesi, Ümmü Seleme Hint Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Sizin üzerinize birtakım emirler, yöneticiler tayin olunacaktır. Onların dine uygun olan işlerini iyi bulur, uygun olmayanlarını ise hoş karşılamaz, tenkit edersiniz. Kim hoş karşılamaz, kerih görürse günahdan korunmuş olur. Kim de tenkit eder, onların kötülüklerine engel olmaya çalışırsa, kurtuluşa erer. Fakat kim de razı ve hoşnut olur, onlara uyarsa isyan etmiş olur.” Bunun üzerine sahâbe-i kirâm:
     –Ya Resûlallah! Onlarla savaşmayalım mı? dediler.
     Peygamber Efendimiz:
     –“Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır” buyurdu. Müslim, İmâre 63

     Açıklamalar
     Hz. Peygamber, bazı hadislerinde, ileride ortaya çıkacak bazı durumlarla ilgili bilgiler vermiştir. Bunların bir kısmı gerçekleşmiştir. Henüz meydana gelmeyenlerin ise, ileride gerçekleşeceğine inanırız. Bu çeşit haberler, birer mucizedir. Vahye muhatap olan bir peygamberin bunları bilmesi ve haber vermesinde şaşılacak bir durum yoktur. Zira o, Allah’ın kendisine bildirdiğini haber vermektedir. Bu nevi hadislere “fiten” veya “melâhim” hadisleri denilir. Peygamberimiz açıklamakta olduğumuz hadislerinde, İslâm ümmetinin başına birtakım kişilerin tayin yoluyla veya müslümanların arzu etmedikleri şekilde getirileceklerini haber vermiştir. Bu gibi hallerde nasıl hareket edilmesi gerektiğinin genel metotlarını da bize bildirmişlerdir. Müslümanlar, müslümanca bir tavır ortaya koymak için bu prensiplere hassasiyetle uymak zorundadırlar.
     Peygamber Efendimiz’in bu ve buna benzer hadislerinden, tayin veya herhangi bir yolla devlet reisliğine getirilmiş olanlara, İslâmi esaslara riayet ettikleri takdirde itaat edilmesi gerektiği neticesi çıkarılmıştır. Çünkü devlet başkanlığına gelişin belirlenmiş bir tek yolu bulunmamaktadır. Bu geliş seçimle, seçilenin kendinden sonrakini tavsiye etmesiyle, seçilenlerin seçmesiyle olabilir. Geliş şekli ve yolundan daha çok, davranış ve uygulamaya önem verildiği görülmektedir. Yöneticilerin dine uygun olmayan uygulamalarını hoş karşılamama ve iyi görmeme, onlara kalben buğz etme ve isteklerini yerine getirmeme bir direniş ve hakka dâvet tarzı olarak kabul edilir. Bu, daha önce de belirtildiği gibi, elle ve dille kötülüğü düzeltmeye gücü yetmeyenlerin başvurabileceği bir tür cihad veya ma’rufu emir ve münkeri nehiy yollarının sonuncusudur. Tenkit etmek ve böylece kötülüğe engel olmaya çalışmak dille yapılan bir cihad türü veya iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevinin elle yapılandan sonra gelen ikinci derecesidir. Bunları yerine getirmeyerek, kötülüğü hoş gören ve ona uyanlar kendileri de kötülüğe iştirak etmiş, günah işlemiş ve kurtuluşu hak edememiş olurlar. Çünkü böyleleri, yöneticilerin isyankârlığına ve azgınlıklarına iştirak etmiş demektir.
     Sahâbe-i kirâm, günah işleyen, dinde kötü sayılan ve hatta haram olan şeyleri, münkerleri yapan bir idareciye karşı savaşmaları gerekip gerekmediğini sorunca, Allah Resûlü, namaz kıldıkları sürece bunun caiz olmayacağını söylemişlerdir. Namaz, İslâm’ın en belirgin simgesi ve imanla küfrü ayıran bir gösterge olma niteliğine sahiptir. Bu özelliği sebebiyle, namaz kılan kişinin diğer dînî emir ve ibadetleri de kabul ettiği kanaat ve neticesine varılır.
     İslâm dini, fitne çıkarılmasından ve haksız yere kan akıtılmasından son derece kaçınılmasını tavsiye eder. İnsan hayatına büyük önem verdiği için, onun haksız yere ortadan kalkmasına vesile olacak davranışlardan şiddetle sakındırır. Savaş veya kan akıtılması, bütün çarelerin sona erdiği noktada, kaçınılmaz bir zaruret haline geldiğinde câizdir. Aksi takdirde, insan hayatına kastetmek en büyük haramlardan biridir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Dinden çıkmadığı ve İslâm’ın herhangi bir esasını değiştirmediği takdirde, devlet başkanına itaat edilir.
2. Devlet başkanı, seçim, tayin, şûra kararı, kendi gücü ve benzer yollardan herhangi biriyle gelebilir. Bu hususta aslolan, İslâmî esaslara uygun hareket etmesidir.
3. Günah olan işlerde devlet başkanına itaat edilmez. Gücü yetenler, kendisini uyarır ve kötülüklerden vazgeçmesini isterler. Buna gücü yetmeyenler kalben buğz eder ve günahdan sakınırlar.
4. Namaz, İslâm’ın alâmeti ve mü’minlerle kafirlerin arasını ayıran en önemli simgedir. Namaz kıldığı sürece yöneticiye karşı isyan edilmez ve savaşılmaz.


191- السَّادسُ : عن أُمِّ الْمُؤْمِنين أُمِّ الْحكَم زَيْنبَ بِنْتِ جحْشٍ رضي اللَّه عنها أَنَّ النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم دَخَلَ عَلَيْهَا فَزعاً يقُولُ : « لا إِلهَ إِلاَّ اللَّه ، ويْلٌ لِلْعربِ مِنْ شَرٍّ قَدِ اقْتربَ ، فُتحَ الْيَوْمَ مِن ردْمِ يَأْجُوجَ وَمأْجوجَ مِثْلُ هذِهِ » وَحَلَّقَ بأُصْبُعه الإِبْهَامِ والَّتِي تَلِيهَا . فَقُلْتُ:  يَا رسول اللَّه أَنَهْلِكُ وفِينَا الصَّالحُونَ قال : « نَعَمْ إِذَا كَثُرَ الْخَبَثُ »  متفقٌ عليه .

191. Mü’minlerin annesi, Ümmü’l-Hakem Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ’ nın anlattığına göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sel-lem, korkudan titreyerek onun yanına girdi ve:
     “Allah’dan başka ilah yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arabın haline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şu kadar yer açıldı” buyurdu ve baş parmağı ile şehadet parmağını birleştirerek halka yaptı. Bunun üzerine ben:
     – Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde iyiler de olduğu halde helâk olur muyuz, dedim? Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem :
     – “Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet” buyurdu.

Buhârî, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1.
Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 7, Menâkıb 25;
Ebû Dâvûd, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 23;
İbn Mâce, Fiten 9
     Zeyneb Binti Cahş
     Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in eşi ve mü’minlerin annelerinden biridir. Abdullah İbni Cahş’ın kız kardeşidir. Annesi, Peygamber Efendimizin halası Ümeyye Binti Abdülmuttalib’dir. Künyesi Ümmü’l-Hakem’dir.
     Zeyneb, ilk müslüman olan sahâbî hanımlardandı. İlk hicret edenler arasında da yer aldı. Önce Peygamber’in azadlısı Zeyd İbni Hârise ile evlendi. Zeyd, Allah’ın Kitabı ve Resûlü’nün sünnetini öğretmek üzere onunla evlenmişti. Daha sonra Allah Teâlâ’nın emriyle Peygamber Efendimiz kendisine eş edindi. Bunu emreden âyetin meâli şöyledir:
     “Habibim! Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine ikram edip hürriyete kavuşturduğun kimseye: “Eşini elinde tut Allah’dan kork!” diyorsun. Halbuki Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek gizliyorsun. Oysa asıl korkulmaya lâyık olan Allah’dır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz o kadını sana nikahladık ki, evlatlıkları karılarıyla ilişiğini kestikleri zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir” [Ahzâb sûresi (33), 37] .
     Hz. Peygamber, Zeyneb vâlidemizle hicretin üçüncü veya beşinci senesinde evlendi. Zeyneb, Peygamberimiz’in diğer hanımlarına karşı, kendisini Allah’ın evlendirdiğini söyleyerek övünür ve: “Beni Allah kendi katından, vahiyle zevce kıldı” derdi.
     Zeyneb validemiz, çok hayır işler ve bol sadaka verirdi. Onun Peygamberimiz’le evlenmeden önce adı Berre idi. Efendimiz kendisine Zeyneb adını verdi. Peygamberimiz’in bu evliliğini münafıklar dillerine dolamışlardı:
     Muhammed, evladlarının hanımlarıyla babalarının evlenmesini haram kıldı, kendisi ise evladının hanımıyla evlendi, demişlerdi. Çünkü Zeyd daha önceleri, Peygamber Efendimiz’in evladlığı idi; onun için kendisine Zeyd İbni Muhammed deniliyordu. Oysa babasının dışında birine nisbetle evlatlığı oğul yerine koymak yasaklanmıştı. Peygamberimiz bu evliliği ile, dinimizin bu konudaki hükmünü de ortaya koymuş ve açıklamış oluyordu. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:
     “Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur” [Ahzâb sûresi (33), 40] ve “Evlâtlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır” [Ahzâb sûresi (33), 5] buyurulur.
     Bu sebeble Zeyd, babasının adıyla Zeyd İbni Hârise diye anılıyordu.
     Hz. Zeyneb el işi yapan ve bu konuda çok maharetli olan bir hanımdı. İş yapar ve kazancını Allah yolunda sarfederdi. Hz. Aişe’nin naklettiği bir hadise göre, Peygamber Efendimiz:
     “Sizin bana en çabuk ve erken kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır” buyurmuştur. Hz. Aişe:

     Biz peygamber hanımları kollarımızı ölçerdik, oysa en uzun kollu olan Zeyneb’ti, çünkü o eliyle iş yapar ve tasadduk ederdi, der (Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 101).
     Buradaki kol uzunluğundan maksat, dilimizde cömert olanlar için kullandığımız eli açıklıktır.
     Zeyneb binti Cahş 20 (641) senesinde vefat etti ve Bakî mezarlığına defnedildi. Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar
     Hadiste zikredilen, “yaklaşan şerden” maksadın, müslüman Araplarla harbedecek bir küfür ordusu olduğu yorumu yapılır. Ye’cûc ve Me’cûc ise, kıyamete yakın ortaya çıkacak ve yeryüzünde fitne-fesat çıkaracak bozguncu bir kavim olarak tarif edilmiştir. Ye’cûc ve Me’cûc ile ilgili pek çok hadis, sahih hadis kitaplarında yer alır. Bu rivayetlerden, onların kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu konu, kıyamet alâmetleri arasında zikredilir.
     Bu hadîs-i şerif vesilesiyle, kötülüklerin yaygınlaşmasının, toplumların helâkinin, çöküş ve yokoluşunun sebebi olduğu gerçeğini bir kere daha anlıyoruz. Hadiste geçen “habes” tabiri, fıskı, fücûru, şirki, küfrü ifade eder. Bununla kastedilen, tıpkı bir yerde ortaya çıkan ateşin şiddetlenince kuru ve yaş ne varsa yakıp kül etmesi gibi bir haldir. Temizi ve pisi birlikte yok eder. Toplum helâke uğrayınca da mü’min ve münafık, muhalif ve muvâfık hepsi birlikte azaba uğrarlar. Sonra herkes yaptığının karşılığını görür. Allah katında ceza veya mükâfata nail olur. Bu kötü akibete uğramadan salihler, iyiler vazifelerini hakkıyla yerine getirme gayreti içinde olmalıdırlar. Hûd sûresi’nin 74-83. âyetlerinde şöyle buyurulur:
     “İbrahim’den korku gidip kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizimle mücâdeleye başladı. Çünkü İbrahim cidden yumuşak huylu, içli, kendisini Allah’a vermiş biri idi. Melekler:
     “Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin azab emri gelmiştir ve onlara geri çevrilmez bir azab mutlaka gelecektir. Elçilerimiz Lût’a gelince, Lût onların gelmelerinden endişeye düştü, onları korumaktan âciz kaldı da, “bu ne çetin bir gündür” dedi. Lût’un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. Lût, “Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır, sizin için bunlar daha da temizdir. Allah’dan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu?” dedi. Dediler ki:
     Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin. Lût:
     “Keşke benim size karşı bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim” dedi. Melekler:
     “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle yürü. Karından başka sizden hiçbiri geri kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan azab şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vadolan helâk zamanı, sabahdır. Sabah yakın değil mi?” dediler.
     Emrimiz gelince onların üstünü altına getirdik ve üzerlerine balçık çamurundan pişirilip istif edilmiş bir çeşit taş yağdırdık. O taşlar, Rabbin katında işaretlenerek yağdırılmıştır. Bunlar zâlimlerden uzak değildir.”

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Masiyetlerin, büyük günahların yaygınlaşması ve bunlara engel olunmaması, topyekün helâkin sebebidir.
2. Bir toplumda kötülükler çoğalınca, içlerinde bulunan sâlih ve iyi kişiler de vazifelerini yapmayınca, böyle kimselerin aralarında olması, onlara gelecek felâketi önlemez. Neticede felâket ve belâlar günahkârlarla birlikte sâlihlere de isabet eder.
3. Masiyetleri kötü görüp, onların yaygınlaşmasını önlemek her müslümanın görevidir.


192السَّابعُ:عنْ أَبِي سَعيد الْخُدْرِيِّ رضياللَّهعنهعن النَّبِيِّ صَلّىاللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال:« إِيَّاكُم وَالْجُلُوسَ في الطرُقاتِ » فقَالُوا:يَارسَولَاللَّهمَالَنَا مِنْمَجالِسنَا بُدٌّ ، نَتحدَّثُ فِيهَا ، فقال رسول اللَّهصَلّىاللهُعَلَيْهِ وسَلَّم: فَإِذَا أَبَيْتُمْ إِلاَّ الْمَجْلِس فَأَعْطُواالطَّريقَ حَقَّهُ» قالوا:ومَاحَقُّ الطَّرِيقِ يا رسولَ اللَّه ؟ قال:«غَضُّالْبَصَر،وكَفُّالأَذَى،ورَدُّ السَّلامِ،وَالأَمْرُ بالْمعْروفِ ، والنَّهْيُ عنِ الْمُنْكَرَ» متفقٌ عليه.

192. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem :
     “Yol ve sokaklara oturmaktan sakınınız” buyurdu. Sahâbîler:
     - Ya Resûlallah! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
     – “Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda kalıyorsanız, o halde yolun hakkını veriniz” buyurdular. Bunun üzerine:
     - Yolun hakkı nedir ki, ya Resûlallah? diye sordular. Peygamberimiz:
     – “Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesini yerine getirmek” buyurdular.

Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2;
Müslim, Libâs 114.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12

     Açıklamalar
     Hz. Peygamber’in yol üzerine oturmayı yasaklaması burada oturmak haram olduğu için değil, oralarda haram işlenmesine engel olma ve insanları haram işlerden sakındırma sebebiyledir. Sahâbe, önceden gelen alışkanlıklarıyla, din ve dünyalarına ait işlerini evlerinin bulunduğu yollar üzerine oturarak konuşup hallediyorlardı. İstişârelerini, müzâkerelerini, dertlerine çare olacak konuları, bir takım muamele ve anlaşmalarını bu sokaklara oturarak çözümlüyorlardı. Bu sebeble yol ve sokaklarda oturma âdetlerinin zaruretten kaynaklandığını ifade ettiler. Resûl-i Ekrem, bu durum karşısında kendilerine yolun haklarından bahsetmek zorunda kaldı.
     Yollar umuma ait yerlerdir. Bir veya birkaç kişinin oraları işgal etmesi ve gelip geçenin hukukuna mani olması kabul edilemez. Bundan dolayı Peygamberimiz sahâbîlere, dolayısıyla müslümanlara yolun hukukunu açıklama gereğini duydu. “Gözü yummak” anlamındaki tabiri biz “gözü haramlardan korumak” olarak tercüme etmeyi uygun bulduk. Çünkü gelip geçen kadına, kıza bakmak fitnenin vesilesi olan haramlardan biridir.
     “Gelip geçene eziyet etmemek” sözüyle kastedilen, onlara yol vermemek, yolu daraltmak, geçenlerin gıybetini yapmak, onları tahkir etmek gibi olumsuz davranışlardır. Bunlar da hepimizin bildiği gibi, dinimizin yasakladığı şeylerdir.
     Verilen selâmı almak, dinimizde farzdır. Çünkü selâm, müslümanlar arasında bir parola, karşılıklı güven içinde olabileceklerinin bir kanıtı ve yine karşılıklı bir duadır. İnsanların birbirlerini sevebilmelerinin ve dost olabilmelerinin de ilk adımı olarak kabul edilir.
     İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın önemini de artık iyice öğrenmiş bulunuyoruz.
     Daha başka hadislerde bunlara ilave olarak güzel söz söylemek, âcizlere ve mazlumlara yardımcı olmak, boş iş ve sözlerden sakınmak, yolunu kaybedene yol göstermek, aksırana mukâbelede bulunmak gibi hasletler zikredilmişdir. Bu hadis, 1627 numara ile tekrar gelecektir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Yollar üzerinde oturmaktan sakınmak gerekir. Çünkü yollar umûma ait yerler olup fertler tarafından işgal edilmesi doğru değildir.
2. Yollarda oturmak zorunda olanlar, yolların hukukuna riayet etmekle görevlidir.
3.Müslümanlar başkalarını daima iyiliğe ve güzelliğe davet etmeli, kötülüklerden de sakındırmalıdır.

29 Mart 2017 Çarşamba

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: VESVESE

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
VESVESE
(الوسوسة)

     Şeytan tarafından insanın içine sokulduğu kabul edilen saptırıcı telkinler, kuruntu ve şüphe.
     Sözlükte vesvese/visvâs: “fısıldama, kötü telkinde bulunma, karışık sözler söyleme, kuşkulanma”; aynı kökten vesvâs “insanın içine doğan zararlı uyarıcı, kötü duygu ve düşünce, telkin, şüphe, fısıltı, evham” gibi mânalara gelmektedir.
     Dinî terminolojide vesvese/visvâs, “şeytanın veya nefsin insana kötü ve zararlı telkinde bulunması, şeytandan yahut nefisten gelen, insanı dine aykırı aşırı davranışlara yönelten telkin”; vesvâs “şeytan, şeytanın insanın içine attığı saptırıcı dürtü, faydasız söz, şüphe ve tereddüt” anlamlarında kullanılır.
     Vesveseye kapılana müvesvis denir. Ayrıca nezğa, hems, hemze, hâcis, hatra gibi kelimeler de vesveseye yakın anlamlar içerir.
     Modern psikiyatride yine vesveseye yakın anlamda kullanılan obsesyon (obsession) “irade dışı gelen, kişiyi tedirgin eden, bilinçli çaba ile uzaklaştırılamayan düşünceler” şeklinde tanımlanır (Saygılı, s. 40).
     Kur’ân-ı Kerîm’de vesvese kavramı beş âyette geçmekte, bunların üçünde şeytanın (el-A‘râf 7/20; Tâhâ 20/120; en-Nâs 114/5), birinde nefsin (Kāf 50/16) insana saptırıcı etkisi anlatılmaktadır. Nâs sûresinde (114/4) kişiyi ısrarla günah işlemeye kışkırtması sebebiyle şeytandan vesvâs diye söz edilir. A‘râf sûresinin 20. âyetinde şeytanın Âdem’e ve eşine vesvese verip kendilerine yasaklanan ağacın ürününden yemelerine yol açtığı belirtilir. Gerek bu âyetin devamındaki ifadeden, gerekse 22. âyetten anlaşıldığına göre burada vesvese “aldatma, yanıltma, saptırma” anlamında kullanılmıştır (Taberî, V, 449). Aynı olayı anlatan Bakara sûresinin 36. âyetinde vesvese yerine “ayağını kaydırdı, günah işletti” mânasında (a.g.e., I, 272-273; Şevkânî, I, 72-73) “ezelle” fiili geçmektedir.
     Hadislerde vesvese kavramı daha çok şeytan tarafından insanın içine atılan ve onun imanına zarar vermeyi amaçlayan tehlikeli soruları, düşünceleri belirtir. Hz. Peygamber’in Arafat gecesinde yaptığı duada, “Allahım! ... vesveseden sana sığınırım” sözü de geçer (Tirmizî, “Duâ”, 78).
     Hadislerde her insanın bir şeytanının bulunduğu (Müsned, I, 385; Dârimî, “Riķāķ”, 25), kanın damarlarda dolaşması gibi şeytanın da insanın içinde dolaştığı (Müsned, III, 156, 285; Buhârî, “Ahkâm”, 21; “Bedü’l-halk”, 11; Ebû Dâvûd, “Savm”, 78) bildirilir. Gazzâlî bu hadisi, “şeytanî tesirlerin iç dünyamıza sirayet etmesi” şeklinde yorumlar; kendisinin de zaman zaman hiç beklemediği durumlarda kalbine değişik vesveseler doğduğunu söyler (Ķānûnü’t-tevîl, s. 12-13). Bazı müslümanlar Resûl-i Ekrem’e gelerek içlerinden, söylemeye dahi cesaret edemeyecekleri vesveseler geçtiğinden yakınırlar. Resûlullah da bu durumun onlardaki kesin ve katıksız imana delâlet ettiğini, ümmetinin bu tür vesveselerden dolayı -telkin edilenleri yapmadıkları sürece- sorumlu tutulmayacağını bildirir (Müsned, II, 255; VI, 106; Müslim, “Îmân”, 201-205, 211). Hâris el-Muhâsibî’ye göre Resûlullah, sahâbîlerdeki bu duyarlılığı vesvese konusunda sorumluluklarını yerine getirmeleri noktasında yeterli saymıştır.
     Zira insanlardan içlerindeki vesveseleri söküp atmalarını beklemek kendi tabiatlarını değiştirmelerini istemek anlamına gelir, bu da irade gücünü aşar. Vesvese konusunda sorumluluktan kurtulmak için aklın ve bilginin gereğine göre davranarak vesvesenin etkisini önlemek yeterlidir (er-Riâye, s. 188-189, 249-250).
     Âlimlerin belirttiğine göre ilgili hadislerde kesin imana delâlet ettiği bildirilen şey şeytan tarafından insanların içine atılan vesveseler değil, onları anlatmayı dahi kendileri için ateşte yanmaktan daha tehlikeli görerek bundan derin üzüntü duyan müslümanların bu konudaki sadakat ve duyarlılıklarıdır. Esasen şeytan başka yollardan saptıramadığı müminlere vesvese verir; inkâr ve isyana sapanlar zaten şeytanın oyuncağıdır, onlara vesvese vermesine gerek yoktur (Hattâbî, IV, 136; Gazzâlî, İhyâ, III, 314; Nevevî, II, 154-155).
     Resûl-i Ekrem bu tür vesveselerden yakınanlardan birine, “Allah’a hamdolsun ki şeytan size vesveseden başka bir yolla zarar verememiştir”; başka birine de, “Allah’a hamdolsun ki şeytanın tuzağını vesveseye çevirdi” demiştir (Müsned, I, 340; ayrıca bk. I, 235; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 109).
     Yine hadislerde, bir kimsenin abdest ve namaz sırasında bazı uygulamaları eksik yaptığı hususunda kuşkuya düşmesi ve evhamlanması hali de vesvese kelimesiyle ifade edilmekte, bu tür kuruntulardan sakınılması veya onların üzerinde durulmaması öğütlenmektedir (Ebû Dâvûd, “Salât”, 158; Tirmizî, “Tahâret”, 43). Bir hadiste şeytanın ezan ve kāmetten korkup duyamayacağı kadar uzaklara kaçtığı, bunlar sona erince dönüp insanlara vesvese vermeye başladığı bildirilir (Müslim, “Salât”, 16).
     Fıkıhta vesvese kavramı, ibadetlerle ilgili bir hususun yerine getirilip getirilmediği veya gerektiği gibi yapılıp yapılmadığı hususunda yahut diğer sorumlulukları yerine getirmede aşırı derecede şüpheye kapılarak aynı uygulamayı defalarca tekrarlama şeklinde kendini gösteren bir tür hastalık durumunu ifade eder. Fıkıh kitaplarında vesvesenin abdest, gusül ve temizlik, namaz, kıraat, talâk, yemin, nezir gibi türleri üzerinde durulmuş ve vesveseye kapılmamak, eğer vesvese irade dışı bir hale gelmişse bu durumu ciddiye almayıp itidali korumak, Hz. Peygamber’in uyguladığı ölçülerden sapmamak gerektiği bildirilmiştir. Zemmü’l-müvesvisîn adlı risâlesinde vesvesecilerin durumunu geniş biçimde inceleyen Hanbelî fakihi Muvaffakuddin İbn Kudâme, dinî konularda Resûl-i Ekrem’i örnek almanın önemini âyet ve hadislerle anlattıktan sonra bazı vesvesecilerin Resûlullah’a uymak yerine vesveseler içinde boğulup şeytana bağlandıklarını, abdest ve namaz gibi konulardaki vesveseleriyle Peygamber’in uygulamalarını hiçe sayacak derecede aşırı fikirlere saplandıklarını belirtir.
     Duyu verilerinden, aklın kesin bilgilerinden, kendi amaç ve niyetlerinden dahi kuşkulanan vesvesecilerin bulunduğunu ifade eden İbn Kudâme onları varlığın hakikatlerini inkâr eden safsatacılara benzetir. İbn Kayyim el-Cevziyye de İbn Kudâme’ye ait risâlenin şerhi mahiyetindeki Mekâidü’ş-şeyâtîn ve zemmü’l-müvesvisîn’de, bu eserin aynen iktibas edildiği İgaŝetü’l-lehfân’ın bir bölümünde (s. 146-201) vesvesecilerin, uygulamalarını bir nevi ihtiyat olarak kabul eden görüşlerini inceleyerek bunların Peygamber’in yolundan sapma ve şeytanın yolundan gitme anlamına geldiğini ileri sürmüştür (ayrıca bk. Gazzâlî, İhyâ, III, 401, 405).
     Delilik derecesinde vesveseci kişilerin boşamalarının geçersiz olduğu (İbn Kayyim el-Cevziyye, İlâmü’l-muvakkıîn, IV, 47, 49; krş. Buhârî, “talâķ”, 11), irtidad anlamına gelecek sözler sarfetmeleri halinde mürted sayılmayacakları belirtilir (İbn Âbidîn, XIII, 12-14).
     Tasavvufta da vesvese konusunda olumsuz bir tutum sergilendiği görülür. Sehl et-Tüsterî vesvesenin iman makamlarının hem başı hem sonu olduğunu söylerken (el-Muâraza, s. 104) şeytandan gelen vesveselere kapılmanın imana zarar vereceğini, bunların etkisinden korunanların ise imanda selâmete ereceklerini kastetmiş olmalıdır. Tüsterî’ye göre Allah’tan başka her şey vesvesedir; dünyayı murat eden vesveseden korunamaz, vesveseden ancak nefsini aç bırakan kimse kurtulur.
     Ebû Nasr es-Serrâc’a göre dinin yasakladığı vesvese kişiyi ilmin sınırından çıkaran evhamlardır (el-Lüma, s. 145, 148-149). Kuşeyrî iç uyarıları “insanların iç dünyalarına yönelik hitap” şeklinde tanımlamakta ve bu hitabın melekten gelenine ilham, nefisten gelenine hâcis (dürtü), şeytandan gelenine vesvese denildiğini belirtmekte, Allah tarafından kalbe atılanına ise “Hakk’ın hâtırı” adını vermektedir. Şeytandan gelen vesveselerin çoğu insanı günaha yöneltir. Meşâyihin ittifakla kabul ettiğine göre haram yiyenler ilhamla vesveseyi ayırt edemezler. Cüneyd-i Bağdâdî nefsin dürtüleriyle şeytanın vesveselerinin farklı olduğunu söylemiştir. Nefis bir şeyi isteyince onu yaptırıncaya kadar diretir; şeytan ise istediği bir kötülüğü yaptıramazsa başka bir kötülük için vesvese vermeye başlar. Çünkü şeytanın gayesi hangi türden olursa olsun insana kötülük yaptırmaktır. (er-Risâle, I, 298-300).
     Gazzâlî, bazı sözde sûfîlerin Allah’ın kulların amellerine ihtiyacının bulunmadığı, dünyevî ve nefsânî tutkulardan arınmanın imkânsızlığını tecrübe ederek anladıkları, Allah katında şeklî davranışların değil kalp temizliğinin, O’na duyulan muhabbet ve mârifetin önemli olduğu gibi iddialar ileri sürdüklerini belirterek bunları aslında şeytanın telkin ettiği vesveseler olarak yorumlar (İhyâ, III, 405). Gazzâlî, şeytanın yeterli bilgisi bulunmayan avam tabakasını dinin temel konularında şüpheye düşürmek için onların akıllarına Allah’ın zâtı ve sıfatlarıyla akıllarının kavramayacağı başka konularda saptırıcı sorular getirebileceğini belirterek böyle durumlarda “Âmentü billâhi ve resûlihî” demeyi tavsiye eden hadisi kaydettikten sonra (Müsned, V, 214; VI, 257; benzer rivayetler için bk. Buhârî, “Bedü’l-halķ”, 11; Müslim, “Îmân”, 212-214) bu tür vesveseler hisseden avam tabakasına iman ve teslimiyetlerini sağlam tutmalarını, ibadetleri ve geçimleriyle meşgul olmalarını öğütler (a.g.e., III, 36).
     Vesveseyi hem psikoloji hem tasavvuf yönünden inceleyen Gazzâlî (İhyâ, III, 26-47) eylemlerin psikolojik kaynağı olan uyarıcıların iyiliğe yönlendirenine ilham, kötülüğe yönlendirenine vesvese dendiğini, ilhamın melekten, vesvesenin şeytandan geldiğini belirtir. Sebeplerin asıl yaratıcısı ve düzenleyicisi olan Allah’ın bazı kalpleri ilhama uygun hale getirmesine “tevfik”, bazılarını vesveseye elverişli kılmasına “hızlân” denir. Buna göre ilhamın zıddı vesvese, meleğin zıddı şeytan, tevfikin zıddı hızlândır.
     Akıllarını dünyaya yönlendirenlerin kalpleri şeytanın vesvesesine açık hale gelir, Allah’ı anan gönüller ise meleğin ilhamına elverişli olur. Gerçekte beşerî nitelikler taşımayan hiçbir insan bulunmadığına göre şeytanın vesvese ile karıştırmadığı hiçbir kalp yoktur. Nitekim Hz. Peygamber kendisi dahil olmak üzere her insanın bir şeytanının bulunduğunu, ancak kendisini izleyen şeytan müslümanlaştırıldığı için iyi şeyler telkin ettiğini bildirmiştir (Müsned, I, 385).
     Kalp Allah’a yönelip mârifete ve Allah’ın rızasına yoğunlaşırsa şeytanın yerini melek alır ve kula takvâ ilham eder; kalp aşağı güçlerin etkisine kapılıp bedensel hazların esiri olursa şeytan nefse vesvese verip günah işletmeye fırsat bulur. Böylece kalpleri hüküm altına alan şeytanlar bunların içini dünyayı âhirete tercih ettirecek vesveselerle doldururlar. Sonuçta nefsânî tutkuların peşinden giden kimse artık Allah’ın değil tutkularının kulu olur (Gazzâlî, İhyâ, III, 26-28).
Mustafa Çağrıcı
diyanet vakfı islam ansiklopedisi ile ilgili görsel sonucu
Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi

19 Mart 2017 Pazar

"Benim de Bir Kardeşim Var" Projesi..!

GÖNÜL ERLERİ KÜLTÜR DERNEĞİ
"Benim de Bir Kardeşim Var" Projesi
     Aralık 2016 da ilk duyurumuzu yapmış ve Van ili, Bahçesaray ilçesi, Bahçesaray Orta Okulunda bulunan dört tane 5. sınıftan bir tanesinde (5-D) okuyan öğrencilere abi-abla olacak kişileri belirlemiştik. Onlara hediyeleri Mart ayı ilk haftasında iletilmiş ve sınıflarında da kısa bir program yapılmıştı. O sınıfın öğrencileri de çok mutlu olmuş, kendilerine hediyeler gönderen abi-ablalarına çok teşekkür etmişlerdi... Şimdi de aynı okuldaki diğer 5. sınıfların öğrencilerine kardeşlik elimizi uzatmayı planladık...
     Gönül Erleri Kültür Derneği olarak, Van ili Bahçesaray ilçesi, Bahçesaray Orta Okulu'nu "Kardeş Okul" olarak belirledik. 2016-17 eğitim-öğretim yılının sonuna yaklaşıyoruz diye tüm okul öğrencilerine değil (yaklaşık 400 öğrenciye manevi abi-abla belirlemek çok uzun zaman alacağından) şimdilik sadece 5. sınıf öğrencilerine abi-abla belirlemeyi daha uygun gördük.
5-A, 5-B ve 5-C sınıflarında okuyan
yaklaşık 100 öğrencinin her birine
bir abi veya abla belirleyeceğiz.
     Gönül Erleri Kültür Derneği olarak bir komisyon oluşturduk. Komisyonumuzun adı: GÖNÜL KARDEŞLİĞİ KOMİSYONU. Geçtiğimiz iki ayda çalışma yapan, gençlere hediye kolilerini hazırlayıp gönderen, samimi, sıcak, gerçek bir kardeşlik temelli şahsi mektuplar yazan abi-ablaların olduğu bu komisyon ile 19 Mart Pazar günü toplanıldı. Genel kurallar belirlendi. Okulun öğretmeniyle iletişim kuruldu ve 5-A, 5-B, 5-C sınıflarındaki öğrencilerin bilgileri istendi (ad-soyad-boy-kilo-ayakkabı nosu).
     20 Mart Pazartesi gününden itibaren de, bu öğrencilere manevi abi veya abla olmak isteyen yaklaşık 100 kişi belirlenecek. En geç Nisan ayı ortasına doğru kimlerin-kimlere hediye kolilerini hazırlayacağı belirlenmiş olacak ve okullarda yaz tatili dönemi başlamadan, Ramazan-ı Şerif öncesi bu öğrencilerin hediyeleri kendilerine iletilecek inşAllah...
     Usül olarak şöyle bir yol izliyoruz: Gönül Erleri Mail Grubu'muza ve facebook gruplarımıza duyurumuzu yapıyoruz. "Bir öğrenciye manevi abi veya abla olmak istiyorum" diye dönenlere de, bir öğrencinin bilgilerini veriyoruz. Kolisini hazırlamasını, mektubunu yazmasını ve kargoyla okula göndermesini rica ediyoruz... Koliler okulda toplanıyor ve güzel bir programla da öğrencilere takdim ediliyor...
     5-D sınıfındaki 4 öğrenciye burs verecek farklı hayırsever abi-ablalar belirlemiştik. Şimdi de diğer 3 sınıftaki toplam 21 öğrenciye daha burs verecek abi-ablalar belirleyeceğiz. Burslar 2017-18 eğitim öğretim yılında başlayacak. Yani Eylül 2017 de. Haziran 2018 'e kadar her ay burs verilmesi planlanan öğrencilerin her birine (derneğimiz tarafından, okul idaresi ve sınıf öğretmenleri üzerinden) 10 ay iletilecek... Belirlediğimiz burs miktarı 125 TL. (Yurt dışından gönderecekler de 3 ayda bir 100 €).
     Hediye kolisi hazırlamak isteyen hayır sahiplerine, manevi abi veya abla olacakları öğrencinin tüm bilgilerini vereceğiz ve o öğrencinin boyuna-kilosuna göre koliler hazırlayıp (1 mont, 1 uzun kollu, 1 kısa kollu gömlek, 1 kazak, 2 pantolon, 1 spor ayakkabısı, 3 atlet, 3 kilot, 3 çorap, 3-5 kitap, annesine eşarp, babasına seccade ve bir de kendisine özel mektup) okullarına göndermelerini rica edeceğiz. (Kolilere konacak ürünlerin LCW ayarında olmasını da rica edeceğiz, o da yaklaşık 300-350 TL gibi tutacaktır).

Projemize katılmak ve
bir öğrenciye hediye kolisi almak isterseniz;
gonulkardesi@hotmail.com

Öğrencilere Hediye Kolileri
2017 Mayıs ayında okulda düzenlenen programla
Teslim Edilecek
Hediye Kolilerini Gönderenler

1. Mehmet Fatih K. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi
2. Beytullah A. - Almanya - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
3. Kübra A. - Almanya - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
4. Zekiye A. - Almanya - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
5. Safiye A. - Almanya - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
6. Emine A. - Almanya - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
7. Mücahid A. - Almanya - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
8. Ayşegül C. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
9.Hakan E. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
10. Sermin Y. - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
11. Süleyman G. Edirne - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
12. Ali Osman A. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi
13. Ayşegül Gümüş Y. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
14. Kenan K. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
15-16. Selcen Ö. - 2 Öğrenciye Hediye Kolisi.
17. Gülten A. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
18-19-20. Aynur K. - Hollanda - 3 Öğrenciye Hediye Kolisi
21. Ayşe Özlem Ç. - Osmaniye - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi. 
22. Bülent T. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
23. Mustafa G. - Ankara - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi.
24. İsmail D. - Bursa - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi
25. Elif ve Ramazan A. - İstanbul - 1 Öğrenciye Hediye Kolisi

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ Bakara Sûresinin 211-213. Ayeti Kerimeleri Arası.

Bakara Sûresi'nin
211-213. Ayet'i Kerimeleri Arasının Tefsiri
  • Meal
     "İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır." ﴾211﴿
  • Tefsir
     İsrâiloğulları’ndan maksat Hz. Peygamber dönemindeki Medine yahudileri, sorunun konusu ise geçmişte yahudilerin yaptıklarıyla ilgilidir. Burada Hz. Peygamber’e hitaben, “İsrâiloğulları’na sor” buyurulmasından, yahudi din tarihinin müslümanlar için bir ibret ve ders kaynağı olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bir önceki âyette inanmayan veya inandıkları halde günah işlemekten çekinmeyenler ya da Allah’ı ve melekleri apaçık görmedikçe inanmayacaklarını söyleyenler hakkında uyarılar yer almıştı. 211. âyette ise geçmişte bu tür uyarılara birçok defa muhatap olmuş bulunan İsrâiloğulları’nın tutumları ve başlarına gelenler örnek ve ibret olarak gösterilmekte; Allah tarafından onlara aydınlatıcı ve uyarıcı mahiyette nice âyetlerin verildiği veya peygamberlerinin doğruluğunu kanıtlayan mûcizelerin, belgelerin sergilendiği belirtilmekte, buna rağmen Allah’ın nimetini değiştirdiklerine işaret edilmektedir.
     “Allah’ın nimetleri”nden maksat O’nun âyetleridir; çünkü o âyetler insanların hidayet bulmalarını sağlamak üzere gönderilmiştir. Bir kimse Allah’ın âyetlerini inkâr eder, onlardan yüz çevirir ve bu yüzden hidayetten mahrum kalırsa onların değerini ve önemini takdir etmemiş olur. Âyette bu tutum “nimeti değiştirmek” diye ifade edilmektedir (başka bir âyette de “Allah’ın lutfettiği nimete nankörlükle karşılık verme” ifadesi yer almaktadır; bk. İbrâhim 14/28). Çünkü nimetin asıl işlevi hidayet sağlamak iken, onu reddeden ya da önemini takdir edemeyip nankörlük gösteren kimse, bu tutumuyla imanı küfre, hidayeti dalâlete ve sonuçta mutluluğu azaba çevirmiş olur (İbn Âşûr, II, 291).
     Nitekim âyette bu şekilde davrananların Allah’ın şiddetli cezasına müstahak oldukları bildirilmektedir.
  • Meal
     "İnkar edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir." ﴾212﴿
  • Tefsir
     Burada da iki insan tipi yer almaktadır: Biri dünya hayatının yani dünyanın geçici zevk ve menfaatlerinin, şan ve şöhretinin, makam ve mevkiinin çekiciliğine kapılıp kalıcı iyiliklerden uzaklaşan, geçici ve aldatıcı şeyleri değer ölçüsü sayarak, bunlara sahip olmayan veya kalıcı değerler olarak görüp önemsemeyen müminlerle alay etme ilkelliğini gösteren inkârcılar; diğeri de onların alay ettikleri, fakat herkesin gerçek değerinin ölçüldüğü kıyamet gününde onlardan üstün tutulacak ve sonuçta Allah’ın hesapsız lutuflarını kazanacak olan takvâ sahipleri yani dinî duyarlılığı ve sorumluluk bilinci yüksek müminlerdir.
  • Meal
     "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir." ﴾213﴿
  • Tefsir
     Ümmet “bir din üzerinde birleşen topluluk” demektir (Taberî, II, 335; ayrıca bk. Bakara 2/134). Âyetteki ümmet kelimesinin aralarında ortak inanç ve değerlerin bulunduğu, birlik ve beraberlik içinde yaşayan bireylerden oluşan topluluğu ifade ettiği anlaşılmaktadır.
     Burada iki konu kapalı bulunmaktadır:
     a) Bu ilk ümmetle hangi dönemdeki hangi topluluk kastedilmiştir?
     b) Bu ilk topluluğun ortak inanç ve yaşayışları hak mı yoksa bâtıl mı idi?
     Bazı müfessirler âyetin lafzından yola çıkarak ilk insan topluluğunun hak üzerinde değil, bâtıl üzerinde olduğunu ileri sürmüşlerse de, tefsirlerde bu ilk topluluğun hak üzerinde olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu çerçevede yukarıdaki sorularla ilgili olarak ileri sürülen görüşlerin başlıcaları şöyledir:
     1. Bu ümmet Hz. Âdem’le Hz. Nûh arasında yaşamış olan on nesildir. Bunların inanç ve yaşayışları düzgündü; sonradan sapmalar ve farklı inançlar ortaya çıkınca Allah peygamberler gönderdi.
     2. İnsanlardan maksat Hz. Âdem ve onun çocukları, ümmetten maksat da onların inandığı hak dindir. Âdem aleyhisselâm doğru din üzerindeydi. Sonradan nesillerinde çekişmeler, kıskançlık ve sapmalar baş gösterince Allah Teâlâ peygamberler gönderdi.
     3. Âyette somut bir insan topluluğundan değil; insanların fıtratlarında, yaratılışlarının özünde bulunan hak dine, doğru inanç ve yaşayışa yatkınlıktan bahsedilmektedir. Buna göre insanlar yaratılıştan iyidirler; bir tek ümmet oluşturacak fıtrat ve tabiata sahiptirler. Sapmalar ise dış sebeplerin etkisiyle sonradan ortaya çıkmakta olup bu sapmaları önlemek veya düzeltmek için peygamberler gönderilmiştir. Nitekim “Her doğan fıtrat üzere doğar; daha sonra ana babası onu yahudi, hıristiyan veya mecûsî yapar” (Buhârî, “Cenâiz”, 80, 93; Müslim, “Kader”, 22-25) anlamındaki hadiste de bu gerçek ifade edilmiştir (Taberî, II, 334-337; İbn Atıyye, I, 285-287).
     4. Âyet genel insanlık tarihiyle değil, özel olarak Hz. Mûsâ’dan sonraki yahudilerle ilgilidir. Buna göre yahudiler başlangıçta bir tek ümmet olarak Mûsâ’ya inanıp onun izinden gidiyorlardı. Fakat sonradan kıskançlık ve isyankârlık duygularına kapılarak ihtilâfa düştüler; Allah da tekrar durumlarını düzeltmelerini sağlamak üzere peygamberler gönderdi.
     5. Mu‘tezile’nin önde gelen âlimlerinden Kadı Abdülcebbâr ise âyeti şu şekilde anlamıştır: İnsanlar temelde tek bir ümmet olarak, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kabul etmek, Allah’a kulluk ve şükretmek; zulüm, yalancılık, cahillik vb. kötülüklerden kaçınmak gibi aklî gerçekleri ve doğruları kavrayıp benimsiyorlardı. Konumuz olan âyetin üslûbundan da peygamberler gönderilmesinden önceki insanların “akıldan istifade ile düzenlenmiş bir şeriat içinde bulundukları” anlaşılmaktadır. Daha sonra ortaya çıkan çeşitli sebepler yüzünden insanlar arasında ihtilâflar doğmuş; bunun üzerine Allah Teâlâ onların bilgilerini ve inançlarını desteklemek üzere peygamberler göndermiştir (Râzî, VI, 13).
     6. M. Reşîd Rızâ ise âyetteki ümmet kelimesini dinî bir terim olarak anlamama eğilimindedir. Ona göre Allah Teâlâ ilk insanları, biyolojik varlıklarını tek başlarına sürdüremeyecek derecede birbirine bağımlı olarak yarattı. Bu durumda onlar, bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarını ancak toplu olarak yaşayıp güçlerini birleştirerek karşılayabilirlerdi. Bu sebeple insanlar başlangıçta bir tek topluluk olarak yaşıyorlardı. Öte yandan insanların farklı görüşlere sahip olmaları ve farklı çıkarlar gözetmeleri, aralarında ihtilâflar doğmasına da yol açtı. Bu ihtilâfların ümmet arasındaki birliği bozmasını önlemek, ilişkileri hak ve adalet ölçülerine göre düzenlemek üzere peygamberler gönderildi. Peygamberler insanlara, belirlenmiş görevlere uymaları, haklarına razı olmaları halinde elde edecekleri dünya-âhiret hayır ve mutluluğunu müjdeliyor; âkıbetlerini göz önüne almadan kısa zevklerine aldanmaları halinde ümitlerinin boşa çıkacağını, işlerinin sonuçsuz kalacağını ve nihayet âhiret azabına çarptırılacaklarını bildirerek onları uyarıyorlardı (II, 282).
     Sonuç olarak âyetten anlaşıldığına göre insanlar, temelde temiz bir yaratılışa (fıtrat), hakkı kabul edip uygulamaya yatkın bir tabiata sahip olarak yaratılmışlardır ve –belki– başlangıçta, basit de olsa uyumlu ve düzenli bir topluluk olarak da yaşamışlardı. Fakat iptidai hayat şartları karşısında dayanışma ve paylaşmanın hayatî önem taşıdığı ilk devirlerden sonra zamanla insanların zihinsel yetenekleri ve ihtiyaçları geliştikçe, belki sayıları çoğaldıkça, insanlar kavim ve kabilelere bölündükçe, tabiatın zorlukları karşısında başarılar kazandıkça aralarında çatışma eğilimleri de gelişmeye başladı; sürtüşmeler arttı. Kimi insanlar yanlış düşünmeye, kişisel çıkarlarını hak ve adalet ölçülerinin üstünde tutmaya başladılar; böylece doğru olmayan görüş, inanç ve davranışlara saptılar. Nihayet insanlar arasında geniş çaplı çözülmeler, toplumsal ihtilâflar ve çekişmeler ortaya çıktı. Bunun üzerine yüce Allah tarafından peygamberler gönderildi, kitaplar indirildi. Bu peygamberler iyi yolda olan insanlara dünya ve âhirette kazanacakları güzellikleri müjdelediler; kötü yoldan gidenleri uğrayacakları sıkıntılar ve cezalar konusunda uyardılar.
     Allah Teâlâ, bu peygamberler silsilesinin son halkası olmak üzere insanlığa Hz. Muhammed’i ve onunla birlikte son kutsal kitap olmak üzere Kur’an’ı gönderdi. Hz. Muhammed pek çok bakımdan ihtilâfa düşmüş ve çözülmüş olan insanlığı yeniden toparlamak, aslî fıtratına döndürmek, onları hidayete yöneltmek, doğru inanç ve davranış ilkelerinde birleşmiş “bir tek ümmet” haline getirmek için çalışmıştır.
     Az önce geçen “Ey iman edenler! Hep birden barışa (barış, itaat, teslimiyet ve kurtuluş dini olan İslâm’a) girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o, apaçık düşmanınızdır” meâlindeki âyet de Kur’an’ın insan oğluna aslî fıtratını, özündeki iyiliği koruma, kötülüğe başkaldırma yolundaki çağrısıdır. Müslüman âlimlerin İslâm’ı insanlığın fıtrî dini ve dolayısıyla Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin özü ve esası olarak kabul etmeleri de aynı düşünceye dayanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de buna işaret eden pek çok âyet vardır (meselâ bk. Bakara 2/131-132, 136; Nisâ 4/163; Mâide 5/69; Hac 22/78). Allah Teâlâ geçmişte, insan oğlunun cehaleti yüzünden ortaya çıkan yanlış inanç ve yaşayış tarzlarını ortadan kaldırmak için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş, bu suretle insanlar yeniden hidayete kavuşmuşlar; fakat zamanla kitap indirilen kavimler arasında da ihtilâflar çıkmıştır. Bu ihtilâflar iyi niyete dayalı mâkul ve meşrû anlayış farklarından kaynaklanacağı gibi kötü niyetle de çıkarılmış olabilir. Âyette “aralarındaki kıskançlık yüzünden” ifadesinden anlaşıldığı üzere, ikinci türden ihtilâfların kınandığı görülmektedir. Burada “kıskançlık” kelimesiyle açıklanan “bağy”, zulüm ve haksızlık gibi daha başka olumsuzlukları da içerir. Buna göre insanlar ilâhî kitabın anlamını daha iyi kavrayıp gereğini yerine getirmek için zihinsel çaba gösterirken farklı anlayışlar geliştirip bazı fikrî ve amelî konularda ihtilâfa düşebilirler ve buradan, mezhep denilen çeşitli anlayış farkları ortaya çıkabilir.
     Bu, geçmiş dönemlerde olmuştur, müslümanlar arasında da görülmüş ve görülmektedir. Fakat tartışmaların asıl sebebi gerçeği bulmak ve gereğince amel etmek gibi samimi bir arayış olmayıp da kıskançlık, haksızlık, düşmanlık, öfke ve kin gibi ahlâk dışı etkenler olursa, bunların ortaya çıkardığı ihtilâf dinin temel ilkelerini sarsacak, yozlaştıracak ve onu zararlı bir kurum haline getirecek boyutlara kadar varabilir. Bu da hem dinî hem de toplumsal bakımdan fitneler doğuracağı için –ki tarihte bunun örneklerine çokça rastlanmaktadır– âyette özellikle bu şekildeki ihtilâflara dikkat çekilmiş; ardından da müslümanlar kastedilerek, “Sonra Allah, izniyle, o geçmişteki kavimlerin hakkında ayrılığa düştükleri gerçeği müminlere gösterdi” buyurulmuştur.
     Şu halde insanlar kıskançlık, haksızlık, kin ve öfke gibi olumsuz duyguların esiri olarak ihtilâfa düşüp haktan sapmışlar; sonunda yüce Allah, onları yeniden hakka döndürmek üzere İslâm dinini göndermiş, Kur’an’ı indirmiş; izni ve iradesiyle bu dine inananları bütün dinlerin özü olan hakka ulaştırmış, sırât-ı müstakîme kavuşturmuştur.

Not: Bu sayfadaki tüm notlar  Kur'an Yolu Tefsiri adlı eserden alınmaktadır...

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...