İ S L A M T A R İ H İ
BEDİR MUHAREBESİ (4-son-)
Esirler ve Ganimetler
Büyük bir hezimete uğrayan Kureyş ordusu, geride birçok mal ve yetmiş esir bırakmıştı. Ganimet malları, yüz elli deve on at, külliyetli miktarda kırmızı kadife, harp âlet ve edevatı, sahtiyan, ev ve giyim eşyasından ibaretti.
Esirler arasında, Resûl-i Ekrem Efendimizin amcası Abbas, amcası oğullarından Ukayl b. Ebî Tâlib ve Nevfel b. Abdülmuttalib ile kerimeleri Hz. Zeyneb’in kocası Ebu’l-Âs İbni er-Rebî de vardı. Yine Mus’ab b. Umeyr’in kardeşi ve müşrik ordusunun başbayraktarı olan Ebû Azîz İbni Umeyr de esirler arasındaydı.
Esirlerin kaçmaması için ellerinin bağlanmasına, Hz. Ömer memur edildi. Abbas, hepsinin büyüğü olduğu için pek sıkı bağlanmıştı. Bu sebeple de gece inlemeye başladı. Bu iniltiyi duyan Efendimizin gözüne bir türlü uyku girmiyordu.
“Yâ Resûlallah! Ne diye uyumuyorsunuz?” dediler.
“Abbas’ın inlemesi yüzünden...” diye cevap verdi.
Resûl-i Kibriya Efendimizin rahatsız ve müteessir olmasını istemeyen ashab-ı güzinden bazıları, gidip Abbas’ın bağını çözdüler. İniltinin kesildiğini gören Efendimiz, “Abbas’ın iniltisini ne diye işitmiyorum?” diye sordu. Sahabeler, “Onun bağını çözdük” dediler.
Bunun üzerine Efendimiz, “Bütün esirlerin bağını çözünüz!” buyurduktan sonra uyudu. [36]
Ganimet Mallarının Dağıtılması
Muharebenin bitmesinden üç gün sonra Bedir’den ayrılan Resûl-i Kibriya Efendimiz, Medine’ye doğru gelirken, Safra Boğazı’nı geçtikten sonra, Seyer denilen kum tepesindeki bir ağacın altına indi. Orada ganimet mallarını müsâvî bir şekilde Müslümanlar arasında taksim etti.
Peygamber Efendimiz, ganimet malları arasından, Ebû Cehil’in devesini “kumandanlık hakkı” olarak aldı. Süvarilere ikişer hisse, piyadelere birer hisse verdi. İzinli olup veya vazifeli bulunup Medine’de kalan sekiz kişi ile Bedir’de şehit düşenlere de hisse ayrıldı.
Münebbih b. Haccac’ın kılıcı “Zülfikâr” da Peygamber Efendimizin hissesine düştü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Zülfikâr’ı bilâhare Hz. Ali’ye hediye etmiştir. [37]
Esirler Hakkında Meşveret
Esirler hakkında ne türlü muamele yapılacağına dair henüz İlâhî vahiy gelmiş değildi. Bu sebeple onlar hakkında reyle karar vermek gerekiyordu. Reyle, yani görüş beyan etmek suretiyle karara bağlanacak meselelerde ashabıyla meşveret etmesi, Resûl-i Ekrem Efendimizin mübarek âdetlerindendi. Meşveret meclisinde herkes fikrini serbestçe ve açıkça beyan ederdi. Esirler hakkında ne yapmak gerektiğine dair, Peygamber Efendimiz, sahabelerle istişare buyurdu. Hz. Ebû Bekir, “Yâ Resûlallah! Bunlar bizim akrabamızdırlar. Benim reyim, onlardan fidye-i necat alarak affedip serbest bırakmandır. Onlardan alacağımız fidye-i necatlar, kâfirlere karşı bizim için bir kuvvet olur. Allah’ın onları hidayete erdirip, bize yardımcı yapmaları da umulur” diye fikir beyan etti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ömer’e, “Ey Hattab’ın oğlu! Senin fikrin nedir?” diye sordu. Hz. Ömer, “Yâ Resûlallah! Onlar, seni yalanladılar, seni memleketinden çıkardılar. Hepsinin boynunu vurdur!” cevabını vererek görüşünü açıkladı. Resûl-i Kibriya Efendimiz, şefkat ve merhameti bu şekil bir muameleye rıza göstermediğinden, sualini tekrarladı. Ancak Hz. Ömer, aynı fikrinde ısrar etti ve “Onlar, müşriklerin reislerindendir. Hepsinin boynunu vurmalı!” dedi. Peygamber Efendimiz, hiçbirine cevap vermeden sustu, sonra da kalkıp çadırına girip bir müddet orada durdu.
Sahabelerin bir kısmı Hz. Ebû Bekir’in görüşüne, diğer bir kısmı ise Hz. Ömer’in fikrine iştirak ediyordu. Bir müddet sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz çadırından çıktı ve Hz. Ebû Bekir’e hitaben, “Yâ Ebâ Bekir!” dedi. “Senin halin, Hz. İbrahim’in haline benzer: O, Allah’a, ‘Kim bana uyarsa, işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphe yok ki Sen istediğin kimseyi mağfiret edersin. Zira sen, Gafûr ve Rahîm’sin’ demişti. Ey Ebû Bekir! Senin halin, Hz. İsa’nın haline de benzer: Hz. İsa, Allah’a, ‘Eğer, onları azaba uğratırsan, onlar Senin kullarındır. Eğer onları affedersen, şüphe yok ki kudretiyle her şeye üstün gelen, hikmetiyle her yaptığını yerli yerinde yapan Sensin’ demişti.”
Sonra Hz. Ömer’e dönerek, “Ey Ömer!” dedi. “Senin halin de, Hz. Nuh’un haline benzer: O, Allah’a, ‘Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse bırakma!’ demişti. Senin halin, ey Ömer, Hz. Mûsa’nın haline de benzer: ‘Yüreklerini şiddetle sık; ki onlar, inletici azabı görünceye kadar iman etmeyeceklerdir!’ demişti.”
Bu konuşmalardan sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Ebû Bekir’in görüşünü kabul etti. Esirlerden dörder bin dirhem bedel alınarak salıverilmelerini emretti. Bu arada, durumlarına göre, kendilerinden bedel olarak üç bin, iki bin ve bin dirhem alınması kararlaştırılanlar da oldu.
En mühimi de; Fidye-i necat vermeye gücü yetmeyip de okuma yazma bilen esirlerin, ensardan onar çocuğa yazı öğretmek şartıyla serbest bırakılacakları, Resûl-i Kibriya Efendimiz tarafından kararlaştırıldı. [38] Zeyd b. Sâbit Hazretleri, bu suretle okuma yazma öğrenen çocuklar arasında idi. Bu sâyede Medine’de de okuma yazma bilenlerin sayısı çoğaldı.
Hz. Ömer, konuyla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır:
“Sabahleyin Resûlullah’ın huzuruna geldiğim zaman, onu ve Hz. Ebû Bekir’i oturmuş, ağlıyor gördüm. “‘Yâ Resûlallah! Sen ve arkadaşın, niçin ağlıyorsunuz? Sizi ağlatan şeyi bana söyler misiniz? Eğer ağlanacak bir durum varsa ben de ağlayayım! Ağlanacak bir durum yoksa, ikinizin ağlamasına yine katılırım!’ dedim.
“Resûlullah, ‘Senin arkadaşlarının esirlerden aldıkları fidye-i necattan dolayı vay benim başıma gelene! Uğrayacağınız azabın, şu yakınınızdaki ağaçtan daha yakın olduğu, bana gösterildi’ buyurdu.” [39]
Peygamberimizin Esirler Hakkında
Müslümanlara Tavsiyesi
Peygamber Efendimiz mücahitlerle, esirlerden bir gün önce Medine’ye geldi. Bir gün sonra Medine’ye gelen esirleri, ashabı arasında dağıttı ve onlara, “Siz esirler hakkında birbirinize iyilik ve hayır tavsiye ediniz” buyurdu. Esirler arasında bulunan Mus’ab b. Umeyr’in (r.a.) kardeşi Ebû Azîz der ki:
“Esirler Bedir’den Medine’ye getirildikleri zaman, ben de ensardan bir ailenin yanına düşmüştüm. Resûlullah, biz esirler hakkında Müslümanlara tavsiyelerde bulunmuştu. Bu sebeple de onlar, sabah ve akşam yemeklerinde ekmeği bana verirler, hurmayı kendileri yerlerdi. Onlardan birinin eline bir ekmek parçası geçse, onu bana verirdi. Ben de, utandığımdan, o ekmek parçasını, veren kimseye iade ederdim. Fakat o yine ekmeğe dokunmadan tekrar bana verirdi!” [40]
Peygamberimizin,
Sakladığı Altınları Abbas’a Haber Vermesi!
Esirler arasında bulunan, Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, oldukça zengin bir zâttı.
Resûl-i Ekrem, “Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Akîl b. Ebî Tâlib ile Nevfel b. Hâris için fidye-i necat öde! Çünkü sen, servet sahibisin” dedi.
Hz. Abbas, müşriklerle Bedir’e çıkıp gelirken beraberinde asker için sarfetmek üzere sekiz yüz dirhem altın alıp getirmişti. Harp esnasında bu da elinden alınmış ve ganimet malları arasına katılmıştı. Bunun için Peygamber Efendimize, “Bâri, harp esnasında elimden alınan o altınları, fidye-i necatlara say” diye teklif etti.
Peygamber Efendimiz, “Hayır... O, bizim aleyhimizde sarfetmek için taşıdığın ve Allah’ın sonunda bize nasip ettiği bir maldır. Onu sana geri veremeyiz” buyurdu. Hz. Abbas, “Benim ondan başka param yok! Beni avuç açtırıp da dilendirecek misin?” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Ey Abbas! Ya o altınlar nerede kaldı?” diye sordu.
Hz. Abbas, “Hangi altınlar?” dedi.
Resûl-i Kibriya Efendimiz ferman etti: “Hani senin, Mekke’den çıkacağın gün, zevcen Ümmü Fadl’a teslim ettiğin altınlar! Onları teslim ederken, yanınızda ikinizden başka da kimse yoktu. Sen, Ümmü Fadl’a, ‘Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Şayet herhangi bir felâkete uğrayıp da dönemezsem, şu kadarı senin içindir, şu kadarı Fadl içindir, şu kadarı Abdullah içindir, şu kadarı Ubeydullah içindir, şu kadarı da Kusem içindir!’ demiştin. İşte o altınlar!”
Hz. Abbas, hayretle, “Bunu sana kim haber verdi?” diye sordu. Peygamber Efendimiz, “Allah haber verdi!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Abbas, şehâdet getirerek kemâl-i imanı kazanıp Müslüman oldu. Fidye-i necatını ödedikten sonra da Mekke’ye döndü. Hz. Abbas, Mekke’ye dönünce Müslümanlığını izhar etmeyip hep gizli tutum ve davranışları Peygamber Efendimize yazar ve Mekke’deki Müslümanlara yardım ederdi. [41]
Hz. Zeyneb’in Gerdanlığını Göndermesi
Bedir esirleri arasında, Peygamber Efendimizin damadı Hz. Zeyneb’in kocası Ebû Âs b. Rebi de vardı. Hz. Zeyneb (r.a.), kocası Ebû Âs’ın fidye-i necatı olmak üzere boynundaki gerdanlığı çıkarıp Medine’ye gönderdi. Bu gerdanlığı Hz. Zeyneb’e, evlendiği sırada annesi Hz. Hatice hediye etmişti.
Resûl-i Kibriya’nın bu güzide kerimesinin gerdanlığını fidye-i necat olarak göndermesi, ashab-ı kirama fazlasıyla tesir etti. Peygamber Efendimiz de onu görünce son derece rikkate geldi ve “Eğer münasip görürseniz, Zeyneb’in esirini salıveriniz, bedelini de geri çeviriniz” buyurdu. Bunun üzerine sahabeler, Ebu’l-Âs’ı serbest bırakıp gerdanlığı da geri çevirerek Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek kalbini memnun ettiler. [42]
Bedir Zaferi’nin Akisleri
Bedir Zaferi, gerek Medine içinde ve gerekse dışında müspet-menfi akisler uyandırdı. Her şeyden önce Medine içindeki Yahudi ve putperestlerin gözleri yıldı. Hatta Yahudilerden bazıları, “Evsafını kitaplarımızda okuduğumuz zât budur. Artık ona karşı durulamaz. Galip olacak hep odur” diyerek imana geldiler. Bir kısmı ise, korkularından iman etmiş gibi göründüler. Ama fitne ve fesat çıkarmaktan yine de vazgeçmediler.
Habeş Necâşîsi de, Peygamberimizin bu muzafferiyetini haber alanlar arasındaydı. O da ülkesinde bulunan muhacir Müslümanlara, “Allah, Resûlüne Bedir’de yardım etmiştir. Bundan dolayı hamdederim” diyerek memnuniyet ve sevincini izhar etti.
Medine’de Müslümanlar arasında bayram havası yaşanırken, Mekke’de müşrikler ise tam bir mâtem havasına bürünmüşlerdi.
Bedir galibiyetiyle civarındaki kabilelere de gözdağı verilmiş oldu.
Ebû Leheb’in Ölümü
Ebû Leheb, Bedir’e katılmamış ve yerine Âsî b. Hişam’ı göndererek Mekke’de kalmıştı.
Kureyş ordusu, İslam ordusu karşısında büyük bir hezimete uğrayıp Mekke’ye dönünce, Ebû Leheb, Ebû Süfyan b. Haris’i yanına çağırarak, “Ey kardeşimin oğlu! Halkın işi nasıl oldu? Bana anlat” dedi.
Ebû Süfyan İbni Haris, “Vallahi” dedi. “Biz o cemaatle karşılaşınca bozguna uğradık. Onlar da kimimizi öldürdüler, kimimizi de esir ettiler. Fakat ben halkı kınamam ve ayıplamam; zira, kır atlara binmiş, ak benizli bir alay süvariyle karşılaştık ki onlara karşı koymak mümkün değildi!”
O sırada Hz. Abbas’ın zevcesi Ümmü Fadl ile kölesi Ebû Refi de orada bulunuyorlardı. Ebû Refi, “Vallahi, o gördüğün süvariler, melekler idi!” deyince, Ebû Leheb, hiddetlenip yüzüne şiddetli bir tokat indirdi, sonra da üzerine çöküp dövmeye başladı.
Ümmü Fadl, gayrete geldi. “Biçare köleyi, efendisi burada yok diye dövüyorsun!” diyerek bir çadır direğiyle Ebû Leheb’in başını yardı. Ebû Leheb, zelil ve perişan bir halde kalkıp gitti. Gam ve kederinden ağır hasta oldu. Bir hafta sonra da Resûlullah’a ve Müslümanlara yaptığı şiddetli düşmanlığın hesabını vermek üzere ölüp gitti.
Oğulları ölüsünü, iki veya üç gün beklettiler. Evinde cesedi kokmaya başladı. Hastalığının bulaşmasından korktukları için kimse yanına yaklaşmak istemiyordu.
Kureyşlilerden biri bir gün oğullarına, “Yazıklar olsun size! Babanız evinde koktuğu halde, onun yanına uğramamaktan utanmıyor musunuz?” dedi. Onlar, “Biz, onun hastalığından korkuyoruz!” deyince, adam, “Haydi, gelin! Ben size yardım edeyim” diyerek gittiler.
Fakat yanına yaklaşılacak gibi değildi. Onu ne yıkadılar ve ne de ona el sürdüler. Uzaktan üzerine su serptiler. Sonra sürükleyerek götürüp Mekke’nin yukarı taraflarında bir yere gömdüler. Üzerini taşla kapattılar.
___________________________________________________________
[36] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4. s. 13; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 288.[37] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 286.[38] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 22; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 1, s. 246.[39] Müslim, Sahih, c. 5. s. 157.[40] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 300.[41] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 13-15; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 112.[42] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 308.[43] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 74; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 288.