KÜTÜB-İ SİTTE
HADİS-İ ŞERİFLER
KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
İkinci Bab: Kıyamet Ahvali
Üçüncü Fasıl: HESAP ve KULLAR ARASINDA HÜKMÜN VERİLMESİ
Üçüncü Fasıl: HESAP ve KULLAR ARASINDA HÜKMÜN VERİLMESİ
1.
(5063)- Hz. Ebu Hureyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı [kıyamet (ve hesaplaşmanın olacağı)] gün gelmezden önce, daha burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir."
[Buhârî, Mezalim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyamet 2, (2421).]
[Buhârî, Mezalim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyamet 2, (2421).]
AÇIKLAMA:
Hadis, mü'minleri, mü'min kardeşine karşı haksızlık yapmamaya, şayet yapmış ise helalleşmeye tevşik etmektedir. Bu haksızlık, "ırz"la ifade edilen manevî varlığına karşı olabilir. "Başka bir şey" tabiriyle de "bütün çeşitleriyle mal", "yaralama", hatta "tokat"a varıncaya kadar her şey kastedilmiştir. Nitekim Tirmizî'nin rivayetinde "ırz ve mal nevinden..." denmiştir.
Müslim'de
bu mana bir başka üslubla ifade edilmiştir:
"Ümmetimden müflis olan o kimsedir
ki: Kıyamet günü namazı, orucu ve zekatı olduğu halde gelir. Ancak birine
küfretmiş, diğerinin kanını dökmüş, bir diğerinin de malını yemiştir.
Hasenatı, buna, öbürüne, diğerine dağıtılır. Üzerindeki borçlar bitmeden
hasenatı tükenmişse öbürlerinin günahlarından alınır, üzerine yüklenir ve
böylece ateşe atılır."
Bu
hadis, "Bir günahkârın günahı diğerine yüklenmez" (En'am 164) ayetine
muhalif düşmez. Zira bu kimse, kendi fiili ve zulmü sebebiyle
cezalandırılmıştır. Çünkü hasenatı, Allah'ın kullar hakkındaki adaleti
gereği, seyyiati mukabilinde alınmıştır.
Humeydî,
Kitabu'l-Muvazene'de demiştir ki: "İnsanlar üç kısımdır:
*
Hasenatı seyyiatına üstün gelenler.
*
Seyyiatı, hasenatına üstün gelenler.
*
Hasenatı ve seyyiatı müsavi olanlar.
Birinciler,
Kur'an'ın nassı ile kurtuluşa ereceklerdir. İkinciler, sevabından fazla olan
günahı sebebiyle, nefhadan (İsrafil' in sûra üflemesinden) ateşten çıkanların
sonuncusuna kadar, şerrinin azlığı çokluğu nisbetinde azab
edilecektir. Üçüncüler, a'raftakilerdir (A'raf cennet ve cehennem arası bir
yer)."
Bu görüşü bazı alimler: "Allah'ın azab etmeyi murad ettikleri" diye kayıtlaması, keza üçüncü kısım için de: "Üç görüşten en kuvvetli olanı" diye tasrih etmesi gerekirdi diye tenkit etmişlerdir.
Bu görüşü bazı alimler: "Allah'ın azab etmeyi murad ettikleri" diye kayıtlaması, keza üçüncü kısım için de: "Üç görüşten en kuvvetli olanı" diye tasrih etmesi gerekirdi diye tenkit etmişlerdir.
Ayrıca
Humeydî, "Seyyiatı hasenatına galebe çalanlar da iki kısımdır:
"Azab çekip, şefaatle ateşten kurtulanlar, günahı affedilip, hiç
azab çekmeyenler" demiştir.
2.
(5064)- Yine Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü hak sahiplerine
haklarını mutlaka eda edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için,
boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip
kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak."
(Ebu Hureyre) der ki: "Biz şunu da
işitirdik: "Kıyamet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki:
"Sen beni hata ve münker işlerken görüyordun, fakat ondan men
etmiyordun!"
[Müslim,
Birr 6, (2582); Tirmizî, Kıyamet 2, (2422).] "Boynuzlu koyun..."
tabirinden gerisi Rezin'in ziyadesidir.
AÇIKLAMA:
Nevevî,
hadisi açıklama sadedinde der ki: "Bu hadis, hayvanların da kıyamet günü
haşredileceği ve tıpkı teklif ehli insanların, çocukların, delilerin ve kendilerine tebliğ ulaşmayanların iadesi (yeniden diriltilmesi)
gibi, onların da iade edileceği hususunda bir açıklamadır. Bu hususta Kur'an ve
sünnette deliller mevcuttur. Ayet-i kerimede Rabb Teala şöyle buyurmuştur:
"Vahşi hayvanlar haşredildiği zaman" (Tekvir 5). Ayet ve hadiste gelen bir kelimenin zahirini esas almaya aklî veya şer'î bir mani yoksa
onu zahirine hamletmek vacib olur. Alimler derler ki: "Kıyamet günü,
yeniden diriltilme ve haşredilmek için mücazat, mükafaat veya sevab şart
değildir. Boynuzlu keçinin kabış keçi için kısas olması, teklif kısası değil,
mukabele kısasıdır."
3.
(5065)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Ahirette
kimin hesabı münakaşa edilirse, azaba maruz kalacak demektir!"
buyurmuşlardı. Ben: "Nasıl olur? Allah Teala hazretleri (mealen): "O vakit kimin kitabı
sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhasebe edilecek ve ehline sevinçli
olarak dönecek" (İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap münakaşası değil mi)?" dedim.
"Hayır!
buyurdular, bu (münakaşa değil) arzdır. Kıyamet günü hesaba çekilen
herkes mutlaka helak olmuş demektir!"
[Buharî,
İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak 49; Müslim, Cennet 80, (2876); Ebu Davud,
Cenaiz 3, (3093); Tirmizî, Kıyamet 6, (2428).]
AÇIKLAMA:
Burada
geçen "münakaşatü'l hesab" tabiri, hesabın tahkik ve tedkikini ifade eder.
Zemahşerî, Faik'te "hesap münakaşası"nı "hesapta zorluk
çıkarmak, az çok hepsini ortaya dökmek, sayıya dahil etmek" şeklinde
açıklar. Kişinin helak olması, burada "yapılan ince hesap sonucu, fazla
gelen günahları sebebiyle azab çekmesi"dir.
Resulullah'ın
arz diye ifade buyurduğu ayet-i kerime, inceden inceye yapılan bir hesabın
sonucunu bildirmemiş olmakta, amelin arzını ifade etmektedir. Tîbî der ki:
"Hadiste geçen "bu arzdır" ifadesinin manası şudur: "Ayette
mezkur olan hesap, kulun eksikliklerine rağmen Allah'ın dünyadaki lütfunu
ve bu eksikliklerin ahiretteki affını bilmesi için mü'minin amellerinin bir
arzıdır."
Resulullah,
bu hadislerinde "hiçbir kimsenin ameliyle cennete gidemeyeceğini"
ifade ettiğine göre, ebedî cennet, insanların dünyada yaptıkları amellerin
neticesi değildir. Şu halde inceden inceye, amellerimiz üzerine yapılacak
hesabın sonucu olarak cennete gitmek mevzubahis olamaz. Cennet, lutf-u İlahînin
neticesidir. Allah'ın lütfu tecelli edenlerin kitapları sağından
verilmiş olacaktır. Şüphesiz ki, İlahî rahmetin tecellisinde amel defterinin
muhtevası müessirdir.
4.
(5066)- Hureys İbnu Kabîsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Medine' ye geldim
ve: "Ey Allah'ım! Bana salih bir arkadaş nasib et!" diye dua ettim.
Derken Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'nin yanına oturdum. Kendisine: "Ben,
Allah'a bana salih bir arkadaş nasip etmesi için dua ettim. Bana, Resulullah'tan
işittiğin bir hadis söyle! Olur ki Allah Teala hazretleri ondan faydalanmamı
nasib eder!" dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Ben, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"Kıyamet günü, kişi amelleri
arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi
demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik
çıkarsa Rab Teala hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış)
nafilesi var mı?" buyurur. Böylece, farzın eksikleri nafile
(namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer amelleri
hesaptan geçirilir."
[Tirmizî,
Salat 305, (413); Nesâî, Salat 9, (1232).]
AÇIKLAMA:
1-
Hadis, kişinin Allah'a karşı borçları arasında en mühiminin namaz
olduğunu ifade etmektedir. Bu hadis, insanlar arasında kıyamet günü hesabı
görülecek ilk şeyin kan olacağı hususunda hadise ters düşmez. Çünkü bu ikinci
hadis, insanlar arasındaki hukuktan; öbürü ise Allah'a karşı olan hukuktan
bahsetmektedir. Alimler bu iki hukuktan hangisi öncelik kazanır? sorusu
üzerinde de durmuş ve önceliğin Allah'a karşı olan hukuk olduğunu belirtmiştir.
Deliller bunu göstermektedir.
2-
Hadis, hesap sırasında farzlarda çıkacak eksikliklerin, kulun sünnet ve nafile
nevinden kılmış bulunduğu namazlarla tamamlanacağını, onların da hesaba
gireceğini belirtiyor, yeter ki kişinin amel defterinde bu neviden ibadetler
yapılmış olsun.
3-
Farzdaki eksiklik nedir? sorusu farklı ihtimaller getirmiştir;
* Bir ihtimale göre, bununla farz namazların miktarca noksanlığı değil,farz namazlarda yerine getirilmesi gereken huşu, zikirler, dualar gibi farz sevabını artıran bazı sünnetler ve meşru heyetlerin noksanlığı kastedilmiş olabilir. Bu duruma göre, kişi bu sünnetleri farzda ihmal etmiş ve fakat tatavvu (nafile) namazlarda yerine getirmişse, burada oraya aktarma suretiyle oradaki eksiklik tamamlanılacak demektir.
* Keza, "Bu ifade ile, farz namazların farzları ve şartlarında ortaya çıkacak eksikliklerin kastedilmiş olması da muhtemeldir" denmiştir.
* Keza, "Bizzat farz namazlarının terki ile hasıl olan eksikliğin sünnetlerle telafi edileceği de kastedilmiş olabilir" denmiştir.
Öyleyse, hadiste, diğer farzlarda bu muhtevada yapılacak eksiklikler, nafilelerle ikmal edilecektir. Cenab-ı Hak vaadedince o yerine mutlaka gelir. Resul-i Ekrem'i de, O'nun namına haber verir. Kizbten, mübalağa ve mücazefeden uzak konuşur.
* Bir ihtimale göre, bununla farz namazların miktarca noksanlığı değil,farz namazlarda yerine getirilmesi gereken huşu, zikirler, dualar gibi farz sevabını artıran bazı sünnetler ve meşru heyetlerin noksanlığı kastedilmiş olabilir. Bu duruma göre, kişi bu sünnetleri farzda ihmal etmiş ve fakat tatavvu (nafile) namazlarda yerine getirmişse, burada oraya aktarma suretiyle oradaki eksiklik tamamlanılacak demektir.
* Keza, "Bu ifade ile, farz namazların farzları ve şartlarında ortaya çıkacak eksikliklerin kastedilmiş olması da muhtemeldir" denmiştir.
* Keza, "Bizzat farz namazlarının terki ile hasıl olan eksikliğin sünnetlerle telafi edileceği de kastedilmiş olabilir" denmiştir.
Öyleyse, hadiste, diğer farzlarda bu muhtevada yapılacak eksiklikler, nafilelerle ikmal edilecektir. Cenab-ı Hak vaadedince o yerine mutlaka gelir. Resul-i Ekrem'i de, O'nun namına haber verir. Kizbten, mübalağa ve mücazefeden uzak konuşur.
5.
(5067)- Yahya İbnu Said rahimehullah anlatıyor:
"Bana
ulaştığına göre, (kıyamet günü), kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer
namazı kabul edilirse, geri kalan amellerine bakılır. Eğer namazı kabul
edilmezse diğer amellerinin hiçbirine bakılmaz."
[Muvatta,
Kasru's-Salat 89, (1, 173).]
AÇIKLAMA
için önceki hadisin açıklamasına bakılsın.
6.
(5068)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet
günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır."
[Buhârî,
Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasame 28, (1678); Tirmizî, Diyat 8, (1396); Nesâî,
Tahrim 2, (7, 83).]
AÇIKLAMA:
Bu
hadis, insanlarla ilgili hukukta ilk hesaba çekilecek meselenin
"kan"la ilgili meseleler olduğunu ifade etmektedir. Bir önceki
hadiste ise, ilk hesabın namazla ilgili olduğu belirtilmiştir. Zahirde bir
zıtlık görülür ise de, aslında yoktur. Çünkü biri Allah hakkına ait meselelerde
ilkle; diğeri ise kul hakkına ait meselelerde ilkle ilgilidir. Nitekim Nesâi'de
gelen bir rivayet ikisini birlikte zikretmektedir: "Kulun ilk hesaba çekileceği şey
namazdır. İnsanlar arasında (cereyan edenlerden) ilk hesabı yapılacak şey de,
kandır."
İbnu
Hacer: "En mühim olanla başlamak, prensip olması sebebiyle, bu hadis,
kan meselesinin ehemmiyetini nazarlarımıza arz ediyor der. Bazı
alimler: "Kaza (hüküm) insanlara hastır, hayvanlarla ilgili olarak
kaza yoktur" demiş ise de, İbnu Hacer, "Bunun hatalı olduğunu,
hadisin insanlar arasındaki kazanın önceliğinden bahsettiğini; bu ifadede,
mesela insanlar arasındaki hükümden sonra hayvanlar arasında da hüküm
olacağının nefy edilmediğini" belirtir.
Yeri gelmişken kanın ehemmiyetini ifade eden bir başka hadis daha kaydetmek isteriz: "Dünyanın zevali, Allah indinde mü'min bir kulun (haksız yere) öldürülmesinden daha hafif kalır" veya "Mü'minin katli Allah indinde dünyanın zevalinden daha büyük (bir cürüm)dür." Dünyanın zevalinde, pek çok mü'minin helaki de bulunması sebebiyle hadisin ifadesinde müşkillik bulunduğu ifade edilmiş ise de, daha önce de açıklandığı üzere, burada "Allah nazarında" tabiri meseleyi halleder: Hadislerde Allah nazarında sinek kadar değeri olmadığı belirtilen dünya, ehl-i hevanın dünyasıdır, dünyanın isyanlarla, cinayetler ve haksızlıklarla dolu olan yönüdür, nefs-i emmareleri tatmin eden yönüdür. Bu yönüyle dünyanın Allah nazarında sinek kanadı kadar değeri yoktur. Öyleyse hadiste, Cenab-ı Hakk'ın esmasının tecelligâhı veya abid kullarının ibadet edip, ahiret için ekim yaptıkları dünya maksud değildir.
Yeri gelmişken kanın ehemmiyetini ifade eden bir başka hadis daha kaydetmek isteriz: "Dünyanın zevali, Allah indinde mü'min bir kulun (haksız yere) öldürülmesinden daha hafif kalır" veya "Mü'minin katli Allah indinde dünyanın zevalinden daha büyük (bir cürüm)dür." Dünyanın zevalinde, pek çok mü'minin helaki de bulunması sebebiyle hadisin ifadesinde müşkillik bulunduğu ifade edilmiş ise de, daha önce de açıklandığı üzere, burada "Allah nazarında" tabiri meseleyi halleder: Hadislerde Allah nazarında sinek kadar değeri olmadığı belirtilen dünya, ehl-i hevanın dünyasıdır, dünyanın isyanlarla, cinayetler ve haksızlıklarla dolu olan yönüdür, nefs-i emmareleri tatmin eden yönüdür. Bu yönüyle dünyanın Allah nazarında sinek kanadı kadar değeri yoktur. Öyleyse hadiste, Cenab-ı Hakk'ın esmasının tecelligâhı veya abid kullarının ibadet edip, ahiret için ekim yaptıkları dünya maksud değildir.
7.
(5069)- Ebu Berze (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet
günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları [Rabbinin huzurundan]
ayrılamaz:
* Ömrünü nerede harcadığından,
* Ne amelde bulunduğundan,
* Malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından,
* Vücudunu nerede çürüttüğünden."
* Ömrünü nerede harcadığından,
* Ne amelde bulunduğundan,
* Malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından,
* Vücudunu nerede çürüttüğünden."
[Tirmizî,
Kıyamet 1, (2419).]
AÇIKLAMA:
1-
Bu hadis, başka tariklerden de gelmiştir. Yine Tirmizî'de gelen bir başka
veçhine göre "Kişiye beş şey sorulacaktır: "Ömrünü nerede tüketti,
gençliğini nerede çürüttü, malını nerede kazandı, nereye harcadığı bildiği ile
ne derece amel etti?" Bu rivayette, gençliğin ayrıca mevzu bahis edilmesi,
insan hayatı içerisinde onun ayrı bir ehemmiyet taşıdığını ifade eder.
Ehemmiyetlidir, çünkü ibadet vs.yi yapmada güç-kuvvet bulunan bir
devredir. Bu devrede yapılan ibadetler daha kıymetlidir.
2-
Yine Tirmizî'nin bir hadisi, kişinin Allah huzurunda tek başına hesap
vereceğini daha açık olarak ifade eder: "Sizden her birinize mutlaka, arada
herhangi bir tercüman bulunmadan Rabbisi, kıyamet günü konuşacaktır. Kişi
sağına bakacak, hayatta göndermiş olduğu (salih) amelden başka bir şey
göremeyecek. Sonra soluna bakacak, yine dünyada iken gönderdiği (kötü)
amelden başka bir şey görmeyecek. Sonra karşısına bakacak, ateşin kendisini
beklediğini görecek." Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu noktada
şu tavsiyede bulunur: "Sizden her kim kendini ateşe karşı, bir yarım
hurmayla da olsun, koruyabilirse onu yapsın."
8.
(5070)- Ebu Saîd ve Ebu Hureyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyorlar:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet
günü kul (hesap vermek üzere huzur-u İlahîye) getirilir. Allah Teala
hazretleri: "Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana
hayvanları ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan
istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, benimle bugünkü şu
karşılaşmanı hiç düşündün mü?" diye soracak.
Kul da: "Hayır" diyecek.
Allah Teala hazretleri: "Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada) beni unuttuğun gibi!" buyuracak."
Kul da: "Hayır" diyecek.
Allah Teala hazretleri: "Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada) beni unuttuğun gibi!" buyuracak."
[Tirmizî,
Kıyamet 7, (2430).]
AÇIKLAMA:
Hadis,
sayılan nimetlere mazhar olan bir kimsenin, nimetlere şükürle mukabele etmemesi
halinde kıyamet günü, Cenab-ı Hakk'ın da onu nisyana (unutulmaya) mahkum
edeceğini bildirmektedir. Allah'ın kulu unutması, onu azaba terketmesi,
rahmetini tecelli ettirerek, azabtan kurtarmaması demektir.
9.
(5071)- Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"(Ashab,
Resulullah'a): "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek
miyiz?" diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bulutsuz bir günde,
öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye
sordu.
Ashab:
"Hayır!" deyince:
"Bulutsuz
(dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar
sordu.
Ashab
yine: "Hayır!" deyince:
"Nefsim
yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda
da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip
kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb
Teala: "Ey filan! Ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana
zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik
yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim mi?" diye soracak.
Kul:
"Evet ey Rabbim!" diyecek.
Rab
Teala: "Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?" diyecek.
Kul bu soruya: "Hayır!" karşılığını verecek.
Kul bu soruya: "Hayır!" karşılığını verecek.
Rab
Teala da: "Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen
beni unuttuğun gibi!" diyecek. Sonra ikinci kul Allah'ın karşısına
çıkar. Rab Teala ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de birinciye söylediklerinin
aynısını söyler.
Kul:
"Evet! ey Rabbim!" der.
Rab
Teala da: "Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?"
diye sorar.
Kul:
"Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım,
oruç tuttum, sadaka verdim!" der ve elinden geldiğince (Hak Teala hakkında)
hayır senada bulunur.
Rab
Teala: "Bu hususta lehine şehadet edecek biri var mı?" diye soracak.
Kul:
"Hayır, yok!" diyecek.
Rab
Teala: "Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!" der.
Kul
kendi kendine: "Benim aleyhime şahidlik yapacak da kim?" diye
içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: "Haydi konuş!"
denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun
kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, Allah'ın gadabına uğrayan
münafıktır."
[Müslim,
Zühd 16, (2968).]
10.
(5072)- İbnu'l-Müseyyeb, Atâ İbnu Zeyd el-Leysî, Ebu Hureyre (radıyallahu
anh)'den naklen anlatıyor:
"İnsanlar
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü
Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. O da: "Siz bulutsuz dolunay
gecesinde ayı görmekten şüpheye düşer misiniz?" diye sordu. Onlar;
"Hayır!
Ey Allah'ın Resulü!" diye cevap verdiler.
Aleyhissalâtu
vesselâm: "Bulutsuz bir günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?"
diye tekrar sordu.
Ashab
yine: "Hayır!" cevabını verdiler. Bunun üzerine:
"Şunu
bilin ki, siz Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyamet günü, insanlar
haşrolunurlar. (Rab Teala): "Kim (Benden başka) bir şeye tapıyor idiyse
ona tabi olsun!" buyurur. Onlardan bir kısmı güneşe, bir kısmı aya, bir
kısmı da putlara tabi olurlar. Orada, münafıklarıyla birlikte bu ümmet
kalır. Allah onlara [tanımadıkları bir surette] yaklaşır.
"Ben
sizin Rabbinizim!" buyurur. Oradakiler: "[Senden Allah'a sığınırız].
Biz, Rabbimiz bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz gelince biz onu
tanırız!" derler. Derken Rableri [onların tanıyacağı surette] gelir.
"Ben Rabbinizim!" der. Onlar da:
"Sen
Rabbimizsin!" derler. Rab Teala onları (cennete) davet eder. Cehennemin
üzerine sırat kurulur. Peygamberler arasında, ümmetiyle sırattan ilk geçen ben
olurum. O gün peygamberler dışında kimse konuşmaz. Peygamberlerin o günkü
kelamı da:
"Allahümme
sellim, Allahümme sellim (Ey Rabimiz selamet ver, ey Rabbimiz selamet
ver!" olacak. Cehennemde, deve dikeninin (20) dikenleri gibi kancalar var.
______________
[(20) Sa'dân: Develerin
otladığı kırlarda biten dikenli bir bitkidir. Bitkinin her tarafından dikenler
çıkar (Ahterî). Halkımız bu bitkiye deve dikeni der.]
Deve
dikeninin dikenlerini gördünüz mü?" diye sordu.
Ashab:
"Evet!" deyince Aleyhissalâtu vesselâm devam etti:
"İşte
o kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri gibidir. Ancak, onların
büyüklüğü ne kadardır, Allah'tan başka kimse bilmez. İnsanları (kötü) amelleri
sebebiyle kapar. İnsanların bir kısmı (kötü) ameli sebebiyle helak olur. Bir
kısmı da ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur. Allah, ateş ehlinden kurtarmak
istediklerine rahmet etmeyi irade edince, ateş ehlinden Allah'a ibadet etmiş
olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere emreder. Melekler bu kimseleri,
secde izleriyle tanırlar. Çünkü Allah Teala hazretleri secde mahallinin
yakılmasını ateşe haram etmiştir.
Onlar
böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine
hayat suyu dökülür. Selin getirdiği milli topraktan habbelerin (filiz açıp)
bitmesi gibi, suyun değdiği yerler yeniden bitecek.
Rab
Teala, sonra, kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak. Derken cennetle cehennem
arasında bir kul kalacak. Bu, cennete girmede cehennemliklerin sonuncusudur.
Yüzü cehenneme doğru ilerlerken: "Ey Rabbim! Yüzümü ateş tarafından çevir!
Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu" diye yalvaracak. Allah
Teala'ya, kendisine dua etmesini dilediği kadar duada bulunacak. Sonra Allah
Teala hazretleri:
"Ben
bu istediğini versem, bundan başkasını da ister misin?" diye soracak.
Adam: "İzzet ve celaline yemin olsun hayır! Bundan başkasını
istemem!" diyecek ve istemeyeceği hususunda Allah'a ahd u mîsakta
bulunacak. (Allah), bunun üzerine yüzünü ateşten çevirecek. Adam yüzüyle
cennete yönelince ve onun güzelliğini görünce, Allah'ın dilediği bir
müddet susacak. Sonra (dayanamayıp): "Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına
yaklaştır!" diyecek. Allah Teala hazretleri:
"Sen bana istemiş olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına dair ahd-u mîsakta bulunmadın mı? Ey ademoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Mahlukatın en bedbahtı ben olmayayım!" diyecek.
Rab Teala: "Sana bu istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek misin?" der.
Adam: "Hayır! İzzetine ve celaline yemin olsun hayır! Başka bir şey istemeyeceğim!" diyecek. Rabbi de onu mâzur addedecek. Çünkü o, sabr edilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd-u misakta bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp onun güzelliğini ve içindeki taravet ve süruru görünce, Allah'ın dilediği kadar sesini keser. (Fakat daha fazla dayanamayıp atılır):
"Ey Rabbim! Beni cennete koy!" der.
Rab Teala: "Ey ademoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin! Sana verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana ahd-u mîsak vermedin mi?" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Beni mahlukatın en bedbahtı yapma!" diyecek.
Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete girmesi için izin verecek ve
"Sen bana istemiş olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına dair ahd-u mîsakta bulunmadın mı? Ey ademoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Mahlukatın en bedbahtı ben olmayayım!" diyecek.
Rab Teala: "Sana bu istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek misin?" der.
Adam: "Hayır! İzzetine ve celaline yemin olsun hayır! Başka bir şey istemeyeceğim!" diyecek. Rabbi de onu mâzur addedecek. Çünkü o, sabr edilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd-u misakta bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp onun güzelliğini ve içindeki taravet ve süruru görünce, Allah'ın dilediği kadar sesini keser. (Fakat daha fazla dayanamayıp atılır):
"Ey Rabbim! Beni cennete koy!" der.
Rab Teala: "Ey ademoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin! Sana verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana ahd-u mîsak vermedin mi?" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Beni mahlukatın en bedbahtı yapma!" diyecek.
Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete girmesi için izin verecek ve
"Dile (ne
dilersen!)" diyecek. Adam dileyecek. Öyle ki, hiçbir arzusu kalmayacak.
Allah yine de: "Şunları şunları da iste!" deyip, istemesi
gereken şeyleri zikredecek. Böylece istenecek şeyler bitince Allah Teala
hazretleri: "Bütün bunlar, bir
misliyle sana verilmiştir!" buyuracak."
Ebu
Saîd der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bütün bunlar,
on misliyle birlikte sana verilmiştir!" dediğini işittim."
[Buhârî,
Rikak 52, Ezan 129, Tevhid 24; Müslim, İman 299, (182); Tirmizî, Cennet 20,
(2560).]
AÇIKLAMA:
Hesap gününün çeşitli ahvalini gözlerimizin önüne
seren bu hadisten İslam alimleri birçok fevaid çıkarmışlardır. Mühimlerini
kaydediyoruz:
* Kişinin, hakikatı
anlaşılmayan şeylere muhatap olması caizdir.
* Bu çeşit
meselelerin, kişinin anlayacağı bir üslubla ifade edilmesi de caizdir.
* Ahiret umuru,
dünyadakilere sadece ismen benzer, hakikatleri ayrıdır.
* Kula teklif,
cennet veya cehennemde kesin olarak yerini almadıkça devam etmektedir. Ancak
Mevkıf'ta emre uymak iradî değil, ızdırârîdir.
* İmanın fazileti
ifade edilmiştir. Çünkü, münafık, zahirî olarak bile imanı takınmış olduğu
halde onun hürmeti, imanın verdiği nur sönünceye kadar devam etmiştir.
* Sırat köprüsü,
incelik ve keskinliğe rağmen Hz. Adem'den kıyamete kadar gelen bütün
yaratılanları istiab edecek genişliktedir.
*
Ateş, büyüklüğüne ve şiddetine rağmen yakması emredilen hududu taşmamaktadır.
* İnsanoğlu cürmünün küçüklüğüne rağmen muhalefetten geri
kalmıyor.
*
Duanın fazileti ifade edilmekte, kişi zahirde liyakatli gözükmese bile,
duasının kabul edileceğine kuvvetli bir ümit verilmektedir. Çünkü Allah'ın
rahmeti pek geniştir.
* "Şefaat sadece günahkâr olanlar için vardır"
diye hükmederek, başkalarının şefaat talep etmeyeceğini iddia edenlerin hilafına,
şefaat talep etmenin caiz olduğu gözükmektedir. Nitekim bazı açıklamalarda
sabit olduğu üzere:
**
Sorgusuz sualsiz cennete girebilmek için de şefaatçi talebine gerek vardır.
** Kusurlu olduğunu itiraf eden akıl sahibi herkes, kusurlarının affını talep
etmeye muhtaçtır. Acaba kemal iddia eden mü'min çıkar mı? Çıksa, bu noksan
sahibi olmanın delili olmaz mı?
**
Keza hiçbir kimse amelinin makbul olduğundan emin olamaz. Öyleyse sahib-i amel
de amelinin kabul edilmesi için şefaate muhtaçtır. Öyleyse "Günahkâr
olmayanlara şefaat talep etmesi gerekmez" diyen kimse için Allah'tan
mağfiret ve rahmet de istenmemesi gerekir. Bu ise Resulullah ve
seleften gelen duaların mahiyetine ters düşen bir durumdur. Zira herkes
Allah'tan rahmet ve mağfiret talep etmiştir.
*
Ahirette Allah'ı görmek kesindir. Ancak bunun mahiyetini Allah bilir, insanlar
idrak edemez. Allah'ı görmek mü'minlere hastır. Münafıklar ve Ehl-i Kitap
bundan mahrumdur.
*
Bu ümmetten bir cemaat, ateşte azap çektikten sonra, şefaat ve rahmete mazhar
olarak oradan çıkacaklardır. Bu hususta başka deliller de mevcuttur.
*
Muvahhid olanların ta'zibi, mertebelerine göre farklı olacaktır. Bir kısmı
ayaklarına kadar, bir kısmı bacaklarına kadar azaba maruz kalacaktır.
* Secde mahallerini ateş yakmayacaktır. Bunlar ölecekler,
azapları da, yakılmaları ve cennete girmekten mahrum kalmaları suretiyle
olacaktır. Kâfirler ise azabı tatmak için, ölmeyecekler; istirahat verecek bir
hayat da yaşamayacaklar. Ebu Hureyre (ra.)’ın bir rivayetinde bu hususta şu
tasrih mevcuttur: "Mü'minler ateşe girince ölürler. Allah onları ateşten
çıkarmak istedi mi, o saatte azap elemini değdirir."
*
Hadiste, insan fıtratında mevcut olan tamahkârlık kuvvesi ve matlubunu tahsilde
başvurduğu hilesi de gözükmektedir: "Önce ateşten uzaklaştırılmayı,
böylece cennet ehliyle az bir irtibat kurmayı talep eder, sonra onlara
yaklaşmayı." Hatta bir rivayette ağaç ağaç yaklaşma, sonra girme talep
ettiği belirtilmiştir. Şu halde bu durum, insanı hayvanlardan üstün kılan
fikir, akıl gibi vasıfların "yeniden dirilme"den sonra tekrar insana
geri geleceğini ifade eder.
11. (5073)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü insanlar üç kere Allah'a arzedilirler:
İlk iki arzedilmede cidal ve özür beyanı vardır. Ama üçüncü arzedilme
esnasında ellerde sahifeler uçuşur, kimisi sağ eliyle, kimisi de sol eliyle
alır."
[Tirmizî, Kıyamet 5, (2427).]
AÇIKLAMA:
1- Kâri'nin açıklamasına göre, insanlar birinci arz sırasında
kendilerini müdafaa edecekler: "Bize peygamber gelmedi" diye Allah'a
karşı vaziyet alacaklar.
İkinci arzda ise: gerçekleri itiraf edecekler. Ancak, "Bu
günahları sehven, hataen ve cehaletle yaptım, kastım yoktu..." gibi
özürleri ileri sürecekler.
Üçüncü arzda ise: herkesin amel defteri ortaya çıkarılacak,
saklamaya te'vile imkan kalmayacak. Defterini sağ elinde tutanlar saadet
ehlidir, sol elinde tutanlar ise şekavet ehlidir.
2- Tirmizî, hadisin bir veçhiyle zayıf olduğunu belirtir.
Ancak rivayet daha makbul vecihlerden de gelmiştir.
12.
(5074)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Bir adam bana:
"(Kıyamet günü Allah'ın kişiye hususi) hitabı hakkında ne işittin?"
diye sordu. Şu cevabı verdim:
"Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın: "Mü'min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun) üzerine
himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: "Şu şu
günahlarını biliyor musun?"
Mü'min
kul, iki kere: "Evet
ey Rabbim, biliyorum!" der.
Rab Teala da: "Dünyada iken bunları örterek
seni teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!" buyurur.
Sonra ona hasenat defteri verilir. Amma, kâfirlere ve münafıklara gelince,
bunlarla ilgili olarak, bütün mahlukatın huzurunda: "Bunlar
Allah namına yalan söylemişler (böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır).
Haberiniz olsun! Allah'ın laneti zalimleredir" diye nida
olunur" dediğini işittim."
[Buharî, Mezalim 2,
Tefsir, Hud 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, (2768).]
AÇIKLAMA:
1- Daha önce de temas edildiği gibi (5069-5070) her kul Allah'ın
karşısına çıkarılıp, birer birer hesaptan geçirilecektir. Bu
muhasebede Allah mü'min kuluna bir rahmet olarak hususi şekilde hitap edecek,
kusurlarını, başkaları duymayacak şekilde sayıp dökecektir. İşte bu hitap necva
kelimesiyle ifade edilmiştir. Necva, fısıldamak, başbaşa konuşmak, gizli
konuşmak gibi manalara gelir. Kirmanî: "Bu hitaba necva denmesi, kâfire
olan hitabın aleni olması sebebiyledir" der.
2-
Hadiste, kişinin gizli yaptığı günahları başkasına açmamasına bir telmih
mevcuttur. Çünkü, Cenab-ı Hak dünyada gizli kalan günahları kıyamet günü
affettiğini ifade etmektedir. Bu ifadenin manayı muhalifinden,
alenî yapılan veya aleniyet kazanan günahların affı hususunda
garanti olmadığı manası çıkar. Şarihler
bu sadedde gelen hadislere dayanarak, kıyamet günü âsi mü'minlerin iki
kısım teşkil edeceğini söylemişlerdir.
Birinci kısım: Günahı kendisi ile Rabbi arasında kalanlar. İbnu Ömer
hadisi, bunların da iki kısma ayrıldığını ifade eder:
*
Günahı dünyada örtülenler, Allah kıyamet günü bu günahları onlara karşı
örtecektir.
* Günahları aşikâr olanlar. Hadis bunların kıyamet günü öncekilerin
hilafına muamele göreceğini ifade eder.
İkinci kısım: Günahı kendisi ile kullar arasında olanlar. Bunlar da iki
kısımdır:
* Günahları, sevaplarına galebe çalanlar: Bunlar ateşe girerler, şefaatle
tekrar çıkarlar.
* Günah ve sevapları eşit olanlar: Bunlar da aralarında kısaslaşmadan
cennete giremezler.
13.
(5075)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Bir
adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Benim kölelerim var, bana yalan
söylüyorlar ve bana ihanet ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben de onlara
şetmediyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden (Allah yanında) durumum ne
olacak?" diye sordu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kıyamet günü onlar; sana olan ihanetleri,
isyanları ve yalanları sebebiyle muhasebe olacaktır. Senin onlara verdiğin ceza
ise, eğer cezan onların günahları nisbetinde ise, başa baştır. Ne lehine ne de
aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından az ise bu senin için
bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından çok olursa, bu
fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır" buyurdular.
Bunun
üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine
Aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki:
"Sen Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor!) (Mealen):
"Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse
hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile
olsa, onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da biz yeteriz"
(Enbiya 47).
Adam
tekrar; "Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Resulü! Ben hem kendim ve hem de
onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şahid
kılıyorum, hepsi hürdür, (azat ettim)" dedi."
[Tirmizî,
Tefsir, Enbiya, (3163).]
14.
(5076)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (bir gün) güldüler ve "Neye
güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular.
Biz: "Allah ve
Resulü daha iyi bilir!" dedik.
"Kulun Rabbine olan hitabından!" buyurdular ve şöyle devam ettiler;
"Kul şöyle der: "Ey Rabbim, sen beni
zulümden korumadın mı?"
Rab
Teala: "Evet korudum" buyurur.
Kul
da: "Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şahid olmasını
asla istemiyorum" der.
Rab
Teala: "Bugün sana tek şahid olarak nefsin, çok şahid olarak da kiramen
katibîn kâfidir" buyurur."
Resulullah devamla dedi ki: "Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına; "Konuş!"
denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda
serbest bırakılır. Adam organlarına: "Yazıklar olsun size! Buradan
defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim" der."
[Müslim,
Zühd 17, (2969).]
15.
(5077)- İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Aziz
ve celil olan Allah [kıyamet günü], ümmetimden bir adamı mahlukatın üstünden
seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defter, gözün
alabildiği kadar büyüktür. Rab Teala adama sorar: "Bu defterde yazılı
olanlardan bir şey inkar ediyor musun? Muhafız katiplerim (olmadık şeyler
yazarak sana) zulmetmişler mi?"
Kul: "Ey
Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)" der.
Rab
Teala sorar: "(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?"
Kul
der: "Hayır! Ey Rabbim!"
Aziz
ve celil olan Allah: "Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen var.
Bugün sana zulüm yapmayacağız!" buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır.
Üzerinde "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulallah
(şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed
Allah'ın elçisidir)" yazılıdır.
Sonra, Rabb Teala der: "Ağırlığını (yani amellerinin ağırlığını)
hazırla!"
Kul
sorar: "Ey Rabbim! Bu defterlerin yanındaki bu etiket de ne?" Rabb Teala
der: "Sana zulmedilmeyecek! Hemen defterler Mizan'ın bir kefesine
konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır,
etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz."
[Tirmizî,
İman 17, (2641).]
16.
(5078)- Ebu Mes'ud el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey
Allah'ın Resulü dendi, biz cahiliye devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek
miyiz?"
Şu
cevabı verdiler: "Müslüman olduktan sonra iyi olana, cahiliye devrinde
yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslam'daki ameli hem de
önceki ameli sebebiyle hesap
sorulacaktır."
[Buhârî,
İstitabe 1; Müslim, İman 189, (120).]
AÇIKLAMA:
Hadis,
daha önceleri kâfir iken, sonradan Müslüman olan bir kişinin daha önceki
hayatından suale maruz kalıp kalmama meselesine kayıdlı ve şartlı olarak cevap
getirmektedir. İslam olduktan sonra amel-i salih sahibi ise sual yok, değil ise
var.
Hattâbi
der ki: "Bu hadisin zahiri, ümmetin icma ettiği "İslam, öncesini
siler" hükmüne muhalefet eder. Allah Teala hazretleri: "Habibim, o
küfredenlere söyle ki: Eğer (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse geçmiş
(günahları) affedilecektir" (Enfal 38) buyurmuştur."
Hattâbi devamla der ki: "Bu hadisin manası şöyle olmalıdır:
"Kâfir Müslüman oldu mu geçmişinden muaheze olunmaz. İslam'da çok fazla
günah işler ve Müslümanlığına devamla birlikte, aşırı, şiddetli masiyetlere
girerse, İslam'da işlediği cinayeti sebebiyle muaheze olunur ve küfür sırasında
yaptığı başına kakılır. Sanki şöyle denir: "Sen şu kötü işleri
kâfirken yapmadın mı? Müslümanlığın seni bunlardan men etmedi mi?"
İbnu Hacer, bu görüşü; "Önceki amelinden
yapılacak evvelki muaheze, başa kakma suretiyle, sonraki günahların muahezesi,
cezalandırma suretiyle olacaktır" diye özetledikten sonra der ki:
"Evla olanı, başkasının görüşüdür. Hadiste geçen "isâe" (günah,
kötülük) kelimesinden murad küfürdür, çünkü "küfür", "isâe"nin
nihayeti, günahların en şiddetlisidir. Adam irtidat eder ve küfrü üzerine de
ölürse, sanki Müslüman olmamış gibidir ve hayatı boyunca yaptığı bütün
amellerden muaheze olunur.
Buhârî,
bu hadisi "Büyük günahların en büyüğü şirktir" hadisinden hemen
sona zikretmek suretiyle, bu söylediğimiz açıklamaya işaret etmiş
olmaktadır."
17.
(5079)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Bir
kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse yok ki kıyamet günü,
o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz
şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) davet etmiş olsa dahi!"
Sonra şu ayeti okudu. (mealen): "Onları hapsedin, çünkü onlar
mes'uldürler" (Saffat 24).
[Tirmizî, Tefsir, Saffat, (3226).]
AÇIKLAMA:
Burada
kişinin, propagandasını yaptığı şeyden sorumlu olduğu ifade edilmektedir. İnsanları, bir kişi bile olsa her neye davet etmişse ondan ayrılmayacak ise,
kötülüğe çağıran kimse, kötülüklerin yer aldığı cehennemde olacak demektir.
Ayetteki "mes'uldürler" ifadesini müfessirler, "akidelerinden,
sözlerinden ve hareketlerinden" diye açmışlardır. Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına;
"Konuş!" denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma
hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: "Yazıklar olsun size!
Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim" der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder