2 Eylül 2020 Çarşamba

PSİKOLOJİ (2)

DİNİ PSİKOLOJİ ve
İSLAM PSİKOLOJİSİ BAĞLAMINDA

DİN PSİKOLOJİSİNİ
YENİDEN DÜŞÜNMEK

*2*
Dr. Sevde Düzgüner
Psikoloji | Biruni Üniversite Hastanesi
Psikolojinin Kuruluşu ve Gelişimi
     Avrupa’da ortaya çıkan pozitif bilimsel yaklaşımın temellerinin 13. Yüzyıla kadar uzandığı söylenebilir. Bu dönemde bilim, sanat, edebiyat gibi pek çok alanda erken Rönesans adı verilebilecek bir sıçrama yaşanmış, modern bilimin kavramsal çerçevesine dair ilk izler ortaya çıkmaya başlamıştır.
     Üniversite ve hastane gibi araştırma merkezlerinin kurulması da bu süreçte olmuştur. Ancak otorite konumundaki kilise, bu kurumları kendi egemenliği altında tutmaya çalıştığı için tam anlamıyla bir pozitif bilimsel yaklaşımdan bahsedilemez.
     Çünkü bu dönemde kilise, üniversite ve hastanenin kurulmasını desteklemiş ve buraları kendi amaçları doğrultusunda yöneteceğini düşünmüştür. Dolayısıyla siyaset ve kiliseye karşı çıkanlar ile gerçekten psikolojik sağlık problemi yaşayanlar birbirinden net sınırlarla ayrılmış değildir.
     Nitekim 13. Yüzyıl ile 17. Yüzyıl arasında süren “cadı avı”, siyasi iktidar ve kilisenin kendilerine başkaldıranlara olduğu kadar bugün psikolojik rahatsızlık olarak nitelenebilen pek çok belirtiyi gösteren kişilere de türlü işkencelerin yapılması ve yakılarak öldürülmesi buna örnektir.
     Diğer taraftan 15. Yüzyılda başlayan coğrafi keşifler ve o dönemin teknoloji alanındaki yeni buluşlar, maddi refahın artmasını sağladığı gibi ortaya çıkan burjuvazi sınıfı da kilisenin otoritesini sarsmaya başlamıştır. 16 ve 17. Yüzyılları etkisi altına alan Rönesans ve reform hareketleriyle birlikte artık pozitif bilimsel yaklaşımın temeli olan akılcılık öne çıkmaya başlamıştır.
     Kopernik’in güneş merkezli sistem teorisi ile Galileo’nun teleskopu icadı, ayrıca Descartes ve Newton’un fikirlerinin etkisiyle, 19. yüzyılda insanın rolü hakkındaki algılamanın değişmesine yol açmıştır. Dünyanın güneş sisteminde sıradan bir gezegen olduğu ile insanın canlılar sınıfına ait sıradan bir varlık olduğu görüşü, her ikisini de incelenebilir ve mantıkla açıklanabilir bir noktaya getirmiştir. Otomatlar ve saatlerin icadı da benzer bir etkiye sahip olmuştur.
     Nitekim dönemin saraylarına inşa edilen mekanizmalarda, bir taşa veya basamağa basıldığında oradaki bir heykel harekete geçmekteydi. Bu örnek dönemin düşünürlerinin insan davranışlarının dış nedenlerle olabileceğini fikrini tartışmalarına yol açmıştır. Diğer taraftan saat gibi kendi içinde hareket eden kapalı bir mekanizmanın icadı da evren ve insanın da bir saat gibi olabileceği fikrini doğurmuştur. Mekanizma içindeki parçaların birbirini etkilemesi determinizm, saatin parçalara ayrılarak incelenebileceği gerçeği de indirgemecilik teorileriyle neticelenmiştir.
     Böylece insanın davranışları ve yaşadığı içsel süreçler farklı bir yaklaşımla incelenmeye hazır hale gelmiştir. O dönemde mevcut bulunan yaklaşım Tanrı’nın insana dair söylediklerini esas almak iken değinilen gelişmeler ışığında yeni bir yaklaşım ortaya çıkmaya başlamıştır. Dönemin düşünürleri dini öğretilere atıfta bulunmadan kişisel görüş ve gözlemlerine dayalı bir yaklaşım ileri sürmüşlerdir. İnsana dair bu yaklaşımın güç kazanmasında köşe taşı olarak nitelendirilebilecek isimlerin öne çıktığı söylenebilir.
     Avrupa’daki aydınlanma hareketini başlattığı kabul edilen Locke, “doğuştan getirilen ilkeler” fikrini reddederek insanın bilgileri deneyim yoluyla edindiğinin altını çizmiştir. Psikoloji açısından en önemli eseri olan An Essay Concerning Human Understanding (İnsan Anlaması Üzerine Bir Deneme, 1690) isimli kitabında o, zihinsel işlemler, algılama, dil ve çağrışım gibi konulara değinmiştir.
     Locke’un görüşlerini eleştiren Berkeley, bilgilerin deneyimlerden değil duyulardan elde edildiğini ileri sürmüştür. Dünyanın göz, kulak, burun gibi farklı organlar aracılığıyla algılandığını ifade eden Berkeley, algı farklılıklarına odaklanarak psikolojinin bilimsel kapsamının belirlenmesine katkıda bulunmuştur. Onun görüşleri, Psikoloji’de “öğrenme” ve “gözlem-deneyim” kavramlarının ön plana çıkmasına da yardımcı olmuştur.
     Ancak psikolojinin sınırlarının daha net hale gelmesi Hume’un fikirleri ışığında olmuştur. O, kendinden önceki çoğu düşünür gibi ruh-beden etkileşimine dair tartışmalara girmemiş, ruh kavramını etkin bir şekilde eleştirmiş ve ruhun yerine içsel yaşantılara dikkat çekmiştir. Bunlar arasında algılar, imgelemler, anılar ve duyguların yer aldığını söyleyen Hume, zihinsel işlevlere ve duygusal yaşantılara dikkat çekmesi açısından önem taşımaktadır.
     Zihnin belli çağrışım yasaları çerçevesinde çalıştığı görüşünün aksini savunan düşünürler de zihnin pasif değil aktif bir yapı içerdiğini iddia etmişlerdir. Bu görüşün önde gelen ismi olan Leibnitz, geliştirdiği monadoloji (monadology) teorisinde fiziksel dünya ve zihinsel deneyimlerin aynı gerçeğin iki ayrı yönü olduğunu, bedenin atomlardan oluşması gibi zihnin de monadlardan oluştuğunu ve zihinsel süreçlerde monadların aktif rol oynadığını iddia etmiştir.
     Görüldüğü üzere 13. Yüzyıldan 18. Yüzyıla kadar olan dönemde evrene ve insana bakışta yaşanan değişimler, psikolojinin bilim dalı haline gelişinde etkin rol oynamıştır. 18. yüzyılda Fransız Devrimi’nin (1789) de etkisiyle Avrupa’da yaşanan siyasi, sosyal ve dini açıdan çalkantılı dönem, aydınlanma olarak isimlendirilen köklü değişimleri içinde barındıran dönemdir.
     Aklın üstünlüğüne olan inancın yaygınlaşması, felsefi düşünce ve bilimsel gelişmelere yön vermiştir. Bu dönemde benimsenen delile dayalı bilimsel bilginin esas kabul edilmesi, bir sonraki yüzyıldaki gelişmelerin temelini oluşturmuştur.
     Psikoloji açısından ise düşünürlerin gündeminde zihinsel süreçler, duyum ve algılamalar yer almıştır ve deneysel yaklaşım öne çıkmaya başlamıştır. Örneğin Mesmer, hayvan manyetizması ismini verdiği bir kuram geliştirmiş ve hipnoza benzer bir yöntemle psikolojik rahatsızlıkları tedavi ettiğini iddia etmiştir. Bilimsel olmamakla suçlansa da Mesmer, ruhsal bozuklukların çevresel faktörlerle oluştuğu yönündeki görüşün yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur.
     Böylece bireyin olumsuz şartlardan etkilenerek rahatsızlanmasına neden olan psikolojik süreçler incelenmeye başlanmıştır. Bu gelişme, hem Psikoloji’nin bir disiplin haline gelmesine zemin hazırlamış hem de psikolojik rahatsızlığı olan hastalara uygulanan insanlık dışı işkencelerin sona ermesine yardımcı olmuştur.
     Nitekim Fransa Bicetre Hastanesi’nin başhekimi Pinel, 1793 yılında 12 ruh hastasının zincirlerini çözerek tarihe geçmiştir. Bu olaydan sonra ise psikolojik hastalıklar tıbbi açıdan incelenmeye başlanmış, çeşitli tedavi yöntemleri geliştirilmiş ve psikiyatri ayrı bir disiplin haline gelmiştir. Heinroth, 1827’de Leipzig Üniversitesi’nde Psikiyatri alanında akademik kariyer yapmış ve 1827’de Almanya’nın ilk “psikolojik tedavi” profesörlüğünü almıştır.
     Aynı yıllarda psikoloji henüz ayrı bir bilimsel disiplin olarak kabul görmüş değildir ancak psikiyatri alanındaki gelişmeler psikolojinin bilimsel kuruluşunu kolaylaştırmıştır. Çünkü bu alanda yapılan araştırmalar, insan davranışının temelleri, beyin fonksiyonları ve duyuların işleme sistemleri üzerine yoğunlaşmıştır. Bu da deneysel psikolojinin gelişmesinde önemli bir gelişmedir.
     Yukarıda değinilen gelişmelerin yanı sıra insanın bilimsel araştırma konusu haline gelişinde etkin olan diğer bir gelişme, Darwin’in doğal ayıklanma ve evrim teorilerinin büyük yankı uyandırması olmuştur. The Origin of Species (Türlerin Kökeni, 1859) isimli kitabına göre bütün organik varlıklar, geometrik bir oranda gelişmeye çalışmaktadır. Bunun için hayatla mücadele etmek ve büyük yıkımlara maruz kalmak zorundadırlar. Bu mücadeleyi kazanan varlıklar yaşamlarını sürdürür.
     Bu teori, insan ve hayvan davranışlarının biyolojik kökenlerine ve organizmanın çevreye uyum sağladığına işaret etmesi açısından önemli görülse de doğal ayıklanma teorisini insan ırkına yansıtan kişi Darwin’in kuzeni Galton; evrim teorisini psikolojik alanda meşhur eden kişi ise Spencer olmuştur. Aslında Galton, insanın sahip olduğu yetenekleri, zihinsel kalıtım ve bireysel farklılıklar açısından ele alarak zeka testleri geliştirmiştir. Üstün yetenekli insanların bir araya getirilerek soyarıtımı (eugenics) yapmayı savunması dikkatleri de eleştirileri de üzerine çekmiştir.
     Onun değişkenler arasındaki ilişkileri (correlations) ölçme girişimleri, bugün psikolojik araştırmalarda sıkça kullanılan t testi ve varyans analizleri gibi istatistik tekniklerinin gelişmesine yardımcı olmuştur.
     Diğer taraftan Spencer, 1856 yılında The Principles of Psychology (Psikolojinin İlkeleri) isimli bir eser kaleme almıştır ve evrimin kapsamını genişleterek sosyal alana yansıtmıştır.
     Sosyal Darwincilik olarak bilinen yaklaşımı, doğada olduğu gibi toplumda da güçlü olanların hayatta kaldığı, kültürel rekabetin zayıf olanın ortadan kalkması yönünde devam ettiğini görüşü üzerine kurulu durumdadır.
     Böylece insan davranışlarının çevresel ve biyolojik kökenleri araştırma konusu haline gelmiş, öğrenme gibi zihinsel süreçler kadar kalıtımın psikolojik etkileri konuları da tartışılmaya başlanmıştır.
Psikoloji Nedir? Psikoloji Hakkında Bilinmesi Gereken Bilgiler |  Beyinsizler.net

Hiç yorum yok:

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...