19 Kasım 2012 Pazartesi

HADİS-İ ŞERİFLER / HESAP ve KULLAR ARASINDA HÜKMÜN VERİLMESİ

KÜTÜB-İ SİTTE
HADİS-İ ŞERİFLER
KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ 
İkinci Bab: Kıyamet Ahvali 
Üçüncü Fasıl: HESAP ve KULLAR ARASINDA HÜKMÜN VERİLMESİ


          1. (5063)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı [kıyamet (ve hesaplaşmanın olacağı)] gün gelmezden önce, daha burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir."
[Buhârî, Mezalim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyamet 2, (2421).]


AÇIKLAMA:
Hadis, mü'minleri, mü'min kardeşine karşı haksızlık yapmamaya, şayet yapmış ise helalleşmeye tevşik etmektedir. Bu haksızlık, "ırz"la ifade edilen manevî varlığına karşı olabilir. "Başka bir şey" tabiriyle de "bütün çeşitleriyle mal", "yaralama", hatta "tokat"a varıncaya kadar her şey kastedilmiştir. Nitekim Tirmizî'nin rivayetinde "ırz ve mal nevinden..." denmiştir.


Müslim'de bu mana bir başka üslubla ifade edilmiştir:
"Ümmetimden müflis olan o kimsedir ki: Kıyamet günü namazı, orucu ve zekatı olduğu halde gelir. Ancak birine küfretmiş, diğerinin kanını dökmüş, bir diğerinin  de malını yemiştir. Hasenatı, buna, öbürüne, diğerine dağıtılır. Üzerindeki borçlar bitmeden hasenatı tükenmişse öbürlerinin günahlarından alınır, üzerine yüklenir ve böylece ateşe atılır."
Bu hadis, "Bir günahkârın günahı diğerine yüklenmez" (En'am 164) ayetine muhalif düşmez. Zira bu kimse, kendi fiili ve zulmü sebebiyle cezalandırılmıştır. Çünkü hasenatı, Allah'ın kullar hakkındaki adaleti gereği, seyyiati mukabilinde alınmıştır.
Humeydî, Kitabu'l-Muvazene'de demiştir ki: "İnsanlar üç kısımdır:
* Hasenatı seyyiatına üstün gelenler.
* Seyyiatı, hasenatına üstün gelenler.
* Hasenatı ve seyyiatı müsavi olanlar.
Birinciler, Kur'an'ın nassı ile kurtuluşa ereceklerdir. İkinciler, sevabından fazla olan günahı sebebiyle, nefhadan (İsrafil' in sûra üflemesinden) ateşten çıkanların sonuncusuna kadar, şerrinin azlığı çokluğu nisbetinde azab edilecektir. Üçüncüler, a'raftakilerdir (A'raf cennet ve cehennem arası bir yer)."
Bu görüşü bazı alimler: "Allah'ın azab etmeyi murad ettikleri" diye kayıtlaması, keza üçüncü kısım için de: "Üç  görüşten en kuvvetli olanı" diye tasrih etmesi gerekirdi diye tenkit etmişlerdir.
Ayrıca Humeydî, "Seyyiatı hasenatına galebe çalanlar da iki kısımdır: "Azab çekip, şefaatle ateşten kurtulanlar, günahı affedilip, hiç azab çekmeyenler" demiştir.

2. (5064)- Yine Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka eda edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak."
(Ebu Hureyre) der ki: "Biz şunu da işitirdik: "Kıyamet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen beni hata ve münker işlerken görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!"
[Müslim, Birr 6, (2582); Tirmizî, Kıyamet 2, (2422).] "Boynuzlu koyun..." tabirinden gerisi Rezin'in ziyadesidir.

AÇIKLAMA:
Nevevî, hadisi açıklama sadedinde der ki: "Bu hadis, hayvanların da kıyamet günü haşredileceği ve tıpkı teklif ehli insanların, çocukların, delilerin ve kendilerine tebliğ ulaşmayanların iadesi (yeniden diriltilmesi) gibi, onların da iade edileceği hususunda bir açıklamadır. Bu hususta Kur'an ve sünnette deliller mevcuttur. Ayet-i kerimede Rabb Teala şöyle buyurmuştur: "Vahşi hayvanlar haşredildiği zaman" (Tekvir 5). Ayet ve hadiste gelen bir kelimenin zahirini esas almaya aklî veya şer'î bir mani yoksa onu zahirine hamletmek vacib olur. Alimler derler ki: "Kıyamet günü, yeniden diriltilme ve haşredilmek için mücazat, mükafaat veya sevab şart değildir. Boynuzlu keçinin kabış keçi için kısas olması, teklif kısası değil, mukabele kısasıdır."

3. (5065)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ahirette kimin hesabı münakaşa edilirse, azaba maruz kalacak demektir!" buyurmuşlardı. Ben: "Nasıl olur? Allah Teala hazretleri (mealen): "O vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhasebe edilecek ve ehline sevinçli olarak dönecek" (İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap münakaşası değil mi)?" dedim.
"Hayır! buyurdular, bu (münakaşa  değil) arzdır. Kıyamet günü hesaba çekilen herkes mutlaka helak olmuş demektir!"
[Buharî, İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak 49; Müslim, Cennet 80, (2876); Ebu Davud, Cenaiz 3, (3093); Tirmizî, Kıyamet 6, (2428).]

AÇIKLAMA:
Burada geçen "münakaşatü'l hesab" tabiri, hesabın tahkik ve tedkikini ifade eder. Zemahşerî, Faik'te "hesap münakaşası"nı "hesapta zorluk çıkarmak, az çok hepsini ortaya dökmek, sayıya dahil etmek" şeklinde açıklar. Kişinin helak olması, burada "yapılan ince hesap sonucu, fazla gelen günahları sebebiyle azab çekmesi"dir.
Resulullah'ın arz diye ifade buyurduğu ayet-i kerime, inceden inceye yapılan bir hesabın sonucunu bildirmemiş olmakta, amelin arzını ifade etmektedir. Tîbî der ki: "Hadiste geçen "bu arzdır" ifadesinin manası şudur: "Ayette mezkur olan hesap, kulun eksikliklerine rağmen Allah'ın dünyadaki lütfunu ve bu eksikliklerin ahiretteki affını bilmesi için mü'minin amellerinin bir arzıdır."
Resulullah, bu hadislerinde "hiçbir kimsenin ameliyle cennete gidemeyeceğini" ifade ettiğine göre, ebedî cennet, insanların dünyada yaptıkları amellerin neticesi değildir. Şu halde inceden inceye, amellerimiz üzerine yapılacak hesabın sonucu olarak cennete gitmek mevzubahis olamaz. Cennet, lutf-u İlahînin neticesidir.  Allah'ın lütfu tecelli edenlerin kitapları sağından verilmiş olacaktır. Şüphesiz ki, İlahî rahmetin tecellisinde amel defterinin muhtevası müessirdir.

4. (5066)- Hureys İbnu Kabîsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Medine' ye geldim ve: "Ey Allah'ım! Bana salih bir arkadaş nasib et!" diye dua ettim. Derken Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'nin yanına oturdum. Kendisine: "Ben, Allah'a bana salih bir arkadaş nasip etmesi için dua  ettim. Bana, Resulullah'tan işittiğin bir hadis söyle! Olur ki Allah Teala hazretleri ondan faydalanmamı nasib eder!" dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"Kıyamet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa  Rab Teala hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nafilesi var mı?" buyurur. Böylece, farzın eksikleri nafile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir."
[Tirmizî, Salat 305, (413);  Nesâî, Salat 9, (1232).]

AÇIKLAMA:
1- Hadis, kişinin Allah'a karşı borçları arasında en mühiminin namaz olduğunu ifade etmektedir. Bu hadis, insanlar arasında kıyamet günü hesabı görülecek ilk şeyin kan olacağı hususunda hadise ters düşmez. Çünkü bu ikinci hadis, insanlar arasındaki hukuktan; öbürü ise Allah'a karşı olan hukuktan bahsetmektedir. Alimler bu iki hukuktan hangisi öncelik kazanır? sorusu üzerinde de durmuş ve önceliğin Allah'a karşı olan hukuk olduğunu belirtmiştir. Deliller bunu göstermektedir.
2- Hadis, hesap sırasında farzlarda çıkacak eksikliklerin, kulun sünnet ve nafile nevinden kılmış bulunduğu namazlarla tamamlanacağını, onların da hesaba gireceğini belirtiyor, yeter ki kişinin amel defterinde bu neviden ibadetler yapılmış olsun.
3- Farzdaki eksiklik nedir? sorusu farklı ihtimaller getirmiştir;
* Bir ihtimale göre, bununla farz namazların miktarca noksanlığı değil,farz namazlarda yerine getirilmesi gereken huşu, zikirler, dualar gibi farz sevabını artıran bazı sünnetler ve meşru heyetlerin noksanlığı kastedilmiş olabilir. Bu duruma göre, kişi bu sünnetleri farzda ihmal etmiş ve fakat tatavvu (nafile) namazlarda yerine getirmişse, burada oraya aktarma suretiyle oradaki eksiklik tamamlanılacak demektir.
* Keza, "Bu ifade ile, farz namazların farzları ve şartlarında ortaya çıkacak eksikliklerin kastedilmiş olması da muhtemeldir" denmiştir.
* Keza, "Bizzat farz namazlarının terki ile hasıl olan eksikliğin sünnetlerle telafi edileceği de kastedilmiş olabilir" denmiştir.
Öyleyse, hadiste, diğer farzlarda bu muhtevada yapılacak eksiklikler, nafilelerle ikmal edilecektir. Cenab-ı Hak vaadedince o yerine mutlaka gelir. Resul-i Ekrem'i de, O'nun namına haber verir. Kizbten, mübalağa ve mücazefeden uzak konuşur.

5. (5067)- Yahya İbnu Said rahimehullah anlatıyor:
"Bana ulaştığına göre, (kıyamet günü), kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı kabul edilirse, geri kalan amellerine bakılır. Eğer namazı kabul edilmezse diğer amellerinin hiçbirine bakılmaz."
[Muvatta, Kasru's-Salat 89, (1, 173).]
AÇIKLAMA için önceki hadisin açıklamasına bakılsın.

6. (5068)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır."
[Buhârî, Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasame 28, (1678); Tirmizî, Diyat 8, (1396); Nesâî, Tahrim 2, (7, 83).]

AÇIKLAMA:
Bu hadis, insanlarla ilgili hukukta ilk hesaba çekilecek meselenin "kan"la ilgili meseleler olduğunu ifade etmektedir. Bir önceki hadiste ise, ilk hesabın namazla ilgili olduğu belirtilmiştir. Zahirde bir zıtlık görülür ise de, aslında yoktur. Çünkü biri Allah hakkına ait meselelerde ilkle; diğeri ise kul hakkına ait meselelerde ilkle ilgilidir. Nitekim Nesâi'de gelen bir rivayet ikisini birlikte zikretmektedir: "Kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır. İnsanlar arasında (cereyan edenlerden) ilk hesabı yapılacak şey de, kandır."
İbnu Hacer: "En mühim olanla başlamak, prensip olması sebebiyle, bu hadis, kan  meselesinin ehemmiyetini nazarlarımıza arz ediyor der. Bazı alimler: "Kaza (hüküm)  insanlara hastır, hayvanlarla ilgili olarak kaza yoktur" demiş ise de, İbnu Hacer, "Bunun hatalı olduğunu, hadisin insanlar arasındaki kazanın önceliğinden bahsettiğini; bu ifadede, mesela insanlar arasındaki hükümden sonra hayvanlar arasında da hüküm olacağının nefy edilmediğini" belirtir.
Yeri gelmişken kanın ehemmiyetini ifade eden bir başka hadis daha kaydetmek isteriz: "Dünyanın zevali, Allah indinde mü'min bir kulun (haksız yere) öldürülmesinden daha hafif kalır" veya "Mü'minin katli Allah indinde dünyanın zevalinden daha büyük (bir cürüm)dür." Dünyanın zevalinde, pek çok mü'minin helaki de bulunması sebebiyle hadisin ifadesinde müşkillik bulunduğu ifade edilmiş ise de, daha önce de açıklandığı üzere, burada "Allah nazarında" tabiri meseleyi halleder: Hadislerde Allah nazarında sinek kadar değeri olmadığı belirtilen dünya, ehl-i hevanın dünyasıdır, dünyanın isyanlarla, cinayetler ve haksızlıklarla dolu olan yönüdür, nefs-i emmareleri tatmin eden yönüdür. Bu yönüyle dünyanın Allah nazarında sinek kanadı kadar değeri yoktur. Öyleyse hadiste, Cenab-ı Hakk'ın esmasının tecelligâhı veya abid kullarının ibadet edip, ahiret için ekim yaptıkları dünya maksud değildir.

7. (5069)- Ebu Berze (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları [Rabbinin huzurundan] ayrılamaz:
* Ömrünü nerede harcadığından,
* Ne amelde bulunduğundan,
* Malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından,
* Vücudunu nerede çürüttüğünden."
[Tirmizî, Kıyamet 1, (2419).]

AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, başka tariklerden de gelmiştir. Yine Tirmizî'de gelen bir başka veçhine göre "Kişiye beş şey sorulacaktır: "Ömrünü nerede tüketti, gençliğini nerede çürüttü, malını nerede kazandı, nereye harcadığı bildiği ile ne derece amel etti?" Bu rivayette, gençliğin ayrıca mevzu bahis edilmesi, insan hayatı içerisinde onun ayrı bir ehemmiyet taşıdığını ifade eder. Ehemmiyetlidir, çünkü ibadet vs.yi yapmada güç-kuvvet bulunan bir devredir. Bu devrede yapılan ibadetler daha kıymetlidir.
2- Yine Tirmizî'nin bir hadisi, kişinin Allah huzurunda tek başına hesap vereceğini daha açık olarak ifade eder: "Sizden her birinize mutlaka, arada herhangi bir tercüman bulunmadan Rabbisi, kıyamet günü konuşacaktır. Kişi sağına bakacak, hayatta göndermiş olduğu (salih) amelden başka bir şey göremeyecek. Sonra soluna bakacak, yine dünyada iken gönderdiği (kötü) amelden başka bir şey görmeyecek. Sonra karşısına bakacak, ateşin kendisini beklediğini görecek." Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu noktada şu tavsiyede bulunur: "Sizden her kim kendini ateşe karşı, bir yarım hurmayla da olsun, koruyabilirse onu yapsın."

8. (5070)- Ebu Saîd ve Ebu Hureyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyorlar: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü kul (hesap vermek üzere huzur-u İlahîye) getirilir. Allah Teala hazretleri: "Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanları ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, benimle bugünkü şu karşılaşmanı hiç düşündün mü?" diye soracak.
Kul da: "Hayır" diyecek.
Allah Teala hazretleri: "Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada) beni unuttuğun gibi!" buyuracak."
[Tirmizî, Kıyamet 7, (2430).]

AÇIKLAMA:
Hadis, sayılan nimetlere mazhar olan bir kimsenin, nimetlere şükürle mukabele etmemesi halinde kıyamet günü, Cenab-ı Hakk'ın da onu nisyana (unutulmaya) mahkum edeceğini bildirmektedir. Allah'ın kulu unutması, onu azaba terketmesi, rahmetini tecelli ettirerek, azabtan kurtarmaması demektir.

9. (5071)- Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"(Ashab, Resulullah'a): "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu.
Ashab: "Hayır!" deyince:
"Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar sordu.
Ashab yine: "Hayır!" deyince:
"Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb Teala: "Ey filan! Ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim mi?" diye soracak.
Kul: "Evet ey Rabbim!" diyecek.
Rab Teala: "Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?" diyecek.
Kul bu soruya: "Hayır!" karşılığını verecek.
Rab Teala da: "Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni  unuttuğun gibi!" diyecek. Sonra ikinci kul Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teala ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler.
Kul: "Evet! ey Rabbim!" der.
Rab Teala da: "Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?" diye  sorar.
Kul: "Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!" der ve elinden geldiğince (Hak Teala hakkında) hayır senada bulunur.
Rab Teala: "Bu hususta lehine şehadet edecek biri var mı?" diye soracak.
Kul: "Hayır, yok!" diyecek.
Rab Teala: "Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!" der.
Kul kendi kendine: "Benim aleyhime şahidlik yapacak da kim?" diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: "Haydi konuş!" denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, Allah'ın gadabına uğrayan münafıktır."
[Müslim, Zühd 16, (2968).]

10. (5072)- İbnu'l-Müseyyeb, Atâ İbnu Zeyd el-Leysî, Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'den naklen anlatıyor:
"İnsanlar Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. O da: "Siz bulutsuz dolunay gecesinde ayı görmekten şüpheye düşer misiniz?" diye sordu. Onlar;
"Hayır! Ey Allah'ın Resulü!" diye cevap verdiler.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Bulutsuz bir günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?" diye tekrar sordu.
Ashab yine: "Hayır!" cevabını verdiler. Bunun üzerine:
"Şunu bilin ki, siz Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyamet günü, insanlar haşrolunurlar. (Rab Teala): "Kim (Benden başka) bir şeye tapıyor idiyse ona tabi olsun!" buyurur. Onlardan bir kısmı güneşe, bir kısmı aya, bir kısmı da putlara tabi olurlar. Orada,  münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. Allah onlara [tanımadıkları bir surette] yaklaşır.
"Ben sizin Rabbinizim!" buyurur. Oradakiler: "[Senden Allah'a sığınırız]. Biz, Rabbimiz bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz gelince biz onu tanırız!" derler. Derken Rableri [onların tanıyacağı surette] gelir. "Ben Rabbinizim!" der. Onlar da:
"Sen Rabbimizsin!" derler. Rab Teala onları (cennete) davet eder. Cehennemin üzerine sırat kurulur. Peygamberler arasında, ümmetiyle sırattan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelamı da:
"Allahümme sellim, Allahümme sellim (Ey Rabimiz selamet ver, ey Rabbimiz selamet ver!" olacak. Cehennemde, deve dikeninin (20) dikenleri gibi kancalar var.
______________
[(20) Sa'dân: Develerin otladığı kırlarda biten dikenli bir bitkidir. Bitkinin her tarafından dikenler çıkar (Ahterî). Halkımız bu bitkiye deve dikeni der.]
Deve dikeninin dikenlerini gördünüz mü?" diye sordu.
Ashab: "Evet!" deyince Aleyhissalâtu vesselâm devam etti:
"İşte o kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri gibidir. Ancak, onların büyüklüğü ne kadardır, Allah'tan başka kimse bilmez. İnsanları (kötü) amelleri sebebiyle kapar. İnsanların bir kısmı (kötü) ameli sebebiyle helak olur. Bir kısmı da ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur. Allah, ateş ehlinden kurtarmak istediklerine rahmet etmeyi irade edince, ateş ehlinden Allah'a ibadet etmiş olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere emreder. Melekler bu kimseleri, secde izleriyle tanırlar. Çünkü Allah Teala hazretleri secde mahallinin yakılmasını ateşe haram etmiştir.
Onlar böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Selin getirdiği milli topraktan habbelerin (filiz açıp) bitmesi gibi, suyun değdiği yerler yeniden bitecek.
Rab Teala, sonra, kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak. Derken cennetle cehennem arasında bir kul kalacak. Bu, cennete girmede cehennemliklerin sonuncusudur. Yüzü cehenneme doğru ilerlerken: "Ey Rabbim! Yüzümü ateş tarafından çevir! Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu" diye yalvaracak. Allah Teala'ya, kendisine dua etmesini dilediği kadar duada bulunacak. Sonra Allah Teala hazretleri:
"Ben bu istediğini versem, bundan başkasını da ister misin?" diye soracak. Adam: "İzzet ve celaline yemin olsun hayır! Bundan başkasını istemem!" diyecek ve istemeyeceği hususunda Allah'a ahd u mîsakta bulunacak. (Allah), bunun üzerine yüzünü ateşten çevirecek. Adam yüzüyle cennete yönelince ve onun güzelliğini görünce, Allah'ın dilediği  bir müddet susacak. Sonra (dayanamayıp): "Ey Rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır!" diyecek. Allah Teala hazretleri:
"Sen bana istemiş olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına dair ahd-u mîsakta bulunmadın mı? Ey ademoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Mahlukatın en bedbahtı ben olmayayım!" diyecek.
Rab Teala: "Sana bu istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek misin?" der.
Adam: "Hayır! İzzetine ve celaline yemin olsun hayır! Başka bir şey istemeyeceğim!" diyecek. Rabbi de onu mâzur addedecek. Çünkü o, sabr edilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd-u misakta bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp onun güzelliğini ve içindeki taravet ve süruru görünce, Allah'ın dilediği kadar sesini keser. (Fakat daha fazla dayanamayıp atılır):
"Ey Rabbim! Beni cennete koy!" der.
Rab Teala: "Ey ademoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin! Sana verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana ahd-u mîsak vermedin mi?" diyecek.
Adam: "Ey Rabbim! Beni mahlukatın en bedbahtı yapma!" diyecek.
Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete girmesi için izin verecek ve
"Dile (ne dilersen!)" diyecek. Adam dileyecek. Öyle ki, hiçbir arzusu kalmayacak. Allah yine de: "Şunları şunları da iste!" deyip, istemesi gereken şeyleri zikredecek. Böylece istenecek şeyler bitince Allah Teala hazretleri: "Bütün bunlar, bir misliyle sana verilmiştir!" buyuracak."

Ebu Saîd der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bütün bunlar, on misliyle birlikte sana verilmiştir!" dediğini işittim."
[Buhârî, Rikak 52, Ezan 129, Tevhid 24; Müslim, İman 299, (182); Tirmizî, Cennet 20, (2560).]

AÇIKLAMA:
Hesap gününün çeşitli ahvalini gözlerimizin önüne seren bu hadisten İslam alimleri birçok fevaid çıkarmışlardır. Mühimlerini kaydediyoruz:
* Kişinin, hakikatı anlaşılmayan şeylere muhatap olması caizdir.
* Bu çeşit meselelerin, kişinin anlayacağı bir üslubla ifade edilmesi de caizdir.
* Ahiret umuru, dünyadakilere sadece ismen benzer, hakikatleri ayrıdır.
* Kula teklif, cennet veya cehennemde kesin olarak yerini almadıkça devam etmektedir. Ancak Mevkıf'ta emre uymak iradî değil, ızdırârîdir.
* İmanın fazileti ifade edilmiştir. Çünkü, münafık, zahirî olarak bile imanı takınmış olduğu halde onun hürmeti, imanın verdiği nur sönünceye kadar devam etmiştir.
* Sırat köprüsü, incelik ve keskinliğe rağmen Hz. Adem'den kıyamete kadar gelen bütün yaratılanları istiab edecek genişliktedir.
* Ateş, büyüklüğüne ve şiddetine rağmen yakması emredilen hududu taşmamaktadır.
* İnsanoğlu cürmünün küçüklüğüne rağmen muhalefetten geri kalmıyor.
* Duanın fazileti ifade edilmekte, kişi zahirde liyakatli gözükmese bile, duasının kabul edileceğine kuvvetli bir ümit verilmektedir. Çünkü Allah'ın rahmeti pek geniştir.
* "Şefaat sadece günahkâr olanlar için vardır" diye hükmederek, başkalarının şefaat talep etmeyeceğini iddia edenlerin hilafına, şefaat talep etmenin caiz olduğu gözükmektedir. Nitekim bazı açıklamalarda sabit olduğu üzere:
** Sorgusuz sualsiz cennete girebilmek için de şefaatçi talebine gerek vardır.
** Kusurlu olduğunu itiraf eden akıl sahibi herkes, kusurlarının affını talep etmeye muhtaçtır. Acaba kemal iddia eden mü'min çıkar mı? Çıksa, bu noksan sahibi olmanın delili olmaz mı?
** Keza hiçbir kimse amelinin makbul olduğundan emin olamaz. Öyleyse sahib-i amel de amelinin kabul edilmesi için şefaate muhtaçtır. Öyleyse "Günahkâr olmayanlara şefaat talep etmesi gerekmez" diyen kimse için Allah'tan mağfiret ve rahmet de istenmemesi gerekir. Bu  ise Resulullah ve seleften gelen duaların mahiyetine ters düşen bir durumdur. Zira herkes Allah'tan rahmet ve mağfiret talep etmiştir.
* Ahirette Allah'ı görmek kesindir. Ancak bunun mahiyetini Allah bilir, insanlar idrak edemez. Allah'ı görmek mü'minlere hastır. Münafıklar ve Ehl-i Kitap bundan mahrumdur.
* Bu ümmetten bir cemaat, ateşte azap çektikten sonra, şefaat ve rahmete mazhar olarak oradan çıkacaklardır. Bu hususta başka deliller de mevcuttur.
* Muvahhid olanların ta'zibi, mertebelerine göre farklı olacaktır. Bir kısmı ayaklarına kadar, bir kısmı bacaklarına kadar azaba maruz kalacaktır.
* Secde mahallerini ateş yakmayacaktır. Bunlar ölecekler, azapları da, yakılmaları ve cennete girmekten mahrum kalmaları suretiyle olacaktır. Kâfirler ise azabı tatmak için, ölmeyecekler; istirahat verecek bir hayat da yaşamayacaklar. Ebu Hureyre (ra.)’ın bir rivayetinde bu hususta şu tasrih mevcuttur: "Mü'minler ateşe girince ölürler. Allah onları ateşten çıkarmak istedi mi, o saatte azap elemini değdirir."
* Hadiste, insan fıtratında mevcut olan tamahkârlık kuvvesi ve matlubunu tahsilde başvurduğu hilesi de gözükmektedir: "Önce ateşten uzaklaştırılmayı, böylece cennet ehliyle az bir irtibat kurmayı talep eder, sonra onlara yaklaşmayı." Hatta bir rivayette ağaç ağaç yaklaşma, sonra girme talep ettiği belirtilmiştir. Şu halde bu durum, insanı hayvanlardan üstün kılan fikir, akıl gibi vasıfların "yeniden dirilme"den sonra tekrar insana geri geleceğini ifade eder.

11. (5073)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü insanlar üç kere Allah'a arzedilirler: İlk iki arzedilmede cidal ve özür beyanı vardır. Ama  üçüncü arzedilme esnasında ellerde sahifeler uçuşur, kimisi sağ eliyle, kimisi de sol eliyle alır."
[Tirmizî, Kıyamet 5, (2427).]

AÇIKLAMA:
1- Kâri'nin açıklamasına göre, insanlar birinci arz sırasında kendilerini müdafaa edecekler: "Bize peygamber gelmedi" diye Allah'a karşı vaziyet alacaklar. İkinci arzda ise: gerçekleri itiraf edecekler. Ancak, "Bu günahları sehven, hataen ve cehaletle yaptım, kastım yoktu..." gibi özürleri ileri sürecekler. Üçüncü arzda ise: herkesin amel defteri ortaya çıkarılacak, saklamaya te'vile imkan kalmayacak. Defterini sağ elinde tutanlar saadet ehlidir, sol elinde tutanlar ise şekavet ehlidir.
2- Tirmizî, hadisin bir veçhiyle zayıf olduğunu belirtir. Ancak rivayet daha makbul vecihlerden de gelmiştir.

12. (5074)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Bir adam bana: "(Kıyamet günü Allah'ın kişiye hususi) hitabı hakkında ne işittin?" diye sordu. Şu cevabı verdim:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Mü'min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun) üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: "Şu şu günahlarını biliyor musun?"
Mü'min kul, iki kere: "Evet ey Rabbim, biliyorum!" der.
Rab Teala da: "Dünyada iken bunları örterek seni teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!" buyurur. Sonra ona hasenat defteri verilir. Amma, kâfirlere ve münafıklara gelince, bunlarla ilgili olarak, bütün mahlukatın huzurunda: "Bunlar Allah namına yalan söylemişler (böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır). Haberiniz olsun! Allah'ın  laneti zalimleredir" diye nida olunur" dediğini işittim."
[Buharî, Mezalim 2, Tefsir, Hud 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, (2768).]

AÇIKLAMA:
1- Daha önce de temas edildiği gibi (5069-5070) her kul Allah'ın karşısına çıkarılıp, birer birer hesaptan geçirilecektir. Bu muhasebede Allah mü'min kuluna bir rahmet olarak hususi şekilde hitap edecek, kusurlarını, başkaları duymayacak şekilde sayıp dökecektir. İşte bu hitap necva kelimesiyle ifade edilmiştir. Necva, fısıldamak, başbaşa konuşmak, gizli konuşmak gibi manalara gelir. Kirmanî: "Bu hitaba necva denmesi, kâfire olan hitabın aleni olması sebebiyledir" der.
2- Hadiste, kişinin gizli yaptığı günahları başkasına açmamasına bir telmih mevcuttur. Çünkü, Cenab-ı Hak dünyada gizli kalan günahları kıyamet günü affettiğini ifade etmektedir. Bu ifadenin manayı muhalifinden, alenî yapılan veya aleniyet  kazanan günahların affı hususunda garanti olmadığı manası çıkar. Şarihler bu sadedde gelen hadislere dayanarak, kıyamet günü âsi mü'minlerin iki kısım teşkil edeceğini söylemişlerdir.
Birinci kısım: Günahı kendisi ile Rabbi arasında kalanlar. İbnu Ömer hadisi, bunların da iki kısma ayrıldığını ifade eder:
* Günahı dünyada örtülenler, Allah kıyamet günü bu günahları onlara karşı örtecektir.
* Günahları aşikâr olanlar. Hadis bunların kıyamet günü öncekilerin hilafına muamele göreceğini ifade eder.
İkinci kısım: Günahı kendisi ile kullar arasında olanlar. Bunlar da iki kısımdır:
* Günahları, sevaplarına galebe çalanlar: Bunlar ateşe girerler, şefaatle tekrar çıkarlar.
* Günah ve sevapları eşit olanlar: Bunlar da aralarında kısaslaşmadan cennete giremezler.
13. (5075)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihanet ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden (Allah yanında) durumum ne olacak?" diye sordu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kıyamet günü onlar; sana olan ihanetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle muhasebe olacaktır. Senin onlara verdiğin ceza ise, eğer cezan onların günahları nisbetinde ise, başa baştır. Ne lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından az ise bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından çok olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır" buyurdular.
Bunun üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki:
"Sen Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor!) (Mealen): "Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da biz yeteriz" (Enbiya 47).
Adam tekrar; "Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Resulü! Ben hem kendim ve hem de onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şahid kılıyorum, hepsi hürdür, (azat ettim)" dedi."
[Tirmizî, Tefsir, Enbiya, (3163).]

14. (5076)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) güldüler ve "Neye güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular.
Biz: "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedik.
"Kulun Rabbine olan hitabından!" buyurdular ve şöyle devam ettiler;
"Kul şöyle der: "Ey Rabbim, sen beni zulümden korumadın mı?"
Rab Teala: "Evet korudum" buyurur.
Kul da: "Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şahid olmasını asla istemiyorum" der.
Rab Teala: "Bugün sana tek şahid olarak nefsin, çok şahid olarak da kiramen katibîn kâfidir" buyurur."
Resulullah devamla dedi ki: "Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına; "Konuş!" denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: "Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim" der."
[Müslim, Zühd 17, (2969).]

15. (5077)- İbnu Amr İbni'l-As  (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Aziz ve celil olan Allah [kıyamet günü], ümmetimden bir adamı mahlukatın üstünden seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teala adama sorar: "Bu defterde yazılı olanlardan bir şey inkar ediyor musun? Muhafız katiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?"
Kul: "Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)" der.
Rab Teala sorar: "(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?"
Kul der: "Hayır! Ey Rabbim!"
Aziz ve celil olan Allah: "Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!" buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır. Üzerinde "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulallah (şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın elçisidir)" yazılıdır.
Sonra, Rabb Teala der: "Ağırlığını (yani amellerinin ağırlığını) hazırla!"
Kul sorar: "Ey Rabbim! Bu defterlerin yanındaki bu etiket de ne?" Rabb Teala der: "Sana zulmedilmeyecek! Hemen defterler Mizan'ın bir  kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz."
[Tirmizî, İman 17, (2641).]

16. (5078)- Ebu Mes'ud el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulü dendi, biz cahiliye devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek miyiz?"
Şu cevabı verdiler: "Müslüman olduktan sonra iyi olana, cahiliye devrinde yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslam'daki ameli hem de önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır."
[Buhârî, İstitabe 1; Müslim, İman 189, (120).]

AÇIKLAMA:
Hadis, daha önceleri kâfir iken, sonradan Müslüman olan bir kişinin daha önceki hayatından suale maruz kalıp kalmama meselesine kayıdlı ve şartlı olarak cevap getirmektedir. İslam olduktan sonra amel-i salih sahibi ise sual yok, değil ise var.
Hattâbi der ki: "Bu hadisin zahiri, ümmetin icma ettiği "İslam, öncesini siler" hükmüne muhalefet eder. Allah Teala hazretleri: "Habibim, o küfredenlere söyle ki: Eğer (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse geçmiş (günahları) affedilecektir" (Enfal 38) buyurmuştur."
Hattâbi devamla der ki: "Bu hadisin manası şöyle olmalıdır: "Kâfir Müslüman oldu mu geçmişinden muaheze olunmaz. İslam'da çok fazla günah işler ve Müslümanlığına devamla birlikte, aşırı, şiddetli masiyetlere girerse, İslam'da işlediği cinayeti sebebiyle muaheze olunur ve küfür sırasında yaptığı başına kakılır. Sanki şöyle denir: "Sen şu kötü işleri kâfirken yapmadın mı? Müslümanlığın seni bunlardan men etmedi mi?"
İbnu Hacer, bu görüşü; "Önceki amelinden yapılacak evvelki muaheze, başa kakma suretiyle, sonraki günahların muahezesi, cezalandırma suretiyle olacaktır" diye özetledikten sonra der ki: "Evla olanı, başkasının görüşüdür. Hadiste geçen "isâe" (günah, kötülük) kelimesinden murad küfürdür, çünkü "küfür", "isâe"nin nihayeti, günahların en şiddetlisidir. Adam irtidat eder ve küfrü üzerine de ölürse, sanki Müslüman olmamış gibidir ve hayatı boyunca yaptığı bütün amellerden muaheze olunur.
Buhârî, bu hadisi "Büyük günahların en büyüğü şirktir" hadisinden hemen sona zikretmek suretiyle, bu söylediğimiz açıklamaya işaret etmiş olmaktadır."

17. (5079)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse yok ki kıyamet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) davet etmiş olsa dahi!" Sonra şu ayeti okudu. (mealen): "Onları hapsedin, çünkü onlar mes'uldürler" (Saffat 24).
[Tirmizî, Tefsir, Saffat, (3226).]

AÇIKLAMA:
Burada kişinin, propagandasını yaptığı şeyden sorumlu olduğu ifade edilmektedir. İnsanları, bir kişi bile olsa her neye davet etmişse ondan ayrılmayacak ise, kötülüğe çağıran kimse, kötülüklerin yer aldığı cehennemde olacak demektir.
Ayetteki "mes'uldürler" ifadesini müfessirler, "akidelerinden, sözlerinden ve hareketlerinden" diye açmışlardır. Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına; "Konuş!" denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: "Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim" der.

18 Kasım 2012 Pazar

Yazar Nehir Aydın Gökduman, 31. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı''nda

Gönül Erleri Mail Grubu Yönetim Kurulu ÜyesiYazar Nehir Aydın Gökduman31. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'ndaSizleri Bekliyor...!

Tarih:
20 Kasım 2012 Salı
Saat:
12:00 - 14:00

 TÜYAP'a Metrobüs ile Ulaşım Çok KolaySERVİS BİLGİLERİ
Ücretsiz Servisler


Yaklaşık100 'e yakın kitabı yayınlanan Nehir Aydın Gökduman'ın
DAMLA YAYINLARI'ndan yayınlanan kitapları aşağıdakiler...
Mavi renkle ayrı ayrı yazılı kitap adlarına tıklayıp bilgi alabilirsiniz.
 PEYGAMBERİMİZİN ÇOCUK ARKADAŞLARI (10 Kitap)
 PEYGAMBERİ ÖZLEYEN ÇOCUK AMR BİN SELEME
  YETİM KIZ
  MUTLU KIZLAR 
  KÜÇÜK KIZIN SEVİNCİ
  KUTLU YOLCU VE ENES
  NEFİS HURMALAR VE RAFİ
  ZEYD'İN KUŞU - EBU UMEYR
  KÜÇÜK KATİP ZEYD BİN SABİT
  KÜÇÜK KÖLE ZEYD BİN HARİSE
  İKİ ÇİÇEK - HASAN İLE HÜSEYİN
 ALİCAN'IN GÜNLÜĞÜ DİZİSİ (10 Kitap)
* UPUZUN KUYRUKLU MAVİ UÇURTMAM
* BİR DAHA RESİM YAPMAYACAĞIM
* KAPLANLAR DONDURMA YEMEZ
* HIRSIZ GELİYORUM DEMEZ
* BİR KÖPEĞİM OLSUN
* EYVAH KAYBOLDUM!
* MACERALI PİKNİK
* MİNİK KUŞ FISTIK
* İNEKLER TÜRKÇE BİLMEZ
* KEDİLER DE OKULA GİDER
 GÖRGÜ ve NEZAKET KURALLARI DİZİSİ (3 Kitap)
 MASAL SAATİ (Ciltli Masal Kitabı)

TÜYAP'a Metrobüs ile Ulaşım Çok KolaySERVİS BİLGİLERİÜcretsiz Servisler

15 Kasım 2012 Perşembe

KELİMELER - KAVRAMLAR ... NİMET

KELİMELER - KAVRAMLAR
N İ M E T


     İyilik, ihsan, lütûf, atiyye, in'âm, hayırlı mal, servet, varlık, yiyecek ve içecek şeyler ve ekmek gibi manâlar için kullanılan bir terim. Neime kökünden gelir, çoğulu "niem, en'um, ni'mât ve niemât" olarak gelir.
     Kur'an'da kırk yedi yerde "nimet" kelimesi, doksan yedi yerde de "nimet"le aynı kökten gelen kelimeler geçmektedir.
     Nimet, Kur'an'da rahmet ve rızk kelimeleri ile son derece ilgili ve yakın anlamlarda kullanılmıştır. Rızk, insan ve insanın dışındaki her canlı varlık için kullanılırken; nimet, yalnız insanlar için söz konusudur.
     Bazı alimlere göre vehbî nimet, hayat; kesbî nimet ise, imandır. Bu iki nimetin başlangıcı da, Allah'ın yardımı ve hidayetidir. Fâtiha suresinde: "Bizi doğru yola ilet; nimet verdiğin kimselerin yoluna" (el-Fâtiha,1/5, 6) ayetlerinde talep edilen eğrisi olmayan dosdoğru yol, bu nimetlerin devamının yoludur. Buradaki "nimet verdiklerinin yolu"ndan maksat, "bu nimetlerle mes'ûd kıldığın bahtiyar insanların yolu"dur (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, I, 129).
     Bu ayette zikri geçen nimet, umumidir; her türlü nimeti kapsamaktadır (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1977, I, 16).
     Aynı zamanda bu nimet, Yüce Allah'ın gazabının mukabili olarak da ifade edilir (Seyyid Kutub, Fi Zilâlil-Kur'an, Beyrut 1971, I, 21).
     Nimet, Allah tarafından insanlara her çeşit iyiliğin verilmesi ve her çeşit zararın uzaklaştırılması olarak da tanımlanabilir. Bu husustaki bir ayetin meali şöyledir: "Size ulaşan her nimet Allah'tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız" (en-Nahl, 16/53).

     Nimetleri üç kısma ayırmak mümkündür.
     1.
Allah tarafından her insana doğrudan verilen nimetler. Allah'ın insanı yaratması ve ona rızk vermesi gibi...

     2. İnsanlar tarafından yapılan iyilikler. Aslında bu çeşit iyilikler de Allah'tan gelen nimettir. Ama insanların aracılığıyla verilmektedir. Bu sebeple, yüce Allah, bu nimetlere karşı şükretmek gerektiğini şöyle ifade etmiştir: "Bana ve annene-babana şükret! Dönüş Banadır" (Lokman, 31/14). Allah Teâlâ, nimetleri yaratanın kendisi olduğunu hatırlatması için, ayette kendisinden başlamıştır.
     3. İman eden insanlara, itaat ve ibâdetleri münasebetiyle yüce Allah'tan kendilerine verilen nimetler.
     Nimetlerin en büyüğü, yüce Allah'ın insanı yaratması, ona hayat vermesidir. Nitekim Kur'an'da bu durum şöyle açıklanmıştır: "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki; siz ölüler idiniz, sizi diriltti" (el-Bakara, 2/28).
     Hayat gibi son derece önemli olan nimeti bu ayette zikrettikten sonra, diğer nimetlerden ikinci derecede şöyle haber vermiştir: "O ki, yeryüzünde ne varsa, hepsini sizin için yarattı" (el-Bakara, 2/29).
     Fâtiha suresinde anılan bu nimet için müfessirler farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Bazılarına göre, peygamberlere verilen nimettir. Diğer bazılarına göre ise, Hz. Peygamber (sav.)'e ve ashabına verilen nimettir. Diğer bazı alimlere göre de, Hz. İsa ve Hz. Mûsâ'nın tahrife uğramadan, bozulmadan önceki ümmetlerine verilen nimettir. Bir kısım alimlere göre ise, mutlu ve mesut olma olarak da tarif edilen nimet, dünyaya ait olan nimet ve ahirete ait olan nimet diye iki kısma ayrılır. Dünyaya ait olan nimet de, vehbî (Allah'tan olan, kulun tercihi olmayan) ve kesbi (kulun kendi kazandığı) nimet diye iki kısma ayrılır. Allah'tan olan vehbi nimetler; insana verilen ruh, akıl, anlama kabiliyeti, keskin zeka gibi ruhânî nimetler ve bedenin kuvvetli yaratılması ile vücûd azalarının eksiksiz olması gibi cismanî nimetler diye ikiye ayrılır. Kulun kendi kazandığı kesbî nimetler ise; her çeşit kötülüklerden korunmak ve İslâm'ın güzel ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bu nimetler hem müminlere ve hem kâfirlere verilmektedir. Ahirete ait olan nimetler ise, yalnız müminlere verilen Cennet nimetleri ve ahiretin çeşitli güzellikleridir. Aşağıdaki ayette ifade edildiği gibi, Yüce Allah'ın verdiği nimetleri saymak, onlara bir sınır koymak mümkün değildir:
"Eğer Allah'ın nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız" (İbrâhim, 14/34).
     Bu kadar geniş manâları ihtiva eden "nimet" hakkındaki çeşitli ayetlerde, onun taşıdığı bu mana zenginliği ifade edilmektedir. Meali aşağıda sunulan ayette nimet; iman, İslâm ve cahiliyyetin ayırdığı kalblerin birleşmesi demektir: "Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allah) kalplerinizi birleştirdi; O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz (Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki yola gelesiniz" (Âl'i İmrân, 3/103)
     Allah'ın nimet olarak verdiği imân, İslâm ve Kur'an ile insanlar cahiliyetten, zilletten, mutsuzluktan, dünya ve ahiretin sıkıntılarından kurtuldular. Eğer müslümanlar yüce Allah'ın verdiği bu nimeti, yani Kur'an'ı, iman'ı, İslâm'ı terketmezlerse, Allah onları başarısızlığa, mutsuzluğa, şekâvete düşürmez. Nitekim Kur'anda öyle haber vermiştir:
"Allah bir kavme in'âm ettiği nimet'i, onlar nefislerindekini değiştirmedikçe, değiştirecek değildir" (el-Enfâl, 8/53).
     Diğer bir ayette de, Allah'ın insanlara olan nimetlerinin tamamlanması, İslâm dininin onlara gönderilmesi olarak haber verilmiştir: "Bu gün size, dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim" (el-Maide, 5/3).
     Buraya kadar çeşitli ayetlerle anlatılmaya çalışılan Allah'ın nimetleri, yukarıdaki ayetle de haber verildiği gibi, sayılamayacak kadar çoktur.
     Hz. Peygamber (sav.) dualarında:
     "Ya Rabbî, senden nimetin tamamını, senin nimetini diliyorum" (et-Tirmizî, Dua, 93);
     "Yalnız ve yalnız Allah'a ibadet ederiz. Tüm nimetler O'nundur" (Ebû Davud, Vitr, 25) ve
     "Nimetler, fazilet, senâ ve övgü Allah'a mahsustur" (Müslim, Mesâcid 139) buyurmak suretiyle, Allah'ın nimetlerinin önemine işaret etmiştir.
     "Bizi hidâyete erdiren, yediren, içiren ve nimetlendiren Allah'a hamd olsun" (İmam Mâlik, el-Muvatta, Sıfatu'n-Nebî, 34) demek sureti ile de, Allah'ın verdiği nimetlere karşı hamd etmiş ve bu hususta insanlara örnek olmuştur. Nimetle ilgili diğer bir hadisi de, şöyledir:
     "Bir insan için nimetlerin tamamlanması, ateşten kurtulup Cennet'e girmesidir" (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 231, 235; et-Tirmizî, Dua, 93).
     İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav.) hadislerinin birinde, Yüce Allah'ın verdiği iki nimeti şöyle haber vermiştir: "İnsanların kıymetini bilmediği iki nimet vardır. Sıhhat ve boş zaman" (el-Buhârî, Rikâk, 1; et-Tirmizî, Zühd, 1; İbn Mace, Zühd, 15).
     Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (sav.)'in, Allah'ın insanlığa gönderdiği bir nimet olduğunu söylemiştir (el-Buhârî, Meğâzî, 8).

Nureddin TURGAY
ŞAMİL İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

14 Kasım 2012 Çarşamba

İSLAM TARİHİ ... ÎS SEFERİ

İSLAM TARİHİ
ÎS SEFERİ

     Hicret’in 6. senesi Cemaziyel evvel ayı
     Ku­reyş müşriklerine âit bir ticaret kervanının Şam’dan Mekke’ye doğru gitmekte olduğu, Medine’de işitildi. Peygamber Efendimiz (sav.), Ku­reyş müşriklerini iktisaden güç durumda bırakmak maksadıyla, Hz. Zeyd b. Hârise (ra.) kumandasında yüz yetmiş kişilik bir sü­vari birliğini bu kervanı ele geçirmek üzere yola çıkardı. Mücahitler, Îs denilen mevkide Ku­reyş kervanına rastgeldi­ler. Kervandaki mallara el koydular, adamları da esir aldılar. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav.) 'in kerimesi Hz. Zey­neb (ra.)’­in kocası olan Ebu’l-Âs b. Rebî de bu esirler arasındaydı.
     Mücahitler, malları ve esirleri Medine’ye getirdiler. Peygamber Efendimiz (sav.), malları mücahitler arasında taksim etti. [1]

     Ebu’l-Âs’ın Serbest Bırakılması
     Ebu’l-Âs, Hz. Zeyneb (ra.)’e, “Babandan, benim için eman al” diye ha­ber gönde­re­rek himâyesini istedi. Hz. Zeyneb (ra.)'de, onu himâyesi altına aldığını Müslümanlara bildirdi. Peygamber Efendimiz (sav.)' de, kerimesine; “Senin himâyene aldığın kimseyi, biz de hi­mâyemiz altına aldık!” diye buyurdu. [2]

     Hz. Zeyneb (ra.), Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav.)'den, Ebu’l-Âs’ın ganimet alınan malla­rı­nın da geri verilmesini rica etti. Resûl-i Ekrem Efendimiz de bunu mü­ca­hit­ler­den istedi. Mücahitler de, aldıkları malların tamamını getirip ona ge­ri ver­di­ler.

     Ebu’l-Âs’ın, Müslüman Olduğunu Açıklaması
     Ebu’l-Âs, geri aldığı mallarla Mekke’ye döndü, sahiplerine haklarını teslim et­ti; sonra, “Ey Ku­reyşliler! Kimsenin bende malı veya hakkı kaldı mı?” diye sordu.

     “Hayır...” dediler. “Yanında hiçbir malımız ve hakkımız kal­madı!”
     Başta Re­sû­lul­lah (sav.) olmak üzere, zevcesi Hz. Zeyneb (ra.)’ten ve Müslümanlardan gördüğü âlicenab muamele karşısında Ebu’l-Âs’ın mana âlemi değişmişti. Bu­nu Ku­reyş müşriklerine de şöylece açıkla­dı:
     “Vallahi, yanınıza gelmeden önce, Müslüman olmamı engelleyen tek şey, ‘Mallarımızı götürmek için Müslüman oldu’ diye yapacağınız dedikodudan duyduğum endişeydi. Fakat şimdi mallarınızı teslim etmiş bulunuyorum. Şe­hâdet ederim ki Allah (cc.)’tan başka ilâh yoktur ve yine şe
hâdet ederim ki Muhammed (sav.), Allah (cc.)’ın kulu ve Resûlüdür!” [3] Daha sonra Ebu’l-Âs, Medine’ye İslamiyetle şereflenmiş halde döndü. Peygamber Efendimiz (sav.) de yine Hz. Zey­neb’i ona verdi. [4]


     ABDURRAHMAN B. AVF’IN
     DÛMETÜ’L-CENDEL’E GÖNDERİLMESİ
     (Hicret’in 6. senesi Şâban ayı)
     Bu tarihte Peygamber Efendimiz (sav.), Abdurrahman b. Avf (ra.) Hazretleri kuman­dasında yedi yüz kişilik bir birlik hazırladı. Birliğin vazifesi, Dûmetü’l-Cendel beldesi halkını İslami­ye­te davet etmekti.
     Resûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz, Abdurrahman b. Avf (ra.) Hazretlerine sancağını tes­limettiği sırada Allah (cc.)’a hamd ve senâda bulunduktan sonra, mücahitlere şöyle hitap etti:
     “Hepiniz Allah (cc.) yolunda, Allah (cc.)’ın ismiyle gazâ ediniz! Kâfirlerle çarpışınız! Ganimet mallarına hıyanet etmeyiniz! Ahdinizi bozmayınız! Öldürdüklerini­zin burun, kulak gibi uzuvlarını kesmeyiniz! Küçük çocukları öldürmeyiniz!” [5]
     Efendimiz, sonra da bütün Müslümanlara şu umumî dersini verdi:
“Ey insanlar! Zamanla size gelip çatacak beş musibetten Allah’a sı­ğınırım.
- Bir kavimde çirkin hareketler yayılıp açığa vurulunca, şüphesiz, kendile­rinden önce geçmiş kavimlerde görülmedik veba, acılar ve ağrılar onlar ara­sında ortaya çıkar!
- Bir kavim, ölçüde, tartıda eksiklik yaptı mı, muhakkak kuraklık ve kıtlık yıllarına, geçim sıkıntısına, hükümdar zulmüne uğrarlar!
- Mallarının zekâtını vermeyen kavimlerin, gökten yağan yağmurları kesilir!
- Allah ve Resûlünün ahdini bir kavim bozdu mu, muhakkak düşmanları onların üzerine salınır. Onlar da, kavmin el ve avuçlarındakilerden bir kısmını çekip alırlar!
- Bir kavmin idarecileri, Allah’ın kitabına uygun hareket etmediler mi, Al­lah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyi onurlarına yedirmediler mi, o zaman Allah da onların arasına tefrika ve harp sokar!” [6]
     Bundan sonra Abdurrahman b. Avf (ra.) Hazretleri, beraberindeki Müslüman­larla Dûmetü’l-Cendel’e hareket etti. Oraya varınca onları İslamiyete davet etti. Bu davetini üç gün tekrarladı. Üçüncü günü Hıristiyan olan reisleri Esbağ b. Amr el-Kelbî, İslamiyetle mü­şerref oldu. Onunla birlikte birçok kimse de imana geldi. [7] Müslüman olma­yanlar ise cizye [vergi] vermek üzere orada kaldılar.
     Peygamber Efendimiz (sav.), Medine’den uğurlarken Abdurrahman b. Avf (ra.) Haz­retlerine, “Eğer onlar İslamiyeti kabul ederlerse, reislerinin kızıyla evlen” diye buyurmuştu. Hz. Abdurrahman (ra.), Nebiyy-i Muhterem Efendimizin bu emri üzerine reis­leri Asbağ’ın kızı Tümâdır’la evlendi ve onu da yanına alarak Müslümanlarla birlikte Medine’ye döndü. [8]

     PEYGAMBERİMİZİN İLK YAĞMUR DUASI
     Hicret’in 6. yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı. Ramazan ayında bir Cuma günü, Resûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz hutbe irad bu­yururken kendisinden, “Allah’a dua et de bize yağmur versin” diye rica edildi.

     Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav.), “Allahım, bize yağmur ver! Allahım, bize yağmur ver! Allahım, bize yağmur ver!” diyerek dua etti. [9]
     Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi ve yağmur yağmaya başladı. Peygamber Efendimiz (sav.) bu sefer, “Allahım, bu yağmuru bardaktan boşanır­casına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!” [10] diye dua etti.

     Enes b. Mâlik der ki:
     “Üzerimize öyle yağmur yağdı ki neredeyse evlerimize gitme imkânı bula­mayacaktık! O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, ta öteki Cuma’ya kadar yağ­mur yağmaya devam etti.” [11]     Cuma günü Peygamber Efendimiz (sav.) yine hutbe irad ederken, bu sefer yağ­murun dinmesi için dua yapmasını rica ettiler.

     “Yâ Re­sû­lal­lah! Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı; yollar kapandı. Al­lah’a dua etsen de yağmuru kesse!” [12]
     Resûl-i Kibriya Efendimiz (sav.), tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldıra­rak, “Allahım, çevremize yağdır, üzerimize değil!” [13] diye dua etti.
     Yine Enes b. Mâlik (ra.) der ki: “Re­sû­lul­lah (sav.) dua ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine çevresine yağ­mur yağarken, Medine’ye bir damla bile düşmüyordu.  Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler.” [14] Bu, Resûl-i Ekrem Efendimizin (sav.) yaptığı ilk yağmur duasıdır. Bundan başka çeşitli zamanlarda beş yağmur duası yapmışlardır.

___________________________________________________________________
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 87.
[2] İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 33; İbn Seyyid, Uyûnü’l-Eser, c. 2, s. 106.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 33; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 177.
[4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 33; İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 5. s. 237; Halebî, a.g.e., c. 3, s. 177.
[5] İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 280; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 184.
[6] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 280.
[7] İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 89.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 89, c. 3, s. 129; Halebî, a.g.e., c. 3, s. 184.
[9] Buharî, Sahih, c. 1, s. 179; Müslim, Sahih, c. 2, s. 613.
[10] Buharî, a.g.e., c. 1, s. 179.
[11] Buharî, a.g.e., c. 1, s. 179; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 261.
[12] Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 261.
[13] Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 104; Müslim, a.g.e., c. 2, s. 613.
[14] Müslim, a.g.e.
, c. 2, s. 614.

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...