4 Nisan 2021 Pazar

SOSYOPSİKOLOJİ * Erken Dönem İslâm Âlimlerinin Psikolojiye Katkıları; Akıl, Nefs ve Ruh Kavramları * 9 / Dr. Nazife VARLI

Erken Dönem İslâm Âlimlerinin
Psikolojiye Katkıları
Akıl, Nefs ve Ruh
Kavramları
9
Nazife VARLI
Doctor of Philosophy
Community Psychology/America
Makale Bilgisi/Article Info:
Geliş/Received: 06.03.2019
Düzeltme/Revised: 13.05.2019
Kabul/Accepted: 14.05.2019
(Bu yazı; Dr. Nazife Hanımın
rızası alınarak sitemizde yayınlanmıştır.
Bu sayfa 9. ve son bölümdür.)

SONUÇ
     Bilim, kâinatta meydana gelen olayları farklı disiplinler altında ele alıp belirli bazı yöntemler yardımıyla birtakım deneysel uygulamaları kullanır ve böylece gerçeğe dayanan bazı sonuçlara ulaşır. Bilim, insanı bilgiye götüren yoldur ve aynı zamanda hem düzenli hem de tutarlıdır. Gözlenebilen olayları inceleyen bilim, bu olaylar arasında kurulun ilişkiyi inceler. Bu olayları meydana getiren kural, kanun ve bağlantıların ne olduğunu tespit etmeye çalışır. Bu açıdan bakıldığında, tüm canlıların duygu, düşünce ve davranışları, çeşitli bilim dallarından biri olan Psikolojinin konu kapsamına girer. Ancak, psikoloji, uzun zaman ‘iç dünya olaylarının bilimi’ veya ‘zihinsel olayların bilimi’ şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımlardan yola çıkarak, klasik dönemde kapsadığı alan bakımından düşünüldüğünde, psikolojinin konusu hakkında, ‘insanın iç âleminin tahlili’ demek yanlış olmayacaktır. Aslında bugün, Psikoloji bilimi modern dönemini yaşamaktadır. Bunu bu şekilde belirtmenin nedeni, Psikolojinin tabiat bilimlerinin metotlarından faydalanmak suretiyle deneysel bir bilim dalı hâline gelmesidir.
     Modern dönemin ilk işaretleri de, bu bilimsel metotların psikolojiye adapte edilmesiyle birlikte, 19. yüzyılın son çeyreğinde kendisini göstermeye başlamıştır. Bütün bunlara ek olarak belirtilmelidir ki, davranış bilimi olması dolayısıyla psikoloji, davranışların temelinde yatan sebepleri ortaya çıkararak, muhtemel hastalıklara karşı tedaviler geliştirir. Bir anlamda, ruhsal bunalımlara düşülmeden önce, ‘koruyucu hekimlik’ gibi bir görevi de üstlenir. Modern psikolojinin başlangıç tarihi, 1879 yılında Leipzig’de William Wundt tarafından ilk psikoloji laboratuvarının kurulmasına dayandırılır (Schultz & Schultz, 2002). Ancak konu insan olunca insanlık tarihinin tamamını içine alma zarûreti doğar. Çünkü Psikoloji biliminin konusu insanın ruhî hayatını ve davranışlarını anlama gayretidir. Dolayısıyla psikolojinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylemek mümkündür. Çoğu modern dönemin üzerine eğildiği konular gibi dursa da, aslında filozoflar, düşünürler ve âlimler yüzyıllar önce idrak, çatışma, öğrenme, hâfıza, mücadele, varlık, yokluk, madde, düşünme, motivasyon, algı, rüyalar, rasyonel ve irrasyonal tutumlar gibi insan tabiatı hakkındaki konular üzerine araştırmalar yapmaya başlamışlardır (Schultz & Schultz, 2002).
     Modern psikoloji yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başladığında, bilim adamları dinî olaylara da eğilim gösterme ihtiyacı duymuşlar ve insanı bir bütün olarak tahlil edebilmenin yolunun, onu dinî inanç ve deneyimlerinden soyutlamadan ele almaktan geçtiğini vurgulamışlardır. İşte tam bu noktada, Din Psikolojisi devreye girer. Kısaca tanımlamak gerekirse Din Psikolojisi, bireyin kutsal olarak kabul ettiği varlık veya varlıklarla kurduğu ilişkiye bağlı olarak ortaya koyduğu her tür tecrübe, tutum ve sözü deneysel (tecrübî) yöntemle inceleyen disiplindir. Bireyin dinî tecrübelerini konu alır. Bu kapsamın içine inanç, idrak, his, düşünce, tutum, algı ve davranışlar girer. Dolayısıyla, bu konular kapsamına dâhil edilebilecek geçmişten bugüne kadar incelenip araştırılmış bütün düşünce, yorum, görüş ve açıklamalar Din Psikolojisi’nin nasıl bir tarihî süreçten geçtiğini anlama açısından önem arz eder.
     Psikologların bireyin dinî inanç ve yaşayışını incelemeye yönelmeleri, modern psikolojinin doğuşu sürecine rastlar. Bu tarihe kadarki devrede -ki kaynaklarda psikolojinin ‘klasik dönemi’ olarak geçer- teolog ve filozoflar tarafından işlenen ve tartışılan konular, dinî hayatın psikolojik yönüyle bağlantılı düşünceler, yapılan gözlem ve incelemeler, ortaya konan açıklama ve yorumlar, eserlerde işlenen psikolojik yaklaşımlar, tümü birden insanın ne olduğunu ve yüce varlık ile arasındaki münasebeti anlamaya yöneliktir. Ancak, modern psikolojinin gelişimiyle birlikte, ruh kavramını irdelemek ve ruh-beden ilişkisini ortaya koymak gibi karmaşık meseleler tamamen Felsefe dalına devredilmiştir. Bu ayrımın yapılmasından sonra da deneysel psikoloji ile din arasında doğrudan bir ilişki kalmamıştır. Oysa Din Psikolojisinin amacı, din ile psikolojiyi tekrar buluşturmaktır (Adıvar, 1969). Böylece, Dinler Tarihi ve Felsefeden ayrılarak başlı başına bir bilim hâlini alan Psikolojinin çabaları sonucunda Din Psikolojisi doğmuştur.
     Edwin Starbuck, 1899 yılında, Din Psikolojisi (Psychology of Religion) isimli eserini yayınlayarak ‘Din Psikolojisi’ terimini ilk kullanan psikolog olarak kaynaklara girmiştir (Strung, 1992). Fakat ortaya çıkışından sonra, çeşitli sosyal ve toplumsal nedenlerden dolayı Din Psikolojisi çok yavaş bir ilerleme kaydetmiş, ancak 1960 yılından sonra hızlı bir yükselişe geçmiştir.
     Sonuç olarak, bu çalışmada da ortaya konduğu şekilde, İslâm âlimleri 7. yüzyıldan başlayarak felsefe, kelâm ve tasavvuf başlıkları altında, psikoloji alanında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu makalede düşüncelerine yer verilen, Hâris elMuhâsibî, Mevlanâ, Gazzâlî, el-Kindî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve Farabî, bu isimlerden sadece birkaç tanesidir. Bu düşünürlerin birçoğu, kendi yaşam deneyimlerinden yola çıkarak sistemli incelemelerde bulunmuşlar ve elde ettikleri sonuçları eserlerine kaydetmişlerdir. Daha önce de vurgulandığı gibi, tercüme hareketlerinin başlamasıyla Antik Yunan düşünürlerin düşünce, görüş ve yorumlarından İslâm âlimleri etkilenmiş olsa da, onların düşüncelerini İslâm inanç ve düşüncesiyle harmanlayarak kendi özgün fikirlerini ortaya koymayı başarmışlardır. Tekrar ifade etmek gerekirse, burada ele alınan ‘akıl, nefs, ruh’ kavramlarını derinlemesine incelemek her bireyin yapması gereken bir araştırma değildir. Bu görevi, araştırma vasıflarını üzerinde taşıyan bilim adamlarına bırakmanın faydalı olacağı her zaman vurgulanmalıdır. Kısa ve öz olarak bu kavramların ne anlama geldiği ve görevlerinin bilinmesi birey için yeterli olacaktır. Buna ek olarak, İslâm âlimlerinin cevabını arayıp hakkında sayısız eser ortaya koyduğu, ‘akıl, nefs, ruh cisim midir, değil midir?’ sorusunu sormanın bir Müslüman için zarurî olup olmadığı konusunu düşünmekte fayda vardır. Ya da bu üç kavramı beyin ve kalp gibi organlarla ilişkilendirmeye çalışmanın ne gibi yarar sağlayacağı incelenebilir. Bu, tıpkı, Kur’ân mahlûk mudur, değil midir tartışmasına benzer. Veya bir zamanlar insanların, ‘kadın düşünen bir varlık mıdır; hatta insan mıdır, değil midir?’ sorularını sormaları gibidir. Hiç şüphesiz akıl da, nefs de, ruh da yaratılmışlardır. Kimi yaratılmışlar soyuttur, kimi yaratılmışlar da somuttur. Yani kimi cisimdir, kimi de cisim değildir. Onların varlığını kabul etmenin ötesinde derin münakaşalara girilmemelidir.

     NOTLAR:
1. Pew Araştırma Merkezi, Amerika Birleşik Devletleri ve dünyayı şekillendiren konular, tutumlar ve eğilimler hakkında bilgi sağlayan Washington, D.C. merkezli bir Amerikan düşünce kuruluşu.
2. el-Âni, el-İslâm ve İlmu’n-Nefs, s. 45.
3. Kur’ân-ı Kerîm, Rûm, 30/30.
4. Kur’ân-ı Kerîm, Ankebût, 29/35.
5. Bkz. Bakara 2/44, 73, 76, 242; Âl-i İmrân 3/65, 118; En’âm, 6/32, 151; A’râf, 7/169; Yûnus 10/16
6. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara, 2/286.
7. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara, 2/37.
8. İbn Rüşd, (1997). Eş-Şerhu’l-Kebîr li Kitabi’n-Nefs li Aristo, (çev. İ. Garbi Kartaca). Beytü’l-Hikme. Tunus.
9. Kur’ân-ı Kerîm, İsrâ, 17/85.

Hiç yorum yok:

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...