3 Ocak 2021 Pazar

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ✿ Âl-i İmrân Suresi 38. ve 41. Ayet-i Kerimeler Arasının Meal ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi
38. ve 41. Ayet-i Kerimeler Arasının
Meal ve Tefsiri


  • Âl-i İmrân Suresi 38, 39, 40 ve 41. Ayet-i Kerimelerin Meali
     "Orada Zekeriyyâ rabbine dua edip dedi ki: "Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle! Kuşkusuz sen duayı işitmektesin."
     "O mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: "Allah’ın bir kelimesini tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber olarak Yahyâ’yı Allah sana müjdeliyor."
     "Zekeriyyâ ise şöyle dedi: "Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çattığı, üstelik karım da kısır olduğu halde benim nasıl oğlum olabilir?" Buyurdu ki: "İşte böyle; Allah dilediğini yapar."
     "Rabbim, dedi, bana bir alâmet göster." Şöyle buyurdu: "Senin için alâmet insanlara üç gün ancak işaretle konuşmandır. Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et."

  • Âl-i İmrân Suresi 38, 39, 40 ve 41. Ayet-i Kerimelerin Tefsiri
     Zekeriyyâ aleyhisselâm İsrâiloğulları’na gönderilmiş son peygamberlerden biri olup Filistin’in Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olduğu dönemde Kudüs’te yaşamıştır. İslâmî kaynaklarda babasının adı bazan Barahya bazan Yuhayya olarak geçer. Nesebi Hz. Dâvûd’a kadar çıkmaktadır. Oğlu Yahyâ’nın öldürülmesi onu çok üzmüştür. Kendini de öldürmek istemeleri üzerine şehirden kaçmış, bir bahçedeki ağacın içine saklanmış, düşmanları tarafından ağacın kesilmesi suretiyle şehid edilmiştir (Ömer Faruk Harman, “Hz. Zekeriyyâ”, İFAV Ans., IV, 574-575). Kur’an-ı Kerîm’in üç sûresinde (Âl-i İmrân 3/37, 38; Meryem 19/2, 7; Enbiyâ 21/89) altı defa ismen anılan Hz. Zekeriyyâ ile ilgili bilgiler onun yaşlılık dönemine aittir.
     Luka İncili’ne göre (1/5-25) Zekeriyyâ, Yahudiye Kralı Hirodes’in günlerinde yaşayan bir kâhindir. Eşi Elizabeth kısırdır ve ikisi de çok yaşlıdır. Allah katında sâlih kişilerdendirler ve rabbin emir ve hükümlerine kusursuz uymaktadırlar. Zekeriyyâ Allah’ın huzurunda kâhinlik hizmetinde bulunduğu sıralarda buhur yakmak üzere mâbede gittiğinde melek Cebrâil bir oğlu olacağını, karısının hamile kalışının bir işareti olmak üzere de dilinin tutulacağını bildirir. Bir de Eski Ahid’de Zekeriyyâ adını taşıyan bir kitap (bölüm) bulunmaktadır ki burada söz konusu edilen, Yahyâ’nın babası olan Zekeriyyâ değil, milâttan önce VI. yüzyılda yaşamış bir peygamberdir. Kur’an-ı Kerîm’de anılan Zekeriyyâ ise miladî I. yüzyılın başlarında vefat etmiştir.
     Âyetlerdeki ifade akışı dikkate alınarak, Hz. Zekeriyyâ’nın 38. âyette değinilen duası ile onun Hz. Meryem’e verildiğini gördüğü ilâhî nimetler arasında bağ kurulur. Bir önceki âyette Meryem’in yanında görünen rızıkların olağan üstü yolla kendisine ikram edildiği yorumunu yapan bazı müfessirler bu âyeti de Hz. Zekeriyyâ’nın bu hârikulâde durumu müşahede etmesi üzerine –yaşlı haline ve karısının kısırlığına rağmen– çocuk sahibi olma duasında bulunduğu şeklinde açıklarlar. M. Reşîd Rızâ, bir peygamberin yüce Allah’ın dilediğinde olağan üstü sonuçlar yaratabileceğini bilmesini böyle bir olaya bağlamanın isabetli olmayacağı gerekçesiyle bu yorumu eleştirir. Çocukla müjdelenmesi üzerine “Rabbim! Benim nasıl oğlum olabilir?” şeklindeki hayret ifadesinin de dua ettiği hususun gerçekleşebilmesinde kuşku duyduğu yönünde anlaşılmaması gerektiğine dikkat çeker ve bu konuda en uygun yorumun Muhammed Abduh’a ait olduğunu belirtir. Bu yoruma göre Hz. Zekeriyyâ Meryem’in kâmil bir imana ve güzel hasletlere sahip olduğunu, özellikle onun basiret şualarının sebepler perdesini delip geçtiğini ve kendisine gelen nimetlerin, dilediğini sayısız şekilde rızıklandıran ulu Allah’ın ikramı olduğunun bilincine varmış bulunduğunu müşahede edince kendinden geçmiş, duygularından uzaklaşmış, dünyadan ve dünyevî bağlardan sıyrılmış, Allah’ın engin ihsanını ve rahmetini düşünmeye dalmış, işte bu sırada söz konusu dua ağzından dökülüvermişti. Vahdet âlemindeki yolculuğundan sebepler âlemine döndüğünde duasının kabul edildiği kendisine haber verilince de –tabiat kanunlarının dışında kalan– bu sonucun nasıl gerçekleşeceğini rabbine sordu (Reşîd Rızâ, III, 296). Reşîd Rızâ bununla birlikte, Hz. Zekeriyyâ’nın sorusunu ifadenin zâhir mânasına göre anlamaya yani bilinen sebepler bulunmadan bu sonucun nasıl meydana geleceğini hayret ve merak içinde sormuş olabileceğine bir engel bulunmadığını, ancak peygamberlere yaraşmayacak yorumlara başvurmanın yanlış olduğunu belirtir (III, 298). İbn Âşûr da Hz. Zekeriyyâ’nın böyle bir soru sormasının, Hz. İbrâhim’in yüce Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istemesi ve “Yoksa inanmıyor musun?” buyurulunca “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını vermesine (Bakara 2/260) benzetir (III, 241-242).
     Hz. Zekeriyyâ’nın eşinin hamile kaldığını bilebilmesi için rabbine dua edip bir alâmet göstermesi dileğinde bulunması üzerine ona insanlara üç gün ancak işaretle konuşacağı bildirilmiş, rabbini çok anması ve günün iki diliminde de (akşam ve sabah) O’nu tesbih etmesi istenmiştir. Tesbîh “yüce Allah’ı anma, O’nu her türlü eksiklikten uzak görme, O’na dua etme” gibi anlamlara gelir. Birçok âyet ve hadiste evrendeki bütün varlıkların O’nu tesbih ettiğine dair ifadeler bulunmaktadır.
     Zekeriyyâ’nın bu isteğini, bildirilenlerin vahiy mi yoksa şeytanın telkini mi olduğunu ayırt etme, üç gün konuşamamasının da şüpheci tavrının cezalandırılması şeklinde yorumlayanlar olmuşsa da bu yorumu Kur’an-ı Kerîm ve hadislerde yer alan esaslarla bağdaştırmak mümkün değildir. Bu yorumların Luka İncili’ndeki (1/18-20) şu ifadenin etkisinde ortaya konduğu anlaşılmaktadır:
     “Zekeriyyâ da meleğe dedi: Ben bunu nasıl bileyim? Çünkü ben yaşlı bir adamım, karım da çok yaşlıdır.
     Melek cevap verip ona dedi: Ben Allah önünde duran Cebrâilim; seninle konuşmaya ve bu şeyleri sana müjdelemeye gönderildim. İşte, dilin tutulacak, ve bu şeyler oluncaya kadar, söz söyleyemeyeceksin; çünkü vaktinde yerine gelecek olan sözlerime inanmadın.”
     Meryem sûresinin 10. âyeti de göz önüne alındığında, Hz. Zekeriyyâ’ya sapasağlam olduğu halde (konuşma melekesini kaybetmeksizin) üç gün üç gece insanlarla konuşmayacağı bildirilmiştir. Bunu, Allah’ı anma ve O’na dua etme gücü devam ettiği halde insanlarla konuşmayı başaramayacağı, sadece işaret yoluyla iletişim kurabileceği şeklinde anlayanlar olduğu gibi, lutfedilen büyük nimetin şükrü için kendisini Allah’ı zikretmeye vermesi ve kendi iradesiyle insanlarla konuşmaktan geri durması buyruğu olarak yorumlayanlar da vardır. Birinci yorum, hem Hz. Zekeriyyâ’nın duasının kabulü, yani eşinin hamile kaldığını bilmesinin alâmeti olma hem de yüce Allah’ın peygamberine bu konuda da mûcize ihsan etmesi anlamıyla daha çok bağdaşmaktadır.
     Dua kişinin Allah’ın yüce kudreti karşısında aczinin bilincine varıp engin bir sevgi ve saygı içinde O’na yalvarması, O’ndan yardım dilemesi demektir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/186).
     Namaz kelimesi Türkçe’ye Farsça’dan geçmiş olup Arapça karşılığı “salât”tır. Sözlük anlamı “dua etmek, yalvarmak” olan bu kelime terim olarak bir ibadet türünü ifade eder (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/238-239).
     39. âyette melekler tarafından Hz. Zekeriyyâ’ya müjdelendiği bildirilen Hz. Yahyâ da İsrâiloğulları’na gönderilen son peygamberlerdendir. Hz. Îsâ’dan altı ay büyüktür. Bu bilgi esas alındığında, Hz. Îsâ’nın gerçek doğum tarihinin milâdî takvimin başlangıcından dört veya beş yıl önce olduğu da göz önünde bulundurularak (bk. “Jesus-Christ”, Nouveau dictionnaire Biblique, nşr. Rene Pache, Suisse 1979, s. 385), Hz. Yahyâ’nın milâttan önce 5. yılda dünyaya geldiği kabul edilir. Bazı eserlerde ise Hz. Îsâ’dan üç yaş büyük olduğu kaydedilmiştir.
     Luka İncili’ne göre de, Hz. Zekeriyyâ’ya melek tarafından oğlunun olacağı müjdesi verilirken onun adını Yahyâ koyacağı bildirilmiştir (1/13). Yine Luka İncili’ndeki bilgiye göre komşuları ve akrabası doğumunun sekizinci günü çocuğu sünnet etmek için gelirler ve ona babası gibi Zekeriyyâ adını vermek isterler fakat annesi adının Yahyâ olacağını söyler. Yakınları ve komşuları “Akrabandan bu isimde kimse yoktur” diye itiraz ederler ve babasına işaretle sorarlar. O da hâlâ konuşamadığı için bir levha ister ve “Adı Yahyâ’dır” diye yazar, hepsi şaşar kalırlar. Ağzı açılıp dili çözülür ve Allah’a hamdeder (Luka, 1/59-64). Yahyâ adı hakkındaki bu bilgi ile Kur’an-ı Kerîm’in “Ey Zekeriyyâ! Biz sana Yahyâ adında bir oğul müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermedik” (Meryem 19/7) meâlindeki âyetinde yer alan bilgi örtüşmektedir. Ancak Hz. Zekeriyyâ’nın konuşmama süresi Kur’an-ı Kerîm’de üç gün üç gece şeklinde bildirilirken, İncil’deki bilgi bu halin eşinin hamileliği süresince ve doğumdan sekiz gün sonrasına kadar devam ettiği yönündedir.
     Bu âyet-i kerîmede Hz. Yahyâ şu sıfatlarla nitelendirilmiştir: Allah’tan bir kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber. Meryem sûresinin 12-14. âyetlerinde ona henüz küçükken hikmet verildiği ve kendisinden kitaba (Tevrat) var gücüyle sarılmasının istendiği, Tanrı’nın lutfuyla yumuşak kalpli, temiz bir insan olduğu, yine takvâ sahibi ve ebeveynine iyi davranan bir kişi olduğu, isyankâr ve zorba olmadığı bildirilir, esenlik dileğiyle anılır. Enbiyâ sûresinin 90. âyetinde anası ve babasıyla birlikte hayır işlerinde koşuşan, hem ümit hem de korku içinde Allah’a derin saygı besleyen insanlar olarak zikredilir. En‘âm sûresinin 85. âyetinde de diğer bazı peygamberlerle birlikte adına yer verilerek Allah’ın hidayet verdiklerinden ve sâlih kişilerden olduğu belirtilir.
     Müfessirlerin çoğuna göre bu âyet-i kerîmedeki “kelime” sözcüğü ile kastedilen Hz. Îsâ’dır. Hz. Yahyâ onu ilk tasdik eden kişi olmuştur. Hz. Îsâ’nın “Allah’tan bir kelime” ve “Allah’ın kelimesi” olarak nitelenmesi hususuna 45. âyetin tefsirinde ayrıca değinilecektir. Bazı müfessirlere göre buradaki “kelime”den maksat Allah tarafından gönderilen kitap veya vahiydir.
     Hz. Yahyâ’nın efendi (seyyid) sıfatı, daha küçükken kendisine hikmet verildiğini bildiren âyetin (Meryem 19/12) ışığında, dinî konularda topluma yön veren, öncülük eden, saygı duyulan bir kişi olduğu şeklinde açıklanır. Bazı müfessirler de burada onun hilim ve benzeri erdemlerle bezenmiş üstün kişiliğine işaret bulunduğunu kaydederler. “İffetli” diye çevirdiğimiz “hasûr” kelimesiyle de Hz. Yahyâ’nın evlenmemiş olduğuna işaretle, nefsine hakim ve iffetli bir kimse özelliği vurgulanmaktadır.
     Peygamberlerin hepsi sâlih (iyi davranış sahibi) kişilerdir. Buradaki “sâlih kullardan bir peygamber” nitelemesi hakkında Hz. Yahyâ’nın peygamberler soyundan geldiğine ve ailesinin nezahetine işaret edildiği yorumu bulunduğu gibi, bu ifade ile peygamberler arasındaki derece farklılığı çerçevesinde bir üstünlüğe değinildiği yorumu da yapılmıştır (peygamberler arasındaki derece farklılıkları ve hepsine iman yükümlülüğü açısından aralarını ayırt etmeme gereği hususunda bk. Bakara 2/253 ve 285).
     Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Yahyâ ile ilgili olarak başka bilgi verilmez. İnciller’de ise Hz. Yahyâ hakkında şu bilgiler yer alır: Yahyâ ruhta kuvvetlenerek büyümüş, İsrâil’e (İsrâil kavmi) görüneceği güne kadar çöllerde kalmıştır. Kısa ömrünü ölü denizin batısında, doğduğu yere fazla uzak olmayan bölgede geçiren Yahyâ, milâttan sonra 26 yılında “Tövbe edin, çünkü göklerin melekûtu yakındır” diyerek Yahudiye çölünde tebliğ faaliyetine başlamıştır (Matta, 3/1-2). Deve tüyünden esvabı, belinde deri kuşağı ile Hz. Yahyâ çekirge ve yaban balı ile besleniyor, halkı tövbe ederek vaftiz olmaya çağırıyordu. Yeruşalim (Kudüs), bütün Yahudiye ve Erden çevresi günahlarını itiraf ederek Erden ırmağında Hz. Yahyâ tarafından vaftiz ediliyordu. Bu arada Hz. Îsâ da vaftiz olmak için Galile’den Erden’e, Hz. Yahyâ’nın yanına gelmiş, Hz. Yahyâ’nın itiraz etmesine rağmen ısrarına binaen onun tarafından vaftiz edilmiştir (Matta, 3/1-15; Markos, 1/4-9; Luka, 1/80, 3/1-21; Yuhanna, 1/6-36).
     İnciller’e göre Hz. Yahyâ, kendisinin Mesîh veya İlyâ olmadığını belirterek, “Gerçi ben sizi su ile vaftiz ediyorum; fakat benden kudretlisi geliyor ki onun çarıklarının tasmasını çözmeye lâyık değilim. O sizi Rûhulkudüs’le ve ateşle vaftiz edecektir” diyerek Hz. Îsâ’yı müjdelemiştir (Luka, 3/16).
     Hz. Yahyâ’nın peygamberliği kısa sürmüş ve milâttan sonra 27. yılın sonunda veya 28. yılın başında, Hirodes’i, kardeşinin karısı Hirodias’la zina etmesi ve diğer kötülükleri sebebiyle tenkit ettiği için zindana atılmıştır (Luka, 3/18-20). Bu arada Hirodes, doğum gününde gösterisiyle kendisini mest eden Hirodias’ın kızına, her ne isterse vereceğini vaad eder. Hirodias da kızını bu vaadden yararlanmaya hazırlar ve ayrıca onu Yahyâ’ya karşı kışkırtır. Annesi tarafından kandırılıp tahrik edilen kız da, zindanda olan Yahyâ’nın başını ister. Bunun üzerine Hz. Yahyâ başı kesilmek suretiyle şehid edilir. Yahyâ’nın şâkirdleri ise gelip cesedi kaldırır ve defnederler (Matta, 14/1-12). İslâmî kaynaklarda Hz. Yahyâ’nın şehid edilmesiyle ilgili olarak nakledilenler, Kitâb-ı Mukaddes’tekilere benzemektedir (Ömer Faruk Harman, “Hz. Yahyâ”, İFAV Ans., IV, 470-472).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 553-558

31 Aralık 2020 Perşembe

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 DEPRESYONLA BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI

GÖNÜL ERLERİ
SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ
4

DEPRESYONla başa çıkmanın yolları

Kaynak: Prof. M. Y. Agargün

     1. ADIM: Faaliyet ve Depresyon

     Depresyonun en önemli belirtilerinden biri halsizlik ve hareketlerdeki yavaşlamadır. Her şey gözünüzde büyümektedir. En basit işler bile büyük gayret ister hale gelmiştir. Çabuk yorulursunuz. Üstelik yaptığınız hiçbir işten zevk alamazsınız. Giderek hiçbir iş yapamadığınızı düşünmeye başlarsınız. Bu düşünceler kendinizi daha kötü hissetmenize ve değersiz, beceriksiz bir insan olduğunuzu düşünmenize yol açar. Bu düşünceler arttıkça işlerinizi yapmak zorlaşır ve bu durum böyle devam eder gider. İlk olarak bu isteksizlik, hareketsizlikten kurtulabilmek için günlük faaliyetleri artırmak gereklidir. Depresyonun en belirgin özelliği olan olumsuz düşüncelerimiz faaliyetlerimizi engeller. O halde bu olumsuz düşünceleri değiştirmek gereklidir.

     Bu olumsuz düşüncelere aşağıdakileri örnek olarak verebiliriz:
  • Nasıl olsa zevk almayacağım o halde niye yapayım?
  • Nasıl olsa beceremem.
  • Ne gerek var?
  • Bunları yapınca ne olacak sanki?
     Bu olumsuz düşünceler daha aktif olmamızı engeller. Bu düşüncelere rağmen, önemsiz olarak görseniz bile günlük faaliyetlerinizi artırmanız gereklidir. Depresyondaki yorgunluk hissi normal yorgunluktan farklıdır. Depresyondayken dinlenerek ya da bir iş yapmayarak yorgunluk hissinden kurtulamazsınız. Hiçbir iş yapmamak yorgunluk hissinizi artırır.
     2. ADIM: Düşünce ve Depresyon

     Depresyonda olumsuz düşünceler kendinizi kötü hissetmenize yol açarak kendinize, çevrenize, geleceğe karamsar bakmanıza neden olur. Bu olumsuz düşünceler gerçekten ve herkes için kötü olan bir olaydan ziyade sadece sizin
kendiniz için kötü olduğunu düşündünüz olaylardır. Depresyondaki kişi düşüncelerinin doğru olup olmadığını araştırmadan çevresini düşüncelerine uydurur. Bu düşünceler depresyondan çıkmanızı zorlaştırır.


     Bu düşüncelere bazı örnekler:
  • Kimse beni sevmiyor.
  • Herkesi memnun etmeliyim.
  • Başarısız olan sadece benim
  • Başka biri olmadan yaşayamam.
  • Başaramazsam hayatın anlamı kalmaz.
  • Zaten her şey beni bulur.
     Bu düşüncelerin özelliği Otomatiktirler. Farkına varmadan aklınıza gelirler.
  • Çarpıtılmışlardır. Gerçeği yansıtmazlar.
  • Engelleyicidirler. Bazı şeylerin olumlu yönde değişmesini engellerler.
  • Gerçeğe uygun ve doğruymuş gibi algılanırlar.
  • Israrcıdırlar. Aklınızdan çıkarıp atmak zordur.
     Olumsuz düşüncelerle baş etmenin ilk adımı nasıl düşündüğünüzü ve bu düşüncelerin duygularınızı nasıl etkilediğini fark edebilmektir. Bu düşüncelerden kurtulabilmeniz için bu düşünceleri fark etmeniz ve yerine olumlu düşünceler geliştirmeniz gerekir.
     Bu düşüncelerin farkına varmanız için:
     1. Düşüncelerinizi sayın.
     Olumsuz düşüncelerinizi fark etmenin yolu onları tek tek saymaktır. Yanınızda bir kağıt olsun ve her olumsuz düşünce için kağıda bir çentik atın.Zamanla daha fazla düşünceyi fark edeceksiniz. Çok olumsuz düşünceye sahip olduğunuz için kendinizi suçlamayın. Bu sayının artması sizin bu düşünceleri yakalamakta ustalaştığınızı gösterir. Bunlar zayıflığın değil depresyonun belirtileridir. Telaşlanmayın. Tedavinin devamı ile bu sayı tekrar azalacaktır

     2. Düşüncelerinizi kaydedin:
    Doktorunuzun size verdiği formdaki olumsuz düşünceleri kaydedin ve bunlara puan verin

     3. Olumsuz düşünce ve duygularla mücadele edin:
     Bu adımda amaç olumsuz düşüncelerin yerine mantıklı ve olumlu olanları düşünmeye çalışın. Bunun için;
     a) Olumsuz düşünce ve duygularınızı sorgulayın.
     Kendiniz hakkındaki olumsuz düşüncelere kanıt arayın. Farklı bakış açıları olabilir mi bunu araştırın. Hakkında olumsuz düşündüğünüz bir olaya tarafsız ya da olumlu bakabilmek için:
     Bir yakınınıza ya da arkadaşınıza aynı olay hakkında görüşünü sorun. Soru sormak zor geliyorsa ya da utanıyorsanız. Kendinizi başkasının yerine koyun. Diğer bir yol arkadaşınızın ya da yakınınızın size aynı konu için akıl danışmaya geldiğini düşünün. Ona ne cevap verirsiniz. Acaba kendinizi daha iyi hissetseydiniz bu olayı nasıl değerlendirirdiniz. Bir de böyle düşünün.

     b) Olumsuz düşüncelerinizi fark ettiğinizde kendinize şu soruları sorun. Acaba düşünce ile gerçeği karıştırıyor muyum?
  • Farklı yönlerden bakmayı ihmal mi ediyorum?
  • Başkası olsa ne düşünürdü?
  • Depresyonda olduğum için mi böyle düşünüyorum?
  • Bu şekilde düşünmenin bana ne yararı var?
  • Bu şekilde düşünmenin bana ne zararı var?
     c) Olumsuz düşüncelerinizin yerine geçen olumlu düşünceleri not edin.
     Dikkat!
     Kendinizi kötü hissederken mantıklı olmaya çalışmak başlangıçta zor olabilir. Bazen kendinizi o kadar kötü hissedersiniz ki hiçbir şey düşünmek istemeye bilirsiniz. Bu zamanlarda sadece olumsuz düşünceleri not edin. Ümitsizliğe kapılmayın. Olumsuz düşünceleri yazarken bu düşünceleri fark ettikçe kendinizi eleştirmeyin. Bazen hayal kırıklıklarınız olabilir. Şikayetleriniz tekrarlayabilir. Bu durum da endişelenmeyin. Düzelme yolunda ki aşamalarda bu tür gerilemeler olabilir.
     Öğrendiklerinizi ne kadar uygulamaya koyabildiğinizi düşünün. Depresyonda olsanız da olmasanız da öğrendiklerinizi günlük hayatınızda kullanmanız kendinizi daha iyi hissetmenizi ve daha olumlu düşünmenizi sağlayacaktır.
     Doktorunuzun önerilerine uyun. Büyük ihtimalle doktorunuz size bazı ilaçlar verecektir. İlaçların tedavinin çok önemli bir parçasıdır. Bir hastalıkta ilaç kullanılması o hastalığın ağır olduğu anlamına gelmez. İlaçların etkin olması için belli bir zamanın geçmesi gerektiğini unutmayın.
—————————————————————-

29 Aralık 2020 Salı

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: ZİNA (Kavramlar Ansiklopedisinden)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
(Kavramlar Ansiklopedisinde)
ZİNA 
     Irzın ve neslin korunması şeriatın gayeleri arasında olunca bununla ilgili olarak şeriatta zina haram kılınmıştır.

     Allah Teâlâ şöyle buyurur:

     “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra: 17/32)

     Hatta şeriat; örtünmeyi ve bakışları sakınmayı emredip, namahrem bir kadınla yalnız kalmayı yasaklayarak ve buna benzer kurallarla zinaya yol açacak ve araç olabilecek her kapıyı kapatmıştır. Zina eden evli kişi en kötü ve şiddetli ceza ile cezalandırılır. Yaptığı işin kötü sonucunu tatması için, vücudunun her parçası haramdan nasıl zevk almışsa, aynı şekilde eziyet çeksin diye ölünceye kadar taşlanarak recmedilir.
     Geçerli/sahih bir nikahla daha önce bir kadınla ilişkide bulunmamış zinakara ise şer’i hadler içerisinde gelen en yüksek sayıda -yüz celde- sopa vurulur.
     Mü’minlerden bir grubun bu cezayı seyretmesiyle içine düştüğü onur kırıcı durum ve yöresinden uzaklaştırılması, tam bir yıl zina ettiği bölgeden başka bir yere gönderilmesiyle yaşadığı utanç ise olayın başka bir boyutudur.
     Zina eden erkek ve kadınların Berzah’taki azapları üstü dar, altı geniş tandır şeklindeki bir fırına konulmalarıdır. Altında ateş yakılır ve onlar fırının içinde çıplaktırlar. Üzerlerine ateş gelince bağırarak, neredeyse ağzından çıkacak kadar yükselirler. Ateş hafifleyince tekrar içine dönerler. Kıyamet gününe kadar onlara böyle davranılır. Kişinin ilerlemiş yaşına, kabre yaklaşmasına ve Allah’ın ona (tevbe için) mühlet vermesine rağmen zina yapmaya devam etmesi bu durumu daha da çirkinleştirir.
     Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Allah, Kıyamet günü üç sınıf insanla konuşmaz, onları temize çıkarmaz ve onların yüzüne bakmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır: Zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar, kibirlenen fakir.”[1]
     Kazançların en kötüsü fahişenin zina karşılığı aldığı kazançtır. Kendi bedenini satan kadın, gece yarısı semanın kapıları açıldığında duasının kabulünden yoksundur.[2] ihtiyaç sahibi ve fakir olmak Allah’ın kanunlarını çiğnemek için kesinlikle geçerli bir özür değildir.
     Eskiden şöyle derlermiş: Hür kadın, aç kalır yine de sütünü satarak (çocuk emzirerek) kazanç elde etmez; nasıl bedenini satsın ki! Günümüzde fuhuş için her kapı açıktır. Şeytan kendisinin ve dostlarının oyunuyla fuhşa giden yolu kolaylaştırmış, facirler ve günahkarlar da bu yola koyulmuşlar.
     Süslenerek açılıp saçılmak yaygınlaşmış, bakışları sakınmamak ve harama bakmak çoğunluğun yaptığı bir iş haline gelmiş, kadın ve erkeğin bir arada bulunması her yeri kaplamış, seks filmleri ve müstehcen dergiler piyasayı doldurmuş, kolaylıkla fuhuş yapılabilecek ülkelere yolculuklar artmış, seks ticaretinin yapıldığı pazarlar kurulmuş, ırza tecavüz olayları çoğalmış, zina çocuklarının sayısı ve çocuk aldırma olayları artmış...
     Ey Allah’ım!
     Rahmetini, lütfunu ve korumanı dileriz. Katından bizleri onunla kötülüklerden koruyacağın bir himaye dileriz.
     Kalplerimizi temizlemeni, bizimle haram arasına uzun mesafeler ve aşılmaz engeller koymanı dileriz. [3]

[1] Müslim: 1/102-103.
[2] Bununla ilgili hadis Sahihu’l-cami’: 2971’dedir.
[3] Muhammed Salih el-Müneccid, İnsanların Önemsemediği Sakınılması Gereken Haramlar, Karınca Yayınları: 27-28.

🍄İSTANBUL ANADOLU YAKASINDA CAZİP İMKANLARLA🍄🍃BİR TATLI MARKASININ BAYİSİ OLMAK İSTER Mİ SİNİZ?🍃

 Yılların Markası 
Saygın Bir Tatlı Üreticisi
BAYİLİKLER VERMEYE KARAR VERDİ!

alkis-smileyi-hareketli-resim-0021alkis-smileyi-hareketli-resim-0021alkis-smileyi-hareketli-resim-0021
Her ay bir sürü tatlı çeşidinden,
binlerce kg. tatlıyı
başka kurumlar, firmalar için üreten
bu kurumsal firmanın kurucusu, yöneticisi
Gönül Erleri Mail Grubumuzun üyesi...
pudding-ve-tatli-hareketli-resim-0009pudding-ve-tatli-hareketli-resim-0009
Bayi ağları oluşturmak için pek çok yol izlenebilir.
Firmanın kurucu - yöneticisi,
Gönül Erleri Mail Grubu üyelerimize
özel imkanlar vererek
ilk bayiliklerini vermeye karar verdiler...
yiyecek-ve-icecek-hareketli-resim-0110  
Karşılıklı görüşmeler sonrası;
gerçekten de mail grubu üyelerimize özel
bir imkan-kampanya olacaksa
seve seve duyurmak ve onlarca üyemizin
işyeri kurmasına vesile olmaktan gurur duyarız dedik...

2021 yılında, İstanbul'umuzun Anadolu Yakasında, her bir semtte,
işini hakkıyla yapacak olanların gerçekten başarılı olacakları,
her mevsim, her yerde geçerli bir iş...
cizgi-hareketli-resim-0110  
 Önem sıralamasının en başında; 
markanın kaliteli ürünler üretmesi ve
iyi hizmet vermesi gelmektedir...
cizgi-hareketli-resim-0110  
Sıralanacak bir sürü artıları olan firmanın yetkilileri
en son hazırlıklarını yapıyorlar...
Bayilik için gerekli tüm ürünler;
tasarımdan, anahtar teslimine kadar,
çatal-kaşık-tabak hatta kürdanından
tabelasına, personel kıyafetine kadar
tüm ürünlerin ve kurulumun
en uygun şekliyle maliyeti hesaplanıyor...
yiyecek-ve-icecek-hareketli-resim-0378  
 Kurulum bedeli kesinlikle maliyetin altında çıkarılacak.
(Üretici firma sürekli ürün satışından para kazanacak.)
 İsim hakkı-franchise vs bedeli asla talep edilmeyecek.
 Markanın ürettiği 20 ye yakın tatlı çeşidinin fiyatları
gerçekten makul olacak...
cizgi-hareketli-resim-0110  
 Ve başka başka avantajlar ile 
 Corona döneminde açılım, büyüme, gelişme nasıl olur? 
 Onu sergilemek üzere tüm hazırlıklarını yapan firmanın 
 duyurusunu yakında yapacağız. 
  cizgi-hareketli-resim-0110
Üyelerimiz işyeri açsın,
Açılan işyerlerine personel alınsın,
Üretici üyelerimiz de bayiler bulsunlar diye
Yaklaşık 1 sene boyunca
duyurmaya devam edeceğiz...
cizgi-hareketli-resim-0110  
Yakında firma ve ürün tanıtımı ile
bayilik başvuru formunu da yayınlayacağız...
İstanbul Anadolu Yakasında küçük imkanlarla
kendi işyerini açmak isteyenlere
mailleri takip etmeye devam edin diyoruz...
(Bir süre sonra başka bölgelere,
illere de bayilikler düşünülecek)
yemek-yeme-ve-beslenme-hareketli-resim-0301

--

26 Aralık 2020 Cumartesi

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 ÇOCUKLARDA VE GENÇLERDE DEPRESYONUN GELİŞİMİ

GÖNÜL ERLERİ
SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ
3

DEPRESYON

     Depresyon bir psikiyatrik hastalık ya da durum olarak tanımlanabilir. Temel belirtileri, kişinin kendini boşlukta, çökmüş ya da üzgün hissetmesi yanı sıra günlük yaşam etkinliklerine ve diğer alanlara karşı isteksizlik, ilgisizlik duyması, bunlardan zevk alamamasıdır. Bu belirtilerin 2 haftadan uzun sürmesi hastalık kabul edilmesi ve tedavi edilmesi gerektiğini gösterir.
     Depresyonda bunların yanı sıra değersizlik, işe yaramazlık ve suçluluk düşünceleri, karar vermede güçlük, dikkatini toparlayamama, zihin dağınıklığı, unutkanlık, uyku, iştah düzensizlikleri, yorgunluk, bitkinlik, enerji azlığı, bedende ağrılar, uyuşmalar ya da değişik bedensel algılamalarda görülebilir.

     Bu belirtiler günlük hayatta sıkça görülmez mi?
     Bu görünümü ile depresyon günlük hayatta sıkça karşılaşılan hayal kırıklıkları, karamsarlık, kendine güvende düşmelerle karışabilir. Depresyonun bu yaşamsal olgulardan farlılığı kişinin ”düştüğü çukurdan bir türlü çıkamaması” olarak tanımlanabilir.
     Zaten depresyon tanısı yukarıdaki belirtilerin iki haftadan uzun sürmesi halinde konulmaktadır.

     Depresyonun tanınmasının önemi nedir?
     Toplumda çoğu kez depresyondaki kişi bu konuda deneyimi olmayan kişiler ya da yakınları tarafından yanlış algılanmakta, durumun ciddiyeti tam anlaşılamayabilmektedir. Bunun sonucu olarak depresyondaki kişiler çevrelerinden yeterince yardım, ilgi, anlayış göremeyebilirler.
     Çoğu kez depresyondaki kişiye ”rahatla, bunlardan kurtul”, ”gez, toz, tatile çık, kendine gelirsin” gibi öneri ya da eleştiriler yapılır. Depresyondaki kişi ise çektiği sıkıntıların yanı sıra anlaşılamama, rahatsızlığını, sıkıntısını aşırı abartıyor gibi görünme gibi güç durumlar yaşar.

     Depresyonun türleri nedir?
     Depresyon belirtileri ağırlığına göre çeşitli ciddiyet derecelerinde karşımıza çıkar. Yukarıdaki belirtilerin yüksek oranda yaşandığı, acı ve hüznün derinleştiği melankolik depresyonlarda tabloya ölüm ve intihar düşünceleri eklenir. Hayatın giderek anlamsızlaşması ve hissedilen ızdıraplar koşulları tahammül edilmez hale getirebilir. Bu tür ağır ve iyileşmesi güç depresyonlar yarattığı çaresizlik duyguları nedeniyle ”psikiyatrinin kanseri” olarak adlandırılırlar.
     Yine bu ağır depresyonlar kişinin realiteyle ilişkisini bozar hezeyan ve halusünasyonlara yol açabilir. Bunların içeriği depresyonla ilişkili olarak suçluluk, kötülük görme, hiçlik konularındadır. Örn: Tüm kötülüklerden sorumlu olduğunu düşünme, beyninin ya da bedenin çürüdüğü şeklinde hezeyanlar ya da suçlayıcı sesler duyması şeklinde halusünasyonlar olabilir.
     Bir diğer depresyon türü de maskeli depresyondur. Bunda tipik depresyon belirtileri olmayabilir. Huy değişikliği, çevreyle sıkça çatışmalar, huzursuzluk, ilişkilerde bozulma, başarıda düşme, alkol kullanma eğilimi gibi kolay tanımlanamayan belirtiler vardır. Bunların dışında birçok depresyon türleri de vardır.

     Depresyonun sıklığı nedir?
     İnsanların hayatlarının bir döneminde depresif belirti gösterme olasılığı % 20′ dir. Depresyon sıklığı kadınlarda erkeklerin iki katıdır. Yaş grubu olarak farklılık göstermez. Her yaşta görülebilir.

     Depresyonun nedenleri nelerdir?
     Depresyonun oluşmasında kalıtsal, toplumsal, psikolojik ve biyolojik etmenlerin birlikte rol aldığı düşünülmektedir. Ciddi depresyon geçirmiş anne-babaların çocuklarının depresyon geçirme olasılığı biraz daha yüksektir.
     Depresyon sırasında beyinde biyokimyasal değişimler olmaktadır. Nörotransmitter adı verilen serotonin, noradrenalin vb. maddelerin yoğunluklarındaki değişimler ve bazı hormonal değişimler ortaya çıkmaktadır. Bu değişimlerin kalıcı olmadığı bilinmekle birlikte bunların sebep-sonuç ilişkileri tam olarak aydınlatılamamıştır.
     Çocukluk döneminde yaşanan bazı deneyimler örneğin anne ya da babanın kaybı, uzun süre ayrı kalma, yetişkinlik döneminde eş ve evlilik ile ilgili problemler, destek verici bir sosyal çevreden yoksun olma, ekonomik ya da işle ilgili sorunlar, geçimsizlik vb. yaşam olaylarının da depresyonla ilgisi birçok araştırmacı tarafından gösterilmiştir.

     Tedavisi nasıl?
     Depresyon büyük oranda tedavi edilebilir bir hastalıktır. İki tedavi yöntemi vardır. İlaç ve psikoterapi. Depresyonun alevli olduğu dönemlerde ilaç tedavisi gereklidir. Terapi depresyonun gerilediği dönemlerde, hastalığın hasarlarını onarma ve depresyondan korumayı hedefleyici olarak uygulanır. İlaç kullanımı uzun süreli ve uygun dozlarda olmalıdır. Bir ruh hekiminin kontrolünde verilmesi gereklidir.
     Depresyon Konusunda Bazı Öneriler:
– Depresyonun bir hastalık olduğunu kabul edin ve bir psikiyatristen yardım isteyin.
– Her insanın hayatının belli bir döneminde depresyon geçirebileceğini düşünün.
– Depresyonun bir zayıflık ve güçsüzlük belirtisi olmadığını düşünün.
– Çok önemli kararları hemen vermemeye çalışın.
– İnsanlardan uzak kalmamaya çalışın.
– Televizyondaki şiddet ve korku filmlerini izlememeye çalışın. Hobilerinize yönelik ya da komedi programlarını izlemeye çalışın.
– İsteksizlik düşüncelerine rağmen, küçük de olsa faaliyetlerde bulunun (elişi, yemek, tamirat vb.).

     Postportum depresyon; doğum sonu depresyon yani çökkünlük demektir. Her ne kadar “doğum sonu” denmekte ise de, doğum öncesi ve sırasında da ortaya çıkabilir. Depresyonun tipik belirtileri olan üzüntü, moralsizlik, kendine güven de azalma, kötümserlik, ağlama, yakınma şikayetleri ortaya çıkar. Bunlar başlangıçta dikkati çekmeyebilir. Fakat bu duygu durumunun süresi uzayınca (15-20 gün kadar) çevrenin dikkatini çekmeye başlar.
     Bu tablo giderek ağırlaşabilir. Hastanın kötümserliği kötülük görme hezeyanlarına, kendine güven düşüklüğü, kendini suçlama, kendini yararsız görme, giderek de ölüm intihar düşüncelerine neden olur. Daha ağır şeklinde (sistemsiz, mantıksız) hezeyanlar ve görsel, işitsel halüsinasyonlar tabloya eklenebilir.
     Ülkemizde bunun sıklığı ile ilgili araştırma yoktur. Ancak psikiyatristlerin seyrek olmayarak karşılaştıkları bir tablodur. Nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Doğumun neden olduğu fizyolojik, özellikle hormonal değişiklikler, yine hamileliğe bağlı olarak ortaya çıkan psiko- sosyal faktörler ya da her ikisi birlikte neden oluşturabilirler.
     Genellikle genç annelerde ve ilk çocukta daha sık görülmektedir. Ancak yaş sınırı yoktur. Sosyo-ekonomik düzeyle de ilişkisizdir. Eğitim düzeyiyle ilişkisi belirlenmemiştir.
     Psikiyatrik tedavi mutlaka gereklidir. Ve erken başlanması önemlidir. Tablo ağırlaştıktan sonra tedavi güçleşmekte, geri dönüşü güç problemlere yol açabilmektedir. Bunlardan en önemlisi kalıcı tedavisi zor şizofreni benzeri bir psikotik tabloya yol açabilmesidir. Bu durumda hastanın hezeyanları ve halüsinasyonları kalıcı olabilmektedir.
     Dengeli, anlayışlı yaklaşımlar yararlı olur ancak, hastalık başladıktan sonra mutlaka uzman birinin yardımı gerekir.
     Hastalığın süresi için kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Bazen 1-2 ayda iyileşebilir. Bazen 5-6 ay ya da daha uzun sürebilir. En önemli kötü sonuç kalıcı bir psikotik bozukluğa neden olabilmesidir. Bu nadir de olsa görülebilir.

10 Soruda Depresyon
     1. Depresyon nedir?
     Depresyon ruh halinizi, hislerinizi, davranışlarınızı, ve ruh sağlığınızı etkileyen bir hastalıktır. Depresyonun bir halsizlik kendi kendinize çözebileceğiniz bir sorun olmayıp, biyolojik temelli ve tıbbi olarak tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunun bilinmesi gerekir.

     2. Depresyon (çökkünlük) sanıldığı kadar sık mı?
     Genel klinik tıpta, depresyon en yaygın ruhsal bozukluktur. Hastalığın ortaya çıkışına neden olan etkenlerin belirlenmesi çalışmalarında ve klinik araştırmalar ayaktan izlenen hastaların % 12-36’sı ile, yatarak tedavi gören hastaların % 30-58′inde depresif belirtilerin geliştiğini göstermektedir. Yatan hastaların % 11-26’sında ise klinik anlamda depresyon tablosu gelişmektedir. Bu hastaların 9ö 25′inde depresyon fiziksel hastalık öncesinde ortaya çıkmakta iken, % 75′inde depresyon fiziksel hastalıktan sonra, hastalığa ve etkilerine tepki biçiminde gelişmektedir.

     3. Depresif belirtiler ile depresyon farklı mıdır?
     Depresif belirtiler, genellikle günlük yaşam olayları sonrası kişilerin olumsuz etkilenmeleri ve buna karşı oluşturdukları, kendilerinden ve çevrelerinden hoşnutsuzluk duygusunun yarattığı belirtilerdir. Genellikle bu belirtilere yol açan neden ortadan kalktığında ya da kişi duruma uyum sağladığında geçicidir. Depresyon ise kişinin yaşam kalitesini düşüren (insan ilişkilerinde olumsuzluk, iş veriminde düşme vb), adeta yok olma biçiminde ortaya çıkan bir hastalıktır ve mutlaka tedavi gerekir.

     4. Depresyonun ilk belirtileri nelerdir ?
     Öncelikle kişinin kendine saygısının azalması, aşırı yorgunluk, kendini suçlayıcı biçimde eleştirme ve uyku bozuklukları (aşırı uyuma, uykuya dalamama, uykuların bölünmesi gibi) ilk belirtilerdendir. Daha sonraki aşamalarda kişi hiçbir işe yaramadığı, hatta yaşamaya değmeyeceği düşüncesi ile intihar edebilir.

     5. Depresyon kronikleşir mi?
     Depresyonun kronikleşme eğilimi saptanmıştır. Depresyon tanısı konduğunda, uygun olmayan tedavi depresyonun kronikleşme olasılığını arttırır. Özellikle kısa süreli (1 ay ya da daha az) antidepresan tedavi sonrası hastalık belirtileri yatışsa bile, tedavinin sürdürülmesinde (6 ay) yarar vardır ve kronikleşme olasılığı düşer.

     6. Depresyon sıklığında cinsiyetin önemi var mıdır?
     Depresyon, kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür.

     7. Antidepresanların depresyon dışında kullanımı gerekli midir?
     Antidepresanların büyük bir kısmında anksiyolitik özellikler de bulunur. Ancak her durumda, örneğin yakının ölümü, onkolojik bir hastalık, hipertansiyon vb. kullanımı kişiye yarar yerine zarar getirebilir. Uygunsuz antidepresan kullanımı, yakınını kaybetmiş kişilerde uzamış yas sendromuna, onkolojik hastalıklarda fizyolojik ruhsal savunuların oluşmamasına ve hipertansiyonda aritmilere neden olabilir.

     8. Depresyona yol açan etkenler nelerdir?
     Son yıllardaki çalışmalar, depresyonun biyolojik kaynaklı bir rahatsızlık olduğuna işaret etmektedir. Özellikle majör depresyonda, genetik yatkınlık ve beynin biyolojik dengesindeki bozuklukların, ortaya çıkarıcı faktörler olduğu kanıtlamıştır. Ancak kişilerin yaşamı algılayış biçimleri ve kültürel etkenler de halen, en azından tetikleyici neden olarak önemini korumaktadır. Kısaca ruhsal hastalıkların hemen hepsinde olduğu qibi hastalığın ortaya çıkışına neden olan etkenlerde biyo-psikososyal etkenler önemlidir.

    9. Depresyon ilaçlara bağlı ortaya çıkabilir mi ?
     İlaçlara bağlı, özellikle antihipertansiflerin (rezerpin, metildopa, propranolol, gustetidin, klonidin) depresyona yol açabildiği saptanmıştır. Bunların yanı sıra östrojen, progesteron, kortizon preparatları ile vinkristin, vinblastin gibi anti tümör ilaçların da depresyona yol açtığı bilinmektedir. O nedenle bu ilaçlar uygulanırken, depresyon konusunda uyanık olunmalıdır.

     10. Her antidepresan, her tip depresyonu tedavi eder mi?
     Depresyon tedavisinde antidepresan seçimi önemlidir. Özellikle ayaktan izlenen olgularda, uygun antidepresan seçimi önemlidir. Çünkü uygunsuz ilaç, yan etkileri nedeniyle kişinin ilacı kullanmasını ve tedaviyi engeller.
Çocuk ve Gençlerde
Depresyonun Gelişimi
Yrd. Doç. Dr. Sibel Kazak Berument

     Bu makalede çocukluk ve gençlik dönemlerindeki depresif bozukluklar gelişimsel psikopatoloji açısından incelenmiştir. Bu yaklaşıma göre insan gelişimini anlamak için, bireylerin yaşam boyu gelişimsel süreçlerini (biyolojik, psikolojik ve sosyal gibi) birden fazla boyutun etkileşimleriyle anlamak gereklidir. Böylece depresif bozuklukların ortaya çıkmasında rol alan önemli faktörleri göstermek için, gelişim psikolojisi, klinik psikoloji, psikiyatri, epidemiyoloji, sosyoloji, nörobiyoloji, genetik ve sinirbilimi alanlarında kaydedilen gelişmeleri gelişimsel psikopatoloji perspektifiyle birleştirmek gereklidir.
     Bu yaklaşıma göre depresif bozukluklar çeşitli gelişimsel süreçlerin sonucunda ulaşılan heterojen durumlardır ve tek bir risk faktörünün depresif bozukluğa yol açtığı hemen hemen hiç düşünülmez. Bu makalede depresif hastalıklara olası neden olarak depresotipik gelişimsel organizasyon ileri sürülmektedir. Bu organizasyon depresif semptomların ve bozuklukların altında yatan, farklı süreçleri düşündürmesi açısından önemlidir. Gelişimsel bakış açısı, depresif bozuklukların sadece bilişsel, duyuşsal, kişilerarası ve biyolojik yönlerini anlamak yerine, bizi bu yönlerin gelişimsel olarak nasıl değiştiğini ve bu yönlerin sosyal çevrede bulunan bireyin, biyolojik ve psikolojik sistemleriyle nasıl bütünleştiğini anlamaya zorlamaktadır.
     Bu makalede önce depresif bozuklukların doğası tartışılıyor, daha sonra epidemolojik bulgular ile gençlerde ve çocuklarda depresyonun klinik özellikleri üzerinde duruluyor. Daha sonra gelişimsel psikopatoloji alanının kavramlarından sözederek depresyonun çocuk ve gençlerdeki gelişimi ve görünümü hakkında bir model sunuluyor. Bu alandaki boylamsal araştırmalar yetersiz olduğundan, epidemolojik araştırma sonuçlarından, ebeveynlerinin depresyonlu olduğu yüksek risk grubu çocuklarla yapılan çalışmalardan, kliniklere depresyon tedavisi için gelen ya da hastanelerde yatan çocuklarla yapılan çalışmaların bulgularından bahsediliyor. Bu makalede önerilen model kaçınılmaz olarak spekülatif, çünkü deprosotipik organizasyonun ortaya çıkışı ve zaman içinde değişimini inceleyen çalışmalar bulunmamaktadır. Pekçok araştırma unipolar depresyon konusunda yapılmış olduğundan, bu makalede çocukluk ve gençlikte depresif bozuklukların etiyolojisi ve sürecini gelişimsel psikopatoloji perspektifi ile anlamada unipolar depresyon üzerinde duruluyor.

     Tanımsal ölçütler ve bozukluğun doğası:
     Tipik olarak depresyon, depresif duygu durumu, depresif sendromlar ve depresif bozukluklar olmak üzere üç şekilde kullanılmaktadır (Angold, 1988). Depresif duygu durumu, disforik duyuşu içeren tek bir semptom ya da semptomlar grubuyla sınırlıdır. Depresif duygu durumunu ölçmek için şimdiye dek daha çok kişinin kendisinden bilgi alma yöntemleri kullanılmıştır. Depresif sendromlar görgül olarak birlikte görüldükleri kanıtlanmış semptom gruplarını içerir. Depresif bozukluklar DSM 4 ve ICD 10 da olduğu gibi teşhis kategorileri olarak yansıtılmaktadır.
     İki tip duygu durumu bozukluğu bulunmaktadır. Bunlardan biri bu makalede bahsedilmeyen bipolar bozukluk ve depresif bozukluktur. Depresif bozukluğun iki temel alt çeşidi vardır. Tek veya tekrarlayan depresif ataklarla ortaya çıkan Major Depresif Bozukluk ve kronik duygu durumu bozukluğu ile karakterize olan distimi. Bu bozuklukların semptomlarının çocuk ve gençlerde yetişkinlerden daha farklı şekillerde ortaya çıkabileceği vurgulanmasına rağmen (APA, 1994; Birmaher ve ark., 1996; Kovacs, 1996) çoğu zaman yetişkin kriterleri çocuk ve gençlere uygulanmakta, etiyoloji ve ilerlemesini etkileyebilecek gelişimsel faktörler göz ardı edilmektedir.

     Çocuk ve gençlerde depresif bozukluklar:
     Çocuk ve gençlerdeki duygu durumu bozuklukları, yetişkinlik dönemine göre daha az araştırılmış olmalarına rağmen son yıllarda bu alanda ilerlemeler sağlanmıştır. Depresif hastalıkların ergenlik çağından önce görülebilmesini sorgulayan önceki inanışların aksine, yakın zamanlarda teşhiste hangi ölçütlerin kullanılması gerektiği; epidemolojiye, nedenlerine, ilerlemesine ve sonuçlarına yönelik çalışmalarda daha ileri tekniklerin kullanımı; ayrıca depresif, distimik ve risk gruplarını oluşturan çocukların tedaviye tepkileri gibi konular üzerinde durulmaktadır.

     Epidemoloji ve çocuk ve genç depresyonunun klinik özellikleri:
     Major Depresif Bozukluğun (MDB) çocukluktaki sıklığının % 0.4 ile % 2.5, gençlikte ise % 0.4 ile % 8.3 arasında değiştiği tahmin edilmektedir. Fakat çocukların bilişsel, dil, bellek ve kendini anlamalarındaki gelişimsel kısıtlılıkları düşünüldüğünde, Major Depresif Bozukluğun teşhis edilmesinde yanılgılar olabilir. MDB’nin gençlikteki yaşam boyu görülme sıklığı (%15 ile % 20), yetişkinlerdeki yaşam boyu görülme sıklığına benzerdir. Bu benzerlik yetişkinlikte görülen depresyonun temellerinin gençlikte bulunduğuna işaret etmektedir. Distimik bozukluğun görülme sıklığı çocuklarda % 0.6 ile % 1.7 ve gençlerde % 1.6 ile % 8.0 dir. MDB çocukluk döneminde kızlarda ve erkeklerde aynı oranlarda görülürken, gençlik döneminde bu oran kızlarda erkeklere göre iki kat daha fazladır, bu da yetişkinlik dönemindeki oranlarla paralellik göstermektedir.
     MDB ile karşılaştırıldığında çocuklarda Distimik Bozukluğun önce görülmesi daha sonraki duygu durumu bozukluklarının görülme riskini arttırmaktadır. Çocuk ve gençlerde MDB’nin süresi yaklaşık 7 -9 aydır ve sıklıkla tekrarlandığı görülmektedir. Distimik Bozukluk ise yaklaşık 4 yıl sürmektedir. Bu çocuklar genellikle Distimik Bozukluğun başlamasından 2 yıl sonra MDB gösterirler. Distimik Bozukluk tekrarlanan depresif bozukluklara yol açtığı için, Distimik Bozukluk konusunda yapılacak erken tanı, tedavi ve önleme çalışmaları önemli stratejiler olmalıdır.
     Depresyonda olan çocuk ve gençlerin % 40 ile % 70’i bir başka bozukluk daha göstermektedir, bunların % 20 ile % 50’sinin iki veya daha fazla bozukluk gösterdikleri tahmin edilmektedir. En sık görülen komorbid bozukluklar, Distimik Bozukluk, Kaygı Bozuklukları, Davranış bozuklukları ve Madde kullanımıdır. Çocuk ve ergenlerde Kaygı Bozuklukları Depresif bozukluklardan önce gelirken, yetişkinlerde, Depresyon, Kaygı Bozukluklarından önce gelmektedir. MDB genellikle, alkol ve madde kullanımından yaklaşık 4.5 yıl önce gelir ve depresyonda olan gençlerde bağımlılıkların önlenmesinde önemli bir işaret oluşturur. Genellikle komorbidite depresyonun tekrarlama riskini, depresyonun süresini, intihar riskini, fonksiyon göstermeyi, tedaviye tepkiyi ve psikiyatrik servislerin kullanımını etkilemektedir.

     Cinsiyet farklılıkları:
     Araştırmalar ergenliğin ilk ve orta dönemlerine doğru depresyonun genel sıklığında iki cinste de artış olduğunu göstermektedir. Fakat kızlardaki oranlar erkeklere göre daha yüksektir. Kızlardaki bu artış konusunda fikir birliği olmasına rağmen, bu farklılığı açıklamaya yönelik daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.

     Çocukluk ve gençlik depresyonuna gelişimsel psikopatoloji kavramlarıyla yaklaşma:
     Depresif bozuklukların gelişimin farklı dönemlerinde görülmesi, çeşitli risk faktörleriyle ve diğer patolojilerle ilişkili olması, bu bozuklukların ortaya çıkmasına ve devam etmesine neden olan gelişimsel süreçler hakkında sağlambilgi edinmeyi önemli kılmaktadır. Gelişimcilerin depresif bozukluklarla özellikle ilgilenmesinin nedeni bu bozuklukların temelinde, psikolojik (örn. duyuşsal, bilişsel, sosyal-duygusal, sosyal-bilişsel), sosyal (örn. toplum, kültür) ve biyolojik (örn. kalıtsal, nörobiyolojik, nörofizyolojik, nörokimyasal, nöroendokrin) gibi karmaşık yapıların etkileşiminin olmasıdır. Depresif bozukluklara giden farklı süreçler bulunmaktadır ve depresyon için potansiyel risk faktörleri, depresyondan başka davranış problemlerine de yol açabilir.
     Duygu durumu bozukluğu gösteren kişilerde bilişsel (bilgi işleme, sosyal biliş vb.), sosyal-duygusal (benlik saygısı, kişilerarası-ilişkiler, suçluluk, duyuş kontrolü vb.), temsil edici (benlik-şeması, içsel temsil etme modelleri vb.), biyolojik (kalıtsal, beyinde yapısal bozukluklar vb.) sistemlerde farklılaşan düzeylerde sapmalar görülmektedir. Bu sistemler birbirinden ayrı değil, birbirleriyle çok yakından ilişkilidirler. Normal fonksiyon gösteren kişilerde bu sistemler arısında tutarlı bir organizasyon vardır. Buna karşıt olarak depresif kişilerde, bu sistemler arasında tutarsız bir organizasyon ya da patolojik yapıların bir organizasyonu, diğer bir deyişle depresotipik organizasyon vardır. Bu organizasyon gelişimsel olarak ilerler ve yaşamın farklı dönemlerinde depresif bozukluk olarak sonuçlanabilir. Bu nedenle, bu sistemler arasındaki ilişkileri anlamak, hem depresif bozuklukların doğasını hem de bu sistemlerin nasıl normal fonksiyon göstermeyi sağladıklarını anlamak açısından çok önemlidir.
     Farklı sistemler depresif bozukluklardan etkilendiğine göre, gelişimsel yaklaşım dikkatleri, daha sonra ortaya çıkabilecek ve depresif semptomlarla ilişkili olabilecek, erken dönemlere yöneltir. Örneğin, duyuşsal kontrol mekanizmalarındaki aksaklıkları, veya depresif kişilerin kendileri hakkındaki negatif atıfları anlama, bu özelliklerin erken gelişimini inceleyerek olabilir.

     Gelişime organizasyonel yaklaşım
     Çocuklar gelişimin her basamağında çözümlemek durumunda oldukları farklı problemlerle karşılaşırlar. Bu problemler karşısında olumlu adaptasyon kişinin yeterliliğine katkıda bulunurken, zayıf çözümler bireyin gelecekte karşılaşacağı gelişimsel problemlere olumlu adaptasyonunu azaltır.
     Gelişim çok çeşitli sonuçlara varabildiğine göre, gelişimsel süreçlerde de farklılıkların bulunması beklenen bir durumdur. Çoklu sonuç prensibine (multifinality) göre tek bir etki farklı sonuçlara neden olabilir. Örneğin, depresyonlu ailelerin çocukları (kalıtsallığı da içine alacak şekilde) riskli grup olarak görülmelerine rağmen, hepsi depresif bozukluk geliştirmemekte ve adaptasyon gösterenleri de görülmektedir.
     Tekli sonuç (equifinality) prensibine göre, aynı sonuç farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Örneğin, erkeklerde yetişkinlikte görülen depresyon okul öncesi dönemdeki zıt ve sosyal olmayan kişilerarası davranışlarla ilişkili bulunurken, kadınlarda ergenlik dönemindeki fazla sosyalleşme ve aşırı içedönüklük, yetişkinlikteki depresyonu yordayabilen özellikler olarak bulunmuştur.

     Çevresel etkileşim modeli (An ecological transactional model)
     Bu model çocukluk ve ergenlikte çoklu faktörlerin nasıl depresyona neden olduğunu anlayabilmek için bir çerçeve sunmaktadır. Bu perspektife göre, bireyin çevresi bireye yakın veya uzak olan aynı anda var olan düzeylerden oluşmaktadır. Etkinin bireye yakınlığına bağlı olarak, depresotipik organizasyonun ve depresif bozukluğun ortaya çıkmasındaki rolü farklılaşır. Bireyin özellikleri ve çevrenin her bir düzeyindeki süreçler zaman içerisinde birbirlerini karşılıklı etkiler ve çocuğun gelişim sürecini şekillendirirler. Depresotipik organizasyonun olup olmaması da buna bağlıdır.
     Bireyin çevresindeki en uzak iki düzey, inanç ve kültürel değerleri içeren makro-sistem ile, çocukların ve ailelerin yaşadığı çevrenin özelliklerini içeren eko-sistemdir. Bireyin adaptasyonunu etkileyebilecek daha yakın faktörler, yakın çevre (mikro-sistem) özellikle aile, ve bireye özgü özellikleri içermektedir. Değişim modeli çerçevesinde, süregelen risk ve koruyucu faktörlerin çevrenin düzeyleri içinde ve arasındaki geçişleri, depresotipik organizasyonun gelişimine ve depresif bozuklukların ortaya çıkmasına ya da tekrarlamasına katkıda bulunuyor olarak görülmektedir.
     Bireye özgü gelişim (ontogenetic development)
     Depresif bozuklukların ve depresotipik organizasyonun farklı parçalarının gelişmesine teorik ilgilerinden dolayı, bu makalede erken gelişim basamaklarına özgü dört gelişimsel nokta üzerinde durulmuştur.

     a. Homeostatik ve fizyolojik düzenlemenin gelişmesi
     Yaşamın ilk aylarında bebekler içsel fizyolojik durumlarda dengeyi sağlamak gereksinimindedirler. Homeostatik sistem bir denge noktasında kalmayı arar ve bu dengeden uzaklaşmak sıkıntı yaratır. Erken fizyolojik düzenleme bebeğe bakan yetişkinden destek arar. Bebekler ihtiyaçlarını ebeveynlerine duyuşsal tepkileriyle iletmeyi geliştirirler. Duyarlı ebeveynler de bu işaretleri doğru olarak tespit edebilmelidir.
     Bebeğin beyni gelişirken, bebek fizyolojik sıkıntının yarattığı uyarılmışlığı düzenlemede kendine artan bir şekilde yeterli olmaya başlar. Bu gelişen kapasite ön beyin kontrol fonksiyonları ile nörotransmitter sistemlerinin gelişimi sayesinde olur. Sağ beyin aktivasyonu stress ile, sol beyin aktivasyonu ve sağ beyinin aktivitesini kontrol etmek ise olumlu duygularla ilişkilendirilmiştir. Hemisferler arası bağlantının gelişmesi de bebeğin kendini kontrol edebilmesini geliştirir. Bu nörolojik gelişme deneyime bağlıdır. Bunun için ebeveynlerden gelecek dış uyaranlar gereklidir.
     Ebeveyler, homeostatik düzenlemenin sürekliliğinde bebeklerine verdikleri desteğin niteliğine bağlı olarak, bebeğin beyin gelişimi sürecine dolaylı bir şekilde etki ederler. Çok sık yeni deneyimler ve sürekliliği olmayan bir çevre, düzenli olarak sağ beyni aktive ederek negatif duyuş gösterimine neden olabilir. Karşıt bir durumda ise, çevrenin sürekliliği ve tutarlılığı sol beynin baskın olmasını destekleyerek negatif uyarılmışlığın azaltılmasını güçlendirebilir. Böylece anne babanın bebeğe karşı tutumu, bebeğin hemisferler arası bağlarının ve duygu kontrol becerilerinin gelişimini etkileyebilir.
     Annelerin depresyonlu anne rolünü oynadığı çalışmalar dahi bebekler üzerinde yukarıda açıklanan olumsuz etkilerin varlığını göstermişlerdir. Bebeklikten sonraki yaşlarda ebeveynleri duygu durumu bozukluğu gösteren çocuklarla yapılan çalışmalarda da bu çocukların duyuş kontrol güçlükleri yaşadıkları gözlemlenmiştir. Bu alandaki çalışmalar, bebeklikten itibaren başlayan düzenleme ve kontrol süreçlerindeki güçlüklerin, depresotipik organizasyonun değişimine katkıda bulunabileceklerini göstermektedir.

     b. Duyuşsal ayırım yapabilme ve dikkat ve uyarılmışlığın düzenlenmesi
     İçsel homeostatik düzenlemenin temellerinin atılmasıyla, bebek fiziksel çevresine daha çok dikkat eder ve tepki verir hale gelir. Farklı fonksiyon alanlarında da hızla beceriler kazanmaya başlar. Bebeğin ebeveynle olan ilişkisinde duyuşsal gösterim önemli bir araç haline gelmeye başlar. Bebek duyuşsal gösterim ve davranışlarını ebeveynine göre adapte eder, düzenler.
     Bebeğin anne babasının desteğine ihtiyacı olduğundan, ebeveynin bebekle nasıl ilişki kurduğu ve ona nasıl baktığı, bebeklerin duyuşsal ayırım yapabilme, duyuşsal ifade etme ve düzenleme becerilerinde, bireyler arası farklılıkların ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktadır.
     Böylece, depresyonlu annelerin çocuklarının olumsuz duyuşsal etkileşimler yaşamaları, çocukların erken duyuş gelişimindeki farklılıklara yol açmaktadır. Bu erken duyuş farklılıkları, depresotipik organizasyonun gelişme ve değişmesinde itici güç rolünü oynar.

     c. Güvenli bağlanma ilişkisinin gelişimi
     Bebeğin annesine veya temel ihtiyaçlarını karşılayan kişiye karşı birinci yılın ikinci yarısında geliştirdiği bağlanma ilişkisi, çok önemlidir. Bu ilişki annenin duygusal ve fiziksel olarak sağladığı ortamın kalitesine bağlı olarak, bebeğin değişen ve gelişen duyuşu, bilişi, ve davranışını organize eder. Anne dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı güvenli bir nokta sağlamasıyla, bebeğin uyarılmışlığını dengelemeye ve böylece iç güvenliğini sağlamaya yardım eder.
     Anneye karşı geliştirilen bağlanma çeşitlerindeki farklılık, sosyo-duygusal, bilişsel, temsil edici ve biyolojik sistemlerdeki farklı organizasyonları anlamak açısından önemlidir. Bu farklılıklar depresotipik organizasyonla da ilgili olabilir. Bebeklikten itibaren kişinin anneyle olan bağlanma ilişkisi deneyimi, artan bir şekilde içsel olarak temsil edilmeye başlar.
     Ebeveynleri depresyonlu olan çocukların bakımlarında birtakım aksaklıklar meydana gelebilir ve bu daha sonraki güvensiz bağlanmaya yol açabilir. Güvensiz bağlanma çocuğun ebevenyninin depresyonu ile başa çıkmasını güç hale getirebilir ve çocukta depresyonun görülmesine yol açabilir.
     Bütün olarak bakıldığında, çalışmalar depresyonlu kişilerin çocuklarının güvensiz bağlanma geliştirme olasılığının anlamlı şekilde yüksek olduğunu göstermiştir. Ayrıca çalışmalar, güvensiz bağlanması ileriki çocukluk yıllarında devam eden çocukların daha fazla davranış problemleri sergilediklerini ortaya koymuştur. Ergenlik çağında ise klinik depresyon tanısı alanların, ebeveynlerine karşı daha az güvenli bağlanma bildirdikleri bulunmuştur.
     Özetle, hem depresyon tanısı konulmuş gençlerde, hem de depresyonlu ebevenylerin çocuklarında güvensiz bağlanmanın daha sık olduğu yönünde bulgularda bir artış görülmektedir. Bağlanma ilişkisinin niteliği, biliş, duyuş ve davranışı organize eden “ben” ve “başkaları” hakkındaki içsel temsilleri etkilemektedir. Bu modellerde gelişim süreci içerisindeki algı ve deneyimleri etkilemektedir. Güvensiz bağlanma geliştirmiş bireylerde bu modeller psikolojik ve biyolojik depresotipik organizasyonun gelişimine katkıda bulunmaktadırlar.

     d. Benlik-sistemi: Kendinin farkında olabilme ve kendini başkasından ayırt edebilme:
     Bağlanma ilişkisinin gelişimini takiben, ikinci yılın ikinci yarısında çocuklar kendilerini diğer kişilerden ayrı ve bağımsız varlıklar olarak görmeye başlarlar. Duygusal ve bilişsel yapıların içsel temsillere eklendiği modellerde benlik, benin bağlanma objesiyle (anne) olan ilişkisine göre temsil edilmeye başlar. Çocuk büyüdükçe kendini kontrol edebilme becerisinin artmasına rağmen, ebeveyn ilişkisi önemini korumakta ve ebeveynin varlığı, ulaşılabilirliği ve tepkileri benliğin nasıl temsil edildiğini etkilemektedir. Ebeveynin olumlu tepkiler vermesi, ulaşılabilir olması benliğin kabul edilebilir ve değerli olduğuna, ebeveynin ulaşılamaz ve dışlayıcı olması benliğin sevilmez ve değersiz olarak temsil edilmesine yol açar.
     Araştırmalar, depresyonlu bireylerin çocuklarının benlik gelişimlerinde aksaklıkların olduğunu, bu çocuklarda benliklerine negatif atıfta bulunma riskinin bulunduğunu ve daha sonra depresyon geliştirme açısından olumsuz etkilendiklerini göstermektedir. Benlik sistemindeki aksaklıklar, depresyonlu kişilerde intihar olasılığını da etkilemektedir.

     Depresyonda gelişimsel biyolojik sistemler:
     Birçok çalışma depresyonlu kişilerin akrabalarında duygu durumu bozukluklarının görülme sıklığının genel popülasyon oranlarından yüksek olduğunu ve bu oranın yakın akrabalarda daha da yükseldiğini göstermiştir. İkiz çalışmaları duygu durumu bozukluklarının ikizlerden ikisinde birden görülme oranlarının tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Evlat edinilmiş çocukların aileleriyle yapılan çalışmalar ise biyolojik akrabalarda, evlat edinenlerin akrabalarına göre daha yüksek oranda depresyona rastlandığı bulunmuştur. Genlerin etkilerinin yaşamın farklı dönemlerinde farklı olması beklendiğinden, bu bilgiler gelişimsel depresyon modeli oluşturulurken göz önünde bulundurulup, değişen depresotipik gelişimsel organizasyona ilave edilmelidir.
     Depresyonlu çocuk ve gençlerle yapılan farklı biyolojik yapıları ve süreçleri inceleyen çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Depresyon riskini artırabilecek karmaşık gelişimsel organizasyonu anlayabilmek için bütün bu biyolojik bulguların, psikolojik sistemlerle birleştirilmesi gerekmektedir.

     Yakın çevre (mikro-sistem)
     Kalıtsallık akrabalarda depresyonun görülmesini etkilemektedir, fakat tek başına depresyonun gelişimini açıklayamaz. Bazı çalışmalar da şiddetli depresyon durumlarında önemli çevresel etkilerin varlığını ortaya koymuştur. Bu durumda, çevresel faktörlerin depresyon üzerindeki etkileri küçümsenemez.
     Depresyonlu çocukların çevreleri değiştiğinde (hastaneye yatırılmaları gibi), duygu durumlarında düzelmelerin görülmesi, ailenin depresyon üzerindeki etkilerini göstermektedir. Çalışmalar ebeveynin psikiyatrik bir bozukluğunun olması, ailenin yapısı, olumsuz yaşam deneyimleri gibi aile ile ilgili faktörlerin depresyonun gelişimi ve sürekliliği üzerindeki etkisini ortaya koymuştur. Depresyonlu çocukların ailelerinde depresyon, kaygı durumu, madde kullanımı, antisosyal davranışlar, boşanma, tek ebeveynin olması, düşük sosyo-ekonomik düzey, çocuk istismarının varlığı pek çok çalışma tarafından gösterilmiştir. Çevresel etkileşim modeline göre bu faktörler, çevrenin farklı düzeylerinde etkileri olan diğer psikolojik, sosyal ve biyolojik mekanizmalarla birlikte düşünülmelidir.

     Eko-sistem (çocukların ve ailelerin yaşadığı çevrenin özellikleri)
     Daha önce açıklanan aile etkilerine ek olarak, okul ve çocuğun yaşadığı mahalle, özellikle temel eğitimden orta öğrenime geçiş döneminde çocuğun akademik ve psikolojik uyumuna katkıda bulunmaktadır. Bu yüzden okul çevrelerinin depresyonun gelişimi konusundaki önemi vurgulanmaktadır. Depresyonun orta öğrenim yıllarında artış göstermesi, akademik olarak başarılı olduğunu düşünen çocukların duygusal ve davranış güçlükleri çekme olasılığının düşük olması, buna karşıt akademik olarak kendini başarısız gören çocukların depresyon semptomları göstermesi de çevrenin önemini destekleyen araştırma bulguları arasındadır.
     Ergenliğin başlangıç döneminde görülen okul başarısızlığı, ufak çaptaki uygunsuz davranışlar, okulu sevmeme gibi özelliklerin, ergenliğin daha ileri yıllarında görülen depresyon ve psikolojik sağlık ile ilgili olduğu bilinmektedir.
     Okul çevresinin orta öğrenime geçiş döneminde çocuğun gelişimini destekleyici rol oynayamaması, motivasyon ve ruh sağlığı problemlerine katkıda bulunabilir. Okula uyum, akademik ilgi ve başarının ise ruh sağlığı açısından koruyucu bir rol oynama olasılığı yüksektir.

     Makro-sistem:
     İlk bakışta, kültürel değer ve inançların gelişen deprosotipik organizasyon ve duygu durumu bozukluklarıyla ilişkili olamayacağı düşünülebilir. Fakat makro sistemin bazı yönlerinin depresyonun ortaya çıkmasında etkili olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Bundan başka, toplumsal tutumlar, kaynak ve destekler, ailelerin arayacağı tedavilerin varlığını etkilediğinden, makrosistem depresyonun görülüp görülmemesini, görüldüğünde ise nasıl sergileneceğini önemli şekilde etkileyebilir. Bu konuda yapılan araştırmalar oldukça azdır. İntihar riskleri konusundaki araştırmalar bu konuya bir ölçüde açıklık getirmektedir. Çalışmalar, azınlık grubun üyesi olma, ya da toplumsal değişimin (gelenekselden batıya yönelim gibi) hızlı olduğu yerlerde yaşamanın, intihar riskini arttırdığını göstermiştir.

     Özet ve öneriler:
     Gelişimsel psikopatoloji perspektifi depresyona dönüşen depresotipik organizasyonun engellenmesi ve depresyon ortaya çıktığında da tedavisi için
önemli ipuçları sağlar. Depresyonlu ebeveynlerin çocuklarının ve depresyonlu çocuk ve gençlerin psikolojik ve biyolojik gelişimsel yapılarının organizasyonunu anlama, semptomların anlamını kavrama, farklı kişilerin farklı terapilerden nasıl faydalanacağını anlama açısından çok önemlidir.

     Depresotipik organizasyon bebeklik döneminde başlayabileceği için, erken döneme yönelik önleme çalışmaları, gelişim basamaklarında ilerlemenin başarılı olması için önemli olacaktır. Aileye özgü pek çok faktörün depresyonun ortaya çıkmasındaki rolü bilinmektedir. Bu nedenle aile destek programları çocuğun daha yetkin olmasını sağlayarak depresyonun ortaya çıkmasını engelleyecek ve toplumsal oranlarda düşüş sağlanacaktır.
     Depresyonlu ailelere sağlanacak önleyici destek programlarının uygulanabilmesi için, sosyal ve sağlık politikalarında değişiklikler yapılması gerekecektir. Depresotipik organizasyonun oluşmasında rol alan faktörlere yönelik önleme ve destek programları depresyonun ortaya çıkmasını engelleyebilmesi açısından önemlidir.

Kaynak: American Psychologist, 53 (3), 221-241.
SİTEMİZDE DAHA ÖNCE YAYINLANAN
KONULAR AŞAĞIDA

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...