2 Ağustos 2021 Pazartesi

İSLAM HUKUKU / Fıkhi Hükümlerin Tesisinde “Sünnet”in Değeriyle İlgili İndirgemeci Yaklaşımın Eleştirisi / Sayfa 446 - 465

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 446 - 465
İSLAM HUKUKU
Fıkhi Hükümlerin Tesisinde
“Sünnet”in Değeriyle İlgili
İndirgemeci Yaklaşımın Eleştirisi
Recep ÖZDEMİR *
 
     Özet
     Fıkıhta sünnet, tanımı ve değeri bakımından gündeme gelen bir kavramdır. Fıkıh ilminde sünnet, genel olarak teşri değeri bağlamında ele alınmıştır. Bu kavram, hem delil hiyerarşisi hem de hüküm teorisi bakımından değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Delil hiyerarşisi bakımından sünnet, Kur’ân’dan sonra müstakil bir delil olarak ele alınmasına karşın sadece Kur’ân’nın delil olabileceğini iddia edenler, sünnetin delil olma özelliğini göz ardı etmişlerdir. Bunun yanı sıra hüküm teorisi bakımından sünnetin aktüel değeri sadece mendub ve ibâhanın alanıyla sınırlandırılmıştır. Bu yanlış algının ve düşüncenin bir sonucu olarak sünnet, genel olarak terk edilebilir dinî nitelikli davranışları ifade eden bir kavram olarak kabul görmüştür.

     Anahtar Kelimeler:
     Sünnet, Fıkıh, Hadis, Hüküm, Delil.

     Giriş
     Doğumdan ölüme, ibadetten hayat nizamına kadar çok geniş bir sahayı içine alan ve düzenleyen fıkhın iki ana kaynağından ikincisi sünnettir. Burada sünnetten maksat, Hz. Peygamber’in (s.a.s) ümmet için örnek teşkil eden davranışlarının bütünüdür. Sünnetin hem öyküleme (narrative) hem de normatif (kural koyucu) yapısını günümüze taşıyan hadis ise, sünnetin fıkhi değerini objektif olarak belirlemede önemli bir unsur olmakla birlikte, fıkhî değer ifade eden ve bir davranış modelini mükellefe teklif eden sünnetten farklı bir kavramdır. 
     İslam düşünce tarihinde sünnetin fıkhi değeri ile hadislerin sübutunun tespiti arasındaki ilişki, birçok tartışmaya neden olmuştur. Hadis metinleri vahyin metnine kıyasen ikincil bir derecede bulunduğundan, başka bir ifadeyle hadisler sübut bakımından Kur’ân’la aynı değerde olmadığından, bu durum sünnetin fıkhi bir delil olarak ikincil bir konumda olduğu şeklinde bir algıya neden olmuştur. Bundan dolayı toplumsal bir algı olarak sünnetin fıkhi değeri, hüküm teorisi açısından ibahanın alanını teşkil eden ve mükellefin yapıp yapmamada serbest olduğu davranış modellerini kapsayan bir alana indirgenmiştir. Bu anlayışa paralel olarak sünnetle (hadis) belirlenen hükümlerle sünnet olan hükümlerin durumu bir birine iltibas edilmiş; sünnetle belirlenmiş fakat hüküm teorisi bakımından farz ya da vacip olan hükümler sünnet olan hükümler gibi algılanmıştır. Hüküm teorisi açısından fıkhi değeri sünnet olan bazı fiillerin işlenmesi hafife alınmış; sünnetle belirlenen ve fıkhi değeri farz, vacip ve haram olan bazı fiiller ise çok fazla gündeme getirilmemiştir. Bu yanlış algı sebebiyle Hz. Peygamber’in (s.a.s) konumu, sadece hüküm ifade eden metinlerin aktarıcısı olarak kabul edilmiştir.
     Sünnetin fıkhî değerinin neredeyse kimi durumlarda ibahanın kimi durumlarda ise mendubun/nafilenin alanıyla sınırlayan bakış açısının temelinde, sünneti tanımlayan ve onun muhtevasını belirleyen teorik bilginin kendi içinde bile çelişmesi gerçeği ve sünnetin müstakil bir teşri kaynağı olmadığına yönelik iddialar yer almaktadır.
     Fıkıh kaynağı olarak sünnet bir yandan Kur’ân-ı Kerîm’in açıklanmaya (beyâna) muhtaç bulunan ayetlerini açıklarken diğer yandan boşlukları doldurmakta; yani müstakil olarak -Kur’ân-ı Kerîm’de bulunmayan- hükümler koymaktadır. Genel yapı itibariyle sünnet sadece “hüküm teorisi açısından sünnet olan” davranış şekillerinden ibaret değildir. İtaat kelimesinin Kur’ân’da aynı zamanda Hz. Peygamber’e (s.a.s) de izafe edilmesi bunun en açık delilidir. Aksi takdirde fiil, söz ve takrirleri bazı hallerde zorunluluk ifade edemeyecek bir zata itaatin izafe edilmesinin bir anlamı olmaz. Bu çalışma genel itibariyle sünnetin fıkhi değeri etrafında oluşmuş; sünnetin fıkhî değerini ibaha ve nedbin/nafilenin alanıyla sınırlayan; sünnetin değerini belirmek için sünnetin Kur’ân’a arz edilmesi gerektiğini iddia eden yanlış bir algının tespitine yöneliktir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
* Yrd. Doç. Dr., Adıyaman Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, rozdemir@adiyaman.edu.tr
~~~~ * ~~~~

     Bu yanlış algı genel anlamda dört noktadan kaynaklanmaktadır:
     1. Hz. Peygamber’in konumunun/otoritesinin doğru şekilde tespit edilmemesinden kaynaklanan yanlışlıklar. Hz. Peygamber’in konumu ve yetki alanı doğru şekilde tespit edilmediği için onun teşrie yönelik söz, fiil ve takrirlerinin değeri doğru tespit edilmemiştir.
     2. Sünnetin değerine yönelik kavramların ve tasniflerin kimi durumlarda sünnetin değerine gölge düşürmesi potansiyeline sahip olması. Özellikle haber-i vâhid, vahy-i gayr-i metlüv kavramları etrafında yapılan tartışmalar ile sünnetin çoğu defa değişim olgusuyla birlikte gündeme getirilerek ele alınması toplumun sünnet algısına zarar vermektedir. Sünnet İslâm toplumu değişmesin, daima kendi asli kimliğiyle var olsun diye vaz edilmesine rağmen, değişim topluma kaçınılmaz bir olgu olarak, sünnet ise talep edilen değişimin önünde en büyük engel şeklinde lanse edilmiştir.
     3. Sünnetin Kur’ân’a arz edilmesi gerektiğine yönelik yanlış algılar. Sünnetin Kur’ân’a arz edilmesi gerektiğine yönelik iddialar sünnetin müstakil bir teşri kaynağı olduğu gerçeğine gölge düşürmüştür.
     4. Sünnetin teşri kaynağı olması hususunda yapılan bazı hatalı değerlendirmeler. Fıkhî delil hiyerarşisinde sünnet Kur’ân’dan sonra ikinci sırada yer alması gereceği sünnetin hüküm teorisine etkisiyle iltibas edilmiştir. Buna göre hüküm teorisinde en üst sırada yer alan farz ve tahrîmin mutlaka Kur’ân’la belirlenmesi gerektiği şeklinde bir algı toplumda yer etmiştir. Bunun sonucu olarak dayanağı sünnet olan vücub ve tahrîm bildiren bazı hükümler görmezden gelinmiştir. Sünnetin değeri, sadece nedb ve ibahanın alanıyla sınırlıymış gibi algılanmış; bundan dolayı sünnetin değeri hafife alınmıştır.

     Şimdi tespit ettiğimiz bu hususları üzerinde duralım.
     1. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Otoritesi
     Sözün etkisi, sözün kaynağına, yani kimden sadır olduğuna göre değişebilmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söz, fiil ve takrirlerinin fıkhî boyutunun anlaşılabilmesi için onun otoritesinin mahiyetinin ortaya konulması gerekir. Acaba yüce Allah onu Kur’ân’da hangi vasıflarla nitelemiş? Bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini hangi vasıflarla nitelemiştir? Hz. Peygamber (s.a.s.) konumunun sağlıklı bir şekilde tespiti bakımından bu iki sorunun cevabı önemlidir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur’ân’da nasıl anlatılmışsa Müslümanların onu o şekilde bilmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle hiç kimse nübüvveti kendisine göre ifade etme, sınırlama ya da genişletme yetkisine sahip değildir. Bu alanın sınırlarını, vasıflarını ancak Allah belirler. Bundan dolayı nübüvvet makamının son temsilci Hz. Peygamber’in (s.a.s) Kur’ân’da hangi vasıflarla vasıflandırıldığının, hangi görevlerle teçhiz edildiğinin bilinmesi önem kazanmaktadır.
     Ayetlere göre Hz. Peygamber (s.a.s.), Yüce Allah’ın peygamber olarak seçtiği ve doğru yol üzere olan elçilerden biridir. “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kur’an ve hak din ile gönderen Allah’tır. Şahit olarak Allah yeter. Muhammed, Allah’ın elçisidir.” (1) mealindeki ayet, Hz. Peygamber’in (s.a.s) hak din ile Allah tarafından gönderildiği gerçeğini ifade eder. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur’an-ı Kerim’de belirtilen ikinci önemli özelliği, onun son peygamber olmasıdır: “Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değildir. O, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.” (2)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fetih, 48/29.
2) Ahzâb, 33/40. 
~~~~ * ~~~~

     Bu hususu, Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisi de belirtmiştir: “Benden sonra artık gelecek olan peygamber yoktur.” (1) Önceki peygamberler, kendi kavimlerine veya belirli bölgelere gönderilmesine karşın, Hz. Peygamber (s.a.s) bütün insanlığa gönderilmiştir. Bu durum onun peygamberliğinin evrensel boyutunu göstermektedir. Şu ayet bu gerçeği ifade etmektedir: “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.” (2) Ayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) bütün insanlara gönderilmiş bir peygamberdir. Ayetten onun sadece yaşadığı dönemde yaşayan insanlara değil, aynı zamanda vefatından sonra gelecek olan insanlar da gönderilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
     Kur’ân’da Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davranışlarındaki örnekliğe şu ayetle dikkat çekilmiştir: “Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır.” (3) Ayette Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatının Müslümana bir hayat standartı sağladığı anlaşılmaktadır. “İttiba-i sünnet” kavramıyla ifade edilen ve Hz. Peygamber’in yaşadığı hayatın temel dinamiklerini günlük hayata taşıma ameliyesi aslında hayatı hem şeklen hem öz itibariyle İslâm’a uygun yaşama faaliyetidir.
     Hz. Peygamber (s.a.s.) teblîğ ve beyan göreviyle donatılmıştır. “Ey peygamber, Rabbin tarafından sana indirileni tebliğ et; eğer bunu yapmazsan risâlet görevini yerine getirmemiş olursun”(4) mealindeki ayet onun teblîğ vazifesine; “Sana zikri indirdik ki insanlara kendilerine ne indirildiğini beyan edesin. Umulur ki düşünürler.” (5) ayeti ise onun beyan görevine işaret etmektedir.
     Hz. Peygamber (s.a.s.) müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. (6) Onun görevi sadece Allah’ın emirlerini bildirmek değildir. O aynı zamanda yaşamıyla vahyi uygulama görevini de üstlenmiştir. “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (7) mealindeki ayet bu gerçeğe işaret etmektedir.
     Ona uymayı ve itaati emreden bazı ayetler vardır. “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (8) mealindeki ayetten Allah’ı sevmenin ona uymakla mümkün olabileceği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Müslim, , Ebu’l-Husayn Muslim b. el-Haccâc en-Neysâbûrî, Sahîhu Müslim, Thk. Halîl b. Me’mûn Şeyhân, Dâru’l-Ma‛rife, Beyrut, 2007, Fedâilü’s-Sahâbe 30.
2) Sebe, 34/28.
3) Ahzâb, 33/21.
4) Mâide, 5/70.
5) Nahl,16/ 44.
6) Bakara, 2/119.
7) Bakara, 2/151.
8) Âl-i İmrân 3/31.
~~~~ * ~~~~

     “De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (1) , “Resul size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.” (2) , “Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz ve peygambere de sizden olan emir sahiplerine de itaatte bulununuz. Sonra bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve Peygamber’ine arz ediniz.” (3) “Hayır; Rabbi’ne and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar” (4) mealindeki ayetlerden Hz. Peygamber’e (s.a.s.) itaatin zorunlu olduğu; ona itaatin Allah’a itaat olduğu ve itaatsizliğin küfre eş değer olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ayetlerden herhangi bir ihtilaf halinde, ihtilaf konusu meselenin Kur’ân’ın yanı sıra müstakil bir şekilde sünnete de arzının gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
     Ayetlerin yanı sıra bir hadiste de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) itaatin Allah’a itaatle aynı olduğu görülür. Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur.” (5)
     Hz. Peygamber’in (s.a.s.) konumunu bizzat onu gönderenin ifadeleri ışığında yani vahye göre tespit etmek gereklidir. Onun konumu belirlenirken de ifrat ve tefrite düşmemek önem arz etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Allah’ın kulu ve elçidir. O bir beşer olmakla birlikte sıradan bir beşer değildir. O aynı zamanda Risâlet göreviyle donatılmış bir peygamberdir. Burada onun beşerilik yönü ön plana çıkarılıp ona sıradan bir insan muamelesinin yapılmaması gerekir. Aksi takdirde onun söz ve fiilleri tartışma zeminine çekilir; onun sünnetinin eleştirisi sıradan bir faaliyet haline dönüşür. Böyle bir tutum onun makamının yüceliğine yakışmamakta; dahası itikadî manada bazı problemlerin doğmasına zemin hazırlamaktadır.
     Hz. Peygamber’in aşırı derecede yüceltilmesi, yani nübüvvetin sınırlarının ulûhiyet sınırlarıyla karıştırılması da aynı şekilde onun gerçek konumunun doğru şekilde anlaşılması gerçeğine, buna bağlı olarak kişinin kendi imanın zarar vermektedir. “O, size melekleri ve Peygamberler’i Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kafir olmayı mı emredecek?” (6) , 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Âl-i İmrân 3/32; Bu ayette itaat emri Allah ve Hz. Peygamber (s.a.s) için ayrı ayrı zikredilmiş; her iki husus vav atıf harfiyle birbirinden ayrılmıştır. Gramer kuralı gereği, atıf harfi ile birbirinden ayrılan hususların birbirinden farklı olması gerekir. Dolayısıyla Allah’a itaat ile Hz. Peygamber’e itaat, birbirine karıştırılmaması gereken hususlardır. Burada Allah’a itaatle Kur’an’a itaat; Hz. Peygamber (s.a.s)’e itaat ile de sünnete itaat kasdedilmiştir. Bkz. Abdülganî Abdülhâlık, Hücciyyetu’s-Sünne, Dâru’l-Vefa, 1987, 334 vd.
2) Haşr, 59/7.
3) Nisa, 4/59.
4) Nisa, 4/65.
5) Buharî, Muhammed b. İsmâ‛îl, Sahîhu’l-Buhârî, Dâru İhyâi’t-Turâi’l-‛Arabî, Beyrut, 2001, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 32; Nesâî, Ahmed b. Şu‛ayb el-Hurasânî, Sünenu’n-Nesâî, Thk. Halîl b. Me’mûn Şeyhâ, Dâru’l-Ma‛rife, Beyrut, 2007, İstiâze 49.
6) Ali İmran, 3/80. 
~~~~ * ~~~~

     “De ki: “Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da (algılanamayanı da) bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyedilenden başkasına uymam.” (1) Mealindeki ayetler bu konuda aşırıya gidilmemesini, aksi takdirde küfre düşülebileceğini ifade etmektedir.
     Hz. Peygamber’in beşerilik yönü göz ardı edilip sünnetin aktüel hayattan kopmaması da önem arz etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s) insanlara gönderilmiş bir peygamberdir. İnsanın yaşadığı hayat ise coğrafya ve şartlara göre değişebilmektedir. Dolayısıyla sünnetin güncelliğinin sağlanması için hayatın değişebileceği gerçeği göz önüne alınması gerekir.

     2. Teşrî’ Kaynağı Olarak Sünnet
     Sünnetin teşrî’ değeriyle ilgili yapılan bazı yanlı(ş) değerlendirmeler sünnetin aktüel değerine gölge düşürmektedir. Sünnetin aktüel değerinin doğru şekilde tespit edilmesi için, “Sünnet müstakil bir kaynak mıdır? Sünnet Kur’ân’dan bağısız şekilde hükme kaynaklık edebilir mi?” şeklindeki sorulara Hz. Peygamber’in (s.a.s) uygulamaları ve onun Kur’ân’daki konumu çerçevesinde cevap verilmesi gerekir.
     Sünnet, sözlük anlamı itibariyle es-sira (gidiş) ve et-tariqa (yol) manasına gelmektedir. (2)  Çeşitli hadislerde sünnet kelimesinin sözlük anlamında kullanılmıştır. Örneğin Muslim’in el-Câmi`u's-Sahih’de Hz. Peygamberden (s.a.s.) şu rivayet olunan bir hadiste sünnet kelimesi sözlük anlamında kullanılmıştır: “Bir kimse İslâm'da güzel bir çığır açar da, kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır. Amel edenlerin ecirlerinde de bir şey eksilmez. Ve her kim İslâm'da kötü bir çığır açar da kendinden sonra onunla amel olunursa, o kimsenin aleyhine bu çığırla amel edenlerin günahı kadar günah yazılır. Amel edenlerin günahlarından da bir şey eksilmez.” (3) Bu hadiste sünnet kelimesi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söz, fiil ve takrirlerinden ayrı olarak ortaya konulan uygulamalarla ilişkili kullanılmıştır. Bu kullanım da kelimenin sözlük anlamına yakındır.
     Sünnetin terim anlamı fıkıh ve hadis bilginlerine göre değişebilmektedir. (4) Fıkıh bilginleri de kendi aralarında sünneti iki farklı zaviyeden ele almaktadırlar. Usûlcülerin yaklaşımına göre sünnet, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledilen söz, fiil ve takrirlerin tamamına denir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Enâm, 6/50.
2) İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mukarrem, Lisânu’l-Arab I-XVIII, (7. Baskı), Daru’l-Sadir, Beyrut, 2011, VI, s. 282; Cevherî, İsmail b. Hammâd, Mu’cemu’s-Sıhah, (2. Baskı), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2007, s. 517; Cürcânî, Ali b. Muhammed Şerîf, Kitâbu’t- Ta’rîfât, Beyrut, 1985, s. 195.
3) Muslim, İlim 6.
4) Koçyiğit, Talat, Hadis Usûlü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara, 1967, s. 15. 
~~~~ * ~~~~

     Usûlcüler sünneti kendisinden hüküm çıkarılan şer’î bir delil olarak ele almaktadırlar. Bu yaklaşıma göre sünnetin kaynak değeri ön plandadır. Sünnet, bidatin mukabilidir. Sünnet menbaından çıkmayan her şey bidattir.1 Usûlcülerin kaynaktan çıkanla değil bizzat kaynağın kendisiyle, diğer bir ifadeyle sünnetin sübutuyla ilgilendiği söylenebilir. Eğer sübut açısından sünnetin güvenilir bir kaynak olduğu tespit edilirse onunla tespit edilen hükümlerin de nihai planda sahih/selim olduğu ortaya çıkar. Bu tanım bir hayat modeli olan sünnetin asıl konumuna göre değil, usûl-i fıkhın kendi tanımına göre yapılmıştır. Bu açıdan usûlcülerin tanımı biraz dardır. Zira onların tanımı sünnetin bir kültür, medeniyet olarak inşa ettiği hayat nizamını kapsamamakta; sadece Kur’ân’dan sonra gelen şer’i bir delil oluşunu ifade eder. (2)
     Fıkıh bilginlerinin diğer bir kısmını teşkil eden fakihlere göre ise sünnet, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) farz ve vacip olmaksızın yaptığı fiilleri demektir. Fakihler sünneti hüküm teorisi açısından değerlendir. Onlara göre sünnet vacibin mukabilidir. Fakihler kaynakla değil kaynaktan çıkanla ilgilenirler. Yani onları ilgilendiren sünnetin sübutu değil, sünnetin delâleti ve davranışlara etkisidir. Buna göre sünnete uygun davranışlar İslâm’ın oluşturmaya çalıştığı kültür ve medeniyetin rengiyle boyanmasına karşın sünnete uygun olmayan, diğer bir ifadeyle Hz. Peygamber’in belirlediği standarta uymayan davranış ve tutumlar bidat olup merduttur. (3)
     Hadis bilginlerinin tanımı ise, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) peygamberlik gelmeden önce, onun, dinî veya gayri dinî söz, fiil takrir ve vasıflarının tamamını ihtiva eder. Hadisçilerin sünnet tanımı, hadis ve haberin karşılığıdır.4 Kapsamı bakımından hadisçilerin tanımı, usûlcülerin ve fakihlerin tanımından daha genel bir yapıya sahiptir.5 Şer’i hüküm ifade etsin etmesin onlara göre Hz. Peygamber’le (s.a.s.) ilgili olan her şey sünnettir. Dolayısıyla hadisçiler ne sünnetin kaynak değeri ne de delâletiyle ilgilenirler. Onların görevi sünnetle ilgili her türlü malzemeyi toplamak ve bu malzemenin kaynağıyla olan bağlantısını araştırmaktır.
     Usûlcüler sünneti mükellefin davranışlarına olan etkisi ve şer’i bir delil olması açısından değerlendirmektedirler. Onlar daha çok sünnetin kaynak değerini ön plana çıkarmaktadır. Esasen fıkhın mükellefin lehinde ve aleyhine olan şeyleri bilmesi olduğu göz önüne alındığında onların sünnete olan bu yaklaşımı bir dereceye kadar anlaşılabilir. Hadisçilerin ise sünneti haber değeri bakımından ele almaktadırlar. Hadisçiler için mükellefe teklif edilen davranış modeli değil, sünnetin haber ve rivayet değeri önemlidir. Bu yüzden hadisçiler Hz. Peygamber’in risaletinden önceki hayatını da sünnetin kapsamında değerlendirmiş; sünnetin mükellefe teklif ettiği davranışın dinî değerini değil sünnetin haber değerini tanımlarının odak noktasına yerleştirmemişlerdir. Sünnet onların yaklaşımında hadisle eş anlamlı kabul edilmiş; bunun bir sonucu olarak sünnet tarih nitelikli malumatlar zaviyesinden ele alınmıştır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) es-Serahsî, Ebû Bekr Muhammed Ahmed b. Ebî Sehl, Usûlu’s-Serahsî, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2005,I, s. 374-381; Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed, el-Müstasfâ min ‘İlmi’l-Usûl, elMektebetu’l-Asriyye, Beyrut, 2009, I, s. 183.
2) Abdulgânî, Hucciyetu’s-Sunne, s. 68.
3) Şevkânî, Muhammed b. Ali, İrşadu’l Fuhul, (I-II), Daru’l Fadile, Riyad, 2000, I, s. 31; Sibâî’, Mustafâ, es-Sünnetu ve Mekanetuhâ fi’t-Teşrî’i’l-İslâm, Dâru’l-Varrâk, trs., s. 68.
4) Kâsımî, Cemâluddîn, Kavâidu’t-Tahdîs min Funûni Mustalahi’l-Hadîs, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 2010, s. 61; Sibâî’, s. 65.
5) Koçyiğit, Hadis Usûlü, s. 15-16.
~~~~ * ~~~~

     Sünnetin teşri’ değerinin tespiti fıkıhta hem deliller arasındaki hiyerarşiyi hem de hüküm teorisini ilgilendiren bir husustur. Hüküm teorisi açından bakıldığında sünnet farz ve vacip olmaksızın mükellefin yaptığı davranışları ifade eden bir terimdir. (1) Sünnetin müstakil bir şer’i delil olduğu göz ardı edilip sadece hüküm teorisindeki anlamına göre değerlendirilmesi, onu zamanla bir takım nafile ibadetler hasmış gibi algılanmasına sebebiyet vermiştir.
     Sünnet, hüküm teorisi açısından hükmü farz ve vacip olmaksızın yapılan davranışlar demek olmakla birlikte, bir fıkhî delil olarak sünnet farz ve vacibin de kaynağı olabilmektedir. Sünnet kimi durumlarda Kur’ân’da yer almayan bazı hükümlerin kaynağını teşkil eder. “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (2) mealindeki ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak İmam Şâfiî’nin (ö. 204) değerlendirmeleri sünnetin müstakil bir teşri kaynağı olduğunu göstermektedir. İmam Şâfiî, bu ayetin bir arazi meselesi yüzünden Zübeyr’le davalaşan bir adam hakkında nazil olduğunu ifade etmiştir. Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.), Zübeyr lehine karar verince davacı Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kararına itiraz etmiştir. İmam Şâfiî Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu meselede verdiği kararın sünnet olduğunu, Kur’ân’da yer almayan bir hüküm olduğunu belirtmiştir. (3)
     Kur’ân’da Hz. Peygamber’in temiz ve iyi olan şeyleri helal; kötü ve çirkin olan şeyleri haram kılma yetkisinden bahsedilmektedir. (4) Bu ayet sünnetin müstakil bir teşri kaynağı olduğunu göstermektedir. Ayetin yanı sıra sünnetin müstakil bir teşri kaynağı olduğuna dair bazı hadisler de vardır. Bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “İyi bilin ki bana Kur’ân ve onunla birlikte bir misli verildi. Keza, bilesiniz ki karnı tok kişinin koltuğuna kurulup şöyle demesi yakındır: “Size sadece Kur’ân yeter. Kur’ân’da helal olarak bulduğunuzu helal sayın. Haram olarak bulduğunuzu da haram sayın. Şunu bilesiniz ki ehli eşek, yırtıcı tırnaklı hayvan ve zimmilerin yitik malı sizlere haramdır”5 Bu hadise göre, sünnet başlı başına bir teşri kaynağıdır. Buna göre Hz. Peygamber’in (s.a.s.) haram ve helal kılma yetkisi vardır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Cürcânî, s. 195.
2) Nisâ, 4/65.
3) Şâfiî, Muhammed b. İdrîs, er-Risâle, Kahire, 2005, s. 160.
4) A’râf, 7/155.
5) Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvud, (1. Baskı), Mektebetu İbn Hazm, Dımeşk, 2004, Sünnet 5; Tirmizî, Ebî İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevre, Câmiu’t-Tirmizî, (1. Baskı), Thk. Yusuf el-Hâc Ahmed, Mektebetu İbn Hacer, Dımeşk, 2004, İlim 10; Hâtip el-Bağdadî, Kitâbu’l-Kifâye fî ‘İlmi’r-Rivâye, s. 8; Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Alî, Sünenu’l-Kübrâ I-XI, (3. Baskı), Dâru’lKutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, IX, s. 332.
~~~~ * ~~~~

     Nitekim bu hadisin başka bir varyantına göre Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Dikkat edin! Rasulullah’ın haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (1) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) zina eden bir kişi hakkında verdiği hüküm onun ilk baştan yeni hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu göstermektedir. Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) “Aranızda Allah’ın kitabıyla hükmedeceğim.” dedikten sonra zina eden şahsa celde (sopa) ve sürgün cezası vermiştir. (2) Kur’ân’da zinanın cezası olarak sürgün olmamasına rağmen, (3) Hz. Peygamber (s.a.s.) zina eden şahsa celdeyle birlikte sürgün cezası da vermiştir. Keza Kur’ân’da abdestle ilgili hükümler yer almakla birlikte, (4) mest üzerine meshle ilgili hükümler yer almamaktadır. (5) Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s.) erkek olsun kadın olsun, belli bir miktar mala sahip olan bütün hür ve köle Müslümanlara Ramazan ayında fıtır sadakası vermeyi farz kılmıştır. (6)
     Bütün bu rivayetler dikkate alındığında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir konuda yeni bir hüküm koyma yetkisine sahip olduğu sonucuna ulaşılabilir. Onun verdiği hükmün dinî değerinin sünnet olması zorunlu değildir. O, söz ve fiilleriyle zorunluluk bildiren fiiller vaz edebilir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kitabı ve hikmeti öğrettiğini bildiren ayetlerde geçen “hikmet”in (7) İslâm’da dinî bilgiyi belirlemede Hz. Peygamber’in (s.a.s.) rolüne, dolayısıyla sünnete işaret ettiği dile getirilmiştir. (8)
     Kur’ân’da namaz, zekât, hac gibi ibadetlerle muamelât, ukûbâta dair birçok mücmel ayet vardır. “Namaz belli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.” (9) “Namazı kılın ve zekâtı verin.” (10) “Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın.” (11) gibi bir çok mücmel ayet Kur’an’da yer almaktadır. Namazın hangi vakitler, kaç rekât kılınacağı; namazın şekli, şartları, rükünleri konusunda; zekâtın şartları, kimlere farz olduğu, nisapları hususunda; haccın menâsikinin ayrıntılı durumu hakkında Kur’ân’da tafsilatlı bilgi yer almamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) sünnetiyle bu ayrıntıları açıklamıştır. (12)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Beyhakî, Sünenu’l-Kübrâ, VII, s. 76 ve IX, s. 332.
2) Buharî, Sulh 5, Şurût 9, Eymân 3,; Müslim, Hudûd 25; Ebû Dâvûd, Akdiyye 11; Tirmizî, Ahkâm 3; Nesâî, Kudât 22; İbn Mâce, Ebû ‛Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenü İbn Mâce, Thk. Yusuf el-Hâc Ahmed, Mektebetu İbn Hacer, Şam, 2004, Hudûd 6; Ancak bu uygulama Nûr Sûresi’nin inmesinden önceye ait olduğu; bu sûre inince bekârlar için yalnız değnek, evli olanlar için sünnetle recm cezasıyla hükmedildiği ifade edilmiştir. Bkz. es-Serahsî, Şemseddîn, Kitâbu’l-Mebsût I-XXXI, Daru’lMa’rife, Beyrut, trs., IX, 36 vd.
3) “Zina eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun.” en-Nûr, 34/2 ayetine göre zinanın cezası sadece celdedir.
4) Mâide, 5/6.
5) Koçyiğit, Talat, “Peygamberimiz ve Sünnetinin Teşrî’i Değeri, Diyanet Dergisi (Özel Sayı), s. 107.
6) Şâfiî, Muhammed b. İdrîs, Ümm(I-XI), Thk. Rıfat Fevzî Abdulmutalib, Dâru’l-Vefâ,Beyrut, 2000, II, s. 55.
7) Meselâ bkz. el-Bakara 2/129.
8) Şâfiî, er-Risâle, s. 245-257.
9) Nisa, 4/103.
10) Bakara, 2/43.
11) Bakara, 2/196.
12) Koçyiğit, Talat, “Peygamberimiz ve Sünnetinin Teşrî’i Değeri”, s. 107.
~~~~ * ~~~~

     “Muâz hadisi” olarak bilinen rivayette de sünnet Kur’ân’dan sonra müstakil delil olarak zikredilmiştir. (1) Bu rivayette sünnetin ayrıca zikredilmesi, onun Kur’ân’da yer almayan kimi hükümlerin kaynağı olabileceğini göstermektedir. Aksi takdirde Kur’ân’la birlikte sünneti zikretmenin bir anlamı olmaz.
     Hatip el-Bağdadî, hadis usulüne dair yazdığı el-Kifâye adlı eserinin başında sünnetin sübutuyla ilgili rivayetlere yer vermiştir. Onun hüküm bakımından Kur’ân’la sünnetin eşit olduğuna dair bir bölüme yer vermesi dikkate değerdir. Bağdadî görüşünü delillendirmek için burada çeşitli rivayetlere yer vermiştir. O İmam Evzâî (ö. 157/774) kanalıyla Hassan b. Atıyye’den naklen şu rivayeti aktarır: “Cibril, Hz. Peygamber’e Kur’an’ı indirdiği gibi sünneti de indirmiştir.” (2) Bağdâdî bu rivayetin yanı sıra İsmâîl b. Ubeydullah’ın şöyle dediğini de zikretmiştir (3) : “Allah’ın kitabını koruduğumuz gibi Rasûlullah’ın sünnetini de korumamız gerekir. Çünkü Allah Kur’ân’da şöyle buyurmuştur: “Rasûl size neyi verdiyse onu alın.” (4) Ayet ve hadislerin yanı sıra müçtehitlerde sünnetin müstakil bir teşri kaynağı olduğu konusunda icmâ’ etmişlerdir. Buna göre teşri ve yükümlülük gayesiyle olan, sahih bir senetle rivayet edilen, kesinlik ya da zannı galip ifade eden sünnetin mükellefin davranışları için teşri kaynağı olduğu, kesinlik ifade ettiği noktasında müçtehitler icmâ’ etmişlerdir. (5)
     Zikredilen ayet ve hadislerden sünnetin müstakil bir delil olduğu anlaşılsa da onun Kur’ân’ın ruhuna ve ana mesajına aykırı olması söz konusu değildir. Çünkü Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Kur’an’ı açıklama görevinin verildiği ayetlerden anlaşılmaktadır. Buna göre, “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”6 mealindeki ayete göre, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hadisleri Kur’ân’ın anlam dünyasının çerçevesinde kalan açıklamalardır.
     Sünnet kimi durumlarda Kur’ân’ın mücmelini açıklayan kimi durumlarda ise Kur’ân’da olmayan yeni hükümler koyan müstakil bir teşrî’ kaynağıdır. Fıkhî bir delil olarak sünnet Kur’ân’dan sonra gelen ikinci delildir. Delil hiyerarşisinde ikinci sırada yer alması onun önemsiz olduğu anlamına gelmez. Yukarıda zikrettiğimiz üzere fıkhî delil hiyerarşisinde sünnet Kur’ân’dan sonra ikinci sırada yer alması gerçeği sünnetin hüküm teorisine etkisiyle iltibas edilmiştir. Buna göre hüküm teorisinde en üst sırada yer alan farz ve tahrîmin mutlaka Kur’ân’la belirlenmesi gerektiği şeklinde bir algı toplumda yerleşmiştir. Bunun sonucu olarak dayanağı sünnet olan vücup ve tahrîm bildiren bazı hükümler görmezden gelinmiştir. Sünnet sadece nedb ve ibahanın alanıyla sınırlıymış gibi algılanmış; bundan dolayı sünnetin değeri hafife alınmıştır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beytu’l-Efkâri’d-Devliyye, Beyrut 2005, Hadîsu Muâz b. Cebel, 22357; Tirmizî, Ahkâm, 3.
2) Dârimî, Ebû Muhammed Abdillah b. Abdirrahman b. Fadl b. Behrâm, Sunenu’d-Dârimî, (1. Baskı), Dâru’l-Muğnî, Riyâd, 2000, Mukaddime 49.
3) Hatip el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 12.
4) Haşr, 59/7.
5) Hallâf, Abdulvahhâb, İlmu Usûli’l-Fıkh, Müessetu’r-Risâle, Beyrut, 2011, s. 33.
6) Nahl 16/44.
~~~~ * ~~~~

     Nihayetinde sünnetle belirlenmiş hükümlerle hükmü sünnet olan ibadetler aynı sanılmıştır. Burada durum farklıdır. Şöyle ki; sünnet delil hiyerarşisinde ikinci sırada, hüküm teorisinde ise farz ve vacipten sonra üçüncü sırada yer almaktadır. Hüküm teorisine göre sünnet hükmü mendub diğer bir ifadeyle nafile cinsinden olan ibadetleri ifade eden bir kavramdır. Bu ibadetlerin yapılması sevap olmakla birlikte terkinde herhangi bir günah söz konusu değildir.
     Aslî delil olma açısından ise sünnet Kur’ân’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Bir aslî delil olarak sünnet bir kaynak olarak hüküm teorisi bakımından farz, vacip ve sünnet olan davranışları belirleyebilir. Yani bir davranışın farz ya da tahrim bildirmesi için onun hükmünün Kur’ân’la belirlenmesi zorunlu değildir. Nitekim sünnetle belirlenmiş farz ve tahrim bildiren hükümlerin örneklerine yukarıda yer verildi.

     3. Hadisin Kur’ân’a Arzı
     Sünnetin müstakil bir teşri kaynağı olarak kabul edilmesinin önündeki en büyük engellerden biri sünnetin yazılı formatı olan hadisin sıhhatinin tespiti için Kur’ân’a arz edilmesinin gerekli olduğunu iddia eden görüş sahiplerinin tutumudur. Suyutî, bu düşüncenin sünnetle amel edilmeyeceğini, teşri kaynağı olarak Kur’ân’nın yeterli olduğunu iddia eden Rafızîler tarafından ortaya atıldığını söylemiştir. Suyutî ayrıca Rafızîlerin iddialarını ispatlamak için arz hadisini delil olarak zikrettiklerini ifade etmiştir. (1)
     İslâm tarihinde sadece Kur’ân’la yetinme düşüncesinin ne zaman ortaya çıktığı konusunda net bir bilgi mevcut değildir. Kur’ân’la yetinme düşüncesinin ilk defa sahabe döneminde ortaya çıktığı ifade edilmiştir. Kaynaklarda şefaat konusunda İmran b. Kays’la (ö. 52/672) tartışan şahsın durumuyla yolcu namazı konusunda İbn Ömer’le tartışan Ümeyye b. Halid’in (ö. 86/705) durumunu esas alan rivayetler bu konudaki ilk rivayetleri teşkil etmektedir. (2)
     İmran b. Kays arkadaşlarıyla birlikte hadis rivayet ederken topluluktan bir adam kendisine “Kur’ân’ı terk ederek bize rivayet ettiğiniz bu hadisler nedir?” şeklinde bir itirazda bulunması üzerine İmran’ın ona şu şekilde cevap verdiği rivayet edilmiştir: “Ne dersin, sen ve ashabın Kur’ân’dan başkasını reddetmiş olsanız öğle namazının, ikindi namazının kaça rekat olduğunu ve vaktinin ne zaman girdiğini ve akşam namazının kaç rekat olduğunu, Arafat’ta vakfenin nasıl yapılacağını, cemrelerin ne kadar atılacağını ve –elini bileğine, dirseğine ve omuzuna koyarak- elin şuradan mı, buradan mı yoksa şuradan mı kesileceğini nereden bilecektiniz? Size haber verdiğimiz sürece rivayet ettiğimiz hadislere uyun, aksi takdirde vallahi sapıtmış olursunuz.” (3)

~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Suyûtî, Miftâhu’l-Cenne, s. 21.
2) Çetintaş, Recep, “Sünnetin Kaynak Değeri Üzerine”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı: 27, Konya, 2016, s. 70-71.
3) Hatip el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 31.
~~~~ * ~~~~

     İmran’nın bu şekildeki konuşması karşısında soru soran adamın gerçeğin farkına vardığı, İmran’a teşekkür ettiği bu rivayetin bir başka varyantında ifade edilmiştir. (1)
     Sünnetin teşri değerine yöneltilen eleştirilerle ilgili olarak rivayet edilen bir diğer rivayete şu şekildedir: “Ümeyye b. Halid, Abdullah b. Ömer’e “Hazarda kılınan namazla korku namazını Kur’ân’da görüyoruz fakat yolcu namazını Kur’ân’da bulamıyoruz.” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer ona, “Ey kardeşimin oğlu! Biz hiçbir şey bilmezken Allah bize Muhammed’i peygamber olarak gönderdi. Dolayısıyla biz ancak Muhammed’i yaparken gördüğümüz şeyleri yaparız.” (2) şeklinde cevap verdi.
     İki rivayette sünnetin teşri kaynağı olma özelliğini sorgulayan iki şahsın durumu söz konusudur. Aynı durum bugün için de geçerlidir. Günümüzde “Bize Kur’ân yeter.” sloganıyla ifadesini bulan ve sünnetin teşri değerini görmemezlikten gelen düşüncenin tarihsel arka planını bu rivayetlerde görmek mümkündür. Bu rivayetlerin yanı sıra Kur’ân’nın tek başına yeterli bir kaynak olduğunu iddia edenlerin teşkil ettiği görüş sahipleri “arz hadisi” olarak bilinen bir başka rivayeti görüşlerini desteklemek için delil göstermişlerdir. Söz konusu rivayet şu şekildedir: “Benden gelenleri Allah’ın Kitab’ına arz ediniz. Ona uygun ise ben söylemişimdir. Şayet ona aykırı ise ben söylememişimdir.” (3)
     Hadisi Kur’ân’a arz edilmesi düşüncenin ortaya çımasının temel nedeni, hadisin sıhhatinin tespitinde kullanılan metotların güvenilirliği meselesi olduğu söylenebilir. Hadisin Kur’ân’a arzını savunanlara göre metnin içeriğine önem vermemiş ve sadece isnat tedkikiyle yetinmiş olan klasik hadisçilerin metotları artık önemini yitirmiştir. Bu metot nedeniyle, birçok uydurma hadis sahih kabul edilmiştir. O halde, hadislerin sıhhatini tespiti için yeni bir metoda ihtiyaç vardır. Bu metot da hadisin Kur’ân’a arz edilerek sıhhatinin tespit edilmesidir. Buna göre bir hadisin sıhhatini tespiti için, onun Kur’an ile karşılaştırılması; şayet Kur’an’a uygunsa sahih, aksi takdirde hadisin sahih olmadığına hükmedilir.
     Hadisin Kur’ân’a arzı, hadisin Kur’ân’a muhalif olmaması veya Kur’ân’a uygun olmasıdır. Bir başka ifadeyle, hadisin sahih olabilmesi için, mutlaka Kur’ân’a uygun olması ve Kur’ân’a muhalif bir anlam taşımaması gerekir. Bu anlamı ve “arz” adını, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) isnat edilen çeşitli şekillerde rivayet edilen arz hadisinden almaktadır.
     “Bir Peygamberin, kendisine vahyolunan ilahi mesaja söz veya fiiliyle ters düşmesi, başka bir ifadeyle, Elçi’nin söz veya fiiliyle tebliğ ettiği mesaj arasında çelişme ya da çatışmanın bulunması imkânsızdır. Bu, sırf tecrübe öncesi (a priori) bir ispat değil, fakat olayların doğruladığı bir gerçektir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hâkim, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Beyrut, 1990, I, s. 192.
2) Hatip el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 31.
3) Şâfiî, Risâle, s. 224; Dârekutnî, Ali b. Ömer, Sünen-i Dârekutnî I-VI, Müessetü’r-Risâle, Beyrut, trs., IV, s. 208; İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd, İhkâm, II, s. 76; İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Fereç Abdirrahman b. Alî, Kitâbu’l-Mevdûât, Medine, 1966, I, s. 257; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, s. 86; Ukaylî, hadisin sahih isnadının olmadığı söylerken, Sağanî, hadisin mevzu olduğunu söylemiştir. Bkz. Suyûtî, s. 21.
~~~~ * ~~~~

    Bu çerçevede, Hz. Muhammed ile Kur'an arasında, ne bir çelişme ne bir çatışma olmadığına hükmetmek mübalağa sayılmamalıdır. Gerek “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (1) emri, gerek onun örnek bir insan olarak gösterilmesi (2) bunu doğrulayan Kur'anî bir delildir.” (3)
     İlk dönemlerden itibaren Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve diğer otoritelere izafetinde şüphe bulunmayan hadisi tespit etme ve onunla amel etmeyle ilgili bir çabanın olduğu görülmektedir. Fakat hadisin aktüel değerini belirlemek için hadisi Kur’ân’a arz etme şeklinde bir çabanın olmadığını; âlimlerin hadisin değerini belirlemek için bazı kriterlerden bahsettiğini belirtmemiz gerekir. İmam Mâlik’in sünnetin aktüel değerini belirlerken amel ve yaşayan sünnetin hakemliğine başvurması bu durumun bilinen örneklerinden biridir. (4)
     İmam Mâlik’in sahih hadisi tespit ederken, hadisleri amel edilip edilmemesi noktasında ele alması dikkate değer bir tutumdur. İmam Mâlik Muvatta’da hadisleri reddetmeyi gündeme getirmemiştir. O hadisleri zikrettikten sonra, hadisin teşri değeriyle ilgili değerlendirmelerde bulunmuş; fakat hadisi Kur’ân’a arzını gündeme getirmemiştir. (5)
     Müslim’de de benzer tutumu görmek mümkündür. Müslim hadisleri zikretmeye başlamadan önce hadis usulüne dair kısa bir mukaddime sunar. O bu kısımda hadislerin değeriyle ilgili bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. Onun ifadelerinde o dönemde hadis uydurmacılığıyla ilgili belli bir kaygının olduğu anlamak mümkündür. Müslim mukaddimesinde kısa ve öz şekilde sahih-meşhur hadis ve sakîm hadis şeklinde iki kavrama yer vermiştir. Onun bu tasnifi hadisin içeriğine değil, senedine yöneliktir. O sahih hadisin tespit edilmesi için ravilerin durumunun iyice araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. Ona göre bidatçılardan olan fâsığın haberi merduttur. Aynı şekilde adil olmayan şâhidin şehadeti geçersizdir. Müslim hadisin senediyle ilgili birtakım değerlendirmelerde bulunmuş olmakla birlikte, hadisin metin açısından değerlendirilmesiyle ilgili olan arz hadisine yer vermemiştir. İmam Mâlik gibi Müslim’in de bu konuyu gündeme getirmemesi dikkate değerdir. (6)
     Genel ilkeler ve hedefler açısından deliller arasında bir tearuzun olması mümkün olmamakla birlikte, ayrıntılarda tearuz gibi görünen bazı farklılıkların olması doğaldır. Bunun yanı sıra Kur’ân’da olmayan bazı konuların hükmü hadislerle sabit olduğu yukarıda ifade edildi. Veda haccında Kur’ân’la birlikte sünnetin bağımsız şekilde zikredilmesi bu gerçeğin bir başka ifadesidir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hud, 11/112.
2) Ahzâb, 33/21.
3) Çakın, Kamil, “Hadisin Kur'an'a Arzı Meselesi”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/778/9958.pdf , (erişim tarihi, 11.11.16), s. 238.
4) Musâ b. İyâd es-Sebdî Kâdî İyâz, Tertîbu’l Medârik ve Takrîbu’l Mesâlik li-Ma’rifeti A’lemi Mezhebi Mâlik (I-II),Rabâd, 1965, I, s. 64-65.
5) Örnek olarak bkz. Mâlik b. Enes, Ebî Abdillah, Muvatta’(Rivâyetu Yahyâ b. Yahyâ el-Leysî), Daru’lMa’rife, Beyrut 2008, Salâtu’l-Leyl, 3, Buyû, 38, Akdiyye, 28.
6) Müslim, Sahih, Mukaddime, s. 7.
~~~~ * ~~~~

     Şayet iddia edildiği gibi Kur’ân tek başına yeterli bir kaynak olsaydı Hz. Peygamber’in Kur’ân’la birlikte sünnete de sarılmayı dile getirmesinin bir anlamı olmazdı. (1)

     4.Sünnetle İlgili Kavramsal Tartışmalar
     Sünnetle ilgili sonraki dönemlerde ortaya çıkan ve kavramlar etrafında oluşan tartışmalar sünnet algısına fayda yerine zarar vermiştir. Sünnetin müdafaasına yönelik olarak ortaya atılan bazı kavramların içeriğine ilişkin tartışmalar dolaylı olarak toplumdaki sünnet algısını olumsuz şekilde etkilemiştir. Bunların başında haber-i vâhid ve vahy-i gayr-i metluv kavramları gelmektedir. Bu iki kavramın yanı sıra sünnetin tasnifine yönelik bazı kavramlar sünnetin anlaşılmasını engellemiş; sünnetin normatif değerinin ortaya çıkmasını engellemiştir. Sünnet haber niteliğindeki rivayetlere dayandığı halde hadis usûlü literatürün gelişimine paralel olarak sünnetin mahiyetine dair çok fazla sayıda kavram ortaya atılmış; doğru ya da yalana olmak üzere sadece iki duruma ihtimali olan rivayetlerin değeriyle ilgili bazı gri alanlar oluşturulmuştur. (2)
     Kavramların sayısı ve mahiyetiyle ilgili tartışmaların yanı sıra sünnetin değişim ve gelişim olgusu bağlamında ele alınması da bir takım sorunlara sebebiyet vermiştir. Sünnet adeta gelişimle ilişkilendirilen kavramların başında gelen bir kavram haline getirilmiştir. Kur’ân’da yer alan temel ilkelerin pratiği olan sünnet, kimi durumlarda kasıtlı bir şekilde kimi durumlarda modernizmin getirdiği değişim furyasının baskısı altında farkında olunmadan değişim ve gelişimin önünde en önemli engel şeklinde gösterilmiştir.
     Sünnet İslâm toplumunu oluşturan fertler değişmesin, başkalaşmasın diye vaz edilmesine rağmen, değişim sünnetle ilişkili olarak ele alınmıştır. Gerçekten sünnet Kur’ân’da yer alan temel ilkelerin uygulanarak varlığını sağladığından dolayı, İslâm dışı gelenekçilik, diğer bir ifadeyle bid’at ve hurafelere rağbet, batı taklitçiliği, asrileşme eğilim ve dayatması anlamındaki değişimin önünde en büyük engeldir. Sünnet bu şekildeki değişim ve bozulmaya karşı koruyucu tedbirler almıştır. “Kim bizim şu dinimizde, onda bulunmayan bir şey ortaya koyarsa, o yaptığı şey merduttur.” (3) mealindeki hadis, gerek şekil olsun gerek öz itibariyle olsun yaşayan sünnet bilincinin İslâm dışı uygulamalarla bozulabileceği tehlikesine karşı bir uyarıdır. Teorik düzlemde kalan temel ilkeleri uygulamaya sokarak daha somut hale getiren, ilkeleri kendi aslî formuyla yaşamasını sağlayan sünnettir. İslam toplumunu çağın gereklerine göre yeniden şekillendirmek isteyenlerin Kur’ân’dan ziyade sünneti eleştirmesi bu yüzdendir. Çünkü Kur’ân ekseriyetle sadece temel ilkeyi ve davranışın değerini belirler. Sünnet ise ilkenin uygulanmasını sağlar. Bir ilke ne kadar değerli ve doğru olursa olsun uygulanmadıkça tesirini göstermez. Burada yapılması gereken şey, sünnetin normatifliğiyle formelliğinin doğru şekilde tespit edilmesinin yanı sıra değişimin ne kadar gerekli olduğu hususunun da doğru şekilde değerlendirilmesidir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tirmizî, Menâkıb 31; Hâkim, Ebû Abdillah Neysâbûrî, Müstedrek alâ Sahiheyn I-V, (1. Baskı), Dâru’lHarameyn, Kahire, 1997; I, s. 93; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, s. 14, 17, 26.
2) İlk dönemde yazılan (mudekaddimûn) eserler genelde daha sade bir yapıdadır. Bu eserlerde sınırlı sayıdaki bazı konular senetli olarak işlenmiştir. Fakat sonraki dönemlerdeki eserler (müteahhirûn) ise konu bakımından daha geniştir. İlk dönemlerdeki eserlerin aksine bu eserlerde konular senetsiz işlenmiştir. Ayrıca bu eserlerde tartışmalı bazı hususlara da yer verilmiştir. Bkz. Çakan, İsmail Lütfi, Hadis Usûlü, İFAV, İstanbul 2010, s. 18-20.
3) Buharî, Sulh 5, İ’tisâm 20; Müslim, Akdiyye 17; Ebû Dâvud, Sünnet 5; İbn Mâce, Mukaddime 2.
~~~~ * ~~~~

     Sünnetin belli bir şekli ön görmediğine yönelik iddialar sünnetin aktüel değerini zarar verme potansiyeline sahiptir. Fazlurrahman’nın sünneti normatif ve biçimsel özelliklerine işaret ederek sünnetin şeklinin şartlara göre değişebileceğine yönelik tutumu bir belirsizlik içermektedir. Ona göre sünnetin normatifliği onun sürekliliğini formelliği ise güncelliğini sağlamaktadır. Buna göre sünnetin ön gördüğü şekiller tarihseldir, zaman ve zemine göre değişebilir. (1)
     Fazlurrahman, görüşünü” sünnet belli bir şekli ön görmez” varsayımından hareketle ortaya koymuştur. Bu görüşün sünnetin tamamına teşmil edilmesi söz konusu değildir. Zira sünnet özellikle ibadetler noktasında şekle bağlıdır. Hatta ibadetlerin büyük bir kısmının şekli bizzat sünnetle belirlenmiştir. Hz. Peygamber’in deveyle hacca gitmesinin ve onun savaşlarda mızrak kullanmasının bu düşünceyi desteklemek için örnek gösterilmesi isabetli değildir. (2) Hz. Peygamber’in deveyi kullanması ya da mızrak kullanması sünnet değildir; durumsaldır. Onun bu yönde bir beyanatı da vaki değildir. Fakat onun savaşta ne suretle hareket edileceği, savaşa yönelik beyanatları ile hac menâsikine yönelik fiiliyatı sünnettir. Günümüzde uçakla hacca gitmenin ve savaşta ok yerine ateşli silah kullanmanın sünnetle ilişkilendirilmesinin pratik bir değeri yoktur. Bu kabil şeyler durumsaldır. Örneğin sünnet kumaşın dokusu ve malzemesi noktasında nötrdür. Fakat onun kumaşın kesilmesi ve dikilmesi noktasında bu şekilde olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü kumaşın kesilmesi ve dikilmesinin şekli doğrudan örtünmenin şeklini belirler. Sünnet bu noktada belirleyicidir. Özetle sünnet durumsal şeyler noktasında nötr bir kavram olmakla birlikte, diğer hususlarda belli şekilleri ön görmektedir. Sünnet özü belirlediği gibi, büyük oranda özü koruyacak olan kabuğu da belirlemiştir. (3)
     Yukarıda da zikrettiğimiz üzere sonraki dönemlerde ortaya atılan haber-i vâhid kavramı (4) sünnetin teşrî’ değerini şüpheli hale getirme potansiyeline sahip bir kavramdır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu, trc. Salih Akdemir, Ankara 2000, s. 25-29.
2) Keleş, Ahmet, “Yaşayan Sünnet ve Sosyal Hayat”, s. 320
3) Karşı görüş için bkz. Keleş, s. 320.
4) Haber-i vahidin hangi tarihte yaygınlaştığı ve ne zaman sistematik bir tarzda tartışılmaya başlandığı net olarak bilinmemektedir. İbn Hazm’ın, konuyla ilgili değerlendirmelerine bakıldığında kavramın h. II. yüzyıldan itibaren tartışıldığı sonucuna ulaşmak mümkün olmakla birlikte Râfızîlerin haber-i vâhidle amel konusundaki olumsuz tutumlarının kaynaklarda yer almasına bakınca kavramın bu tarihten daha önceki bir tarihte ortaya çıktığı görülmektedir. İmam Şâfiî'nin haber-i vahid konusundaki değerlendirmelere bakıldığında kavramın hicrî II. yüzyılın sonlarından itibaren bütün yönleriyle tartışıldığını ortaya koymaktadır. Bkz. Şâfiî, Muhammed b. İdrîs, er-Risâle, Kahire, 2005, s. 422; İbn Hazm, Ebi Muhammed Ali İbn Said, İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm (I-VIII), nşr. Ahmet Muhammed Şakir, Beyrut, ty. I, 114; Cüveyni, İmamu’l Harameyn Ebî Meâlî Abdil Melik b. Abdillah b. Yûsuf,el- Burhan fi Usûli’l-fıkh(I-II), Katar, 1399, I, s. 364, 426-428, 583-611, 624, 665, 666; Apaydın, H. Yunus, “Haber-i Vâhid”, DİA, c. XIV, İstanbul, 1996, s. 355. 
~~~~ * ~~~~

     Zira bu kavram mütevatir haber dışındaki bütün hadisleri kapsayan üst bir kavram olduğundan, bu kavram kapsamına giren bütün hadisler sıhhat bakımından şüpheli hale gelmektedir. (1) Müçtehitlerin haber-i vâhidin kabulüne yönelik ileri sürdüğü şartlar, bu haberlerin amel ve bilgi ifade edip etmediğine yönelik tartışmalar bu hadislerin onların metodolojisinde incelemeyi gerektiren şüpheli haber niteliğinde olduğunu göstermektedir. Müçtehitlerin haber-i vâhid etrafında yaptığı değerlendirmeler sünnetin büyük bir bölümünü inceleme ve tartışma zeminine çekmektedir. Çünkü sünnetin tespitini sağlayan rivayetlerin büyük bir çoğunluğu haber-i vâhid niteliğindedir. Kaldı ki incelemeyi gerektirecek kadar mütevatir haber mevcut değildir. (2) Özetle önce kavramı ortay koyup sonra o kavramın amel ve bilgi gerektirip gerektirmediğini ispatlamaya çalışmak o kavramı en başta şüpheli hale getirir. Bu açıdan bakıldığında haber-i vâhid kavramının sünnetin yazılı formunu teşkil eden hadis malzemesine yönelik olumsuz bir imaj oluşturduğu söylenebilir.
     Sünnetin aktüel değerini olumsuz yönde etkileyen kavramlardan bir diğeri vahyi gayri metlüv kavramıdır. Bu bağlamda İmam Şâfiî (ö. 204/ 819), İbn Hıbban (ö. 354/965), Hatip el-Bağdâdî (ö. 463/1071) (3) , İbn Hazm (ö. 456/1064), İbn Abdi’l-Berr (ö. 463/ 1071), İmam el-Gazzalî (4) (ö. 505/ 1111), Serahsî (ö. 483/1090) (5) , Beyhakî (ö. 458/1066) , Suyutî’nin (6) (ö. 911) de içinde bulunduğu bir grup âlim, sünnetin Kur’ân gibi vahiy mahsulü olduğu görüşünü benimsemiştir. (7) Söz konusu âlimler genel olarak “O, arzusuna göre de konuşmaz. o (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir” (8) , “ ... Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam ...” (9) mealindeki ayetlerle Cibril hadisi (10) olarak bilinen rivayeti ve Kur’ân’da zikredilen hikmetin sünnet olduğunu esas alan rivayetleri (11) delil kabul etmişlerdir.
     Muhtemelen bu kavram sünneti inkâr edenlere karşı sünneti müdafaa amacıyla İmam Şâfiî tarafından ortaya atılmıştır. Çünkü kaynaklarda İmam Şâfiî’nin toptan hadisi reddeden kelamcı olduklarını belirtilen bir grupla ve mütevatir sünnetten başkasını reddettiklerini ifade eden bir başka grupla mücadelesi kaydedilir. (12)
     Bu kavram doğal bir sürecin değil sünnete yönelik eleştirin yoğun olduğu bir sürecin kavramıdır. Sünnete yönelik inkârcı tutum beraberinde sünneti Kur’ân vahyiyle kıyaslama şeklinde ortaya çıkan bir başka tutumu ortaya çıkarmıştır. Bu tartışmalar
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Koçyiğit,Talat,“Âhâd Haberlerin Değeri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XIV, Ankara, 1966, s. 131.
2) Koçyiğit, “Âhâd Haberlerin Değeri”, s. 131.
3) Hatip el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 12.
4) Gazâlî, I, s. 183.
5) es-Serahsî, II, s. 68
6) Suyûtî, Celâluddîn, Miftâhu’l-Cenne fi’l-İhticâc bi’s-Sünne, Kahire, trs. s. 35.
7) Önkal, Ahmet, “Vahiy-Sünnet İlişkisi ve Vahy-i Gayr-i Metluvv” Kur’ân ve Sünnet Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, Ankara, 1997, s. 56.
8) Necm, 53/3-4
9) Yunus, 10/15; Ahkaf, 46/9.
10) Müslim, İman 1 -9.
11) Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 10; Hâtip el-Bağdadî, Kifaye, s. 8; Beyhakî, Sünenu’l-Kübrâ, IX, s. 332.
12) Şâfiî, el-Ümm, IX, s. 5, 19; A’zamî, Muhammed Mustafa, Dirâsât fî’l-hadîsi’n-Nebevî ve târihi tedvînihi, Beyrut, 1992, s, 22.
~~~~ * ~~~~

     Kur’ân’la sünnet arasında bulunan, tartışma konusu edilmeyen fakat maşeri vicdanda yer alan doğal ilişkiye zarar vermiştir. Çünkü bu tartışmalarda kimi taraflar sünnetin vahiy mahsulü olduğunu ispatlarken kimi taraflarda onun vahiy mahsulü olmadığını ispatlamaya çalışmıştır. (1) Bu tartışmalar sünneti tartışma zeminine çekmiş; hatta bu gereksiz tartışmaların sona ermesi için sadece Kur’ân’la yetinilmesi gerektiğini savunan bazı zümrelerin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur.

     Sonuç
     Allah tarafından nübüvvetin son temsilcisi olarak bütün insanlığa gönderilen Hz. Peygamber (s.a.s.), sadece ilahî mesajın aktarıcı değil, aynı zamanda bu mesajın açıklayıcısı ve uygulayıcısıdır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söz, fiil ve takrirlerinden oluşan sünnetin fıkhî değerinin doğru bir şekilde belirlenmesi için öncelikle onun otoritesinin mahiyetinin ortaya konulması gerekir. Kur’ân ve hadislerde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) uyulması gereken güzel bir örnek, itaati zorunlu kılan bir makama sahip olduğu görülmektedir. Bazı ayetlerde itaat kelimesinin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) izafe edilmesi onun fiil ve sözlerinin kimi durumlarda vücûbiyet ifade edebileceğini göstermektedir.
     Sünnet kavramı fıkıh ilminde, fıkhî delil hiyerarşisi ve hüküm teorisi açısından ele alınan bir kavramdır. Sünnet, delil hiyerarşisinde Kur’ân’dan sonra gelen ikinci delil konumundadır. Sünnetin bu konumu “Muaz hadisi” olarak bilinen hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından bizzat tespit edilmiştir. Bütün hükümlerin Kur’ân’da yer alamayacağı gereceği bu hadisin mefhumundan anlaşılmaktadır. Mahiyetinin nasıl olduğu konusunda tartışma olmakla birlikte, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yeni bir hüküm koyabileceği noktasında âlimler arasında mutabakat vardır.
     “Arz hadisi” olarak bilinen ve güvenirliği konusunda şüphe bulunan bir rivayet, sünnetin müstakil bir delil olma vasfına gölge düşürülmektedir. Geçmişte kendisine taraftar bulan bu düşünce günümüzde de “Kur’ân bize yeter.” sloganıyla kendisine taraftar bulabilmiştir. Bu düşüncenin tarihi arka planını oluşturan “arz hadisi”, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) itaati izafe eden ayetlere ve yeni bir hüküm getiren ya da Kur’ân’da mücmel bırakılan hususları açıklayan hadislerin Kur’ân’a arzı noktasında içeriği şüpheli bir rivayettir. İbadetlerin şekli, zekât nisapları gibi birçok hususun hükmü sünnetle tespit edilmiştir. Bu hususların Kur’ân’a arz edilerek değerlendirilmesi mümkün değildir.
     Sonraki dönemlerde kaynaklarda yer alan bazı kavramların etrafında oluşan tartışmalar sünnetin toplumdaki algısına zarar verdiği müşahede edilmiştir. Bu kavramların başında haberi vahid ve vahyi gayri metlüv kavramı gelmektedir. Her iki kavram aslında sünnetin müdafaası için istimal edilmesine rağmen, nihai planda bu iki kavram vasıtasıyla sünnetin sübutu tartışma zeminine çekilmiş, metodolojik yaklaşımların farklılığına bağlı olarak farklı sünnet algıları oluşmuştur. Buna bağlı olarak sünnetin ne olduğu ya da ne olmadığına yönelik değerlendirmeler, Kur’ân’la sünnet arasındaki doğal ilişkiyi zedelemiştir. Bir kesimin kendi görüşünü ispat çabası diğer bir kesimin sünnetle ilgili görüşüne gölge düşürmüştür. Değişim olgusunun sürekli sünnetle ilişkilendirilmesi ve bu konuda aşırı fikirlerin ortaya atılması da sünnet algısına zarar vermiştir.
     Değişim adeta kaçınılmaz bir olgu olarak sünnet de bu olgunun önündeki en büyük engel şeklinde gösterilmiştir. Sünnetin Kur’ân’nın pratiği olduğu göz önüne alındığında bu tür çabaların Kur’an’ı hayattan koparıp adeta bir ütopya haline getirme hedefine yönelik olduğu sonucuna varılabilir. Sünnet İslâm ümmetinin değişmeden, asli kimliğini yitirmeden var olmasının teminatıdır. Kur’ânî ilkeler ancak yaşayan sünnetle bireysel ve toplumsal hayata yön verir. Bu açıdan Kur’ân’la sünnet arasında doğal bir irtibatın olduğu söylenebilir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Örnek için bkz. Koçyiğit, Talat, “Peygamberimiz ve Sünnetinin Teşri' Değeri”, s. 110; Bakkal, Ali, “Sünnetin Kaynak Değeri”, HRÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: V, Şanlıurfa, 2003, s. 3 vd.
~~~~ * ~~~~

     Kaynakça
* Abdulhâlik, Abdulgânî, Hucciyetu’s-Sunne, Mah’hedu’l-Fikr, Stutgart, 1986.
* Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beytu’l-Efkâri’d-Devliyye, Beyrut, 2005.
* Apaydın, H. Yunus, “Haber-i Vâhid”, DİA, c. XIV, İstanbul, 1996, s. 355.
* Bakkal, Ali, “Sünnetin Kaynak Değeri”, HRÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, Şanlıurfa, 2003.
* Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Alî, Sünenu’l-Kübrâ I-XI, (3. Baskı), Dâru’lKutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003.
* Buharî, Muhammed b. İsmâ‛îl, Sahîhu’l-Buhârî, Dâru İhyâi’t-Turâi’l-‛Arabî, Beyrut, 2001.
* Cevherî, İsmail b. Hammâd, Mu’cemu’s-Sıhah, (2. Baskı), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2007.
* Cürcânî, Ali b. Muhammed Şerîf, Kitâbu’t- Ta’rîfât, Beyrut, 1985.
* Cüveyni, İmamu’l Harameyn Ebî Meâlî Abdil Melik b. Abdillah b. Yûsuf, el- Burhan fi Usûli’l-fıkh I-II, Katar, 1399.
* Çetintaş, Recep, “Sünnetin Kaynak Değeri Üzerine”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı: 27, Konya, 2016.
* Dârekutnî, Ali b. Ömer, Sünen-i Dârekutnî I-VI, Müessetü’r-Risâle, Beyrut trs.,
* Dârimî, Ebû Muhammed Abdillah b. Abdirrahman b. Fadl b. Behrâm, Sunenu’d Dârimî, (1. Baskı), Dâru’l-Muğnî, Riyâd, 2000.
* Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvud, (1. Baskı), Mektebetu İbn Hazm, Dımeşk, 2004.
* es-Serahsî, Ebû Bekr Muhammed Ahmed b. Ebî Sehl, Usûlu’s-Serahsî, Daru’lKutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2005.
* es-Serahsî, Şemseddîn, Kitâbu’l-Mebsût I-XXXI, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, trs. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu, trc. Salih Akdemir, Ankara 2000.
* Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed, el-Müstasfâ min ‘İlmi’l-Usûl, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut, 2009.
* Hâkim, Ebû Abdillah Neysâbûrî, Müstedrek alâ Sahiheyn I-V, (1. Baskı), Dâru’lHarameyn, Kahire ,1997.
* Hallâf, Abdulvahhâb, İlmu Usûli’l-Fıkh, Müessetu’r-Risâle, Beyrut, 2011.
* Hâtip el-Bağdadî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sâbit, Kitâbu’l-Kifâye fî ‘İlmi’r-Rivâye, y.y., trs.
* İbn Mâce, Ebû ‛Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenü İbn Mâce, Thk. Yusuf el-Hâc Ahmed, Mektebetu İbn Hacer, Şam, 2004.
* İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mukarrem, Lisânu’l-Arab I-XVIII, (7. Baskı), Daru’l-Sadir, Beyrut, 2011.
* İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Fereç Abdirrahman b. Alî, Kitâbu’l-Mevdûât, Medine, 1966.
* Kâdî İyâz, Musâ b. İyâd es-Sebdî, Tertîbu’l Medârik ve Takrîbu’l Mesâlik li-Ma’rifeti A’lemi Mezhebi Mâlik (I-II),Rabâd, 1965.
* Kâsımî, Cemâluddîn, Kavâidu’t-Tahdîs min Funûni Mustalahi’l-Hadîs, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 2010.
* Koçyiğit, Talat, “Âhâd Haberlerin Değeri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XIV, Ankara, 1966.
* Koçyiğit, Talat, “Peygamberimiz ve Sünnetinin Teşrî’i Değeri, Diyanet Dergisi (Özel Sayı).
* Koçyiğit, Talat, Hadis Usûlü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara, 1967.
* Mâlik b. Enes, Ebî Abdillah, Muvatta’(Rivâyetu Yahyâ b. Yahyâ el-Leysî), Daru’lMa’rife, Beyrut, 2008.
* Müslim, Ebu’l-Husayn Muslim b. el-Haccâc en-Neysâbûrî, Sahîhu Müslim, Thk. Halîl b. Me’mûn Şeyhân, Dâru’l-Ma‛rife, Beyrut, 2007.
* Nesâî, Ahmed b. Şu‛ayb el-Hurasânî, Sünenu’n-Nesâî, Thk. Halîl b. Me’mûn Şeyhâ, Dâru’l-Ma‛rife, Beyrut, 2007.
* Önkal, Ahmet, “Vahiy-Sünnet İlişkisi ve Vahy-i Gayr-i Metluvv” Kur’ân ve Sünnet Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, Ankara, 1997.
* Sıbâî’, Mustafâ, es-Sünnetu ve Mekanetuhâ fi’t-Teşrî’i’l-İslâm, Dâru’l-Varrâk, trs.
* Suyûtî, Celâluddîn, Miftâhu’l-Cenne fi’l-İhticâc bi’s-Sünne, Kahire, trs.
* Şafiî, Muhammed b. İdris, el-Ümm, (thk. Rif’at Fevzî Abdülmuttalip), Dâru’l-vefâ, 2008. A’zamî, Muhammed Mustafa, Dirâsât fî’l-hadîsi’n-Nebevî ve târihi tedvînihi, Beyrut, 1992.
* Şâfiî, Muhammed b. İdrîs, er-Risâle, Kahire, 2005.
* Şevkânî, Muhammed b. Ali, İrşadu’l Fuhul, (I-II), Daru’l Fadile, Riyad, 2000.
* Tirmizî, Ebî İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevre, Câmiu’t-Tirmizî, (1. Baskı), Thk. Yusuf el-Hâc Ahmed, Mektebetu İbn Hacer, Dımeşk, 2004.
 
bus

29 Temmuz 2021 Perşembe

İSLAM HUKUKU / Fıkıhta Ölçülülük İlkesinin İslam’ın Doğru Algılanmasına Katkısı / Sayfa 432 - 445

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 432 - 445
İSLAM HUKUKU
Fıkıhta Ölçülülük İlkesinin
İslam’ın Doğru Algılanmasına
Katkısı
Cemalettin ŞEN *

     Özet
     Ölçülülük, duygu, düşünce, ahlak ve davranışlarda ölçülü ve dengeli olma durumu olarak tanımlanır. Ölçülülük, ifrat ve tefrit denilen iki aşırı uç arasındaki normal ve olması gereken hâl ve tavrı ifade eder. Dinin ibadet ve hukuktan ibaret amelî yönüne ilişkin ölçülülük, “fıkıhta ölçülülük” olarak isimlendirilebilir. İslam’ın algılanmasında teorik yönün yanı sıra pratik cihet de önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla İslam’ın doğru algılanması, fıkhi konu ve hükümlerin Müslümanlarca doğru bilinmesi ve aşırılıklardan uzak, olması gerektiği gibi uygulanmasıyla mümkündür. Sonuç olarak, İslam’ın insana, mala, barışa, aileye, bilime, düşünce özgürlüğüne vs. bakışının doğru algılanabilmesi için fıkıhta bireysel ve toplumsal anlamda teorik ve pratik açıdan ölçülülük ilkesinin çok büyük katkısının olduğunu söyleyebiliriz.

     Anahtar Kelimeler:
     İslam, fıkıh, ölçülülük, ifrat, tefrit, algı.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
* Yrd. Doç. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı.
~~~~ * ~~~~

     Giriş
     İslam’ın “doğru olarak algılanması”, (1) “algılanması” meselesinden çok daha önemlidir. Başka bir deyişle İslam’ın “yanlış bir şekilde algılanması”, “algılanmamasından” daha kötü sonuçlar üretmektedir.
     Nihayetinde zihinsel bir faaliyet olan algılama, her şeyden önce duyumlara (2) dayandığı için İslam’ın doğru algılanmasında görme, işitme vb. yetilerin birincil etkisi vardır.
     İslam algısının öznesi, dar anlamda sadece Müslüman olmayanları ifade etse de geniş anlamda bütün insanları içermektedir. Dolayısıyla İslam’ın doğru veya yanlış algılanmasından bahsedildiğinde bir yönüyle İslam’a davet, (3) diğer yönüyle de Müslümanların kendi dinlerini tanımaları söz konusu olmaktadır.
     Kaynağı itibariyle ahlaki bir kavram olan ölçülülük, fıkıh alanında da pek çok usul, ibadet ve hukuk içerikli konularda doğrudan veya dolaylı olarak dile getirilmektedir. Bu nedenle fıkıh sahasındaki ölçülülük, özellikle ahlaki değerler bakımından İslam’ın algılanması noktasında önemli bir etkiye sahiptir.
     Kısaca ifade etmek gerekirse bu çalışmada, fıkıhta ölçülülük ilkesinin, İslam’ın doğru algılanmasına, hangi konularda, kimleri nasıl etkileyerek katkı sağladığı sorunu çözümlenmeye çalışılacaktır.
     Dolayısıyla ilk olarak bu meselenin anlaşılması ve çözümlenmesi noktasında kilit role sahip olan “fıkıhta ölçülülük” kavramının açıklanması gerekmektedir.

     I. Fıkıhta Ölçülülük Kavramı
     Türkçe bir kelime olan “ölçülülük”, dilimizde ayrıca “ılımlılık” kelimesiyle de karşılanmaktadır. (4)

~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Algı (perception) bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varmak demektir. http://www.tdk.gov.tr, 20.09.2016. Algı hakkında geniş bilgi için bk. Feriha Baymur, Genel Psikoloji, 4. basım, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1978, ss. 124-146; Hançerlioğlu, Orhan, Ruhbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1988, ss. 17-20; Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2000, ss. 43-44; Rasim Bakırcıoğlu, Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Sözlüğü, Anı Yayınları, Ankara, 2012, ss. 23-24; Rıza Tevfik Bölükbaşı, Kâmûs-ı Felsefe, haz. Recep Alpyağıl, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2015, ss. 241-243.
2) Duyu (sense), insanların ve hayvanların, dış dünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma organlarıyla algılama yeteneğidir. http://www.tdk.gov.tr, 20.09.2016. Bir duyu gücünün herhangi bir etkenle uyarılmasına ise duyum denir. Hayati Hökelekli , “Duyu”, DİA, c. X, Ankara, 1994, s. 8.
3) Da’vet, İslam dinini yayma ve Müslümanları dinî görevlerini yerine getirmeye çağırma anlamına gelen İslami bir terimdir. Mustafa Çağrıcı, “Da’vet”, DİA, c. IX, Ankara, 1994, s. 16. 4) http://www.tdk.gov.tr, 20.09.2016. Yüce Allah’ın evrensel kanunlarından birisi de ölçülülüktür. Canlı ya da cansız bütün varlıkların yaratılışında bu kanunun etkinliğini açıkça görmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Cemalettin Şen, “Şemsüleimme es-Serahsî’nin el-Mebsût Adlı Eserinin Hacmi Üzerine”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXI, sy. 2, Bursa, s. 24. Ayrıca bk. elBakara 2/187, 229; en-Nisâ 4/14; el-Mâide 5/87; et-Tevbe 9/112; et-Talâk 65/1.
~~~~ * ~~~~

     Arapçada i’tidâl, (1) İngilizcede ise “moderation” (2) kelimeleriyle ifade edilen ölçülülük, “duygu, düşünce, ahlak ve davranışlardaki denge” (3) olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle ölçülülük, ahlaki davranışların kaynağı olan psikolojik yeteneklerin işleyişinde itidal noktasının ilerisine geçen sapmalar (4) anlamındaki ifrat ile ahlaki davranışlarda itidal noktasının altında kalan sapmalar (5) manasındaki tefrit adı verilen iki aşırı tutum arasındaki orta hâl olarak karşımıza çıkmaktadır. Adâlet (6), denge (7), iktisâd (8), istikâmet (9), istivâ (10) ve tavassut (11), ölçülülük; gulüv (12), israf (13),  i’tidâ (14),  taaddî (15), tecâvüz (16), teşdîd (17) ve tuğyân (18), ifrat; taksîr (19)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Serdar Mutçalı, İngilizce - Türkçe - Arapça Sözlük, Dağarcık Yayınları, İstanbul, 2001, s. 298.Fıkıh kitaplarında i’tidâl ifadesi, bazen namazın kıyam, rükû ve secde gibi rükünlerini yerli yerinde, acele etmeden ve sükûnet içinde yerine getirmeyi ifade eden ta’dîl-i erkân anlamında da kullanılır. Şemsüleimme es-Serahsî,, el-Mebsût, I-XXX (15 mücellette 30 cilt), 2. basım, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut, 1406/1986, c. I, s. 188; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid ve nihâyetü'l-muktesıd, I-II (1 mücellette 2 cilt), Kahraman Yayınları, İstanbul, 1985, c. I, s. 105; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî ve edilletüh, IVIII, 3. basım, Dârü'l-Fikr, Dımaşk, 1409/1989, c. I, s. 657; AbdullahKahraman, “Ta’dîl-i erkân”, DİA, c. XXXIX, Ankara, 2010, s. 366; el-Mevsû'atü'l-fıkhiyye, I-XLV, Vezâretü'l-Evkâf ve'ş-Şuûni'lİslâmiyye, Küveyt, 1404/1983-1426/2006, c. V, s. 203.
2) Resuhi Akdikmen –Ekrem Uzbay –Necdet Özgüven, Langenscheidt Standart Sözlüğü: English - Turkish Turkish - English, I-II (1 mücellette 2 cilt), 4. basım, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1989, c. I, s. 336; Oxford Ansiklopedik Sözlük: İngilizce-Türkçe, I-IV, yay.y., İstanbul, ts., Sabah'ın hediyesidir, c. III, s. 1098.
3) Mustafa Çağrıcı, “İtidal”, DİA, c. XXIII, Ankara, 2001, s. 456. Ayrıca bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmûsu, I-VIII, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1985, c. VIII, s. 206; Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, I-XXIV, Milliyet Gazetecilik A.Ş., İstanbul, 1992, c. XVII, s. 9021; Ali Seyyar, İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, Değişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 529; YaşarÇağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük: Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı, I-V, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2007, c. IV, s. 3687.
4) “İfrat”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, s. 513. Ayrıca bk. Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, nşr. Abdurrahman Umeyre, Âlemü'l-Kütüb, Beyrut, 1407/1987, s. 54.
5) “Tefrit”, DİA, c. XL, Ankara, 2011, s. 281. Ayrıca bk. Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, s. 55.
6) Mustafa Çağrıcı, “Adâlet”, DİA, c. I, Ankara, 1988, s. 341.
7) Çağrıcı, “İtidal”, s. 456.
8) Şah Veliyyullah, Hüccetullâhi'l-bâliğa, I-II, nşr. Muhammed Şerîf Sükker, 2. basım, Dâru İhyâi'lUlûm, Beyrut, 1413/1992; c. II, ss. 53;İsmail Durmuş, “Mübalağa”, DİA, c. XXXI, Ankara, 2006, s. 425.
9) Mustafa Çağrıcı –Süleyman Uludağ, “İstikamet”, DİA, c. XXIII, Ankara, 2001, s. 348.
10) Yavuz, Yusuf Şevki, “İstivâ”, DİA, c. XXIII, Ankara, 2001, s. 402; el-Mevsû'atü'l-fıkhiyye, I-XLV, Vezâretü'l-Evkâf ve'ş-Şuûni'l-İslâmiyye, Küveyt, 1404/1983-1426/2006, c. V, s. 203.
11) İbrâhîm b. Mûsâ eş-Şâtıbî,, el-Muvâfakât fî usûli'ş-şerî’a, I-IV, nşr. Muhammed Abdullâh Dirâz, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut, ts., c. IV, s. 258.
12) Yusuf Şevki Yavuz, “Gulüv”, DİA, c. XIV, Ankara, 1996, s. 192.
13) Mustafa Çağrıcı, “Cimrilik”, DİA, c. VIII, Ankara, 1993, s. 4; Cengiz Kallek, “İsraf”, DİA, c. XXIII, Ankara, 2001, s. 178; İlmihâl, I-II, 6. basım, Divantaş, İstanbul, 1999, c. II, s. 544.
14) Yavuz, “Gulüv”, s. 192.
15) Yavuz, “Gulüv”, s. 192; İbrahim Çelik, “Taaddî”, DİA, c. XXXIX, Ankara, 2010, s. 283.
16) Durmuş, “Mübalağa”, s. 426.
17) Yavuz, “Gulüv”, s. 192.
18) İbrahim Çelik, “Taaddî”, DİA, c. XXXIX, Ankara, 2010, s. 283.
19) Mustafa Çağrıcı, “Fazilet”, DİA, c. XII, Ankara, 1995, s. 269.
~~~~ * ~~~~

tefrit; aşırılık (1), dalâlet (2) dengesizlik (3) fesâd (4) i’vicâc (5), ölçüsüzlük (6) ve sapma (7) ise hem ifrat ve hem de tefrit ile eş veya yakın anlamlı olarak kullanılmaktadır.
     İslam’ın inanç, ibadet, ahlak ve hukuktan ibaret dört ana unsurunun ikisini ifade eden ve bu açıdan bakıldığında “İslam ibadet ve hukuk ilmi”8 olarak tanımlanan fıkıh, ölçülülük ile ilişkisi açısından bakıldığında üç temel durumla karşımıza çıkmaktadır: Fıkıhta ölçülülük, fıkıhta ifrat ve fıkıhta tefrit.

     1) Fıkıhta Ölçülülük
     Fıkıhta ölçülülük (moderation in fiqh), “İslam’ın ibadet ve hukuktan ibaret amelî yönüne ilişkin, aşırılıklardan uzak orta hâl” olarak tanımlanabilir.
     Dolayısıyla fıkıhta ölçülülük, mükellefin amelî hükümler konusunda ifrat ve tefritten sakınmasını gerektirmektedir. İmamın namaz kıldırması örneğinde görülebileceği gibi çok hızlı (ifrat) ve çok yavaş (tefrit) hareket edilmediği, bu ikisinin arasındaki (orta) hızla namaz kıldırıldığı zaman ölçülülük ortaya çıkmaktadır.
     Ahlak ilminde “insanın iyilik yapmasını ve kötülükten uzak durmasını sağlayan ruhi yetenekler, erdem” olarak tanımlanan fazilet (الفضيلة,(9 her zaman için bir ölçülülük anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla ölçülü olmak, erdemli olmanın vazgeçilmez şartıdır.
     Buradan hareketle fıkıhta ölçülülüğün kişinin ahlaki güzelliğine önemli bir katkı sağlayacağı rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla fıkıhta ölçülü olan birey, erdemli olma yolunda önemli bir adım atmış sayılabilir. Çünkü fıkıh ve ahlak nihayetinde iyiyi ve güzeli önerir.
     Kısaca söylemek gerekirse fıkıhta ölçülülük, mükellefin, ibadet ve hukuk alanında normal, meşru, iyi, güzel ve helal kabul edilebilecek biçimde orta, dengeli ve aşırılıklardan uzak davranması ve düşünmesi durumudur.
     Fıkıhta ölçülülük ilkesi (الفقه فى اإلعتدال قاعدة) (moderation principle in fiqh) ise “fıkıhta ölçülülüğü tanımlayan temel önerme ve kural” olarak tanımlanabilir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) “Fazilet”, s. 269.
2) Ömer Faruk Harman, “Dalâlet”, DİA, c. VIII, Ankara, 1993, s. 427.
3) Süleyman Uludağ, “Aşk”, DİA, c. IV, Ankara, 1991, s. 15.
4) İlhan Kutluer, “Fesad”, DİA, c. XII, Ankara, 1995, s. 421.
5) Çağrıcı –Uludağ, “İstikamet”, s. 348.
6) Ayverdi, İlhan, Asırlar Boyu Tarihî Seyri İçinde Misâlli Büyük Türkçe Sözlük, I-III, haz. Kerim Can Bayar, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2005, c. III, s. 2422; Uludağ, “Aşk”, s. 15.
7) Harman, “Dalâlet”, s. 428.
8) Hayreddin Karaman, “Fıkıh”, DİA, c. XIII, Ankara, 1996, s. 1.
9) Çağrıcı, “Fazilet”, s. 268.
~~~~ * ~~~~

     2) Fıkıhta İfrat
     Fıkıhta ifrat (الفقه فى اإلفراط) (excess in fiqh), “İslam’ın ibadet ve hukuktan ibaret amelî yönüne ilişkin, itidal noktasının ilerisine geçen sapmalar” olarak tanımlanabilir.
     Dolayısıyla fıkıhta ifrat, mükellefin amelî hükümler konusunda fazlalık yönünde aşırıya kaçmasını belirtir. İmamın namaz kıldırması örneğinde görülebileceği gibi çok hızlı namaz kıldırıldığı zaman ifrat ortaya çıkmaktadır.
     Ahlak ilminde “faziletin karşıtı olarak kötü huy, erdemsizlik” olarak tanımlanan rezilet (1) her zaman için bir ölçüsüzlük anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla ölçüsüz olmak, erdemsiz olmanın vazgeçilmez şartıdır.
     Buradan hareketle fıkıhta ifratın kişinin ahlaki çirkinliğine büyük bir katkı yapacağı rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla fıkıhta ifrat sahibi olan birey, erdemsiz olma yolunda büyük bir adım atmış sayılabilir. Çünkü fıkıh ve ahlak nihayetinde kötüyü ve çirkini yasaklar.
     Kısaca söylemek gerekirse fıkıhta ifrat, mükellefin, ibadet ve hukuk alanında anormal, gayrimeşru, kötü, çirkin ve gayrihelal kabul edilebilecek biçimde ortanın üstü, dengesiz ve aşırı fazla davranması ve düşünmesi durumudur.

     3) Fıkıhta Tefrit
     Fıkıhta tefrit (الفقه فى التفريط) (shortage in fiqh), “İslam’ın ibadet ve hukuktan ibaret amelî yönüne ilişkin, itidal noktasının gerisinde kalan sapmalar” olarak tanımlanabilir.
     Dolayısıyla fıkıhta tefrit, mükellefin amelî hükümler konusunda eksiklik yönünde aşırıya kaçmasını belirtir. İmamın namaz kıldırması örneğinde görülebileceği gibi çok yavaş namaz kıldırıldığı zaman tefrit ortaya çıkmaktadır.
     Ahlak ilminde “faziletin karşıtı olarak kötü huy, erdemsizlik” olarak tanımlanan rezilet (2) her zaman için bir ölçüsüzlük anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla ölçüsüz olmak, erdemsiz olmanın öncelikli şartıdır.
     Buradan hareketle fıkıhta tefritin kişinin ahlaki çirkinliğine büyük bir katkı yapacağı rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla fıkıhta tefrit sahibi olan birey, erdemsiz olma yolunda büyük bir adım atmış sayılabilir. Çünkü fıkıh ve ahlak nihayetinde kötüyü ve çirkini yasaklar.
     Kısaca söylemek gerekirse fıkıhta tefrit, mükellefin, ibadet ve hukuk alanında anormal, gayrimeşru, kötü, çirkin ve gayri helal kabul edilebilecek biçimde ortanın altı, dengesiz ve aşırı eksik davranması ve düşünmesi durumudur.
     Çalışmamızın bel kemiğini oluşturan fıkıhta ölçülülük kavramını, ilgili diğer terimlerle birlikte ele aldıktan sonra fıkıhta ölçülülüğün teorik (kuramsal, nazari) ve pratik (uygulamalı, amelî) açıdan İslam’ın doğru algılanmasına nasıl katkı sağladığını örneklerle açıklayabiliriz. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) “Rezîlet”, DİA, c. XXXV, Ankara, 2008, s. 46.
2) “Rezîlet”, s. 46.
~~~~ * ~~~~

     II. Fıkıhta Ölçülülüğün İslam’ın Doğru Algılanmasına Teorik Açıdan Katkısı 
     Fıkıhta ölçülülük, bireysel veya toplumsal boyutlarda kimi zaman fıkıh tarihi ve usulüne ilişkin düşünce ve kabullere bağlı olarak İslam’ın doğru algılanmasına teorik açıdan katkı sağlamaktadır.
     1) Fıkıh Tarihi Açısından
     a) Fıkıh mezheplerine bakış tarzı:
     Benimsenen mezhep görüşünün yanlış olduğu ispatlansa dahi körü körüne savunulması anlamındaki taassub (1) (fanaticism) yani bağnazlık ve mensup olduğunun dışındaki mezheplere hayat hakkı tanımama ifrattır. Aksine asırların fıkhi bilgi ve tecrübe birikimi olan mezhepleri yok sayarak doğrudan naslardan hüküm çıkarmaya çalışmak da tefrittir. Bu konuda ölçülülük, tek bir mezhebin metot ve görüşlerine bağlı kalmayıp meseleleri gerektiğinde mezhepler üstü ve delil odaklı bir bakışla mukayeseli olarak ele almaktır. (2)
    Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların bilgiye, tecrübeye ve düşünce özgürlüğüne verdiği önemin ifadesi olarak algılanabilir.

     b) Fıkıh bilginlerine bakış tarzı:
     Fıkıh bilginlerinin aşırı derecede övülmesi (3), tarihsel gerçeklerle uyuşmayan niteleme ve veriler ışığında hak etmedikleri özelliklere sahip olarak gösterilmeleri ifrattır. Çünkü bir şeyin altını çok çizmek bazen o şeyin altını kazımak anlamına gelebilir. Aksine bu bilginlerin sırf gözden düşürmek gibi nedenlerle gereksiz yere eleştirilmeleri, hakikate aykırı bilgi ve beyanlarla karalanmaları da tefrittir. Bu konuda ölçülülük, gerektiğinde bütün fıkıh bilginlerini, doğru ve güvenilir bilgilere dayalı olarak hak ettikleri şekilde ve bilimsel terbiye sınırlarını aşmadan övmek ve eleştirmektir.
     Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların bilim insanlarına, hakikati arama duygusuna ve vefaya verdiği önemin ifadesi olarak algılanabilir.

     c) Zamana bakış tarzı:
     Fıkıh kavram, kural ve uygulamalarının hayata yansıtılmasında tamamen modernist bir bakış açısıyla gelenekten koparak ve ahkâmın değişmesi (4) meselesinde sınır tanımaksızın hareket etmek ifrattır. Aksine bu konuda geleneği vazgeçilmez olarak kabullenip çağını okuyamamak, yeniliğe, güncellenmeye karşı durmak ve ahkâmın değişmesi meselesinde sınırları gereksiz yere daraltmak da bir tefrittir. Bu konuda ölçülülük, gelenek ve çağın gereklerini dengeli bir şekilde değerlendirip mümkün olduğu ölçüde yenilenmenin, değişmenin ve güncellenmenin yollarını açık tutmaktır.
     Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların yeniliğe, geleneğe, değişime ve çağın gereklerini anlamaya verdiği önemin ifadesi olarak algılanacaktır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mustafa Çağrıcı, “Taassup”, DİA, c. XXXIX, Ankara, 2010, s. 285. Fıkıh mezhepleri açısından taassup hakkında geniş bilgi için bk. Hayreddin Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, I-III, Nesil Yayınları, İstanbul, 1988-1992, c. II, ss. 715-721.
2) Hacı Mehmet Günay (ed.), Günümüz Fıkıh Problemleri, 4. basım, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 2013, ss. 18-19.
3) Övgüde aşırı gidilmemesi gerektiğine dair bk. Mustafa Çağrıcı, “Medih”, DİA, c. XXVIII, Ankara, 2003, s. 304.
4) Ahkâmın değişmesi meselesindeki ifrat, tefrit ve mutedil görüşler hakkında bk. Mehmet Erdoğan, İslam Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990, ss. 97-106.
~~~~ * ~~~~

     Evrensel bir hukuk sistemi olan İslam hukukunun, bilimsel değişim ve gelişmelere uyum sağlayamaması düşünülemez. Bu bağlamda İslam hukukçularına önemli görevler düşmektedir. Asırların birikimi birçok değişim ve gelişimin, İslam hukukuna hakkıyla yansıtılamaması ve neticede İslam hukukunun, zamanımızda uygulanması mümkün olmayan ve sadece tarihsel çalışmaların malzemesi olarak görülen bir hukuk sistemi hâline dönüşmesini istemiyorsak, İslam hukukunu zamanın diliyle konuşturmak mecburiyetindeyiz. (1)

     2) Fıkıh Usulü Açısından
     a) Şer’î delillere bakış tarzı:
     Nasları temel olarak ele aldığımızda Kitap ve Sünnet’i delil olarak alıp re’yi ve bunun en önemli unsuru olan kıyası, sahâbî kavlini ve tâbiîn fetvalarını kabul etmemek ifrattır. Aksine sadece Kitap ve re’ye dayanıp Sünnet’i delil kabul etmemek de tefrittir. Bu konuda ölçülülük, Kitap ve Sünnet’in yanı sıra icmâ, kıyas vb. delilleri de belli bir denge ve hiyerarşi gözeterek kabul etmektir. (2)
     Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların naslardan kopmadan akli delilleri de kullandığına, vahiy-akıl dengesini (3) bozmadığına dolayısıyla İslam’ın temellerinin sağlam ve akla uygun olduğuna yönelik olumlu bir algı oluşturabilir.

     b) İctihad ehliyetine bakış tarzı:
     İctihad ehliyetine ilişkin şartları (4) âdeta ictihad kapısının kapanmasına (5) sebep olacak ölçüde ağırlaştırıp müctehid potansiyeli taşıyan insanları ilme küstürmek ifrattır. İctihad ciddiyetini temelinden sarsacak derecede bu şartları gevşetip ulu orta sözde müctehidlerin türemesine sebep olmak da tefrittir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Cemalettin Şen, Bilinç ve Etkisi: İslam Hukukunda Bilincin Hak ve Sorumluluklara Etkisi, Emin Yayınları, Bursa, 2010, ss. 43-44.
2) Ehl-i hadîs (II. (VIII.) yüzyıldan sonra ortaya çıkan ve daha çok hadise ağırlık veren Medine merkezli fıkıh ekolüdür. Salim Öğüt, “Ehl-i hadîs”, DİA, c. X, Ankara, 1994, s. 508. Ehl-i re’y (II. (VIII.) yüzyılda ortaya çıkan Kûfe merkezli fıkıh ekolüdür. M. Esad Kılıçer, “Ehl-i re’y”, DİA, c. X, Ankara, 1994, s. 520. Müfrit ve mutedil ehl-i hadîs ve ve ehl-i re’y hakkında bk. HayreddinKaraman, Başlangıçtan Zamanımıza Kadar İslam Hukuk Tarihi, Nesil Yayınları, İstanbul, 1989, ss. 175-176.
3) Mehmet Erdoğan, Vahiy-Akıl Dengesi Açısından Sünnet, 3. Basım, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, ss. 281-282.
4) Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1975, ss. 175-182; H. Yunus Apaydın, “İctihad”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, ss. 437-439.
5) Karaman, İslam Hukukunda İctihad, ss. 183-203; Apaydın, “İctihad”, ss. 443-445.
~~~~ * ~~~~

     Bu konuda ölçülülük, makul, meşru ve dengeli bir şartlar listesi sunmaktır. (1) Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların bilimsel yeniliklere açık olduğu, İslam’ın her zaman ve zeminde uygulanmaya elverişli olduğu algısını oluşturabilir.

     III. Fıkıhta Ölçülülüğün İslam’ın Doğru Algılanmasına Pratik Açıdan Katkısı
     Fıkıhta ölçülülük, bireysel veya toplumsal boyutlarda kimi zaman ibadet ve hukuka ilişkin kural ve uygulamalara bağlı olarak İslam’ın doğru algılanmasına pratik açıdan katkı sağlamaktadır.

     1) İbadetler Açısından
     a) Namaz:
     İmamın namazı çok yavaş kıldırması veya kıraatte çok uzun bir sure okumak suretiyle uzatması ifrattır. Aksine imamın namazı çok hızlı kıldırması veya bazı sünnetleri göz ardı ederek kısaltması da tefrittir. Bu hususta ölçülülük, imamın namazı sünnete uygun bir şekilde cemaatin durumunu da gözeterek orta bir sürede kıldırmasıdır (2).
     Bu şekildeki ölçülü davranış, insan sevgisi, merhamet, çocuk, hasta, yaşlı vb. özel durumları olan insanların da cemaate teşvik edilmesi gibi güzelliklerin Müslümanlar için ibadet kadar önemli olduğu algısını oluşturabilir.

     b) Oruç:
     Kişinin, dinî, ailevi, toplumsal vb. görevlerini aksatacak şekilde çok oruç tutması ifrattır. Aksine dinî görev kapsamındaki oruçları özürsüz tutmamak da tefrittir. Bu hususta ölçülülük, meşru bir mazereti olmayan mükellefin dinen sorumlu olduğu oruçları tutması fakat savm-ı dehr (3) başta olmak üzere dinî, ailevi, toplumsal vb. işlerini aksatabilecek şekilde çok oruç tutmaktan sakınmasıdır (4).
     Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların aileye ve topluma verdiği değerin algılanmasını sağlayabilir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Benzer ifadeler için bk. Esen, Bilâl, Hanefi Usulcülerinde İctihad Teorisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2012, ss. 116-122.
2) Hz. Peygamber’in (sav) namazını orta uzunlukta tuttuğuna dair bk. Müslim, “Cum’a”, 41. Ta’dîl-i erkân terkibi fıkıh terimi olarak namazın kıyam, rükû ve secde gibi rükünlerini yerli yerinde, acele etmeden ve sükûnet içinde yerine getirmeyi ifade eder. Kahraman, “Ta’dîl-i erkân”, s. 366.
3) Savm-ı dehr yasaklanılan bayram günleri de dâhil olmak üzere tam bir sene boyunca hiç ara vermeden oruç tutmaktır. Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 1998, s. 397. Bu oruca savm-ı ebed de denilmektedir. Vecdi Akyüz, Mukayeseli İbadetler İlmihâli (İslam Fıkhında İbadetler), I-IV, İz yayıncılık, İstanbul, 1995, c. II, s. 392.
4) Hz. Peygamber’in (sav) gündüzleri sürekli oruçlu olan Abdullah b. Amr’ı (ra) uyardığına dair bk. Buhârî, “Savm”, 54. “Sürekli oruç tutan oruç tutmamış olur.” Buhârî, “Savm”, 57.
~~~~ * ~~~~

     c) Zekât:
     Kişinin, kendisini fakirleştirecek ölçüde veya malının tamamını zekât olarak vermesi ifrattır. Aksine kişinin hiç zekât vermemesi veya zekâtını eksik ödemesi de tefrittir. Bu hususta ölçülülük, mükellefin zekâtını meşru ve makul sınırlar içinde dengeli bir oranda vermesidir (1).
     Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların mala, fakirlere, aileye ve toplumsal adalete verdikleri önemin algılanmasını sağlayabilir.

     d) Hac:
     Hac sırasında büyük taşlar atmak ifrattır. Aksine hiç taş atmamak veya meşru olmayan cisimler atmak da tefrittir. Bu hususta ölçülülük, sünnete uygun şekil ve ölçüde taşların atılmasıdır. (2)
    Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların insana verdiği değerin ve merhamet duygusunun algılanmasını sağlayabilir.

     2) Hukuk Açısından
     a) Devletler hukuku:
     İslam devletinin, diğer devletlerle olan dostane ilişkilerini abartarak ülke menfaatlerinin zedelenmesine neden olması ifrattır. Aksine dost ülkelere dahi düşmanca davranmak da tefrittir. Bu hususta ölçülülük, dostluğun da düşmanlığın da kalıcı olmayabileceği ihtimaliyle temkinli hareket etmektir (3).
     Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların diğer ülkelerle dostane ilişkileri esas aldığı fakat menfaatlerini koruma noktasında da daima uyanık olduğu algısını oluşturabilir.

     b) Ceza hukuku:
     Kişinin nefsani arzularına aşırı düşkünlük göstermesi ve bu nedenle zina etmesi ifrattır. Aksine lezzet duyarsızlığı olarak ifade edilen durum ve bunun sonucu olarak helal olan ilişkilerden de kaçınması tefrittir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hz. Peygamber’in (sav) malının tamamını tasadduk veya vasiyet etmeyi yasakladığına dair bk. Buhârî, “Vesâyâ”, 2; Müslim, “Vesâyâ”, 7-8; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 39. “Sadakanın hayırlısı, kişiyi fakir düşürmeyecek olanıdır.” Buhârî, “Zekât”, 18, “Vesâyâ”, 9; .Ebû Dâvûd, “Zekât”, 39.
2) Hz. Peygamber (sav), hac sırasında büyük taşlar atarak diğer insanlara zarar verebilecek kimseleri uyarmış ve bunun dince benimsenmeyen aşırı bir davranış olduğunu belirtmiştir. İbn Mâce, “Menâsik”, 63; Nesâî, “Menâsikü’l-hac”, 217.
3) “Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.” Tirmizî, “Birr ve’s-sıla”, 60. “Düşmanını küçük gören aldanır.” İbn Hibbân, Ravzatü’l-ukalâ ve nüzhetü’l-fuzalâ, Beyrut, 1397/1977, s. 95.
~~~~ * ~~~~

     Bu hususta ölçülülük, helal sınırları içerisinde kalması, kendisine helal olanı haram kabul etmemesidir (1) Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların iffet anlayışının ve aileye verdiği önemin algılanmasını sağlayabilir.

     c) Aile hukuku:
     İddetin bir yıl gibi uzun bir süre olarak esas alınması ifrattır. Aksine kadının hiç iddet beklememesi veya yetersiz bir süre iddet beklemesi de tefrittir. Bu hususta ölçülülük, makul ve meşru bir süre iddet beklemektir (2
      Bu şekildeki ölçülü davranış, Müslümanların aile hayatına, vefa duygusuna ve iffet anlayışına verdiği önemin algılanmasını sağlayabilir.

     Sonuç
     Bu çalışmada öncelikle fıkıh edebiyatına ilave edilebilecek yeni kavramlar olan “fıkıhta ölçülülük”, “fıkıhta ifrat” ve “fıkıhta tefrit” tanımlanmış ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. İslam’ın “doğru algılanması”, “algılanması” meselesinden daha önemlidir. Fıkıhta ölçülülük,
    İslam’ın Müslüman olsun olmasın bütün insanlar tarafından doğru algılanması imkânını sağlar.
     Ölçülülük, kaynak itibariyle ahlaki bir kavramdır. Dolayısıyla fıkıhta ölçülülük, kişinin ahlakını olumlu yönde etkilemesi nedeniyle doğru bir algının oluşmasına katkı sağlar.
     Fıkıhta ölçülülük, bireysel veya toplumsal boyutlarda kimi zaman fıkıh tarihi ve usulüne ilişkin düşünce ve kabullere bağlı olarak İslam’ın doğru algılanmasına teorik açıdan; kimi zaman da ibadet ve hukuka ilişkin kural ve uygulamalara bağlı olarak pratik açıdan katkı sağlamaktadır.
     Fıkıhta ifrat ve tefrit, İslam’ın yanlış algılanmasına yol açar. Bu nedenle bu iki aşırılıktan sakınmak gerekir.
    Fıkıhta ölçülülük, İslam’ın ve Müslümanların bilgi, tecrübe, düşünce özgürlüğü, hakikati arama duygusu, vefa, insan sevgisi, merhamet, aile, toplumsal adalet, dostluk, iffet vb. değerlere bakışının doğru olarak algılanabilmesini temin eder. İslam’ın her zaman ve zeminde herkesçe uygulanabilecek yegâne din oluşu gerçeğinin algılanabilmesi için fıkıhta ölçülülük ilkesinin bireysel ve toplumsal boyutta teorik ve pratik açıdan hayata geçirilmesinin çok büyük katkısı vardır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ahlak kitaplarında “nefsani arzulara aşırı düşkünlük” anlamındaki şehvet gücünün ifratına şereh, Fârâbî’nin “lezzet duyarsızlığı” dediği tefritine humûd, dengeli ve ılımlı işleyişine de iffet denilmiştir. Mustafa Çağrıcı, “İffet”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, s. 506.
2) İslam öncesi Hicaz Arap toplumunda kocası ölen kadın bir yıl süreyle iddet bekler ve yas tutardı. Boşanmış kadınların ise iddet beklemesi ve yas tutması gerekli görülmezdi. Mustafa Baktır, “İhdâd”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, s. 530. İslam hukukuna göre kocası ölen kadın hamile değilse beklemesi gereken süre dört ay on gündür. el-Bakara 2/234. Boşanmış kadınlar hamile değilseler ve hayız da görüyorlarsa Hanefî mezhebine ve Hanbelî mezhebinde ağırlık kazana görüşe göre üç hayız süresince iddet beklerler. bk. Halil İbrahim Acar, “İddet”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, ss. 467-468.
~~~~ * ~~~~

     Kaynaklar
* “İfrat”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, s. 513.
* “Rezîlet”, DİA, c. XXXV, Ankara, 2008, s. 46.
* “Tefrit”, DİA, c. XL, Ankara, 2011, s. 281.
* Acar, Halil İbrahim, “İddet”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, ss. 466-471.
* Akdikmen, Resuhi - Uzbay, Ekrem - Özgüven, Necdet, Langenscheidt Standart Sözlüğü: English - Turkish Turkish - English, I-II (1 mücellette 2 cilt), 4. basım, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1989.
* Akyüz, Vecdi, Mukayeseli İbadetler İlmihâli (İslam Fıkhında İbadetler), I-IV, İz yayıncılık, İstanbul, 1995.
* Apaydın, H. Yunus, “İctihad”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, ss. 432-445.
* Ayverdi, İlhan, Asırlar Boyu Tarihî Seyri İçinde Misâlli Büyük Türkçe Sözlük, I-III, haz. Kerim Can Bayar, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2005.
* Bakırcıoğlu, Rasim, Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Sözlüğü, Anı Yayınları, Ankara, 2012.
* Baktır, Mustafa, “İhdâd”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, ss. 530-532.
* Baymur, Feriha, Genel Psikoloji, 4. basım, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1978.
* Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmûsu, I-VIII, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1985.
* Budak, Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2000.
* Buhârî, Muhammed b. İsmâil, el-Câmi'u's-sahîh, I-VIII, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
* Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, I-XXIV, Milliyet Gazetecilik A.Ş., İstanbul, 1992.
* Cürcânî, Seyyid Şerif, et-Ta'rîfât, nşr. Abdurrahman Umeyre, Âlemü'l-Kütüb, Beyrut, 1407/1987.
* Çağbayır, Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük: Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı, I-V, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2007.
* Çağrıcı, Mustafa – Uludağ, Süleyman, “İstikamet”, DİA, c. XXIII, Ankara, 2001, ss. 348-349.
* (-----), “Adâlet”, DİA, c. I, Ankara, 1988, ss. 341-343.
* (-----), “Cimrilik”, DİA, c. VIII, Ankara, 1993, ss. 4-5.
* (-----), “Da’vet”, DİA, c. IX, Ankara, 1994, ss. 16-19.
* (-----), “Fazilet”, DİA, c. XII, Ankara, 1995, ss. 268-271.
* (-----), “İffet”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000, ss. 506-507.
* (-----), “İtidal”, DİA, c. XXIII, Ankara, 2001, ss. 456-457.
* (-----), “Medih”, DİA, c. XXVIII, Ankara, 2003, ss. 304-305.
* (-----), “Taassup”, DİA, c. XXXIX, Ankara, 2010, ss. 285-286.
* Çelik, İbrahim, “Taaddî”, DİA, c. XXXIX, Ankara, 2010, ss. 283-284.
* Durmuş, İsmail, “Mübalağa”, DİA, c. XXXI, Ankara, 2006, ss. 425-427.
* Ebû Dâvûd es-Sicistânî, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
* el-Mevsû'atü'l-fıkhiyye, I-XLV, Vezâretü'l-Evkâf ve'ş-Şuûni'l-İslâmiyye, Küveyt, 1404/1983-1426/2006.
* Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 1998.
* (-----), İslam Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.
* (-----), Vahiy-Akıl Dengesi Açısından Sünnet, 3. Basım, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009.
* Esen, Bilâl, Hanefi Usulcülerinde İctihad Teorisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2012.
* Günay, Hacı Mehmet (ed.), Günümüz Fıkıh Problemleri, 4. basım, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 2013.
* Hançerlioğlu, Orhan, Ruhbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1988.
* Harman, Ömer Faruk, “Dalâlet”, DİA, c. VIII, Ankara, 1993, ss. 427-428.
* Hökelekli, Hayati, “Duyu”, DİA, c. X, Ankara, 1994, ss. 8-12.
* İbn Hibbân, Ravzatü’l-ukalâ ve nüzhetü’l-fuzalâ, Beyrut, 1397/1977.
* İbn Mâce, es-Sünen, I-II, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
* İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid ve nihâyetü'l-muktesıd, I-II (1 mücellette 2 cilt), Kahraman Yayınları, İstanbul, 1985.
* İlmihâl, I-II, 6. basım, Divantaş, İstanbul, 1999.
* Kahraman, Abdullah, “Ta’dîl-i erkân”, DİA, c. XXXIX, Ankara, 2010, s. 366.
* Kallek, Cengiz, “İsraf”, DİA, c. XXIII, Ankara, 2001, ss. 178-180.
* Karaman, Hayreddin, “Fıkıh”, DİA, c. XIII, Ankara, 1996, ss. 1-14.
* (-----), Başlangıçtan Zamanımıza Kadar İslam Hukuk Tarihi, Nesil Yayınları, İstanbul, 1989.
* (-----), İslam Hukukunda İctihad, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1975.
* (-----), İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, I-III, Nesil Yayınları, İstanbul, 1988-1992.
* Kılıçer, M. Esad, “Ehl-i re’y”, DİA, c. X, Ankara, 1994, ss. 520-524.
* Kutluer, İlhan, “Fesad”, DİA, c. XII, Ankara, 1995, ss. 421-422.
* Mutçalı, Serdar, İngilizce - Türkçe - Arapça Sözlük, Dağarcık Yayınları, İstanbul, 2001.
* Müslim b. Haccâc, el-Câmi'u's-sahîh, I-VIII, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
* Nesâî, es-Sünen, I-VIII, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
* Oxford Ansiklopedik Sözlük: İngilizce-Türkçe, I-IV, yay.y., İstanbul, ts., Sabah'ın hediyesidir.
* Öğüt, Salim, “Ehl-i hadîs”, DİA, c. X, Ankara, 1994, ss. 508-512.
* Rıza Tevfik Bölükbaşı, Kâmûs-ı Felsefe, haz. Recep Alpyağıl, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2015.
* Serahsî, Şemsüleimme, el-Mebsût, I-XXX (15 mücellette 30 cilt), 2. basım, Dârü'lMa'rife, Beyrut, 1406/1986.
* Seyyar, Ali, İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, Değişim Yayınları, İstanbul, 2007.
* Şah Veliyyullah, Hüccetullâhi'l-bâliğa, I-II, nşr. Muhammed Şerîf Sükker, 2. basım, Dâru İhyâi'l-Ulûm, Beyrut, 1413/1992.
* Şâtıbî, İbrâhîm b. Mûsâ, el-Muvâfakât fî usûli'ş-şerî'a, I-IV, nşr. Muhammed Abdullâh Dirâz, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut, ts.
* Şen, Cemalettin, “Şemsüleimme es-Serahsî’nin el-Mebsût Adlı Eserinin Hacmi Üzerine”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXI, sy. 2, Bursa
* Şen, Cemalettin, Bilinç ve Etkisi: İslam Hukukunda Bilincin Hak ve Sorumluluklara Etkisi, Emin Yayınları, Bursa, 2010.
* Tirmizî, el-Câmi'u's-sahîh, I-V, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
* Uludağ, Süleyman, “Aşk”, DİA, c. IV, Ankara, 1991, ss. 11-17.
* Yavuz, Yusuf Şevki, “Gulüv”, DİA, c. XIV, Ankara, 1996, ss. 192-195.
* Zühaylî, Vehbe, el-Fıkhü'l-İslâmî ve edilletüh, I-VIII, 3. basım, Dârü'l-Fikr, Dımaşk, 1409/1989.
 
bus

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...