9 Mayıs 2021 Pazar

ORUÇ İLMİHALİ /ORUÇLA İLGİLİ FIKHİ HÜKÜMLER

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI / 764
Kaynak Eserler: 40


ORUÇ İLMİHALİ
Üçüncü Bölüm
Oruçla İlgili
Fıkhî Hükümler

     I. ORUCUN FARZLARI
    “Farz”, kesin ve bağlayıcı dinî bir delil ile yapılması istenen iş (fiil, amel) demektir. Farz oluş, bir fiilin / amelin bizzat yerine getirilme yükümlüğünü ifade ettiği gibi, yerine getirilen fiilin / amelin kendi içinde gözetilmesi gereken yapısal zorunlulukları da ifade eder. Mesela farz olan bir ibadetin, Allah’ın iradesine uygun olarak yerine getirilebilmiş olması için Allah’ın yapılmasını zorunlu kıldığı işlemlere o ibadetin farzları denir.
     Farzlar, şartlar ve rükünler olmak üzere iki kısma ayrılır: “Şart”, hükmün varlığı kendine dayanan şeydir. Şart bulunmazsa hüküm de bulunmaz, ancak şartın bulunması hükmün bulunmasını gerektirmez.
     Mesela, abdest almak namazın şartıdır. Abdest alınmadan kılınan namaz geçerli olmaz. Ancak abdest almak, namazın kılınmış olduğu anlamına gelmez. Abdest alınarak namaz kılmakla namaz yükümlülüğü yerine getirilmiş olur.
     “Rükün” ise ibadetleri ya da akitleri meydana getiren aslî unsurları ifade eder. Mesela, namaz ibadetinde kıyam, kıraat, rükû ve secde rükündür. Yine hac ibadeti için Arafat’ta vakfe ve ziyaret tavafı birer rükündür. Şartlar rükünlerden önce yerine getirilir. Şartlar yerine getirilmedikçe rükünlerin yerine getirilmesi bir anlam ifade etmez. İşte oruç ibadetinin de böyle bir takım şartları ve rüknü vardır. Aşağıda önce orucun şartlarını, sonra da rüknünü açıklayacağız.
     Yükümlülük ve yerine getirilmesi açısından oruç; vücubunun (farz olmasının), edasının ve sıhhatinin (geçerli olmasının) şartları olmak üzere üç ana başlık altında incelenebilir.

     1. ORUCUN FARZ OLMASININ ŞARTLARI
     Orucun bir kimseye farz olması için Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olması gerekir: Müslüman olmayanlara diğer bütün ibadetlerde olduğu gibi oruç ibadeti de farz değildir. İslâm dininin gerekli kıldığı ibadetler ancak bu dine inanmakla anlam kazanır. Gayr-i Müslim bir kimsenin Müslüman olması halinde, daha önce tutmadığı oruçları -ve diğer ibadetleri- kaza etmesi gerekmez. Çünkü Müslüman olmakla geçmiş günahlar tamamen silinir, yepyeni bir hayata başlanmış olunur.
     Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ey Muhammed! İnkâr edenlere söyle: Eğer vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır.” (Enfâl, 8/38)
     Aklî melekesi yerinde olmayan insan hiçbir ibadet ile sorumlu değildir. Çünkü dinî görevler ile ancak aklî melekesi yerinde olanlar sorumludur.
     Ergenlik çağına gelmeyen çocuklar da oruç tutmakla yükümlü değildir. Çünkü dinî görevler ergenlik çağından itibaren başlar. Namaz ibadetinde de olduğu gibi henüz ergenlik çağına ulaşmamış fakat gücü yeten çocuklara oruç tutturulması uygun olur.
     Şafiî mezhebine göre bir kimseye orucun farz olması için; Müslüman, akıllı, bülûğa ermiş ve mukim olmak, hayız ve nifas halinde olmamak, oruç tutmaya gücü yetmek gerekir. (Şirâzî, II, 586)

     2. ORUCUN EDASININ ŞARTLARI
     Akıllı ve bülûğa ermiş her Müslüman, oruç tutmakla yükümlüdür. Ancak böyle bir kişinin fiilen oruç tutmasının farz olması için hasta, yolcu, ileri düzeyde yaşlı, hamile, emzikli olma ve çok ağır işlerde çalışma gibi bir mazeretin bulunmaması gerekir.

     3. ORUCUN GEÇERLİ OLMASININ ŞARTLARI
     Orucun geçerli olması için şu şartların bulunması gerekir.
     a) Niyet Etmek
     Niyet, insanın yapacağı işin bilincinde olması demektir. Niyet bütün ibadetlerde temel şarttır. Niyet edilmeden yapılan hiçbir ibadet geçerli değildir. Çünkü ibadet, kulun Allah’ın emri ile sırf O’nun rızasını kazanmak için kendi irade ve bilinci ile yaptığı ameldir. İrade ve bilinç ise niyetsiz gerçekleşmez.
     Orucun esasını oluşturan, “günün belli süresince yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak” işini âdet ya da perhizden ayıran şey niyettir. Hz. Peygamber Efendimiz, “Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır” buyurmuştur. (Buhârî, “Bed’ül-Vahy”, 1)
     Ramazan ayında ve diğer zamanlarda tutulan her oruç için ayrı ayrı niyet etmek gerekir. Çünkü her gün tutulan oruç müstakil bir ibadettir. “Niyet”, yapılması arzu edilen işin zihnen ve kalben bilinmesidir. Buna mutlak niyet denir. Oruç için sahura kalkmak da niyet yerine geçer. Niyetin dil ile ifade edilmesi şart değildir. Fakat dil ile ifadesi menduptur. “Vaktinde tutulan Ramazan orucu” ve “günü belirlenmiş nezir orucu” ile “mutlak nafile oruçlar” için, bunların ne orucu olduğunu belirtmeksizin mutlak olarak oruca niyet etmek yeterlidir. Mesela, Ramazan orucu tutacak olan bir kimse, “Allah için oruç tutmaya niyet ettim” demekle veya içinden geçirmekle niyet etmiş olur. Diğer oruçlar da böyledir. Şafiî mezhebine göre, böyle niyet ancak, nafile oruçlar için geçerli olur. Farz (ve vacip) oruçlara niyet ederken, orucun hangi oruç olduğunu belirlemek gerekir. Mesela Ramazan orucuna niyet ettim” yahut “kazaya kalan falan orucuma niyet ettim”, “adadığım orucu tutmaya niyet ettim”, ”kefaret orucumu tutmaya niyet ettim” şeklinde, tutulacak orucu açıkça belirtmek gerekir. (Şirâzî, II, 600-601)
     Ramazan orucuna yahut muayyen bir adak orucuna, nafile oruç niyeti ile başlansa bile, tutulan oruç Ramazan orucu yahut adak orucu olarak tutulmuş olur. Ramazan ayında yolcu olan bir kimse “Ramazan orucuna” şeklinde değil de sadece “Oruç tutmaya niyet ettim” diye niyet ederse tuttuğu oruç yine Ramazan orucu olarak tutulmuş olur.
     Aynı kimse, Ramazan orucuna değil de kefaret ve Ramazan orucunun kazasına veya adak orucuna niyet ederse Ebû Hanife’ye göre niyetlendiği oruç geçerli olur. İmam Muhammed, İmam Ebû Yusuf ve İmam Şafiî’ye göre, bu oruçlar geçerli olmaz. (Şirâzî, II, 600-601)
     “Niyetin vakti” güneşin batışı ile başlar imsak vaktine kadar devam eder. Genel kural bu olmakla birlikte vaktinde tutulacak Ramazan orucu ile günü belirlenmiş adak oruçları ve mutlak nafile oruçlar için niyetin son zamanı daha da geniştir. Bu oruçlara imsak vaktinden sonra, oruca aykırı bir şey yapmamış olmak kaydıyla o gün zeval vakti öncesine yani öğle ezanına on dakika kalana kadar niyet edilebilir.
     Kaza ve kefaret oruçları ile günü belirlenmemiş adak oruçları için niyetin son vakti, imsaktan hemen önceki vakittir. Niyet imsaktan sonraya bırakılırsa bu oruçlar geçerli olmaz. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.s.), “İmsaktan önce niyet etmeyen kimse oruç tutmamış demektir” buyurmuştur. (Nesaî, “Sıyam”, 68)
     Niyet ile imsak arasında bir şey yemek içmek oruca zarar vermez.

     b) Orucu Bozan Şeylerden Sakınmak
     Başlanan bir orucun geçerli olması için, imsaktan güneşin batışına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak gerekir. Orucun anlamına aykırı bu işlerden herhangi birini, güneşin batımından önce yapmakla oruç bozulur.

     c) Hayız veya Nifas Halinde Olmamak
     Hayız veya nifas (loğusalık) halinde bulunan kadınların oruç tutması caiz değildir. Kadınlar Ramazan ayında hayız nedeniyle tutamadıkları oruçlarını daha sonra kaza ederler. Hz. Aişe validemiz şöyle demiştir: “Biz Rasûlullah’ın zamanında hayız olur, sonra temizlenirdik. Hz. Peygamber bize tutmadığımız oruçları kaza etmemizi emreder, kılmadığımız namazlarımızı kaza etmemizi emretmezdi.” (Tirmizî, “Savm”, 67)

     Cünüp bulunmak orucun geçerliliğine zarar vermez. Mesela, geceleyin cinsel ilişki veya ihtilam sebebi ile cünüp olan ve sahurdan önce gusletme imkânı bulamayan kimse cünüp olarak oruca niyet eder. Sonra ilk fırsatta gusleder. Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah, eşi ile birlikte olması sebebi ile cünüp iken tan yeri ağarır, sonra gusledip oruç tutardı.” (Buhârî, “Savm”, 22) d)

     Orucu Vaktinde Tutmak
     Oruç gün (yirmi dört saatlik zaman dilimi) içinde gündüz vaktinde tutulur. Bu şart, farz, vacip ya da nafile bütün oruçlar için geçerlidir. Gündüz, sabahleyin tan yerinin ağarmasından (fecr-i sadıktan yani takvimlerdeki imsak vaktinden) itibaren akşamleyin güneşin batmasına kadar geçen süredir.
     Geceleyin tutulan oruç geçerli olmaz. Çünkü Yüce Allah oruca aykırı olan işleri geceleyin yapmayı mubah kılmıştır. Ayette; “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun” (Bakara, 2/187) buyurularak bu gerçek ortaya konmuştur.
     Ayrıca, orucun farz kılınmasının temel hikmeti olan nefis terbiyesi ve takva, uyku ve dinlenme vakti olan gece vaktinde tutulacak oruçla gerçekleşmez.

     II. ORUCUN SÜNNETLERİ ve MÜSTEHAPLARI
     Yukarıda tutulması sünnet ve müstehap olan oruçlardan söz etmiştik. Burada oruçlu olan bir kimsenin sünnet veya müstehap olan davranışlarını sıralayacağız.

     1. Orucun Sünnetleri
     Orucun sünnetlerini şöyle sıralamak mümkündür:

     a) Sahura Kalkmak
     Sevgili Peygamberimiz, oruç tutulacak günün öncesi tan yeri ağarmadan kalkıp yemek yemeyi tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Sahur yemeği yiyiniz. Çünkü sahurda bereket vardır”. (Tirmizî, “Savm”, 18; İbn-i Mâce, “Sıyam”, 22)
     Sahura kalkmak gündüzün tutulacak oruç için dirençli olmayı sağlayacağından faziletlidir. Nitekim bu durumu Peygamber Efendimiz, “Sahur yemeği ile gündüz tutacağınız oruca güç kazanınız” diye açıklamıştır. (İbn-i Mâce, “Sıyam”, 22)

     b) Orucu Açtıktan Sonra Dua Etmek
     Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) iftar ettikten sonra, “Allah’ım, senin için oruç tuttum, verdiğin rızıkla orucumu açtım, sana güvenip dayandım, sana inandım, susuzluğum gitti, damarlarım ıslandı, inşallah mükâfatım da gerçekleşti” diye dua ederdi. (Ebû Dâvûd, “Savm”, 22)

     c) İftar Etmekte Acele Davranmak
     Peygamberimiz (s.a.s.) güneşin batmış olduğu kesinleştikten sonra ve namazdan önce iftarda acele etmeyi tavsiye etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) “İftar etmekte acele ettikleri sürece insanlar hayır içinde olurlar” buyurmuştur. (Buhârî, “Savm”, 45; Tirmizî, “Savm”, 13)
     İftarın hurma, tatlı ve su gibi şeylerle yapılması müstehaptır. Peygamberimiz (s.a.s.), “Biriniz orucunu açtığı zaman hurma ile açsın. Hurma bulamazsa su ile açsın. Çünkü su temizdir / temizleyicidir.” (Tirmizî, “Savm”, 10)
     Müslüman orucunu bulabildiği herhangi bir gıda maddesi ile açabilir, hadislerde belirtilen şeyler tavsiye niteliğindedir.

     d) Oruçlulara İftar Ettirmek
     Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, iftar ettirdiği kimsenin sevabı kadar sevap ona da yazılır, iftar edenin sevabından da bir şey eksilmez” buyurmuştur. (Tirmizî, “Savm”, 82)

     e) Bedeni Zayıf Düşürecek Davranışlardan Sakınmak
     Gereğinden az yemek, zorunlu bir durum olmadıkça vücudu zayıf düşürüp oruç tutmayı güçleştirecek şeylerden kaçınmak.

     2. Orucun Müstehapları
     “Müstehap” ise bazen yapıp bazen terk ettikleri şeylerdir.
     a) Sahur yemeğini geciktirmek. Bu geciktirme, tan yerinin ağarıp ağarmadığından şüphe edilecek kadar olmamalıdır.
     b) Tan yeri ağardığından şüphe edilmesi halinde bir şey yememek. Şüpheli durumlardan kaçınmak takva gereğidir. Ancak bu durumda olan kimse, bir şeyler yerse o günkü orucu kaza etmesi gerekmez.
     c) Hayız, nifas ve cünüp olanlar için tan yeri ağarmadan önce gusletmek. Böylece gündüz oruçlu iken gusletme sırasında ağızdan ve burundan vücuda su girmesi ihtimali de önlenmiş olur.
     d) Aile fertlerine ve arkadaşlara iyilikte bulunmak.
     e) Yoksul ve düşkünlere bol bol sadaka vermek.
     f) İlimle meşgul olmak, Kur’ân’ı okuyup anlamaya çalışmak.
     g) Özellikle Ramazanın son on gününde itikâfa girmek.

     3. Orucun Mekruhları
     Oruçluya mekruh olan bir takım işler vardır ki onları şu şekilde sıralayabiliriz:
     a) Visal orucu tutmak
     Visal orucu, arada bir şey yemeden, içmeden iki günlük orucu birleştirerek tutmaktır. Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivayet ettiğine göre;
     “Rasûlullah (s.a.s.) visal orucu tutmayı yasakladı. Müslümanlardan birisi;
— Ey Allah’ın Rasûlü, siz visal orucu tutuyorsunuz deyince,
— Hanginiz benim gibisiniz? Rabbim beni geceleyin yedirip içiriyor” cevabını verdi. (Buhârî, “Savm”, 49)
     b) Sakız çiğnemek
     Bu, çiğnenen sakızın bir kısmının yahut tamamının mideye kaçma ihtimali ve kişinin orucu bozduğu zannına sebep olabilmesi dolayısı iledir. Misvak ve diş fırçası kullanmak mekruh değildir. Eğer çiğnenen sakızda şeker ve benzeri katkı maddeleri varsa oruç bozulur.
     c) Oruçlu kimsenin, yağ, bal, çorba gibi şeylerin tadına bakması, bir şeyi ağzında çiğnemesi mekruhtur. Zorunluluk olması halinde anne yiyeceği ağzında lokma yapıp bebeğine yedirebilir.
     d) Daha ileri gitme konusunda kendinden emin olmayan kimsenin, eşini öpmesi, okşaması mekruhtur. 

ORUÇ İLMİHALİ / IV. ORUCUN ÇEŞİTLERİ

 DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI / 764

Kaynak Eserler: 40

ORUÇ İLMİHALİ
İkinci Bölüm
Orucun Farz Oluşu ve
Çeşitleri

     IV. ORUCUN ÇEŞİTLERİ

     Oruçlar farz, vacip, sünnet ve müstehap olmak üzere üç kısma ayrılır.

     1. Farz Oruçlar

     Farz oruçlar, “vakti belli olan oruçlar” ve “vakti belli olmayan oruçlar” şeklinde iki kısma ayrılır. Birinci grubu Ramazan oruçları, ikinci grubu ise vaktinde tutulamayan Ramazan oruçlarının kazası ile kefaret oruçlarıdır.

     a) Ramazan Orucu

     Şartlarını taşıyan her Müslüman’ın Ramazan ayında oruç tutması farzdır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de, “Kim bu aya (Ramazan ayına) ulaşırsa onu oruçlu geçirsin” buyurulmuştur. (Bakara, 2/185)

     Dolayısıyla meşru bir mazereti bulunmayan her Müslümanın Ramazan ayını oruçlu geçirmesi gerekir.

     b) Tutulamayan Ramazan Orucunun Kazası

     “Kaza” zamanında usulüne uygun olarak yerine getirilemeyen namaz, hac ve oruç gibi ibadetlerin, başka bir zamanda yerine getirilmesi demektir. Kaza orucu vaktinde tutulmayan veya tutulamayan veya niyetlendikten sonra herhangi bir sebeple bozulan Ramazan orucunun Ramazan dışında tutulması demektir. Kazaya kalan oruçların tutulması farzdır. Allah Teâlâ, “Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar” buyurmuştur. (Bakara, 2/184) 

     Kazaya kalmış orucu bulunanlar, ilk fırsatta bu oruçlarını kaza etmelidirler. Oruç tutmaya engel meşru bir mazeret sebebi ile Ramazan orucunu tutamayan bir kimse, bu engelin Ramazanda gündüz ortadan kalkması halinde günün kalan kısmını bir şey yemeden içmeden oruçlu imiş gibi geçirir. Çünkü oruç tutanlarla aynı şartları taşımaktadır, bu sebeple onlar gibi davranması gerekir. Ramazanda gündüz bülûğa eren çocuk, Müslüman olan gayr-i müslim, iyileşen hasta, hayız hali biten kadın, yolculuğu sona eren yolcu, şek gününde yiyip içen sonra Ramazanın girmiş olduğunu anlayan kimse ile orucunu kasten bozan kimsenin durumları da böyledir.

     Şafiî mezhebine göre bu kimselerden, günün başında oruç kendisine farz olmamış kimselerin günün kalan kısmını yemeden ve içmeden geçirmeleri müstehaptır. Bununla birlikte bu kimse mazeretli olduğunu bilmeyen kimsenin yanında açıktan yiyip içemez. Çünkü kendisini töhmet altında bırakmış olur. (Şîrazî, II, 587-588)

     Oruç tutması gerekirken oruca hiç başlamayan yahut başladıktan sonra kasten bozanların ise o günü yemeden ve içmeden geçirmeleri gerekir. (Şîrazî, II, 610)

     Ramazan orucunun kazası için belli bir zaman yoktur. Oruç tutmanın yasak olduğu günler dışında yılın her vaktinde kaza orucu tutulabilir. Kaza oruçları peş peşe tutulabileceği gibi, ayrı ayrı günlerde de tutulabilir. Oruç kefaretinde olduğu gibi peş peşe tutulma şartı yoktur.

     Şafiî mezhebine göre, vaktinde tutulmayan bir Ramazan orucunun kazasını yerine getirmeden yeni bir Ramazanın gelmesi halinde kaza ile birlikte ayrıca fidye vermek de gerekir. (Şîrazî, II, 623)

     c) Kefaret Oruçları

     Ramazan orucunu meşru bir mazeret olmaksızın bilerek, hür irade ile bozmanın cezası olarak iki kamerî ay veya altmış gün peş peşe tutulması farz olan oruçtur. Kefaret konusu ile ilgili aşağıda bilgi verilecektir.

     2. Vacip Oruçlar

     Yerine getirilmesi gerekliliğinin kuvveti bakımından farz oruçlardan sonra vacip oruçlar gelir. Vacip oruçlar iki kısımda incelenebilir.

     a) Nezredilmiş Oruçlar “Nezir” sözlükte adamak demektir. Dinî bir terim olarak, Allah Teâlâ’yı yüceltme amacı ile mübah olan bir fiilin yapılmasını insanın üstlenmesi, onu kendine vacip kılmasıdır. Allah’ın rızasını kazanmak maksadı ile İslâmî ölçülere göre ibadet cinsinden olan fakat yerine getirilmesi zorunlu olmayan bir işi yapma konusunda Allah’a söz verilebilir, mesela on gün nafile oruç tutmayı nezrediyorum denilebilir. İnsan, Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla ibadet sayılacak bazı şeyleri kendi kendine vacip kılabilir, bu dinen makbul bir davranıştır. Nezredilen şeyin yerine getirilmesi vaciptir. İşte bu sebeple nezredilen orucun yerine getirilmesi vacip olur. Nezredilen oruç için gün belirlenirse, mesela falan ayın falan gününde oruç tutacağım denilirse bu nezir muayyen nezir olur ve belirlenen günde tutulması gerekir. Böyle bir belirleme yapılmamışsa nezredilen oruç Ramazan ayı ile oruç tutmak yasak olmayan günler dışında her zaman tutulabilir.

     b) Başlanıp Bozulan Nafile Oruçların Kazası

     Başlanan nafile bir ibadeti tamamlamak vacip olur. Tamamlanmadan bozulan böyle bir ibadetin kaza edilmesi gerekir. Bu sebeple başlanan ve bozulan nafile orucun kazası da vaciptir. Şafiî mezhebine göre başlanan nafile ibadetlerin tamamlanması vacip olmadığı için tamamlanmadan bozulan nafile orucun kazası gerekmez. (Şirbinî, II, 186)

     c) Hac Kurbanı Yerine Tutulan Oruç

     Temettü veya kıran hedyi (kurbanı) kesmesi vacip olan ancak kurbanlık hayvan bulamayan veya bulup da satın alma imkânı olmayan kimselerin, üç gün hac sırasında, yedi gün de hacdan sonra olmak üzere toplam on gün oruç tutmaları gerekir. Konuyla ilgi ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Hacca kadar umreden yararlanan kişi, kolayına gelen bir kurban kessin. (Kurban alma imkânı) bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüzde (memleketinizde) olmak üzere tam on gün oruç tutsun.” (Bakara, 2/196)

     İlk üç günlük orucun hac ayları içinde, ihrama girdikten sonra ve Kurban Bayramı’ndan önce tutulması gerekir. Bu üç günlük orucun peş peşe tutulması daha faziletli ise de şart değildir. Üç gün oruç tutulduktan sonra, kurban kesme günlerinde henüz tıraş olmadan kurban kesme imkânı doğarsa kurban kesilmesi gerekir. Kurban kesme imkânı bulunması halinde oruç tutmak kurban kesmek yerine geçmez. Ancak tıraş olduktan (ihramdan çıktıktan) veya kurban kesme günlerinden sonra kurban kesme imkânı elde etmekle kurban kesmek gerekmez.

     Yaşlılar ile tedavisi imkânsız hastalığı olanların, oruç yerine fidye vermeleri caiz olmaz. Bu durumda olanlar, kurban kesmeden ve oruç tutmadan ihramdan çıkabilirler. Ancak -yapılan hac çeşidine göre- biri kıran veya temettü kurbanı, diğeri de kurban kesmeden ihramdan çıkmaları sebebi ile ceza kurbanı olmak üzere zimmetlerinde iki kurban borcu kalır. Daha sonra imkân bulduklarında bu kurbanları kestirirler.

     Hacdan sonra tutulması gereken yedi günlük orucun Mekke’den ayrılmadan tutulması mümkün ise de, döndükten sonra tutulması daha faziletlidir. Bu yedi günlük orucun peş peşe tutulması daha iyi olmakla birlikte şart değildir.

     3. Nafile (Tatavvu’) Oruçlar

     “Nafile oruçlar” farz ve vacip olmayarak fazladan tutulan oruçlardır. Rasûlullah’ın tutmaya devam ettiği nafile oruçlara “mesnun oruçlar”, bazen tutup bazen ara verdiği oruçlara da “mendup / müstehap oruçlar” denir. Bir de zamanı ve miktarı oruç tutan tarafından belirlenen nafile oruçlar vardır ki bunlara mutlak nafile oruçlar denir. Yasak günler dışında dileyen dilediği kadar tutar. Aşağıda mesnun ve mendup olan nafile oruçları sıralayacağız.

     a) Aşure Orucu

     Muharrem ayının onuncu gününde tutulan mesnun oruçtur. Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: “Kureyşliler cahiliye döneminde Aşure gününde oruç tutarlardı. Rasûlullah (s.a.s.) de bu orucu tutardı. Medine ye hicret ettikten sonra da tutmaya devam etti ve ashabına da tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca dileyen bu orucu tuttu, dileyen terk etti.” (Müslim, “Sıyam”, 113)

     Bir hadis-i şerifte Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Aşure orucu sebebi ile Allah’ın geçmiş yıldaki günahları affetmesini bekliyorum.” (Tirmizî, “Savm”, 48) Yalnızca Aşure günü oruç tutulması Yahudilere benzeme endişesi ile mekruh görülmüş, Muharrem ayının 10. günü ile birlikte 9. veya 11. günününü de oruçlu geçirmek tavsiye edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) Muharrem ayının sadece 10. günü oruç tutmamış (Tirmizî, “Savm”, 50) ve “Muharremin 9. ve 10. günü oruç tutunuz. Yahudilere muhalefet ediniz” buyurmuştur. (Tirmizî, “Savm”, 49)

    b) Pazartesi-Perşembe Orucu

     Üsame b. Zeyd şöyle demiştir: “Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardı. Bunun sebebi sorulunca ’Kulların amelleri pazartesi ve perşembe günleri Allah’a arz edilir’ dedi.” (Ebû Dâvûd, “Savm”, 60)

     c) Eyyam-ı Bîd Orucu

     Her aydan üç gün oruç tutmak tavsiye edilmiştir. Bu üç günün “eyyam-ı bîd”a denk getirilmesi daha iyidir. Kamerî ayaların 13, 14 ve 15. günlerine “eyyam-ı bîd” denir. Bu günlerde oruç tutmak menduptur. Sahabilerden Milhân el-Kaysi “Rasûlullah bize bîd günlerinde yani her ayın 13, 14 ve 15’inde oruç tutmamızı söylerdi” dediği rivayet edilmiştir. (Ebû Dâvûd, “Savm”, 68) Ebû Hureyre (r.a.) de bu konuda şöyle demiştir: “Dostum (Hz. Muhammed s.a.s.) bana her aydan üç gün oruç tutmamı, iki rekât kuşluk namazı ve uyumadan önce de vitir namazı kılmamı tavsiye etti.” (Buhârî, “Savm”, 59)

     d) Şevval Ayı Orucu

     Kamerî aylardan Şevval ayında tutulan altı günlük bir oruçtur. Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim Ramazanı oruçla geçirir peşinden de buna Şevval ayında tutacağı altı günlük orucu eklerse bütün yılı oruçlu geçirmiş gibi olur.” (Müslim, “Sıyam”, 204)

     e) Haram Aylarda Tutulan Oruçlar

     Kur’ân’ın “Haram Aylar” (eşhûr-i hurûm) diye atıfta bulunduğu Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarının perşembe, cuma ve cumartesi günlerinde ve ayrıca Zilhicce ayının ilk on gününde tutulan oruçlardır. Bu oruçların tutulması da mendup / müstehaptır. Peygamber Efendimiz bu oruçlar ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur.” (Müslim, “Sıyam”, 202; Tirmizî, “Savm”, 39)

     f) Şaban Ayı Orucu

     Rasûlullah Şaban ayında çokça oruç tutardı. Hz. Aişe’nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasûlullah oruç tuttu mu ’bir daha bırakmayacak’ derdik. Bırakınca da ’bir daha tutmayacak’ derdik. Allah’ın Rasûlünün Ramazan ayından başka bir ayı tam olarak oruçlu olarak geçirdiğini görmedim. Yine onun hiçbir ayda Şaban ayında olduğu kadar (nafile) oruç tuttuğunu görmedim.” (Ebû Dâvûd, “Savm”, 59)

     g) Dâvud Orucu

     Bir gün oruç tutup bir gün tutmamak esasına dayanır. Bu isimlendirme Hz. Davud’un uygulaması esas alınarak sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından yapılmıştır. Bolca nafile oruç tutmak isteyen sahabi Abdullah b. Amr’a Peygamberimiz bu yöntemi tavsiye etmiştir. Sahabeden Abdullah b. Amr şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.s.) bana şöyle dedi:

     — “Haber aldığıma göre sen geceleri namaz kılarak, gündüzleri de oruç tutarak geçiriyormuşsun.”

     — “Evet, ya Rasûlallah!” dedim. Rasûlallah;

     — “Bazen oruç tut, bazen tutma, geceleri hem namaz kıl, hem uyu. Çünkü bedeninin senin üzerinde hakkı vardır, eşinin senin üzerinde hakkı vardır, ziyaretçilerinin (misafirlerinin) senin üzerinde hakkı vardır. Her aydan üç gün oruç tutman sana yeter” dedi.

     Ben artırılmasını istedim o da artırdı.

     — “Ya Rasûlallah! Benim gücüm yerinde” dedim. O,

     — “Haftada üç gün oruç tut” dedi. Ben yine ısrar ettim, o ısrar etti. Ben yine;

     — “Ya Rasûlallah! Benim gücüm yerinde” dedim, Bu sefer o;

     — “Allah’ın peygamber’i Davud’un orucu gibi oruç tut” dedi.

     — “Ya Rasûlallah! Davud orucu nedir?” diye sordum. 

     — “Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı” dedi.

     h) Arefe Günü Orucu

     Peygamberimiz (s.a.s.), “Allah’tan, arefe günü tutulacak orucun bir önceki yılda işlenen günahlar ile bir sonraki yıla ait günahlara kefaret olmasını umarım.” buyurmuştur. (Tirmizî, “Savm”, 45) “Hac yapanlar Arefe günü oruç tutmazlar.” (Tirmizî, “Savm”, 46)

     4. Mekruh Oruçlar

     a) Tahrimen Mekruh Oruçlar

     Oruç tutmak önemli bir ibadet olarak teşvik edilmiş olmakla birlikte Ramazan Bayramı’nın birinci günü ile Kurban Bayramı’nın dört gününde oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Bu günlerde oruç tutmanın haram olduğu görüşü de vardır. Anılan günlerde oruç tutulmayışının hikmetini anlamak zor değildir. Bu hikmeti şöyle açıklayabiliriz:

     aa) Ramazan Bayramı bir ay boyunca Allah için oruç tutan müminlerin genel bir ziyafet günü niteliğindedir. Bundan dolayı adına “Fıtr (oruç açma) Bayramı” denmiştir. Böyle toplu iftar gününde oruçlu olmak, Allah’ın ziyafetine katılmamak anlamına gelir.

     bb) Kurban Bayramı günleri de aynı şekilde ziyafet günleridir. Çünkü kesilen kurbanların etleri misafirlere, yakınlara, komşulara ve fakirlere ikram edilir, zengini ile fakiri ile kesilen kurbanların etlerinden yararlanılır. Bu sebeple bayram günleri boyunca oruç tutulmaz. Bu günlerde oruç tutmak bayramın anlamına ters düşer. Her iki bayramın birinci günlerinde oruç tutulmayacağı Hz. Ömer (r.a.)’in şu ifadesinden anlaşılmaktadır: “Rasûlullah şu iki günde oruç tutmayı yasakladı: Bunlardan biri Ramazan orucunu açtığınız (birinci) bayram günü diğeri ise kurban etlerinden yediğiniz bayram günü.” (Müslim, “Sıyam”, 138)

     Kurban Bayramı’nın 2., 3. ve 4. günlerinde oruç tutulamayacağı konusunda ise Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Arefe günü, Kurban Bayramı günü, teşrik günleri biz Müslümanların bayram günleridir. Bu günler yeme ve içme günleridir.” (Tirmizî, “Savm”, 58)

     Kadınların ay hali (hayız) veya nifas (loğusalık) günlerinde oruç tutmaları haramdır. Tutarlarsa bu oruçlar makbul olmayacağı gibi günahkâr da olurlar.

     b) Tenzihen Mekruh Oruçlar

     1. “Ramazanı Karşılama” Adı Altında Oruç Tutmak

     Ramazanı karşılamak üzere oruç tutmak meşru değildir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Ramazanı karşılama orucu tutanlar olmaktadır. Halbuki Peygamberimiz (s.a.s.) böyle bir oruç tutulmamasını istemiştir: “Ramazandan önce (onu karşılamak amacıyla) oruç tutmayın” (Tirmizî, “Savm”, 1) “Ramazan ayını bir veya iki gün oruç tutarak karşılamayın. Ancak biriniz daha önce oruç tutuyor ve bu oruç da Ramazanın hemen öncesine denk geliyorsa o zaman oruç tutulabilir.” (Tirmizî, “Savm”, 1)

     Bu hadise göre “Ramazana hazırlık olması” amacıyla Ramazandan bir veya iki gün önce oruç tutmak uygun değildir. (bk. Müslim, “Savm”, 21; bk. Buhârî, “Savm”, 14; Tirmizî, “Savm”, 1; Ebû Dâvûd, 11)

     2. Şek Gününde Oruç Tutmak

     Hava bulutlu olduğu için Ramazan hilalinin doğup doğmadığı tespit edilememesi sebebi ile Kamerî aylardan Şaban’ın 29’undan sonraki günün Ramazan ayının ilk günü mü yoksa Şaban ayının son günü mü olduğundan şüphe edilen güne “şek günü” (yevmü’ş-şek=şüpheli gün) denir. Sahabeden Ammar b. Yasir, böyle bir günde kestiği bir koyun etini insanlara ikram etmek isteyince bazı insanların oruç tuttukları için yememeleri üzerine şöyle demiştir:  “Kim şek gününde oruç tutarsa Hz. peygamber’e isyan etmiş olur” (Tirmizî, “Savm”, 1; Ebû Dâvûd, “Savm”, 10) Tirmizî, bu hadisi rivayet ettikten sonra sahabe ve tabiinin büyük çoğunluğunun bu görüşte olduğunu beyan etmiştir.

     Şaban ayının tamamını veya bir kısmını oruçla geçiren kimse Ramazanın başlamasına kadar oruç tutabilir. Bu oruç Ramazan ayını oruçla karşılama anlamına gelmez. Peygamberimiz Ramazan ayı dışında en çok Şaban ayında oruç tutmuştur. Bazen Şaban ayının tamamını tuttuğu ve Ramazan ayına birleştirdiği, bazen hiç tutmadığı, bazen bir kısmını tuttuğu olmuştur. (Müslim, “Savm”, 175-176; İbn Mace, “Savm”, 4; Ebû Dâvûd, “Savm”, 11 ) Günümüzde astronomik hesaplamalar sayesinde şek günü konusunda pek problem bulunmamaktadır. Zira hangi ayın ne zaman girip ne zaman çıkacağı konusunda şüpheye mahal bırakmamaktadır.

     3. On Muharrem Orucu

     Üçüncü bölümde açıklandığı gibi Peygamberimiz Muharrem ayının 9-10. veya 10-11. günlerinde oruç tutmayı tavsiye etmiştir. Ancak Muharrem ayının sadece 10. gününü oruçlu geçirmek mekruhtur. 4. Nevruz ve Mihrican Oruçları İlkbahardaki Nevruz (21 Mart) ve sonbahardaki Mihrican (1)  günlerinde oruç tutmak tenzihen mekruhtur. Zira Mecusîlerin (ateşe tapanların) saygı duyduğu bu günleri gözeterek oruçlu geçirmek, onlara benzemeye çalışmak anlamına gelecektir. Ancak, mutad olarak tutulan oruçların bu günlere denk gelmesi halinde oruç tutmakta bir sakınca yoktur.

     Hacıların Arefe günü oruç tutmaları mekruhtur. Güçsüz ve yorgun düşme ihtimalleri varsa hacıların terviye günü (Zilhiccenin 8.) oruç tutmaları da mekruh görülmüştür. Özellikle cuma gününü seçerek oruç tutmak mekruhtur. Oruç tuttuğu mutad günlere denk gelmesi ya perşembe yahut cumartesi gününü de oruç tutulması halinde cuma günü oruç tutmak mekruh değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.);  “Öncesinde veya sonrasında oruç tutmadıkça sizden biri cuma günü oruç tutmasın” buyurmuştur. (Müslim, “Sıyam”, 147, Tirmizî, “Savm”, 41)

Not:
1) 
günlerinde oruç tutmak tenzihen mekruhtur. Zira 1 İran Mecusîler’inin Nevruz’dan sonra en büyük bayramının adıdır. Mihircan Bayramı, 7. Şemsi ayın 16. günü başlayarak 21. gününe kadar altı gün devam eder. Bu sürenin başlangıcına “mihrican-ı âmme”, sonuncu gününe ise “mihrican-ı hâssa” denir. Bu bayram, Güneş’in “mizan” burcuna girdiği zamana tesadüf eder. Eski Farslılar’ın bu günleri bayram saymaları hakkında çeşitli sebepler rivayet edilmiştir. 

Kitabın bu konudan önceki bölümleri:

cicek-hareketli-resim-0155

7 Mayıs 2021 Cuma

ORUÇ İLMİHALİ / ORUCUN FARZ OLUŞU ve ÇEŞİTLERİ

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI / 764
Kaynak Eserler: 40

ORUÇ İLMİHALİ
İkinci Bölüm
Orucun Farz Oluşu ve
Çeşitleri

    GİRİŞ
     Oruç ibadeti, şartlarını taşıyan Müslümanlar için farz-ı ayındır. “Farz-ı ayın”; mükellef olan her Müslümanın bizzat yerine getirmesi gereken ibadet demektir. Hastalık veya başka herhangi bir sebeple bir kimse adına başka birinin oruç tutması ile bu görev yerine getirilmiş olmaz.
     Oruç ibadetinin farz oluşu Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber’in sünneti ve icma (bütün İslâm âlimlerinin görüş birliği) ile sabittir. Kur’ân-ı Kerim’de;
     “Ey iman edenler! Kötülük ve haramlardan sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183)
     “Öyle ise içinizden kim bu aya (Ramazana) ulaşırsa onu oruçla geçirsin” buyurulmuştur. (Bakara, 2/185)
     Oruç ibadeti; Hz. Peygamber (s.a.s.)’in İslâm’ın temel esaslarını açıkladığı hadisinde ise şöyle zikredilmiştir: 
     “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: ’Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, “İman”, 1)
     Yine Rasûlullah (s.a.s.) Veda Haccı hutbesinde de aynı tespitleri yapmıştır:
     “Rabbiniz Allah’a karşı gelmekten sakının, beş vakit namazı kılın, Ramazan orucunu tutun, malınızın zekâtını verin, âmirlerinizin emirlerine uyun, Rabbinizin cennetine girersiniz” (Tirmizî, “Ebvâbü’s-Salât”, 434)
     Görüldüğü üzere yukarıdaki ayet ve hadislerde orucun farz olduğu kesin bir üslupla ifade edilmektedir.

     I. ORUÇ TUTMAKLA YÜKÜMLÜ OLANLAR
     Ramazan ayına ulaşan akıllı, ergenlik çağına gelmiş erkek ve kadın her Müslüman oruç tutmakla yükümlüdür. Bu konu, “Orucun Farzları” başlığı altında daha geniş olarak ele alınacaktır.

     II. ORUÇ TUTMAMAYI MUBAH KILAN MAZERETLER
     Yukarıdaki açıklama oruç tutmakla yükümlü olmanın genel kuralıdır. Ancak oruç tutmamın imkânsız veya çok meşakkatli, zor veya sakıncalı olduğu bazı özel durumlar sebebi ile bu kuralın dışına çıkılarak oruç tutulmayabilir.
     İslâm dininde kolaylık temel prensiptir. Dinî yükümlülüklerin yerine getirilmesi sırasında insan takatinin sınırları zorlanmaz.
     Kur’ân-ı Kerim’de;
     “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara, 2/286)
     “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara, 2/185) buyrulmuştur.

     Oruç tutmamayı mubah kılan bu özel durumlar şunlardır:
     1. Hastalık
     Ramazan ayı içerisinde oruç tutamayacak derecede hasta olanlar ile oruç tuttuğu takdirde hastalığının artacağından endişe edenler oruç tutmayı ertelerler. Bu durumda, kişisel endişeler değil, tıp uzmanlarının tespitleri dikkate alınır. Daha sonra sağlıklarına kavuştukları zaman tutamadıkları oruçları kaza ederler. Bu konuda ruhsat şu ayete dayanmaktadır:
     “Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar.” (Bakara, 2/184)

     2. Yolculuk
     Dinî anlamda yolcu, en az 90 km. mesafedeki bir yere gitmek üzere bulunduğu şehirden ayrılan ve gideceği yerde Hanefilere göre 15 günden az bir süre, Şafiî mezhebine göre giriş ve çıkış günleri hariç dört günden az bir süre kalacak olan kimsedir. (Şirâzî, II, 590)
     Bir kimse Ramazan günlerinde yolcu olursa oruç tutmayabilir. Tan yerinin ağarmasından yani oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkan kimse ise o günkü orucu bozmaz, oruçlu olmaya devam eder. Ancak orucu bozacak olursa, sadece kaza gerekir, kefaret gerekmez. (Mevsîlî, I, 134)
     Yolculuk sebebi ile tutulamayan oruçlar, Ramazan ayından sonra kaza edilir. Kur’ân-ı Kerim’de bu husus yukarıda zikrettiğimiz ayette açıkça beyan edilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) çıktığı bir yolculukta oruç tutmamıştır. (Tirmizî, “Savm”, 18) ve başka bir münasebetle de şöyle buyurmuştur: ِ ِ
     “(Eğer sıkıntı veriyorsa) yolculukta oruç tutmak iyilikten değildir.” (Tirmizî, “Savm”, 18)
     Bu hadisin hükmü, oruç tutunca sıkıntıya düşecek misafirler için söz konusudur. Bir kimseye misafirlikte oruç tutmak sıkıntı vermeyecekse oruç tutabilir.
     Nitekim sahabeden, Hamza b. Amr el-Eslemî, Hz. Peygamberden misafirlikte iken oruç tutup tutamayacağını sormuş, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.),
     “İstersen oruç tut istersen tutma” cevabını vermiştir. (Tirmizî, “Savm”, 19)
     Misafirlikte iken sahabeden bazısı oruç tutmuş bazısı tutmamıştır. (Tirmizî, “Savm”, 18) Ne oruç tutanlar tutmayanları, ne de tutmayanlar oruç tutanları ayıplamıştır. Gücü ve sağlığı yerinde olan tutmuş, zayıf olanlar tutmamıştır. (Tirmizî, “Savm”, 18)

     3. Hamilelik
     Hamile kadınlar da doğacak çocuğun gelişmesinden endişe edilmesi halinde oruç tutmazlar. (Tirmizî, “Savm”, 21)
     Daha sonra tutamadıkları oruçları kaza ederler. Hamilelik bu konuda hastalık hükmündedir.

     4. Emzikli Olma
     Çocuk emzirmek durumunda olan kadınlar, tıpkı hamile kadınlar gibi, süt emen çocuğun sütten kesilip gıdasız kalmasından endişe edilmesi halinde oruç tutmazlar. Daha sonra tutamadıkları oruçları kaza ederler. Süt emen çocuğun emziren kadının kendi çocuğu olması ile başkasının çocuğu olması arasında fark yoktur. Şu kadar var ki, başkasına ait bir çocuğun emzirilmesi durumunda, çocuğu emzirecek başka kadının bulunmaması gerekir.

     5. Yaşlılık
     Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan ve artık oruç tutma imkânı bulamayan kimseler oruç tutmazlar. Oruç tutmadıkları her gün için bir fıtır sadakası miktarı fidye verirler. Kur’ân’da konu ile ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:
     “(Yaşlılık ve hastalık gibi meşru bir sebeple) oruca zor güç yetirenler (oruç tutmazlar ve) bir yoksul doyumu fidye verir.” (Bakara, 2/184) Fidye konusu “Fidye ve İskat-ı Savm” başlığı ile ileride açıklanacaktır.

     6. Dayanılmayacak Derecede Açlık ve Susuzluk
     Oruç tutması halinde açlık ve susuzluk sebebiyle sağlık yönünden herhangi bir tehlike ile kaşı karşıya kalacak olan kimse oruç tutmayı başka bir zamana erteler. Bu konuda doğacak zarar tecrübe veya uzman bir doktorun beyanı ile anlaşılır. 
     “Hz. Peygamber Efendimiz, bir yolculuk sırasında bir kalabalık ve gölgelendirmeye çalıştıkları bir adam gördü, “Bu nedir? diye sordu. ’Oruçlu biri, (fenalık geçirdi)’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasûlullah “Yolculuk sırasında oruç tutmak iyilik değildir’ buyurdu.” (Buhârî, “Savm”, 35)

     7. Çok Ağır İşlerde Çalışmak
     Çok ağır işlerde çalışmak durumunda olan kimse, oruç tuttuğu takdirde sağlığının bozulacak olması halinde orucunu erteleyebilir. Oruç tutmaya başlayan bir kimse çalıştığı iş sırasında sağlığı bozulacak derecede oruç tutmakta zorlanırsa orucunu bozabilir. Böyle meşru bir mazeret olmadıkça bozamaz. (Bilmen, s.304)
     Bedir ve Mekke’nin fethi savaşı Ramazan ayına denk gelmiş, sahabe savaşın yoğunluğu ve sıkıntısı sebebiyle oruç tutmamıştır. Konu ile ilgili olarak Hz. Ömer şöyle demiştir:
     “Rasûlullah ile Ramazan ayında Bedir ve Mekke’nin fethi savaşlarını yaptık. Her iki savaşta da oruç tutmadık.” (Tirmizî, “Savm”, 20) Hatta sahabeden Ebû Said (r.a.); “Peygamberimiz Ramazan ayında yönettiği bir savaşta başladığımız orucu bozmamızı emretti” demiştir. (Tirmizî, “Savm”, 20)
     Zikredilen hadisler ve benzerleri, çok ağır işlerde çalışanların oruçlarını erteleye bileceklerine delalet etmektedir.

     8. Geçici Olarak Aklını Yitirmek, Bayılmak
     Geçici olarak aklını yitiren veya Ramazan ayının tamamını baygın ya da aklı başında olmaksızın geçiren kimse oruç tutmakla yükümlü değildir. Çünkü bu durumda olan kimse, hükmen Ramazan ayına ulaşmamış sayılır. Fakat Ramazanın bazı günlerinde iyileşirse o günlerde oruç tutar ve oruçlu geçirmediği günleri Ramazandan sonra kaza eder.

     III. ORUÇ FİDYESİ ve İSKAT-I SAVM
     Sözlükte insanı içinde düştüğü bir durumdan kurtarmak için verilen bedel anlamına gelen “fidye”, dinî bir terim olarak, yerine getirilemeyen bir ibadetin, veya ibadette meydana gelen bir eksikliğin yükümlülüğünden kurtulmak için ödenen maddi bedeldir.

     1. Oruç Fidyesi
     Oruç fidyesi, oruç tutmaya gücü yetmeyecek derecede yaşlı veya tedavisi mümkün olmayan hastaların, oruç tutamayıp bu oruçları kaza etmekten de ümit kesmeleri halinde, oruçsuz geçirilen her gün için ödedikleri fidyedir. Oruç tutması mümkün olmayanların fidye ödemeleri gerektiği Kur’ân’da şöyle beyan edilmektedir:
     “Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca zor güç yetirenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 2/184)
     Oruç fidyesi tıpkı fıtır sadakası gibi bir fakiri bir gün doyurmak ya da bunun bedelini vermektir. Fidye amacı ile yemek yedirmek günümüzde pratik olmadığı için fidye yerine bir günlük yemek bedelinin verilmesi tercih edilmektedir. Tutulamayan oruçların fidyesi hayatta iken ödenemezse, fidyenin ödenmesi vasiyet edilir. Böyle bir vasiyet yapılmışsa ve yükümlünün bıraktığı mirasın üçte biri bu ödemeyi yapmaya yetiyorsa, fidyelerin ödenmesi mirasçılar için dinî bir görevdir. Böyle bir durum yoksa mirasçıların söz konusu fidyeleri teberru olarak ödemeleri tavsiye edilir. Tutulamayan oruçların fidyesi toplam olarak bir tek fakire verilebileceği gibi, birden çok yoksula da dağıtılabilir. Şu kadar var ki, bir kişiye verilen miktar, bir kişiyi bir gün doyuracak miktardan az olmamalıdır. İleri düzeyde yaşlı ve aşırı hasta olanların oruçlarını tutma ihtimalleri çok düşük olduğu için bu ihtimal yok sayılarak fidye ödeme cihetine gidilmiştir. Tutamadığı oruçların fidyesini veren kimse bir şekilde oruç tutabilecek hale gelirse verdiği fidye sadakaya dönüşür. Tutulamamış olan oruçlar kaza edilir. Hiçbir şekilde fidye vermeye gücü yetmeyen çok yaşlılar ve hastalar noksanlıklarının affedilmesi için dua ederler, başka bir şey yapmaları gerekmez. Çünkü “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” (Bakara, 2/286)
     Fidyelerin bir an önce ödenmesi tavsiye edilir. Ancak ertelenmesinden dolayı bir şey gerekmez. İleri düzeyde yaşlılık ve ağır hastalık dışındaki hayız, nifas, yolculuk gibi meşru mazeretlerden biri sebebi ile tutulamayan oruçlar için fidye söz konusu değildir. Bu gibi durumlarda, söz konusu mazeretin ortadan kalkması ile tutulamayan oruçların bizzat yükümlü tarafından kaza edilmesi gerekir.

     2. İskat-ı Savm
     “İskat”, kişinin sağlığında çeşitli sebeplerle eda edemediği namaz, oruç, kurban, adak, kefaret gibi dinî mükellefiyetlerinin, ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür sorumluluklardan kurtulması anlamına gelir.
     “İskat-ı savm” ise bir kimse sürekli mazereti sebebi ile tutamadığı oruçların fidyesi ödemeden yahut geçici mazereti ortadan kalktığı halde oruçları kaza etmeden ölürse, öldükten sonra bu kimsenin yerine oruç fidyesi ödenmek sureti ile oruç borçlarının düşürülmesi demektir. Kur’ân-ı Kerim’de,
     “Orucu zorlukla tutabilenler bir yoksul doyumu fidye öder” buyurulmaktadır. (Bakara, 2/183)
     Bu ayetin hükmüne göre, oruca dayanamayan veya mazeretleri sebebiyle Ramazanda ve diğer zamanlarda oruç tutmaktan aciz olan kimselerin, her bir oruç günü için fidye ödemeleri yeterlidir.
     İslâm bilginlerinin çoğunluğu, bu ayetteki “oruç yerine fidye ödenmesi” hükmüne illet olan niteliğin “acizlik” olduğuna hükmederek, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutamamış ve kaza etmeden ölen Müslümanların oruç borçları için fidye ödeyeceğini, hatta bu konuda vasiyette bulunmaları gerektiğini ifade etmişlerdir. Çünkü ölen kimse de artık oruç tutmaktan acizdir.
     Bu kimselerin durumu, tutamadıkları oruca karşı fidye vermeleri ayet ve hadisle sabit olan kişilerin durumuna kıyas edilebilir. Ölenin bu konuda vasiyeti varsa, bu kıyas hükmü daha da kuvvet kazanmış olur. Bu itibarla, çeşitli sebep ve zaruretlerle oruç tutmamış, zaman ve fırsat bulduğu halde kaza da etmemiş bir kimse ölüm esnasında şayet malı varsa borçlu olduğu her gün için, fakire bir fidye verilmesini vasiyet etmelidir.
     Bu takdirde, defin masrafı ve varsa borçları düşüldükten sonra, terekenin üçte birinden bu vasiyetinin ifası gerekir. Üçte ikisi varislerin hakkıdır. Vasiyet yoksa mirasçılar bunu yapmaya mecbur değildir. Fakat isterlerse, ölen kişinin miras bıraktığı maldan; miras bırakmamışsa veya bıraktığı mal yetmiyorsa varisler, kendi mallarından teberru olarak da oruç fidyesini verebilirler. Bir hadis-i şerifte;
     “Kim ölür ve üzerinde bir aylık oruç borcu olursa (velisi) her günü için bir fakiri doyursun” buyurulmuştur. (Tirmizî, “Savm”, 23)
     Oruç için bu şekilde yapılacak iskat, dinî hükümlere uygundur.

6 Mayıs 2021 Perşembe

ORUÇ İLMİHALİ / V. ÇOCUKLAR, GENÇLER ve ORUÇ İBADETİ

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI / 764
Kaynak Eserler: 40

ORUÇ İLMİHALİ
Birinci Bölüm
Oruç İbadeti,
Önemi ve Fazileti

     V. ÇOCUKLAR, GENÇLER ve ORUÇ İBADETİ

     Çocuklar 6-7 yaşlarında temyiz, eğitim ve öğretim çağına gelirler. Bu yaşlarda ilk eğitim ve öğretime başlarlar. Kız çocukları âdet görmeye başlamakla, erkek çocukları ise ihtilam olmakla veya bu yaşa gelmekle ergenlik çağına ulaşırlar. Çocuklar, ergenlik çağına gelmeden önce Kur’ân okumayı, ibadetleri, helal ve haramları öğrenmiş olmalı, özellikle namaz kılmaya alışmış olmalı, oruç ibadetine de alıştırılmalıdır.

     Çocuklar, ergenlik çağına erdiği andan itibaren gençlik çağına başlarlar. Gençlik çağı bülûğa erme ile başlar. Bülûğa erme yaşı çocukların fizikî bünyelerine, bedensel gelişimlerine ve bölgelere göre farklılık arz eder. Ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre (Seyfullah Kara, Peygamber Döneminde Gençlik, s.14) bülûğa erme yaşı kızlarda en erken 10, en geç 18, erkeklerde ise en erken 9, en geç 19 yaş olduğu tespit edilmiştir.

     Bir hadis-i şerifte de çocukluktan kurtulup gençlik çağına geçme bülûğ çağı olarak ifade edilmiştir:

     “Uyanıncaya kadar uyuyandan, gençlik / bülûğ çağına gelinceye kadar çocuktan ve aklı başına gelinceye kadar akıl melekesini yitiren ma’tuh (bunak) kimseden dinî sorumluluk kaldırılmıştır.” (Tirmizî, “Hudud”, 1; Ahmed, I, 118)

     Bu tespitler ve yapılan gözlemler, dinî tutum ve davranışların küçük yaşlardan başlayarak telkin ve taklitler yoluyla öğrenildiğini göstermektedir. Bu itibarla ergenlik çağından önce çocuklara ibadetlerin öğretilmesi ve onlara alışkanlık kazandırılması dindarlık açısından oldukça önemlidir. Kötü alışkanlık sahibi ve dinin emirlerine lakayt insanlarla arkadaşlık kuran genç, bu kötü alışkanlıklara bulaşabilir.

     Gençlik dönemi bülûğ çağında başladığına göre dinî görev ve sorumluluklar da bu çağda başlamaktadır. Bütün dinî sorumluluklar bülûğ / ergenlik ile başlar. Bu konuma gelen gençler artık; Yaratan’ını, peygamberini ve dinini tanımak, şartlarına uygun iman etmek, günde beş vakit namazı kılmak, Ramazan aylarında oruç tutmak, içki, kumar, zina, hırsızlık, yalan, hile, aldatma, iftira ve benzeri dinin haram kıldığı şeylerden kaçınmak zorundadırlar. Dinî görevleri ihmal etmeleri, haram söz ve fiilleri işlemeleri onları günahkâr yapar. Gençler, bülûğa erdiklerinde “amel defterleri” günah açısından tertemizdir. Kişi dinî görevleri terk ederse amel defterine günah yazılmaya başlar. Günahlar çoğaldıkça kalpler kararır ve katılaşır, dinden soğur ve uzaklaşır. (bk. Mutaffifîn, 83/14; İbn Mâce, “Zühd”, 29)

     Dolayısıyla gençlerin dinin emir ve yasaklarını öğrenmeleri ve uygulamaları bu açıdan önemlidir. Ancak gençlik döneminin ibadetle geçirilmesi ve günahlardan uzak durulması kolay değildir. Çünkü gençlerin yetişkin insanlar gibi ağır başlı ve sakin olmaları, nefsanî duygularına sahip çıkabilmeleri zordur. Bunun için de gençlik dönemlerinde yapılan ibadetler daha değerlidir. Peygamberimiz (s.a.s.) kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenebilecek olan yedi sınıf insanı sayarken âdil yöneticilerden sonra ikinci sırada Allah’a ibadetle yetişen gençleri zikretmiştir. (bk. Buhârî, “Ezan”, 36)

     Gençlik dönemini ibadetle geçirmek, yaşlılık dönemleri ve ahiret hayatı için büyük kazanım olur. Çünkü gençlik yıllarını ibadetle ve günahsız geçiren yetişkin, yaşlılık dönemlerini de ibadetle geçirir, böylece Allah’ın rızasını ve ahiret saadetini kazanır. Peygamberimiz (s.a.s.), gençlerin dinin kurallarına, emir ve yasaklarına, helâl ve haramlarına uymalarına önem vermiş, gençlerin ibadet eder bir şekilde yetişip dindar birer insan olmaları için alınması gereken tedbirleri evlilik ve çocukluk dönemlerinden başlatmıştır.

     Gençlere eş olarak dindar kimseleri seçmelerini (Buhârî, “Nikâh”, 15) doğan çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunmasını (Münâvî, VI, 238), yedi yaşına geldiklerinde namazın öğretilmesini, on yaşında namazı aralıksız kılmalarını tavsiye etmiştir. (Ebû Dâvûd, “Salât”, 26),

     Bu itibarla gençler, bülûğ çağından itibaren özellikle beş vakit namazını kılmaya özen göstermeli, Ramazan orucunu tutmalıdırlar. Çünkü namaz ve oruç, onları her türlü haram, kötülük, günah ve edep dışı davranışlardan alıkoyacaktır. (Bakara, 2/183; Ankebût, 29/45) 

     Gençlerin dindar olabilmelerinde, beş vakit namazını kılabilmelerinde, oruçlarını tutabilmelerinde, diğer dinî görevleri yerine getirmelerinde dini öğrenmeleri kadar anne-baba ve aile kadar arkadaş çevresinin de etkisi vardır. Çünkü gençlerin iyi ve güzel olan şeylere alışmasında veya haramlara yönelmesinde arkadaş çevresinin tesiri büyüktür. Bu sebeple olmalı ki Peygamberimiz (s.a.s.);

     “Kişi dostunun dini / ahlakı üzeredir. Öyle ise sizden biriniz kiminle dostluk kurduğuna iyi baksın” (Tirmizî, “Zühd”, 45) buyurmuştur.

     Bir ankete göre ailede anne-babanın oruç tutma oranı ile çocukların oruç tutma oranlarında paralellik vardır. (Uysal, Psiko-Sosyal Açıdan Oruç, s. 76) 3

Notlar::

3) Bu konuda geniş bilgi için bk. İsmail Karagöz, Gençlik ve Aile, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007.

 Kitabın bu konudan önceki bölümleri:

cicek-hareketli-resim-0155

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...