24 Mayıs 2021 Pazartesi

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 10 - 30 / İSLÂM ve KUR’AN

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa 10 - 30

İSLÂM ve KUR’AN

     “Emevî İslâmı” Söylemi Üzerine Bazı Düşünceler
Adnan DEMİRCAN *

     Süleyman b. Yesâr, Hişâm b. Abdülmelik'in yanına girdi. Hişâm, “Ey Süleyman, onlardan günahın büyüğünü üstlenen... (Nûr 24/11) kimdir?” diye sordu.
     Süleyman; “Abdullah b. Übey b. Selül'dür.” dedi.
     Hişâm; “Yalan söyledin. O, Ali'dir!” dedi.
     Bu sırada Zührî içeri girdi. Hişâm ona da aynısını sordu. O da, “Abdullah b. Übey b. Selül'dür.” dedi. Hişâm yine, “Yalan söyledin. O, Ali'dir!” dedi.
     Zührî; “Babası yok olasıca ben mi yalan söyledim? Allah’a yemin olsun ki biri gökten ‘Allah yalanı helal kıldı’ diye seslense yine de yalan söylemem!”
     Oradakilerden bazıları Hişâm’ı ona karşı kışkırtacak sözler söylediler. Hişâm ona, “Kalk git, senin gibilerini muhatap alacak değiliz!” dedi.
     Zührî; “Neden? Beni yanına çağırman için ben mi seni zorladım, yoksa sen mi beni çağırdın? Bırak beni!” dedi.
     Hişâm; “Hayır, fakat sen bir milyon için geldin.” dedi.
     Zührî; “Sen de senden önce baban da bilir ki, ne sana ne de babana para için gelmem!” diyerek çıkıp gitti.
     Hişâm; “Hocayı kızdırdık!” dedi. Ona bir milyon dirhem verilmesini emretti. Zührî’ye durum bildirilince, “Bu, kendi katından olan Allah’a hamd olsun.” dedi. (1)

     Giriş
     Son peygamber Hz. Muhammed’in (sas) vefatının üzerinden çok geçmeden gerek İslâmî nasların yorumlanması, gerekse insana bırakılan içtihat alanında ortaya çıkan görüş farklılıkları itikadî ve amelî ekolleri oluşturmuş; bir süre sonra bu fikrî akımların bir kısmı mezhebe dönüşmüştür.
     İslâm dünyasında dinî konularda mezhep içi ve mezhep dışı görüş ayrılıkları her zaman olmuşsa da son zamanlarda ülkemizde yanlış din algısının Emevîlerden kaynaklandığı şeklindeki söylemlerin daha sıkça gündeme getirildiğini görüyoruz. İslâm dünyasında çoğunluğun mezhebi olan Ehl-i Sünnet mezheplerini eleştiri kastıyla gündeme getirilen “Emevî İslâmı” söylemi, özellikle bazı akademisyen ve yazarlar tarafından gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Bu konuda Alevilerden bazı kişi ve grupların bilinçli bir rol oynadıklarını söylemek yanlış değildir.
----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
* Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
1) Zehebî, Siyerü Aʻlâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavût, 2. Basım, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1402/1982, V, 339-340.
----------
     Tebliğimizde “Emevî İslâmı” söyleminin tarihî dayanağının olup olmadığı, görüşün delillerinin bulunup bulunmadığını ve söylemin ortaya çıkışının sebeplerini ele almaya çalışacağız. Ayrıca bu yaklaşımın İslâm dünyasındaki siyasî ve dinî kriz açısından fayda ve zararları üzerinde durdurmayı da hedeflemekteyiz.
     Emevîler dönemi İslâm tarihinin en önemli dönemlerinden biridir. Bu dönemde Kureyş kabilesinin Abdümenâf kolunun Abdüşems boyunun Ümeyyeoğulları ailesi Müslümanları yönetmişlerdir. Ümeyyeoğulları ile Hâşimoğulları, akraba iki boydur. İki boy arasında İslâm öncesi dönemde başlayan ailenin liderliği hususunda bir rekabet mevcuttur.
     Dört halifenin üçüncüsü olan Hz. Osman, Ümeyyeoğulları ailesine mensup olduğu gibi, dördüncü halife Hz. Ali ile onun yerine Kûfe’de halife seçilen oğlu Hz. Hasan döneminde Suriye’de bağımsız hareket eden ve en sonunda Hz. Hasan tarafından halife olarak tanınan Muâviye de Ümeyyeoğullarındandır. Muâviye, aynı zamanda hanedanın kurucusu kabul edilmekte olup Emevîlerden sahabî olan ikinci halifedir.
     Geleneksel olarak Emevî hanedanı, Hz. Osman’la değil, Muâviye ile başlatılır. Zira Hz. Osman, akrabalarıyla ilişkilerinde onları önceleyen bir tutuma sahip ise de hanedanın ortaya çıkmasını sağlayan ilk adım olarak kabul edilen icraat, Muâviye’nin oğlu Yezîd’i veliaht olarak tayin etmesi suretiyle ortaya çıkmıştır.
     Bundan sonra hilafete gelen on üç kişi aynı aileye mensuptur. Muâviye’den sonra hilafete gelen Yezîd’in ölümünün akabinde birkaç ay ya da daha kısa bir süre hilafette kalan II. Muâviye’den sonra halife olan 11 kişi ailenin başka bir koluna mensuptur. Bu aileden halife olan ilk kişi Mervân b. el-Hakem, Hz. Osman’ın amcaoğlu ve kâtibidir.
     Muâviye, iktidarı kendi ailesine ait bir mülk haline getiren bir adım atmışsa da hilafet onun soyundan gelenlerde değil, Hz. Ali’ye karşı giriştiği mücadelede yanında yer almak yerine Hz. Âişe ile birlikte hareket eden ve Sıffîn savaşında Muâviye’nin yanında yer almayan Mervân b. el-Hakem’in soyunda kalmıştır.
     Hicrî 41 (661) yılında Hz. Hasan’ın Muâviye lehine hilafetten ayrılmasıyla başlatılan Emevî iktidarı h. 132 (750) yılında Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın ahfadının liderliğini yaptığı Abbasîler hareketi tarafından sonlandırılmıştır.
     Hicri takvimle 91 (miladi takvimle 89) yıl süren Emevî iktidarının yaklaşık 60 yılı Ashab’tan bazı kimselerin yaşadığı bir dönem olduğu için sahabî dönemi sayılır. Bundan sonraki dönem, tabiîn dönemidir.
     Emevî döneminin akabinde kurulan ikinci hanedan, meşruiyetini Hz. Peygamber’e akrabalık temelinde sağlamaya çalışırken aynı dönemde Hz. Peygamber’in siyasî varisi olduğunu iddia eden bazı ehl-i beyt mensuplarıyla mücadele de etmiştir. Nitekim daha ikinci halife Ebû Cafer Mansur döneminde Abbasoğullarıyla Alioğulları arasında ciddi bir çatışma süreci yaşanmıştır.
     Abbasîler, kendilerine rakip olarak gördükleri Ümeyyeoğullarına karşı oldukça acımasız bir tutum takınmışlar ve aileden onlarca kişiyi katletmişlerdir. Ümeyyeoğulları Abbasîler döneminde bütün icraatları ve tutumlarıyla düşman ilan edilmişlerdir. Emevîlere karşı takınılan bu dışlayıcı tutumun ailenin siyasî bir rakip olmaktan çıkarılmaya matuf olduğu açıktır. Abbasîler iktidara geldiklerinde tezlerini, siyasî alternatif söylemi üzerine yoğunlaştırmışlardır. Rekabet dinî söyleme alternatif oluşturma iddiası taşımamaktadır. Emevîlerle Abbasîlerin İslâm algıları arasında bir fark var mıydı? Buna isabetli bir cevap verebilmek için Emevîlerin İslâm anlayışları hakkında bir çerçeve çizmekte yarar görüyoruz.

     A. Emevîlerin İslâm Anlayışı
     Emevîler Devleti bir hanedan devleti olup iktidardakiler, geleneksel hale gelen devlet kurumlarını korudukları gibi yeni gelişmeler çerçevesinde bazı kurumlar ya da uygulamalar da ihdas etmişlerdir. Kurumların şekillenmesinde İslâm karşıtlığı gibi bir duruşun mevcudiyeti söz konusu olmayıp esas olan pratik faydalar oluşturmaktır. Devlet yapısının şekillenmesinde ve yeni kararların alınmasında yöneticilerin muhatap oldukları muhalefet ve karşı karşıya kaldıkları sorunlar etkili olmuştur. Esasen “Emevî İslâmı” söyleminin en iyi ifadesi muhaliflerin tutumuyla ilişkili olarak anlaşılabilir.
     Emevîler döneminde iktidarda bulunan hanedan mensuplarına karşı önemli isyanlar gerçekleştirilmiştir. Bu isyanlardan biri çocuk sahabilerden olan Abdullah b. ez-Zübeyr (ö. 73/692) tarafından gerçekleştirilmiş olup Abdullah’ın 10 yıl kadar Hicaz merkezli bir hilafet kurduğu da bilinmektedir.
     Yezîd zamanında Kerbela’da öldürülen Hz. Hüseyin de çocuk sahabilerden olup onun Kûfe’ye gidişini, otoriteye karşı çıkmak anlamına gelmekle birlikte silahlı bir ayaklanma olarak nitelemek tartışmalıdır. Zira Hz. Hüseyin’in Kufe’ye gidişi, tam bir isyan teşebbüsü olarak nitelenebilecek bir hareket gibi durmamaktadır. Bunların dışında Ashab’ın içinde doğrudan bulunduğu bir isyan yoktur. Tabiîn döneminde meydana gelen başka isyanlar mevcut olup bunlar da bu dönemde yaşayan oldukça az sayıdaki âlimden destek görmüştür. O halde hem Ashab döneminde, hem de tabiîn döneminde Emevîlerin iktidarının mevcudiyeti dinî açıdan tartışılmadığı gibi top yekûn İslâm karşıtı bir ideolojilerinden dolayı kendilerine karşı çıkılmış değildir.
     Emevîlerin iktidarına karşı olan ya da onların iktidarını tartışan kişiler olsa da bu tepkiler ortaya çıktıkları dönemlere ait olup ailenin tamamına ve her türlü tutum ve inançlarına karşı ileri sürülmüş değildir. Bu anlamda Haricîlerin tutumu genelin dışında değerlendirilebilirse de onlar dahi Ömer b. Abdülaziz’in döneminde eylemsizlik durumuna geçmişlerdir. Haricîler, sadece Emevîlere karşı değil, tahkimden sonra Hz. Ali de dâhil olmak üzere gelen yöneticilerin hepsinin meşruiyetini tartışmışlardır. Ancak onların eleştirileri, Emevîlerin icraatlarıyla ilgili olup Emevîlerin doğrudan dini tahrif politikası güttüklerine ilişkin ideolojik bir söyleme sahip olduklarını söylemek zordur.
     Emevî ailesi içinden erken dönemde Müslüman olanlar olduğu gibi ailenin önemli aktörleri Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuşlardır. Ancak Hz. Peygamber döneminde İslâm’ın Arabistan’a yayılmasında Mekke’nin fethinin önemli bir gelişme olduğu, sadece Ümeyeoğulları ailesinin değil, diğer birçok Kureyşlinin de bu dönemde Müslüman olduğu unutulmamalıdır.
     Ümeyyeoğulları Müslüman olduktan sonra hızlı bir şekilde yeni duruma intibak sağlamışlar ve gerek Hz. Peygamber döneminde, gerekse ilk iki halife döneminde yöneticilerin emrinde bazı görevler üstlenmişlerdir. Onların, erken zamanda İslâm’ın sağladığı imkânların farkına vardıkları ve geç dönemde Müslüman olan diğer Kureyşliler gibi hızlı bir şekilde yeni dine uyum sağladıkları söylenebilir. İrtidat ve irtica hareketleri sırasında diğer kabilelerde irtidatlar yaşanırken Kureyşliler dinlerine sahip çıkmışlardır. Bunun çeşitli sebepleri üzerinde durulabilir. Ancak burada hatırlatmak isteriz ki İslâm’ın Kureyş’in elde etmesine imkân verdiği iktidar, tarihi boyunca Kureyş’in elde etmeye yanaşamadığı bir güçtü.
     Hz. Peygamber dönemi ve takip eden yıllarda Ümeyyeoğullarına mensup kişilerin bu dönemdeki din anlayışları, genelin din anlayışından çok farklı olmamalıdır. Ümeyyeoğulları eğer bir sapkınlık içinde kabul edileceklerse bunun genel durumun bir parçası olduğunu söylemek gerekir. Zira Hz. Peygamber döneminde Müslüman olanların ağırlıklı bir kısmı Mekke fethinden sonra Müslüman olmuş ve Hz. Peygamber’in yanında uzun bir süre kalma imkânı bulamamıştır. Buna rağmen bir İslâm algısından ya da bir aile veya hanedana bir İslâm nispeti söz konusu olacaksa ve bunun günümüze kadar etkili olduğu iddia edilecekse, söz konusu anlayışa neden “Emevî İslâmı” densin? Dahası, özellikle bu dönemde “Emevî İslâmı söylemi” neden gündeme getirilmektedir?

     B. “Emevî İslâmı” Söyleminin Gerçekliği Meselesi
     “Emevî İslâmı” söylemi, geçmişte bir aileye ait bir din anlayışı olarak kabul edilen bir durumu ifade etmek için kullanılmayıp günümüzde gündeme getirilen bir konudur. İlk dönemlerde “Emevî İslâmı” diye bir İslâm olmadığına göre ve varsa sapmalar farklı görüşlere mensup insanlar arasında kabul görebildiğine göre bu sapmaların Emevîlere aitmiş gibi zikredilmesi nasıl doğru olabilir?
     Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki Emevîlerin İslâm akidesini değiştirmeye matuf bir siyasetleri olmayıp onların da diğer insanlar gibi farklı ve tartışılabilir görüşleri olabilir. Kuşkusuz bu görüşler, hem ileri sürüldükleri dönemde, hem de sonrasında tartışmaya açıktır.
     İleri sürülen tezlerden biri, Emevîlerin kaderci bir anlayışı yerleştirdikleridir. Buna göre Emevî halifeleri, yaptıklarını insanlara kabul ettirmek için aslında yaşananların bir kader olduğunu, kendilerinin kaderin gereğini yerine getirmekten başka bir şey yapmadıklarını ifade etmişler ve bu anlayışı insanlar arasında yerleştirmişlerdir. Ancak kaynakları incelediğimizde kaderci bir anlayışın çok erken dönemden itibaren bazı insanların görüşünü oluşturduğunu, Müslümanların arasında her şeyi idare eden ve insanı etkisizleştiren bir kader anlayışının mevcut olduğunu görüyoruz. Bu anlamda bazı rivayetlerde söz konusu durumun Emevî halifeleri için de söylenmesi mümkündür. Kaldı ki kadercilik anlayışının o gün için tartışıldığını kabul etsek dahi, halifelerin bazılarının bu yaklaşıma sahip olmalarının bu anlayışın yaygınlık derecesini göstermediğini, öte yandan Emevî halifelerinin kaçının bu anlayışa sahip olduklarını bilmediğimizi ifade etmeliyiz.
     Öte yandan biliyoruz ki Emevîler döneminde oldukça canlı bir fikrî tartışma mevcuttu. Bu tartışmanın içinde birbirini nakzeden görüşlerin olması da kaçınılmazdı. Zira İslâm’ın diğer dinlerle ve kültürlerle karşılaştığı bir vasatta birçok fikrin gündeme gelmesi ve tartışma konusu olması olağandır. Nitekim Emevîler döneminde birer müstakil mezhep olmasalar da Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye gibi görüşler ve akımlar ortaya çıkmıştır. Gündeme gelen görüşlere taraftar olanların yanı sıra karşı çıkanlar da olmuştur. Bu görüş ayrılıklarının sadece âlimler ve vatandaşlar arasında değil, aynı zamanda hanedan sahibi aile mensupları arasında söz konusudur.
     Emevîler döneminde güçlü bir muhalif damar mevcuttur. Her dönemde olduğu gibi Emevîler döneminde de yöneticilerin icraatlarına taraftar olanlar olduğu gibi karşı çıkanlar da vardı. Bununla birlikte siyaset-din algısı ilişkisi yabana atılacak bir durum değildir. Hatırlanması gereken, bu ilişkinin Emevîler dönemine mahsus bir ilişki olmadığıdır.
     Siyasî, dinî vs. görüşlerin insanlar arasında yayılmasında din adamlarının ve âlimlerin önemli bir rolleri olduğu gibi eğitim kurumlarının da önemli etkileri vardır. Ancak Emevîler döneminde, günümüzde olduğu gibi yaygın eğitim kurumları mevcut değildi. Devleti yönetenlerin kendilerine mahsus bazı görüşlere sahip oldukları kabul edilse bile bunun halka kabul ettirilmesi ve yaygın bir anlayış haline gelmesi oldukça zordu.
     Öte yandan Emevî halifeleri arasında birbirlerinden farklı ve birbirleriyle çelişen görüşlere sahip olanlar vardı. Bazı kaynaklarda halifeleri etkileyen kimi âlimlerden ve onların görüşlerinden söz edilebilmektedir. Örneğin Emevîlerin 3. halifesi Muâviye b. Yezîd’in (ö. 64/684) Kaderiyye mezhebine mensup olduğu ve hocası olan Ömer el-Maksûs isimli bir zatın etkisinde kalarak iktidarı terk ettiği nakledilmektedir.1 Yine kaynaklarda Süleyman b. Abdülmelik’in (ö. 99/717) Recâ b. Hayve isimli bir âlimin telkinlerinin etkisinde kalarak Ömer b. Abdülaziz’i (ö. 101/720) veliaht olarak seçtiği rivayet edilmektedir.2 Ayrıca son Emevî Halifesi Mervân b. Muhammed’in (ö. 132/750) Caʻd b. Dirhem’in (ö. 124/742 [?]) etkisinde kaldığı için ona “el-Caʻdî” lakabının verildiği ifade edilmektedir. (3)
     Emevî halifelerinin hepsi için standart bir anlayıştan ya da -henüz oluşmadığı için- bir mezhebi bağlılıktan söz etmek mümkün değildir. Onların bir kısmının eğlenceye ve ava düşkün oldukları, dinî konulara ve tartışmalara ilgi duymadıkları dikkate alındığında genel bir din politikalarından söz edilmesinin de mümkün olmayacağı görülecektir.
     İlim geleneğinin Emevîlere bağlı olmadığı, muhaliflerin ve hassaten mevalinin ilgi duyduğu bir alan olduğu dikkate alındığında, farklı görüşlerin bunlar arasında da tartışılması kaçınılmazdır. Nitekim bir takım farklı ve hatta İslâm dışı oldukları ithamlarıyla karşı karşıya kalan görüşlerin Emevîlerin muhalifleri tarafından ileri sürüldüğü görülmektedir. Bu hususta Hasan el-Basrî (ö. 110/728), Caʻd b. Dirhem (ö. 124/742 [?]), Cehm b. Safvân (ö. 128/745-46), Hâris b. Süreyc (ö. 128/746), Vâsıl b. Atâ ö. 131/748) gibi âlimleri hatırlatmak gerekir. Yine gulât Şîa’dan biri olan Beyân b. Semʻan (ö. 119/737) gibi isimler de hatırlatılabilir. Devlet yetkililerinden ve onları savunan âlimlerden daha çok bu kişilerin halk üzerinde etkili olduğu hesaba katılırsa Emevî hanedanının ve hanedanın resmi görüşünün din anlayışının şekillenmesi üzerinde mutlak bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün değildir.

     C. “Emevî İslâmı” Söyleminin Dayanakları
     “Emevî İslâmı” söylemi bir iddiadan öteye gitmemekte, ileri sürülen bazı olaylar da söz konusu tezi temellendirecek güce sahip bulunmamaktadır. İleri sürülebilecek en güçlü argüman, bazı halifelerin kaderci anlayışı desteklediklerine dair anlatılanlardır. Ancak aynı dönemde kaderci anlayışı reddeden birçok âlim mevcuttu.
     Kaynaklarda Emevî halifelerinin o dönemdeki tartışmalarla ilgili yaklaşımına dair birkaç örnek verebiliriz:
----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Makdisî, el-Mutahhar b. Tahir (355/964), el-Bed ve’t-Tarih, thk. Cl. Huart, Bağdat (t.y.), (Paris 1899- 1919 baskısından ofset), VI, 16-17.
2) İbn Sa‘d, Muhammed ez-Zührî (230/844), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, thk. Ali Muhammed Ömer, Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1421/2001, I, 329- 332; İsmail Yiğit, “Süleyman b. Abdülmelik”, DİA, XXXVIII, 81.
3) Mustafa Öz, “Caʻd b. Dirhem”, DİA, VI, 543.
----------
     Bir rivayete göre Ömer b. Abdülazîz “Sizler ve taptığınız şeyler! Hiçbiriniz, cehenneme gidecek kimseden başkasını Allah’a karşı azdırıp saptıramazsınız.” (1) ayetini okuduktan sonra Ebû Süheyl Nâfi b. Muhammed’e, “Ey Ebû Süheyl! Bu ayet, Kaderiyye’ye bir delil bırakmadı. Onlar hakkındaki görüşün nedir?” dedi. Ebû Süheyl, “Kendilerinden tövbe etmeleri istenmeli. Eğer tövbe ederlerse mesele yok. Fakat tövbe etmezlerse boyunları vurulmalıdır.” dedi. Bunun üzerine Ömer, “İşte görüş budur! İşte görüş budur!” dedi. (2)
     Recâ b. Hayve’den nakledildiğine göre Ömer b. Abdülazîz, Mekhûl’e şöyle dedi: Kader hakkında şunların dediği gibi demeyesin. Şunlar ifadesiyle Gaylân ve arkadaşlarını kastediyordu. (3)
     Bir rivayete göre Irak valisi Adî b. Ertât, Saîd b. Mesûd’u Umân valisi olarak görevlendirdi. Saîd, istediği bir deveyi kendisine vermeyen bir adama yüz sopa vurdu. Adam Ömer b. Abdülaziz’e giderek olanları anlattı. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz Adî b. Ertât’a şöyle bir mektup yazdı: “Senin Saîd b. Mesûd’u valiliğe getirmen, Allah’ın senin için takdir ettiği bir kaderdir ve seni onunla imtihan ettiği bir musibettir. Mektubum sana geldiği zaman, onu görevden azledecek birisini hemen ona gönder. Ayrıca onu bağlı bir şekilde bana gönder.” Adî b. Ertât onu azletti ve yerine Abdurrahman b. Kays’ı görevlendirdi. (4)
     Haccâc, Maʻbed el-Cühenî’ye, “Ey Ma’bed! Kader konusunda konuşur musun?” dedi. Maʻbed şöyle dedi: “Evet; Irak halkının fasıkları Allah’ın, Osman’ın öldürülmesini takdir ettiğini ve hükmettiğini söylemişler. Ben onlara ‘Siz yalan söylüyorsunuz’ dedim.” Haccâc, “Doğru söylemişsin” dedi. Haccac’ın bu sözü Hişâm’a ulaştı. Hişâm, “Elbette ki, Allah Osman’ın katillerine şakaveti [bedbahtlığı] yazdığı zaman onun öldürülmesini de planlamıştır. Maʻbed de Haccâc da yalan söylemişlerdir.” dedi.  (5)
     el-Medâinî Cerm’den olan bir şeyhten şunu nakletti: Ben “el-Karyeteyn”de idim. Onunla Dimeşk arasında deveyle iki konak vardı. Ermenistan’dan gelen ve içinde bazı halklar bulunan bir kafile orada konakladı. Hişâm tarafından gönderilen Kelb kabilesine mensup bir adam geldi; yanında başka bir adam daha vardı. Onlar, “Ey Konaklayan Kafile! Sizde Gaylân b. Müslim var mıdır?” dediler. Üzerinde, düğmeleri deriden yapılmış Nasîbî [Nusaybin’de yapılmış] bir şal bulunan kırmızı bir adam, “Ben Gaylân Ebû Mervân’nım” dedi. Onlar, “Salih nerede?” dediler. Orta boylu ve yakışıklı bir adam kalktı ve: “Ben Salih b. Abdüsselam’ım” dedi. Hemen ikisini zincirlerle bağlayıp onları Hişâm’ın yanına götürdüler.
----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Sâffât 23/161-163.
2) İbn Saʻd, VII, 373. 
3) İbn Saʻd, VII, 375. 
4) Belâzürî, VIII, 132. 
5) Belâzürî, VIII, 414.
----------
     Hişâm Gaylân’a, “Yazıklar olsun sana! Senden bana gelen bu sözler nedir?” dedi. Gaylân’dan önce Salih söze başladı ve: “Allah bir kimseyi, ancak gücünün yettiği şeye yükümlü kılar” (1) dedi. Bunun üzerien Hişâm ona, “Sen Allah’ın kitabının muhkem ayetlerini bırakıp müteşabihleri mi okuyorsun? Kuşkusuz bu [tutumunuz], sizin hakkınızda söylenenleri doğrular mahiyettedir” dedi. Salih, “Bu ayet müteşabih mi?” dedi. Hişâm, “Bunları çıkarın ve her birisine yetmişer kırbaç vurun” dedi. Hemen darbedildiler. Sonra bazı insanlar gelip onların, “Allah kesinlikle Hişâm’a bir idare vermemiştir. İnsanlar erzakı zorla almaya çalışıyor ve erzak onlara anlaşmalarla geliyor” şeklinde sözler söylediklerine şahitlik ettiler. Hişâm, “Acaba bu iki insanı bu işte gördüğünüz için mi şahitlik ediyorsunuz, yoksa onlara duyduğunuz düşmanlık sebebiyle mi?” dedi. Onlar, “Hayır, [düşmanlık sebebiyle değil]; fakat sen imamsın; biz de boynumuzdaki [şahitlik] sebebiyle sana geldik” dediler. Hişâm o ikisinin el ve ayaklarını kesti. Osman b. Hayyân el-Mürrî onların yanından geçti ve: “Yâ Gaylân! Bu da Allah’ın kaza ve kaderiyle miydi?” dedi. Gaylân, “Bu Allah’ın ilmindeydi” dedi.
     Sonra Hişâm onların dillerinin kafalarından çekilmesini veya kesilmesini emretti. Ancak fazla geçmeden ikisi de öldüler. Deniliyor ki: Gaylân ve arkadaşı Ermenistan’da Hişâm’ın aleyhinde konuşuyorlardı. Hişâm onların üzerinde casus tayin etmişti. Ermenistan’dan ayrılınca, konakladıkları yerler kendisine haber verildi. Hişâm, onların aleyhinde şahitlik yapacak şahitler ayarladı ve yaptıklarını onlara yaptı. Sonra onları astı. (2)
     Rivayetler, kader konusundaki anlayışın standart olmadığını, farklı görüşlere sahip insanların olduğunu göstermektedir.
     Eleştiri konusu yapılabilecek bir gelişme de hanedanın yönetimi uhdelerine almaları ve yönetimin babadan oğula ya da akrabalar arasında kalmasıdır. Kuşkusuz yönetimin bir ailenin eline geçmesi, önemli bir gelişmedir. Ancak o dönemde bilinen devletler bu şekilde yönetiliyordu. Yönetimin belli bir ailenin elinde bulunmadığı Râşid Halifeler döneminde her halife değişiminin bir siyasî krize dönüşme ihtimali olmuştur. Bu yapı, o günkü şartlarda uzun süre devam ettirilememiştir.

     D. “Emevî İslâmı” Söylemini Dillendirenler
     “Emevî İslâmı” söylemi son yıllarda ülkemizde dillendirilmektedir. Bu anlayışın şekillenmesinde çeviri kitapların ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyoruz. Kanaatimizce çeviri kitapların etkili olmasıyla, özellikle İran menşeli kitapların çevrilmesiyle birlikte bu tip görüşler dillendirilmeye başlanmıştır. Bu sebeple söz konusu görüşün İran menşeli olması ya da çevirilerden sonra esinlenme suretiyle ortaya çıkmış olması muhtemeldir. 
----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Bakara, 2/286. 
2) Belâzürî, VIII, 418-419.
----------
     Tespit edebildiğimiz kadarıyla “Emevî İslâmı” söylemini kullananlar Aleviler ve gelenekle hesaplaşma iddiasında olduğunu söyleyen bazı kişilerdir.
     Ülkemizde Emevî İslâmı söylemi, Alevilerin Sünnî İslâm anlayışına yönelik eleştirilerde kullandıkları bir argümandır. Nitekim Alevi yazarlar bu vurguya daha çok başvurmaktadırlar.
     Emevî İslâmı söylemi, son yıllarda bazı İlahiyatçılar ya da aydınlar tarafından da hassaten geleneğe yönelik bir eleştiri olarak gündeme getirilmektedir. Bir kısmı haklı sayılabilecek eleştirilerin toptancı bir yaklaşımla bu dönemin eleştirisi için kullanılması ise sorunlu bir yaklaşımdır.

     1. Alevilerin Bazı Eleştirileri
     Alevilere ait bir sitede “100 Soruda Alevilik” başlıklı bir bölümde “Türkler Arasında; Alevilik-Sünnilik-Şiilik Ne Zaman Oluştu?” sorusuna şöyle cevap verilmiştir:
     “Türkler İslâmiyeti Emevîler döneminde tanıdılar. Yani yaklaşık İslâmiyet’in doğuşundan 300 yıl sonra oldu. 300 yıl boyunca da “İslâmlaşma” dönemi yaşandı. Böylece Türkler İslâmiyeti İslâmiyet’in doğuşundan yaklaşık 600 yıl sonra kabul ettiler dersek, abartı sayılmaz. (1)
     “Bu yıllara kadar İslâmiyet’te Hz. Muhammed dönemi yaşanmış. Hz. Muhammed vefat etmiş. Halife Ebû Bekir, Halife Ömer, Halife Osman ve Hz. Ali’nin halifeliği dönemi yaşanmıştır. Sıffîn Savaşı, Hendek Savaşı gibi savaşlar olmuş. Hz. Ali’nin hilafeti “Hakem Olayı” ile elinden alınmış. Yezîd halife olmuş. Yezîd vefat etmeden yerine Muâviye’yi halife yapmıştır. (2) Hz. Ali’nin çocukları, Hz. Muhammed’in torunları olan Hasan hilafet uğruna zehirlenerek, Hz. Hüseyin Kerbela’da 72 kişilik yaşlı-çocuk ev halkı ile birlikte aç ve susuz bırakılarak 10.000 kişilik yezit ordusu kanalı ile Kerbela’da acımasızca katledilmiştir.
     “Bu olayların İslâm içindeki yankıları İslâm’ın yayılması ile o coğrafyalara da gitmiştir. Türkler İslâmiyet ile tanıştığında bütün bu olaylar yaşanmıştır. İslâm içinde taraflar seçilmiş saflar belirginleşmiştir.

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Bu bilgi doğru değildir. Zira Muâviye, Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık 30 yıl sonra Hz. Hasan’dan biat alarak tek başına iktidara sahip oldu (41/661). Emevîler devleri ise yaklaşık 90 yıl sonra yıkıldı (132/750).
2) Bu satırları yazanlar maalesef tarihî olayları birbirine karıştırmış durumdadırlar. Muâviye Yezîd’in babası olup onu veliaht olarak tayin etmiştir. 
----------

     “Türkler İslâmiyeti Emevî ordusunun güç ve ihtiras gösterileri ile tanıdılar. İslâmiyeti kabul etmemek için çok direndiler. Kabul ettiklerinde ise, Hz. Ali yandaşlığını, Ehl-i Beyt yandaşlığını, Ali Şiası yandaşlığını kabul ettiler. Bu durum Türk destanlarında; Dede Korkut Destanı’nda, Manas Destanı’nda açıkça görülmektedir. (1) Türk destanlarında; Ali sevgisi, Fatma Ana sevgisi, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan sevgisi sık, sık işlenmektedir. Kerbela Olayı anlatılmaktadır.
     “Fetih özelliği taşıyan Kuteybe ve Zalim Haccac komutasındaki Arap ordularına karşı Farslar ve Türkler direnmişlerdir. İslâmiyeti kabul ettiklerinde ise Emevî İslâmı (2) değil Ehl-i Beyt yandaşlığını, Ali yanlılığını kabul etmişlerdir. Bu coğrafyalarda daha sonra İslâm mezheplerinin etkileri egemen oluncaya kadar devam etmiştir.
     “Türklerin çeşitli mezhepleri seçmeleri Hanefi, Şafii, Şii vs. olmaları (3) daha sonraki yüzyıllardaki tarihsel görüşmelerden sonra olmuştur.” (4) Aynı sitede “Aleviler Ne İstiyor?” başlıklı soruya verilen cevapta da “Emevî İslâmı” vurgusu yapılmıştır: “Türkler İslâmiyetle, İslâmiyet’in doğuşundan yani, 620 yıllarından yaklaşık 250-300 yıl sonra tanıştılar. (5) Türkler İslâmiyeti Türkistan’ı fethe çıkan Arap orduları ile tanıdılar. Bu fethe karşı çok direndiler. Çok can verdiler, çok savaştılar. Sonuçta güç karşısında İslâmiyeti kabul etmek zorunda kaldılar. (6) Kabul ettiklerinde ise,
----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Türklerin Müslüman olur olmaz böyle bir tercihte bulundukları iddiası doğru değildir. Türklerin Müslüman oluşu asırlarca sürmüş bir süreçtir. Onlar arasında sözü edilen inançlara sahip insanlardan çok daha fazlası Ehl-i Sünnet çizgisindedir. Kaldı ki Türkler Müslüman olduklarında mezheplerin teşekkül süreci devam etmekteydi.
2) Görüldüğü gibi “Emevî İslâmı” burada Alevilerin dışında kalanlar için kullanılmıştır. Bu da Ehl-i Sünnet’tir. 
3) Bu iddia da tarihsel verilerle bağdaşmamaktadır. 
4) http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.] 
5) Yukarıda vurgulamaya çalıştığımız gibi bu bilgi yanlıştır. Türkler, Emevîler döneminin başında İslâm ile tanıştılar. Hatta Irak valisi Ubeydullah, askerî hizmetlerde istihdam etmek amacıyla bazı Türkleri Basra’ya götürmüş ve onları el-Buhâriyye adı verilen bir mahalleye yerleştirmiştir.
6) Türklerin İslâm’ı zorla kabul ettikleri iddiası da doğru değildir. Kuşkusuz bazı komutanların savaş ortamında istenmeyen bazı davranışları olabilir; ancak bu, hem genellenemez hem de makbul bir davranış olarak telakki edildiği iddia edilemez.
----------

iktidarı elinde tutan Emevî İslâmı değil, muhalif olan Ali yandaşlığını benimsediler.” (1) 
     15-16. dönem CHP milletvekilliği yapan Nurettin Karsu “Emevî İslâmı” hususunda daha açık ifadelerle şöyle demektedir:
     “Asırlardan beri ‘Emevî İslâmı’ uygulayan egemenlerin derin bir çabaları ve yenemedikleri hırsları vardı: Nasıl edelim de, Öz Türkçesiyle özgün inancını/yaşam algısını yorumlayan ve dillerinde Arapçayı/Osmanlıcayı kullanmayan bu Alevileri Camiye sokalım? Buyruk veren egemenlere ve dönemin Diyanet İşleri Başkanlarının İslâm’ı algılamalarına göre, zaman içinde bu çaba, bazen ılımlı görünümlü bazen ise kavgalı ve sert olmuş, acılar yaşanmıştır.
     “Hallac-ı Mansurlara, Nesimilere, Şeyh Bedrettinlere, Pir Sultanlara, Yunus Emrelere ve sonrasında da Dersim, Maraş, Çorum ve Madımaklarda uygulanan kıygılar (zulümler), hep bu ‘egemenlerin inanç hırsıyla meydana gelmiş… Egemen görüş, ilerici, aydın İbn Rüşt’ü, İbn Sina’yı değil, bilimi öteleyen tutucu İmam Gazali’yi alkışlamış! (2)
     “Ancak Emevîler, Abbasiler, Selçukiler, Osmanlılar ve ardılları, her türlü çaba, baskı ve kıyıma karşın Alevileri camiye sokma başarısını bir türlü gösteremediler.
     “Şimdi ise gözümüz aydın! Egemenlerin yüzyıllarca uğraşıp da beceremediği bu iş, iki hoca efendinin iyi niyet çabası sonucu halledilmiş oldu(!). Emevî İslâmı’nın zaferiyle sorun çözüldü(!).
     “Ağaç peygambere gitmezse, peygamber ağaca gider, özdeyişine de uygun olarak, ‘Alevi Camiye gitmiyorsa, ben de Cemevini Camiye götürürüm’. Böylece Alevi de Cemevi’siyle Camiye girmiş olur… Alevi, Emevî İslâmı’na uymuş olur… Cemevi de yasallaşmış olur(!).
     “Bakalım bu duaya kaç Alevi ‘Allah Allah!’ diyecek? Bunu da buluşu yapan Dede İzzettin Doğan’a sormak gerek!
     “Alevi dedesiyim, diyen birine, zorla cami/cemevi yapmaya çalışmak, Alevileri birbirine düşürmek, sokaklarda gençlerin birbirlerine düşman hale getirilmesine neden olmak yakışır mı?

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) http://www.gelincanlar.com/alevilik_hakkinda/11_100-soruda-alevilik.html (erişim tarihi: 03.05.2016) [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.].
2) Bu ifadelerin tarihî gerçeklikten uzak ideolojik ve yüzeysel bir okuma olduğu açıktır.
----------

     “Gel de Pir Sultan ne demiş: Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan!
     O yol, bin yıllık bir Töre: Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Aliii… Diyerek gidilen Akıl ve Bilimin aydınlık yoludur. (1)
     Nurettin Karsu, başka bir yazısında “Emevî İslâmı” söylemiyle hem Ehl-i Sünnet’i, hem de Türkiye’deki siyasî iktidarı eleştirmektedir:
     “Hz. Peygamber, Gadir Hum veda haccında Ehl-i Beytini abası altına alarak, (2) ”Benden sonra Mevla’nız Ali olacaktır, bu aynı zamanda ilahi bir buyruktur.” dediği halde ölümünden sonra Ehl-i Beyt düşmanı Emevîler vakit geçirmeden Kûfe ve Kerbela’da Ali ve Peygamber torunlarını katletmiş ve Hüseyin’in kellesini de bir sırığa takarak, Şam sokaklarında dolaştıran Yezîd, Muharrem Aşure günü zaferini(!) kutlamıştır. İslâm’ı ekseninden saptırarak, Emevî İslâmı’na dönüştüren Muâviye ve oğlu Yezîd, gasp ettikleri, Peygamber tahtına oturmuş ve İslâm’ı da bölerek, Ehl-i Beyte asırlarca küfürler savurarak saltanatlarını sürdürmüşlerdir. (3)
     “İslâm’da bu acı gerçekler yaşanmışken ve bunlara benzer olaylar Anadolu Alevi’sinin başından da geçtiği için İslâm anlayışını, Emevî İslâmı dışında tutarak, Orta Asya inanışını Peygamber İslâmı ve bilimle harmanlayıp özgün Alevi inancını oluşturmakta ve ağır baskılara karşın çok gizli olarak Cemevlerinde “Allah, Muhammed, Ali” yorumuyla yaşatmıştır. Bu yaşam biçimi bugün Diyanet ve bazı egemenler tarafından, “İslâm içi midir, İslâm dışı mıdır?” sorgulaması yapılmakta ve Diyanet Başkanlığı, Cemevlerinin ibadet yeri olmadığı fetvası ile bir Emevî İslâmı yolunda olduğunu kabullendiğinin farkında bile olmamaktadır.
     “Bugün egemenlerin derdi: Ne etsek de şu Alevileri Emevî İslâm’a soksak ve Cem evlerinden kurtulsak. Bunun için Ali adını, Hüseyin adını alanlar, torunlarının adını koyanlar çoğaldı gibi. Bir inancı ad koyarak değiştirmek mümkün olsaydı, Muâviye İslâmı’ Muâviye ve Yezîd isimlerini koymamakla Peygamber İslâm’ına dönüşürdü. Bu olabildi mi? Bugün Muâviye/Yezîd adları yok ama onların peygamberden gasp ile oluşturdukları Emevî İslâmı, sürecini engelsiz devam ettirmektedir. Yirmi milyon Alevi’den bir vali, bir müsteşar, bir genel müdür bile atanmadığını görmek bunu kanıtlamıyor mu?

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) http://www.nurettinkarsu.com/?p=376 (erişim tarihi: 03.05.2016) [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.].
2) Bu ifadelerde kavramlar ve olaylar birbirine karıştırılmaktadır. Ancak konumuz bu değildir. 
3) Emevîlerin iktidar dönemi bir asrı bulmadığına göre bu ifadelerle tarihî bir dönem değil bir anlayış ve algı eleştirilmiş olmalıdır. İfadelerin tarihî gerçekliği olmadığını hatırlatmaya gerek yoktur.
---------- 

     “Muharrem’de Anadolu Alevisi susmuş, Onun yerine onun inanç ögelerini, insan haklarını tanımakta direnen, Cemevi’ni ibadet yeri görmeyen egemenler konuşuyor. Yardımcıları da Cemevini Camiye sokma çabasında olanlarla, maaş bekleyip töreye göre düşkün olmayı hak etmiş dedeler ve egemen iktidarın yandaşları!
     “Bu gayret içinde olanların bilmediği bir şey var; o da Alevilerin ne Şiî nede Sünni öğretisi ile bağdaşması olanaksız olduğudur. Alevi özgün inancını, müziğin ilahi etkisiyle de biçimlendirerek yorumlamaktadır. Kim ne derse desin, ‘Emevî İslâm’a uymayan, Alevilerin bu yorumu İslâm’ın değişik bir yorumudur. Aleviler bu özgün inançlarından ödün vermeden çağdaş yaşamlarını, iktidarlara rağmen, iktidarların etkisinde kalmadan, yorumlayacaklardır! Bunu değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur, haddi de değildir! İsteyen kabullenir, istemeyen kabullenmez. Bu insanlığın, inancın temeli, çağdaş anayasaların vazgeçilmez kuralı ve evrensel bir insan hakkıdır!”(1)

     2. Kendilerini Mezhep Dışında Konumlandıranların Bazı Eleştirileri
     Emevî İslâmı söylemini en çok gündeme getirenlerden biri Yaşar Nuri Öztürk’tür. Muhtelif konuşmalarında ve kitaplarında yanlış din algısının Emevîlerden kaynaklandığına dair iddiaları mevcuttur. Öztürk’ün birkaç yıl önce yayınladığı kitabının adı “Kur’an-ı Kerim’de Lanetlenen Soy” adını taşımakta bu kitapta Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de Emevîleri lanetlediğini iddia etmektedir. Rivayet kritiği yapmadan Abbasîler döneminde Emevî düşmanları tarafından uydurulan rivayetler Emevîlere ve onlar üzerinden bir anlayışa eleştiri konusu yapılmaktadır. Öztürk’ün bir diğer kitabı Emevî Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü: Ebû Zer2 adını taşımaktadır. Böylece tarihî kişilikler üzerinden kendi dönemlerine ait olmayan kavram ve söylemlerle modern dönemin sorunları ele alınmaktadır.
     Yaşar Nuri Öztürk, Lanetlenen Soy kitabına şu iki ayetle başlamaktadır:
     “Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur’ân’da lanetlenmiş bulunan o ağacı/soyu da insanları sınamak dışında bir sebeple

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) http://www.nurettinkarsu.com/?p=416 (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.]. 
2) Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2014.
----------

Biz onları korkutuyoruz, ama bu onların kudurganlığını arttırmaktan başka bir katkı sağlamıyor.” (1)
     “Hani biz, meleklere ‘Âdem’e secde edin!’ demiştik de iblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!” (2)
     Kitabın önsözünde, “Lanetliler soyu bir zihniyet soyudur, ırk veya kan soyu değil, Lanetliler soyunun zihniyet babası şeytandır.” (3) diyen Yaşar Nuri Öztürk, bu cümlelerin hemen devamında “Ancak lanetliler soyunun maddî-somut bir örneği de vardır ve Kur’ân’a göre bu soy, Emevi soyudur” (4) demektedir. Gerçi hemen akabinde Ömer b. Abdülaziz ve Muâviye b. Yezîd gibi bazılarının bunun dışında olduğunu, ancak hükmün ekseriyete göre verildiğini de ifade etmektedir.
     Öztürk, eski bir yazısında “şecere-i melʻûne [lanetlenmi ağaç] olarak zikrettiği grup ise Haricîlerdir.
     “Tekfirin doruk noktasına yükselen ve İslâm'ın, Peygamber'den sonra en büyük şahsiyeti olan Hz. Ali, tekfirden nasip alamamış ‘‘şecere-i melʻune’’ (lanetli ağaç, lanetli soy. Bk. İsra suresi 60) çocukları tarafından ‘‘kâfir’’ ilan edilerek yani tekfir siyaseti uygulanarak öldürülmüştür. Hem de İslâm'ın mabedinde, secde halinde iken…” (5) 
     Tefsir literatürüne müracaat ettiğimizde şecere-i melʻûnenin Ümeyyeoğullarıyla ilişkilendirilmesinin V. asır gibi geç bir dönemde ortaya çıktığını görüyoruz. Tespit edebildiğimize göre söz konusu ifadeden Ümeyyeoğullarının kastedildiğini söyleyen ilk müfessir Tûsî’dir. Burada Şiî tesiri açık olduğu gibi Abbasîler döneminde telif edilen eserlerde Ümeyyeoğullarının eleştirilmesi garip karşılanmamalıdır.

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1 İsrâ 17/60.
2 Kehf 18/50.
3 Öztürk, s. 7.
4 Öztürk, s. 7.
5 Öztürk,  Tefkir ve Tekfir”, Hürriyet Gazetesi, 01 Ocak 2000 [http://www.hurriyet.com.tr/yasar-nuriozturk-tefkir-ve-tekfir-39123126] (erişim tarihi: 27.10.2016).
----------

     Yaşar Nuri Öztürk’ün bir dönem imamlık yaptığı camide müezzin olarak çalışan Recep Seyhan, vefatından sonra onun hakkında yazdığı bir yazıda “Emevî İslâmı” söyleminin doğru olduğunu şu sözleriyle ifade emektedir:
     “Bize göre de kan ve irin içinde yüzen İslam toplumlarının içler acısı hâlinin temel sebebi, 'uydurulmuş sahte dindir. Gerçek şu ki IŞİD ve Taliban gibi uç figürleri üreten Hz. Peygamberin tebliği ettiği sulh ve selam anlamına gelen İslâm değil bu, uydurulmuş, bir sürü eklemelerle kendisi olmaktan çıkarılmış Ümeyyeoğullarının dinidir. Problemin de bu tartışmaların da ana kaynağı da budur. Bu Emeviyat’ın mensupları bildiklerini (sözgelimi mezhebini) sorgulayamaz. Mezhebini ve meşrebini sorgulayamayan da onları dinleştirir: Olan da budur. Alevisi de Sünnisi de bu illetle maluldür.” (2)
     “Emevî İslâmı” söylemini kullananlardan biri de R. İhsan Eliaçık’tır. Kendisine sorulan “Milli Eğitim Şurası’nda alınan din eğitiminin anaokullarına kadar indirilmesi konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Anaokuluna kadar inen din eğitiminden amaçlanan nedir?” şeklinde bir soruya verdiği cevapta şöyle demektedir:
     “Şimdi sen devlet eliyle din anlatacaksın. Bunun içinde ne yazacak? Yani Emevî İslâmı, şu anda ilahiyatlarda imam hatiplerde Kur’ân kurslarındaki müfredat Emevî müfredatıdır. (3) Bu müfredat, inancı ve ritüelleri över, davranışları ve yaşamı fazla önemsemez.

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Kurtubî bu rivayetin zayıf ve surenin Mekkî olduğunu belirtir. Hakem’in sürgünü ise Mekke döneminde değildir.
2) Seyhan, Recep, “YaşarNuriÖztürk Yazısı-II”, http://www.fikircografyasi.com/makale/yasar-nuriozturk-yazisi-ii (erişim tarihi: 02.10.2016).
3) Bu söylem, ideolojik bir söylemdir. Emevîler döneminde henüz standart bir eğitim, dolayısıyla da standart bir müfredat yoktur.
----------

     Yani bir kez ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ dersen bütün günahlar af olur, bir gün içinde akşam namaz kılarsan bütün günahlar af olur. Haftada bir gün Cuma namazına gidersen bir haftalık günahların af olur, yılda bir kez hacca gidersen o yıl ki günahların af olur. Yılda bir defa kurban keser kan akıtırsan o yılki günahların af olur. Bu, Emevî İslâmıdır, dinde böyle bir şey yok. Diyanet de bu dini anlatıyor. (1)
     “Peki, öbür taraftan, öldürmeler, çalmalar, yalanlar, iftiralar ne olacak. Hepsi af olacak, nasıl? Neyle? Bir rekât namazla, kurban kanı akıtmakla, hacca gitmekle, ‘sübhanallahi ve bihamdihi’ demekle. ‘La ilahe illallah’ diyen denizköpüğü kadar günahları olsa af olur diyor, ikindi namazını kılanların bütün günahları af olur diyor. Peygamber zamanında böyle bir İslâm yok. Nerede inançlar ve ritüeller övülüyorsa o Emevî İslâmı’dır. Nerede amel övülüyorsa, nerede doğru olmak, dürüst olmak, iyi davranmak komşuya iyi davranmak, yoldaki taşı kaldırmak, adaletli olmak, paylaşmak, bölüşmek, yani davranışlar ve pratikler övülüyorsa o tamamen Kur’ân’ın anlattığı İslâm’dır.” (2)
     Aynı röportajda “İslâm dünyasında yaşanan sorunun çözümü için ne yapılması gerekiyor? Emevî din anlayışı olarak tanımladığınız bu din anlayışında Batı’daki gibi bir reform, rönesans olabilir mi?” şeklindeki bir soruya ise Eliaçık şöyle cevap vermektedir:
     “İslâm dünyasında reform gereklidir. Biz reformcu görüşleri savunuyoruz. Savunduğumuz reform, din anlayışlarında bir reformdur. Dinin kendisinde olan bir reform değildir. Kur’ân’ın ayetlerini değiştirmeyi, İslâm’ın hükümlerini yeniden yazmayı kastetmiyoruz. Kur’ân’ı anlamada bir reform lazım. Yani en basitinden din nedir? Din bir yaşam biçimi midir, yoksa inanç ve ritüel midir? Din bir inanç kaideleri midir, yoksa yaşam kaideleri midir? Yani din namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek midir; yoksa öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek ve iftira atmamak mıdır? İkisidir dersen bir mesafe alamıyorsun. Bir karar vermek gerekiyor. Esasında din yaşam davranışlarından ve kurallarından ibarettir. Öldürmemek, çalmamak, iftira etmemek… Diğerleri bunları destekleyici mahiyettedir.

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Emevîler döneminde Müslümanın en önemli ayırıcı özelliği ameliydi. O dönemde bir Müslümanın namaz kılmaması düşünülemezdi ki haftada bir Cuma namazına gitmiş olsun.
2) http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.]. 
----------

     “Ben İslâm dünyasının bu Emevî dininin etkisinden kurtuldukça kendine geleceğini, Kur’ân’a yöneldikçe ve onunyolundan gittikçe de ayağa kalkacağını düşünüyorum. Kurtuluşu da burada görüyorum.” (1)

     E. “Emevî İslâmı” Söylemine Eleştirel Bakış
     “Emevî İslâmı” söylemini savunanların yanı sıra eleştirenler de mevcuttur. Bunlardan biri olan İsmail Kara, bu tamlamaya dikkat çekerek şöyle demektedir:
     “Emevî İslâmı” tabirini duymuş olmalısınız? Muhtemelen doğru ve yerinde bir ifade olarak görüyor ve değerlendiriyorsunuz, belki de kullanıyorsunuz. Eğer öyle ise bunun İslâm tarihini yani sizi (bana sorarsanız aynı zamanda İslâm’ı) tasfiye etme ve “öteki” üzerinden yeni (bidat!), parçalı ve hafızasız bir tarih anlayışı icat etme düşüncelerinin bir parçası olduğunu hatırlatmak gerekecek. (Bu ifadeden Şiîlik kokusu alıp almadığınızı hiç sormayacağım, “öteki” diyarlardan gelen hava kirliliği ve iklim değişikliğinin koku alma hassasiyetlerimizi haylice etkilediğinin farkındayım).
     “Dün denebilecek yakın bir tarihe kadar Sünni İslâm (yani hem tarihî hem de insan unsuru olarak geniş İslâm) hafızasında “Emevî İslâmı” gibi olumsuz, karartılmış bir bölge yok, hiç olmadı. Mesele şu: Ne zamanki İslâm dünyasında ve Osmanlı topraklarında yeni rejim arayışları çerçevesinde önce meşrutiyet (meclisli ve anayasalı sultanlık), sonra cumhuriyet, nihayet demokrasi arayışları zaruri ve meşru bir siyaset ve istikamet olarak ortaya çıktı, işte o zaman nerede ise bütün İslâm tarih tecrübesini kuşatan hilafet-saltanat sistemini tasfiye etmek, bağlayıcı olmaktan çıkarmak ve elbette meşrutiyeti, cumhuriyeti, demokrasiyi gerçek İslâm’ın, ana kaynakların ve asr-ı saadetin siyasî rejimi seviyesine yükseltmek için Emevî İslâmı inşa edildi. Bir dışlama ve itibarsızlaştırma ameliyesiydi bu. (Belki uyarılmış bir alan olarak acı Kerbela faciası akla gelebilir, ama bu çok yanıltıcıdır; yeni zamanların Sünni dünyasında Emevî İslâmı çerçevesinin ortaya çıkışında ve meşruluk kazanmasında bunun doğrudan hemen hiçbir dahli yoktur).

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) http://www.ihsaneliacik.com/2014/12/13/bursaport/ (erişim tarihi: 03.05.2016). [Alıntıda bazı imla tashihleri yapılmıştır.]
----------

     “Netice şu: Menfi ve karartılmış bir alan olarak Emevî İslâmı 661 yılından başlayarak bütün (evet bütün) İslâm tarihini, Müslüman Türkler için Selçukluları ve Osmanlıları da olumsuzlayan ve karanlık hale getiren, içerden bir “ötekileştirme” harekâtının adıdır. Bununla İslâm siyasî düşüncesi, asırların içinde gelen siyasî kurumları,  incelmiş ve yerleşmiş siyaset üslubu da büyük ölçüde tasfiye edilmiş oldu. Kavramlar hiyerarşisi bozuldu, tarifler değişti. Adalet merkezli bir siyasî düşüncenin yerini meşveret/şura merkezli bir siyasi düşünce aldı; iktidarın icraatı asıl meşruiyet kaynağı iken iktidarın geliş şekli öne çıktı vesaire…” (1)

     Sonuç
     İslâm dünyasının bugün sahip olduğu İslâm algısı tek bir algı olmadığı gibi bu algının, bunun belirli bir kişiye, döneme ya da olaya nispeti mümkün değildir. Farklı İslâm algılarının tarihi tecrübe olarak uzun bir süreçte şekillendiği ve değişik kaynaklardan ve görüşlerden beslendiği ifade edilebilir.
     Müslümanların bugünkü algıları üzerine mezheplerin oluştuğu ve kaynakların yazıldığı dönemin daha güçlü bir etkiye sahip olduğu açıktır. Abbasî dönemi fikrî tartışmaları ve siyasî gelişmeleri daha canlı olup bunların din anlayışımızı şekillendirme hususunda yabana atılması mümkün değildir.
     Abbasî döneminde daha uzun bir süreçte tartışmalar ve problemler gündemde olduğu gibi bunların etkileri de daha fazla olmuştur. Ancak Emevî İslâmı demek doğru olmadığı gibi Abbasî İslâmı demek de doğru olmaz.
     Emevîler döneminde farklı İslâm algıları olduğu gibi Abbasîler döneminde de farklı İslâm algıları mevcuttur. Bununla birlikte genel olarak Abbasî döneminin günümüz İslâm algısının şekillenmesinde daha güçlü bir etkiye sahip olduğunu söylemek yanlış değildir.

----------
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Kara, İsmail, “İçerideki Öteki yahut Yabancılar İçeride”, Sabah Ülkesi: Kültür-Sanat ve Felsefe Dergisi, sayı: 42, (http://sabahulkesi.com/i%C3%A7erdeki-%C3%B6teki-yahut-yabanc%C4%B1lari%C3%A7erde/) (erişim tarihi: 03.05.2016). 
----------
 

23 Mayıs 2021 Pazar

ULUSLARARASI SEMPOZYUM: YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM ... İçindekiler ve ÖNSÖZ

      2017 'de kurulan ve üye sayısı 300.000 'i aşan Gönül Erleri Mail Grubu'muzun muhterem üyesi;

     Her sene Ekim-Mayıs arası 3 veya 4 dersimizi düzenli olarak takip ediyor, Haziran-Eylül arası ders maili yayınlamıyor, yaz tatili gibi düşünüyorduk... 
     Müslümanın tatili olmaz!
     Yaz aylarımızı da yine derslerimiz için, böylesine önemli-hayırlı çalışmalarımız için değerlendirmeliyiz diye düşündük ve bu sene YAZ PROGRAMI başlatıyoruz inşAllah...
     Çok önemli bir konuda, sağlıklı, doğru bilgiler ile bilgi hazinemizi yenileyeceğiz inşAllah!
     28-30 Ekim 2016 'da  ŞanlıUrfa'daki Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin, YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM konulu, çok kapsamlı bir ULUSLARARASI SEMPOZYUM 'unun notlarını paylaşacağız...
     Bugüne kadarki en önemli derslerimizden birisi olacak inşAllah.

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE

 Editörler 
Prof. Dr. Kasım ŞULUL
Doç. Dr. Atilla YARGICI
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT
Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU

 Bilim Kurulu 
Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ (Rotterdam İslâm Üniv., Hollanda)
Prof. Dr. Özcan HIDIR (Rotterdam İslâm Üniversitesi, Hollanda)
Prof. Dr. Muhammed ŞİRAYDA (Necah Üniversitesi, Filistin)
Prof. Dr. Muhammed Abdu’l-latif Abdu’l-Ati (Katar Üniversitesi Şeriat Fakültesi Öğretim Üyesi)
Dr. Ahmed OMAR (İmam Muhammed Suud Üniversitesi, Suudi Arabistan)
Dr. Enes İNAYE (el-Covf Üniversitesi, Suudi Arabistan)
Dr. Mahroof Athambawa, Katar Üniversitesi (Şeriat Fakültesi)
Dr. Abdulkadir ÇELEBİ (İslâm Üniversitesi, Pakistan)
Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi)
Prof. Dr. Adil BEBEK (Marmara Üniversitesi)
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. İshak ÖZGEL (Süleyman Demirel Üniv.)
Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi)
Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Hikmet AKDEMİR (Harran Üniversitesi)

 Düzenleme Kurulu 
Doç. Dr. Atilla YARGICI (Başkan)
Prof.Dr. Musa Kazım YILMAZ
Prof. Dr. Murat AKGÜNDÜZ
Prof. Dr. Kasım ŞULUL
Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN
Doç. Dr. Celil ABUZER
Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT
Yrd. Doç. Dr. Mahmut ÖZTÜRK
Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU

 Katılımcılar 
Prof. Dr. Âdem APAK (Uludağ Üniversitesi)
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi)
Prof. Dr. Fikret KARAMAN (İnönü Üniversitesi)
Prof. Dr. Kasım ŞULUL (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet AZİMLİ (Hitit Üniversitesi)
Prof. Dr. Musa Kâzım YILMAZ (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Nihat YATKIN (Atatürk Üniversitesi)
Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Ruhattin YAZOĞLU (Atatürk Üniversitesi)
Prof. Dr. Saffet SANCAKLI (İnönü Üniversitesi)
Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi)
Prof. Dr. Tuncay İMAMOĞLU (Atatürk Üniversitesi)
Doç. Dr. Abdullah YILDIZ (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Abdulvahap YILDIZ (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Ali İhsan PALA (Atatürk Üniversitesi)
Doç. Dr. Atilla YARGICI (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Celil ABUZAR (Harran Üniversitesi)
Doç. Dr. Mahmut ÇINAR (Gaziantep Üniversitesi)
Doç. Dr. Mithat ESER (Pamukkale Üniversitesi)
Doç. Dr. Veysel ÖZDEMİR (İnönü Üniversitesi)
Doç. Dr. Yunus Emre GÖRDÜK (Balıkesir Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Abdullah KARTAL (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖZ (Sütçü İmam Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vefa TEMEL (Düzce Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Avnullah Enes ATEŞ (Şeyh Edebali Ün.)
Yrd. Doç. Dr. Cafer ACAR (Gaziosmanpaşa Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Cemalettin ŞEN (İzzet Baysal Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Fatma ÇAKMAK (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Furat AKDEMİR (Düzce Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Hacer ŞAHİNALP (Artuklu Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Halit BOZ (Çoruh Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İ. Hakkı İMAMOĞLU (Karabük Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İlyas CANİKLİ (Yıldırım Beyazıt Ün.)
Yrd. Doç. Dr. M. Nuri GÜLER (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. M. Ali YAZIBAŞI (Kırıkkale Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Nazım BAYRAKDAR (Uşak Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Recep ÖZDEMİR (Adıyaman Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Tuğrul TEZCAN (Karabük Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Veysel KASAR (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Vezir HARMAN (Namık Kemal Ün.)
Yrd. Doç. Dr. Yakup YÜKSEL (Namık Kemal Ün.)
 د. أيمن الدوري (Artuklu Üniversitesi)
 د. أيمن الدوري (Artuklu Üniversitesi)
 د. التجاني محمد األمين (Sudan)
د. محمد عبد اللطيف عبد العاطي (Katar)
د. باكير محمد علي (Gaziantep Üniversitesi)
د. أحمد إسماعيل حسن علي (Ankara Üniversitesi)
د. رمضان عم (Harran Üniversitesi)
د. حذيفة شريف الخطيب (Üniversitesi Harran)
د. أحمد محمود زكريا توفيق (Üniversitesi Harran)

 Sekretarya 
Arş. Gör. Rukiye KARDAŞ
Arş. Gör. Nuriman KARAYİĞİT
Arş. Gör. Selim YILMAZ

Harran Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslâm Sempozyumu Tebliğleri
ISBN: 978-975-7113-57-7
Şanlıurfa, Aralık 2016

İçindekiler ................... 5
Kısaltmalar  ................ 7 
Önsöz .......................... 8 

İSLÂM ve KUR’AN .. 10 
“Emevî İslâmı” Söylemi Üzerine Bazı Düşünceler .... 10 
Âyetlerin Doğru Anlaşılmasında Bağlamın Önemi .... 31 
İslam Bütünlüğü Karşısında Kur’an ve Sünnet Birlikteliğinin Sona Erdirme Çabaları ... 55 

NÜBÜVVET, HZ. PEYGAMBER ve SÜNNET.......................................... 71 
Sünnetullâh Kavramından Hareketle Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı............ 71 
İlk Dönemden Günümüze Hz. Peygamber Aleyhtarlığının Temel Karakteri .. 84
مفاهيم خاطئة حول مصدر السنة جيتها     

İSLÂM ve BATI ........................................................................ 152
Batı Medyasında İslam ve Hz. Muhammed (sav) Tasavvuru ..... 152 
Televizyonun Ailedeki İslam Algısına Etkisi .............................. 174 
Sentetik Korkudan Terörize Edilmiş Gerçek Kıtal Ayetlerine:
İslamofobi ve Medeniyet Problemi ............................................. 179 
العلمانية( :مفاهيم خاطئة في الكتابات العربية المعاصرةورقة مقدمة 

İSLÂM ve CİHAD ............................................ 212
Yanlış Anlaşılan Sevimli Bir Kelime: Cihad ...... 212 
Müslümanlar ve Savaş Algısı.............................. 224 
Tadlil, Tekfir e Cihad Üçgeninde İslam -Hakikat ve Tasavvurlar .. 243
 الجهاد بين الفهم الصحيح والتطبيق القبيح 

İSLÂM ve IRKÇILIK ................................ 271 
İslâm’ın Irkçılığa Karşı Tutumu.................... 271
موقف اإلسالم من التعصب العرقي 
İslâm’ın Asabiyete Bakışı.............................. 297
 مو قف اإلسالم من العرقية

TEFSİR ................................................................................................ 335
İşârî Tefsirde “Yorum-Algı” Problemi ve Pratik Sonuçları Üzerine ..... 335 
Te’vil Mi, Tahrif Mi? Politik Düşünce Eksenli
Kur’an Ayet ve Kavramları Bağlamında Modernist Algının Eleştirisi .. 351 
Tefsirde Yozlaşmaya Bir Örnek Olarak
İnsanın Yaratılışı Meselesine Getirilen Sübjektif Yorumlar ................... 379 

İSLÂM HUKUKU ................................................................................ 395 
Savaş Hukuku ve Ahlakı (İnsancıl Hukuk)............................................. 395 
Bir Dindarlık Algısı Olarak ‘İhtiyatî Tutum’un Fıkhî Tahlili.................. 411 
Fıkıhta Ölçülülük İlkesinin İslam’ın Doğru Algılanmasına Katkısı ....... 432 
Fıkhî Hükümlerin Tesisinde
“Sünnet”in Değeriyle İlgili İndirgemeci Yaklaşımın Eleştirisi ............... 446

HADİS ..................................................................................................... 466 
Hadisi Doğru Anlamak (Örnek Bir Uygulama) ....................................... 466 
Hadis Karşıtlığının Tarihi Arka Planı ve Günümüze Olumsuz Yansımaları ..... 487 
Sahâbe ve Tâbi’înin Sünnet /
Hadîs Karşıtlarına Yönelik Tavırlarına Dâir RivâyetlerinTesbiti ............... 502 
Hz. Peygamber Örnekliğinde Algı Yönetimi ve İrcâf (Kirli Propoganda) . 518

TASAVVUF................................................................................................. 547 
Tasavvuf Kültüründe Duâ Algısının İnsan Üzerindeki Müsbet Etkileri ..... 547 
Yanlış Şefaat Algılarını Düzeltmeye Bir Katkı Açısından Şefaatin
Velayet ve Dua İle İlişkisi .......................................................................... 557
Kur’ân Ve Sünnet’e Göre Ölünün Tasarrufu .............................................. 573 
Mutasavvıfların Kur’ânî Kavramlara Getirdiği Yorumlar Ve
Alan Dışının Yarattığı Algı ......................................................................... 588 

FELSEFE ve DİN BİLİMLERİ .......................................... 615
Modern Düşüncenin Verilerinden Yola Çıkarak Yapılan
Yanlış Din Yorumları Üzerine Bir İnceleme ........................... 615 
İbn Haldûn’a Göre (732-808/1332-1406)
Hilafetin Saltanata Dönüşmesinin Anlamı .............................. 619
Düşünce-Eylem İlişkisi Açısından
Din Algısı Üzerine Felsefi Bir Değerlendirme ........................ 634 
Gazali Örneğinde Felsefe - Din - Bilim İlişkilerindeki
Bazı Yanlış Anlamalar ............................................................. 641

DÜNYA ve AHİRET DENGESİ ............................................. 652
“Müslüman Toplumlarda Dünyevileşme” Üzerine
Paradigmal Bir Okuma: Aidiyet ve Mensubiyet Kodlarının Değişimi ..... 652
Kur'an'da Dünya Algısı.............................................................................. 662 
Dünya ve Âhiret Dengesi .......................................................................... 675 
İman Hakikatinin Amel /Ahlaka Yansımaları ve
Müslüman İman Algısındaki Yanlışlar ve Nedenleri ................................ 687 

İSLAMİ HAREKETLER ve ŞİDDET.................................................... 716 
İman ve Amel İlişkisi Bağlamında -Pratik Boyutlarıyla Tekfir ................. 716 
Çağdaş Bazı İslâmî Hareketlerdeki Yanlış Algılar ve Şiddet Sorunu ......... 734 
Cihad ve Dostluk BağlamındaGayrimüslimlerle İlişkilere Dair Yanlış Algılar..... 744 

İSLÂM, SEVGİ ve AİLE ............................................... 784 
Yozlaştırılan Üç Kavram: Sevgi, Şefkat ve Aşk ............... 784 
Ailede Yozlaşma ve Şiddetin Nedenleri............................ 799 
İslam Diniyle İlgili Yanlış Algılar Bağlamında Ailede Yozlaşma ve Şiddet........... 809
االستغالل في الحب
 
Önsöz

     Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd ü senalar olsun. Kâinatın Efendisi, Peygamberlerin Sultanı Allah Resûlü’ne (s) salat ve selam olsun!
     İnsanlığı küfrün, şirkin ve ahlaksızlığın karanlıklarından kurtarmak için gelen İslam dininin Kur'an ve Sünnet gibi iki önemli kaynağı vardır. Tarih boyunca hem Kur'an ayetleri hem de hadis-i şerifler, İslam ulemasının çeşitli tefsir ve yorumlarıyla insanlığın istifadesine sunulmuştur. Zaman geçtikçe bu iki asla bağlı olarak tefsir, akaid, kelam, İslam hukuku, tasavvuf gibi birçok bilimler zuhur etmiştir. Hz Muhammed (s) hayatta iken İslamiyet en doğru bir biçimde anlaşılıp yaşandığı halde, daha sonra çeşitli sebeplerle İslam hakkında farklı algılar ve yorumlar oluşmuştur. Bu farklı algıların bir kısmı İslam’ın doğruluğundan ve özünden gittikçe uzaklaşmaya neden olmuştur. Sayılan bilim dallarının hemen hepsinde ortaya çıkan ve İslam’ın vasat çizgisinden ayrılıp ifrat ve tefrite sapan ekollerin mevcudiyeti tarihsel bir realitedir. Son birkaç asırdır İslami araştırmalara ciddi ilgi gösteren müsteşriklerin, İslam’ın ana kaynakları hakkında oluşturmaya çalıştıkları yanlış algılar da bunlara ilave edilmelidir. Bugün bazı medya kuruluşları aracılığıyla oluşturulmaya çalışılan yanlış İslam algısının, İslam’ın ana kaynaklarındaki doğru İslamiyet’le epeyce farklılığı vardır. Ancak bu yanlış algılar, sadece Müslüman olmayanların İslam’a ön yargılı yaklaşmasına yol açmakla kalmamakta, aynı zamanda Müslümanlar arasında da ana kaynağın temel esaslarıyla çelişen görüşlerin ve onlara taraftar olanların meydana çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
     İşte Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak, İslam hakkında oluşturulmaya çalışılan bu yanlış algıların tarihsel süreç içerisinde nasıl başladığı, hangi alanlarda yoğunlaştığı, fert, aile, toplum ve topyekûn ümmeti nasıl etkisi altına aldığı, bu yanlış algılara karşı doğru İslamiyet’in ortaya koyduğu kriterleri ve perspektifleri geniş olarak bir sempozyum çerçevesinde ele almayı uygun bulduk.
     "Yanlış Algılar ve Doğru İslam" başlığı altında düzenlediğimiz uluslararası bu sempozyuma, sahasında uzman akademisyenlerimizin yoğun ilgisiyle 200 kadar bildiri gelmiş olup, zaman ve mekan tahdidi nedeniyle bunlardan yalnız 60 bildiriye yer verebildik. Sempozyuma ilgi gösteren ve yazı gönderen bütün hocalarımıza şükranlarımızı sunarız. İslam dünyasının ve insanlık âleminin bu yanlış algılar sebebiyle büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı günümüzde, değerli hocalarımızın bu sempozyuma sağladığı destek sadece İslam dünyasındaki değil, bütün insanlık âlemindeki bu yanlış algıların düzeltilmesine önemli katkılar sağlayacağını ümit ediyoruz.
     Bu sempozyumun düzenlenmesinde ve icrasında görev alan hocalarımıza, her aşamada işleri takip eden ve arka planda fedakârane çalışan genç akademisyen arkadaşlarımız olmak üzere emeği geçen herkese üstün gayretlerinden dolayı teşekkür ederiz. Bildirileriyle bize bilimsel bir ziyafet sunan, uzaktan veya yakından gelen ya da fakültemizden katılan değerli bilim adamlarına katkılarından dolayı en kalbî şükranlarımı arz ederiz.
     Cenâb-ı Hak’tan doğru İslâm’ı öğrenip, yaşamayı ve öğretmeyi nasip etmesi duasıyla sağlık, huzur ve birlik içinde nice güzel toplantılara ulaştırmasını dileriz.
Editörler
29.12.2016
Şanlıurfa

22 Mayıs 2021 Cumartesi

110 KAYMAKAM ADAYI ALINACAK (Başvurular: 26 Mayıs-02 Haziran 2021 tarihleri arasında)

 

T.C.
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
KAYMAKAM ADAYLIĞI
SINAV İLANI


     T.C. İçişleri Bakanlığı Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı’na 110 (yüz on) kaymakam adayı alınacaktır.
Sınava Başvuru Şartları:
  • Yurt içindeki üniversitelerin veya diploma denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanmış olmak kaydıyla yabancı üniversitelerin en az dört yıllık lisans eğitimi veren fakültelerinin uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, kamu yönetimi, iktisat, işletme, maliye ve finans, sosyoloji, halkla ilişkiler ve tanıtım, psikoloji bölümlerinden veya bu bölümlerden herhangi birinin müfredatında yer alan derslerin en az yüzde seksenine sahip olan diğer bölümlerden ya da hukuk fakültelerinden mezun olmak veya;
  • Üniversitelerin sosyal bilimler, mühendislik fakülteleri ile tarih bölümlerinde en az dört yıllık lisans eğitimi yapmış ve uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, kamu yönetimi, hukuk ve iktisat alanlarında lisansüstü eğitim yapmış olmak.
  • Yukarıda belirtilen bölümlerden mezun olmayan kaymakam aday adayları; mezun oldukları bölümlerin müfredatının bahse konu bölümlerin müfredatının yüzde seksenine sahip olduğuna ilişkin Yükseköğretim Kurulundan alacakları eşdeğerlik belgesini, lisansüstü eğitim yapan kaymakam aday adayları ise noter onaylı diploma suretlerini ya da mezun olduklarını gösterir resmi belgeleri mülakat sınavı için evrak teslimi esnasında diğer evraklarla birlikte İçişleri Bakanlığına ibraz etmek zorundadırlar.
  • 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nun 2 ve 2/A, 657 sayılı DMK’nın 48/A, 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 274/A ve Kaymakam Adayları Yönetmeliği’nin 5. maddelerinde yer alan şartlara haiz olmak.
  • 01 Ocak 2021 tarihi itibariyle 35 yaşını doldurmamış olmak (01.01.1986 ve daha sonraki tarihlerde doğanlar).
  • Askerlikle ilişiği bulunmamak; askerlik hizmetini yapmış, erteletmiş veya yedek sınıfa geçirilmiş olmak.
Sınavın Tarihi ve Süresi:

     Sınav, 10 Temmuz 2021 tarihinde Ankara’da yapılacaktır. Sınav, saat 10.15’te başlayacaktır. Adaylar, saat 10.00’dan sonra sınav binalarına alınmayacaklardır.

Sınavda sorulacak soru sayısı ve cevaplama süresi;

      100 soru için 150 dakika (2,5 saat) olacaktır.

Sınavın İlanı ve Başvuruların Alınması: 

     Adaylar başvurularını, 26 Mayıs-02 Haziran 2021 tarihleri arasında bireysel olarak internet aracılığıyla (ÖSYM’nin https://ais.osym.gov.tr internet adresinden T.C. kimlik numaraları ve aday şifreleriyle) veya mobil uygulamalarından veya diledikleri bir başvuru merkezinden yapacaklar ve sınav ücretini yatırarak başvurularını tamamlayacaklardır. Geç başvuru günü 10 Haziran 2021’dir.

Sınava Giriş Belgesinin Düzenlenmesi
     Sınav ücretini yatırarak sınav başvurusunu tamamlayan adaylara ÖSYM tarafından hangi bina ve salonda sınava gireceklerini, sınav tarihini ve saatini gösteren Sınava Giriş Belgesi düzenlenecektir.

Sınav Organizasyonu ve Yürütülmesi
      Sınavın organizasyonu ve sınavın uygulanması tamamen ÖSYM’nin sorumluluğunda gerçekleştirilecektir.
      Adaylar sınava, sınavın yapılacağı hafta içerisinde ÖSYM’nin https://ais.osym.gov.tr internet adresinden T.C. kimlik numarası ve aday şifresi girerek edinecekleri Sınava Giriş Belgesi ve nüfus cüzdanı veya T.C. Kimlik Kartı veya geçerlilik süresi dolmamış pasaportunun aslı ile kabul edilecektir. Nüfus cüzdanı veya T.C. Kimlik Kartı veya geçerlilik süresi dolmamış pasaport dışında, pasaportları bulunmayan KKTC vatandaşlarının fotoğraflı ve kimlik numaralı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kimlik Kartı’nın aslı ile İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından verilen ve yeni kimlik kartları teslim alınıncaya kadar geçerli olan "fotoğraflı, imzalı-mühürlü, barkodlu-karekodlu" veya “fotoğraflı, barkodlu-karekodlu” geçici kimlik belgesi de geçerli kimlik belgesi olarak kabul edilecektir. Üzerinde soğuk damga, güncel bir fotoğraf veya T.C. kimlik numarası bulunmayan (T.C. kimlik numarası elle veya daktilo ile sonradan yazılmış veya ilave edilmiş olmamalıdır.) nüfus cüzdanları ile geçerlilik süresi bitmiş pasaportlar kabul edilmeyecektir.
      Sınav için gerekli olan iki adet kurşun kalem, silgi, kalemtıraş, peçete her bir aday için ÖSYM tarafından temin edilecektir.
     Tüm adaylar, 26 Eylül 2012 tarihli ve 28423 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Adayların ve Sınav Görevlilerinin Sınav Binalarına Giriş Koşullarına İlişkin Yönetmelik” hükümlerine ve diğer ilgili mevzuata uymak zorundadırlar.
     Sınav bina/salonları ÖSYM tarafından kurulacak güvenlik kameraları ile izlenebilecektir. Kamera kayıtları gerektiğinde kanıt olarak kullanılacaktır.

Sınav Konuları
      Sınavda adaylara, 34 sorudan oluşan Genel Yetenek ve Genel Kültür Testi ile 66 sorudan oluşan Alan Bilgisi Testi uygulanacaktır.
     Genel Yetenek ve Genel Kültür Testi:
     Türkçe (14),
     Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi (4),
     Türkiye’nin Sosyo-Ekonomik Yapısı (10) ve
     Türkiye’de Demokratikleşme ve İnsan Hakları (6) ile ilgili çoktan seçmeli sorulardan,

     Alan Bilgisi Testi:
     Anayasa Hukuku (13),
     İdare Hukuku (18),
     Türkiye’nin İdari Yapısı (14),
     Türkiye’de Mahalli İdareler (9),
     Ekonomi (12)
     ile ilgili çoktan seçmeli sorulardan oluşacaktır.

Sınav Sonuçlarının Değerlendirilmesi
      Adaylar, testteki soruların cevaplarını optik okumaya elverişli cevap kâğıtlarına işaretleyecekler, cevap kâğıtları ÖSYM’de optik okuyucu ile okunacak ve bilgisayar ortamında değerlendirilecektir.
      Adayların testteki sorulara verdikleri doğru ve yanlış cevaplar ayrı ayrı toplanacak, doğru cevap sayısından yanlış cevap sayısının dörtte biri çıkarılarak ham puanlar elde edilecektir.
      Adayların testlerden aldıkları ham puanlar toplanarak sınav puanları hesaplanacaktır.
      100 tam puan üzerinden 70 ve daha yüksek puan alan adaylar, en yüksek puanlı adaydan başlanarak puan sırasına konacaktır. 70 ve daha yüksek puan alan adaylardan, ilan edilen kadronun (110) 4 katı olan 440 aday mülakata katılmaya hak kazanacaktır. 440. adayla aynı puanı alan diğer adaylar da mülakata katılmaya hak kazanacaklar ve İçişleri Bakanlığı tarafından yapılacak mülakata çağrılacaklardır.
      Yazılı sınavı kazanan adayların Bakanlıkça tespit edilecek mülakat tarihleri, mülakata katılacak adaylardan istenilecek belgeler, mülakata ilişkin nihai başarı listesi ve mülakatta başarılı olan adaylardan istenilecek belgeler, İçişleri Bakanlığının resmî internet sitesinde (www.icisleri.gov.tr) duyurulacaktır. Resmî internet sitesinde yapılan ilanlar, tebliğ hükmündedir. Yedek liste ilan edilmeyecektir.

Sınav Sonuçlarının Duyurulması
      Adaylar sınav sonuçlarını, ÖSYM’nin https://sonuc.osym.gov.tr internet adresinden T.C. kimlik numaraları ve aday şifreleri ile öğrenebileceklerdir. İnternet sayfasında ilan edilen sonuç bilgileri adaylara tebliğ hükmündedir.

Sınav Sonuçlarına İtiraz ve İnceleme Talepleri
      Sınav sonucunun incelenmesini isteyen adaylar, sonuçların ÖSYM tarafından elektronik ortamda açıklanmasından itibaren en geç 10 gün içinde (sonuçların açıklandığı tarihten bir gün sonra başlamak üzere) ÖSYM’nin internet sayfasında yer alan “Adaylar Tarafından Dilekçe Gönderilmesi ve İşlem Ücretleri” konulu duyuru doğrultusunda “Genel Amaçlı Dilekçe” örneğini kullanarak ÖSYM’ye başvurmalıdırlar. Sınav sorularına ilişkin itirazlar ise sınav tarihinden itibaren 3 iş günü içerisinde aynı şekilde yapılmalıdır.
      "Adaylar Tarafından Dilekçe Gönderilmesi ve İşlem Ücretleri" konulu duyuru doğrultusunda adaylar, sınavda kullanmış oldukları kendi soru kitapçığı ve cevap kâğıdının görüntüsünü ÖSYM’de (Ankara’da), 6114 sayılı Kanun’un 7. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen imha süresi sona ermeden inceleye bileceklerdir.

Sınav Ücreti ve Tahsili
      Sınava girecek adaylar 26 Mayıs-03 Haziran 2021 tarihleri arasında, ÖSYM’nin internet sayfasında e-İŞLEMLER’de yer alan “ÖDEMELER” alanından kredi kartı/banka kartı ile ÖSYM adına 250,00 TL sınav ücreti yatıracaklardır. Geç başvuru gününde başvuru yapan adaylar, 375,00 TL olan sınav ücretini aynı gün yatıracaklardır. Geç başvuru gününde yapılan başvurularda sınav ücreti, aynı gün saat 23.59’a kadar ÖSYM’nin internet sayfasında e-İŞLEMLER’de yer alan "ÖDEMELER" alanından kredi kartı/banka kartı ile yatırılacaktır. Adaylar, banka şubesinden/ATM’den sınav ücreti ödemesi yapmamalıdır. Adaylar, sınava başvurularını yaptıktan sonra sınav ücretini yatırmalıdır. Yatırılan ücret, iade edilmeyecektir, ödeme işlemlerinden kaynaklanabilecek hatalardan ÖSYM ve İçişleri Bakanlığı sorumlu olmayacaktır.

Diğer Hususlar
      Engel/sağlık sorunu olan adaylar, bir üniversite veya devlet hastanesinden alacakları sağlık kurulu raporları ile belgelendirmek ve sınav başvuru kılavuzunda belirtilen usulde ÖSYM’ye başvurmak kaydıyla engel/sağlık durumlarına uygun olarak “Engelli Salonu”nda sınava alınacaklardır.
      Adayların başvuru işlemine geçmeden önce mutlaka sınav kılavuzunu dikkatlice okumaları/incelemeleri ve tüm sınav koşullarını/kurallarını kabul ederek başvuru yaptıklarını belirtir ekran üzerinde yer alan kutucuğu işaretlemeleri zorunludur.
      ÖSYM Aday İşlemleri Sistemine erişim için şifresini unutan adaylar, Sınav Koordinatörleri/yetkili Başvuru Merkezlerine nüfus cüzdanı veya T.C. Kimlik Kartı veya geçerlilik süresi dolmamış pasaportları ile şahsen başvurarak ücreti karşılığında yeni şifrelerini edinebileceklerdir. Şifrenin edinilmesi ile ilgili ayrıntılı bilgi ÖSYM’nin internet sayfasında bulunmaktadır.
      Başvuruda; adayların eğitim bilgileri, beyana göre alınacaktır. Gereken başvuru şartlarını taşımadıkları hâlde yanlış/yalan beyanla başvurusu kabul edilen adaylar, yazılı sınavda başarılı olsalar dahi İçişleri Bakanlığı tarafından mülakata çağrılmayacak, atamaları yapılmayacak ve atamaları yapılsa dahi geçen süreye bakılmaksızın atama işlemleri iptal edilecektir.
      Sınav hazırlık komisyonu tarafından mülakat için istenen evraklarla birlikte adayların eğitim bilgilerini gösterir belgeleri incelenecek ve evraklarında eksik-hata olmayan adaylar mülakata çağrılacaklardır.
      Sınavın yapılması ya da yapılmaması İçişleri Bakanlığının yetkisindedir.
      Bu ilanda yer almayan, ayrıntılı bilgiler ÖSYM’nin internet sitesinde bulunan sınav başvuru kılavuzunda yer almaktadır.

DUYURULUR PERSONEL GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

12 Mayıs 2021 Çarşamba

ORUÇ İLMİHALİ / RAMAZAN ve ORUÇ SEVİNCİ: BAYRAM

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI / 764
Kaynak Eserler: 40

ORUÇ İLMİHALİ
Dördüncü Bölüm
RAMAZAN ve ORUÇ SEVİNCİ:
BAYRAM

     GİRİŞ
     Sevinç ve neşe günleri olan bayramlar, müminler üzerinde olumlu etkiler meydana getirir, dinî bilinç ve duyguların kuvvetlenmesini sağlar, insanlara yeni bir heyecan verir, sosyal kaynaşma, dayanışma ve barışmaya vesile olur.
     Dinimizde Ramazan ve Kurban olmak üzere iki bayram vardır.
     Arapçada Ramazan Bayramı “ı'ydü’l-fıtr”, Kurban Bayramı ise, “ı'ydü’l-edhâ” terimleriyle ifade edilir.
     Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Medineliler’in eğlendikleri iki günleri vardı. Peygamberimiz (s.a.s.); “Bu günler nedir?” diye sordu. Medineliler, “Biz câhiliyye döneminden beri bu günlerde eğleniriz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz; “Allah, size, o iki gün yerine daha hayırlı iki bayram vermiştir. Bunlar, Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır” (Ebû Dâvûd, “Salât”, 245) buyurmuştur.
     Ramazan ve Kurban Bayramları hicretin ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), bayram günleri ve bu günlerin mahiyeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Arefe, kurban ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme ve içme günleridir.” (Ebû Dâvûd, “Savm”, 49)
     Ramazan Bayramı, Şevval ayının 1, 2, 3. günleri; Kurban Bayramı ise Zihicce ayının 10, 11, 12 ve 13. günleridir.
     Sevinç, neşe, yeme ve içme günleri olduğu için Ramazan Bayramı’nın birinci, Kurban Bayramı’nın dört gününde oruç tutulmaz, tutulması tahrîmen mekruhtur.
     Bayram günlerini ibadet ve itaatten soyutlayıp, sadece seyahat etme, eğlenme, zevk ve safa günü olarak anlamak isabetli olmadığı gibi sırf bir ibadet ve itaat günü olarak anlamak da isabetli değildir. Hem ibadet etmek hem de meşru sınırlar içinde eğlenmek ve neşelenmek gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s.), düğünlerde olduğu gibi, bayramlarda da eğlence ve oyuna karşı çıkmamıştır. Hz. Âişe validemiz şöyle anlatır:
     “(Kurban Bayramı’nda) Rasûlullah (s.a.s.) yanıma geldi, karşımda Buâs ezgilerini def çalarak okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanmış ve mübarek yüzünü çevirmişti. Derken içeriye (babam) Ebû Bekir girdi. ’Bu ne hâl? Allah Rasûlü’nün yanında şeytan işi çalgı öyle mi?’ diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) ona dönerek; “Onlara dokunma ey Ebû Bekir! Her milletin bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır” buyurdu. (Buhârî, “Iydeyn”, 2, 3; Müslim, “Iydeyn”, 16)
     Yine bir bayram günü Hz. Âişe’nin, Habeşlilerin Mescid-i Nebevi’de kalkan mızrak oyunu oynadıkları bir sırada onları seyretmek için izin istemesi üzerine Hz. Peygamber ona izin vermiş ve “Tamam, yeter” deyinceye kadar beraberce bu oyunu seyretmişlerdir. (Buhârî, “Iydeyn”, 2; Müslim, “Iydeyn”, 19)

     Her Müslümanın bayram öncesi ve günlerinde yapması gereken görevler vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
     I. BAYRAM NAMAZI KILMAK
     Bayram sabahı erken kalkılmalı, yıkanıp temizlenmeli, güzel kokular sürünmeli, temiz ve yeni elbiseler giyilmelidir. Ramazan Bayramı’nda, namazdan önce bir şeyler yenir, Kurban Bayramı’nda ise, kurban keseceklerin, kurban etinden yiyinceye kadar bir şey yiyip içmemesi müstehaptır. Peygamberimiz (s.a.s.) böyle yapmıştır. (Tirmizî, “Salât”, 385) Bayram günü sabah namazı camide kılınır, yapılan vaaz dinlenir, güneşin doğuşundan 50 dakika sonra bayram namazı kılınır. Peygamberimiz Kurban Bayramı hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Bu günümüzde yapacağımız ilk iş namaz kılmamızdır. Sonra döner kurban keseriz. Her kim böyle yaparsa, şüphesiz bizim sünnetimize uygun iş yapmış olur.” (Buhârî, “Iydeyn”, 3)
     İki rekât olarak kılınan bayram namazları Hanefilere göre vacip, Şafiîlere göre sünnet-i müekkededir. (Şirbinî, I, 587)
     Hanefiler bayram namazının vacip oluşuna, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 108/2) anlamındaki ayeti delil olarak zikretmişlerdir. (Kâsanî, I, 275)
     Sadece akıllı, ergen, sağlıklı, hür, mukim ve erkek Müslümanlar bayram namazı kılmakla yükümlüdürler. Şafiî mezhebine göre bayram namazı kadınlar ve yolcuları için de sünnettir, ancak cemaatle kılınması şart değildir, münferiden de kılınabilir, fakat camide cemaatle kılınması daha faziletlidir. (Şirbinî, I, 587)
     Bayram namazına gidemeyecek kadar kötürüm, felçli, engelli, özürlü ve hasta kimseler ile bunlara zorunlu olarak bakmak durumda olanlar, bayram namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından endişe edenler, yürümekten aciz olan yaşlılar, ayakları felç olmuş veya kesilmiş kimseler bayram namazı kılmakla yükümlü değillerdir. Görme engelli olan kimseler kendileri camiye gelebilirler veya kendilerini camiye götürebilecek biri bulunursa bayram namazı kılmakla yükümlüdürler. Bayram namazına gittiği takdirde kişinin önemli bir zarara veya sıkıntıya uğramasına yol açacak derecede şiddetli yağmur yağması, havanın çok soğuk veya çok sıcak olması veya yolun aşırı çamurlu olması gibi durumlarda bayram namazı yükümlülüğü düşer.
     Bayram namazına gittiği takdirde malı, canı veya namusunun tehlikeye gireceğine dair endişeler taşıyan kimse bayram namazı kılmak için camiye gitmeyebilir. Bayram namazı kılmakla yükümlü olmakla birlikte isterlerse yolcular kadınlar da bayram namazı kılabilirler. (Tirmizî, “Salât”, 383)
     Peygamberimiz (s.a.s.); “Camiye gitmek istediklerinde kadınlarınıza engel olmayın” (Müslim, “Mesâcid”, 135-36) buyurmuştur.
     Peygamberimiz ve sahabe zamanında hanımlar, namazlara katılmışlardır. Ramazan Bayramı namazı öğle vakti öncesi kerahat vaktine kadar kılınabilir. Bir mazeret sebebiyle birinci günü kılınamazsa ikinci ve üçüncü günleri aynı vakitte kılınabilir. Tıpkı kurbanın bayramın birinci gününde kesilememesi halinde ikinci veya üçüncü gün kesilebileceği gibi Kurban Bayramı namazı da bayramın birinci günü kılınamazsa ikinci gün kılınır, ikinci gün de kılınamaz ise üçüncü gün kılınabilir. (Kâsanî, I, 276)
     Ramazan ve Kurban Bayramı namazları ikişer rekattır ve cemaatle kılınır. Namaz vakti girince, ezan ve kamet getirilmeksizin imam - hatip, Ramazan veya Kurban Bayramı namazına niyet eder. Cemaat de aynı şekilde bayram namazını kılmak üzere imam-hatibe uymaya niyet eder.
     Bayram namazları camilerde veya namazgâhlarda cemaatle kılınır, tek başına cemaatsiz kılınmaz. Bayram namazına yetişemeyen kimse artık bayram namazı yerine kuşluk namazı gibi iki veya dört rekât namaz kılar.
     Bayram namazı şöyle kılınır:
    İmam, “Allâhü ekber” diyerek tekbir alır ve ellerini bağlar. Cemaat de aynı şekilde tekbir getirip ellerini bağlar. İmam ve cemaat içlerinden “Sübhâneke” duasını okur. Sonra İmam ve cemaat, “Allâhü ekber” diyerek tekbir alır, eller kulaklar hizasına kadar kaldırılıp yana bırakılır. Sonra aynı şekilde “Allâhü ekber” diyerek bir tekbir daha alınır ve eller yine yana bırakılır. Üçüncü kere “Allâhü ekber” diyerek tekbir alınır ve bu sefer eller bağlanır.
     Tekbirler arasında üç defa “sübhanellâhil-azîm” diyecek kadar beklenir. Bundan sonra cemaat susup bekler. İmam, gizlice eûzü-besmele çeker, Fatiha ve bir sureyi sesli olarak okur, sonra rukû ve secdeler yapılır ve ikinci rekâta kalkılır. İkinci rekâtta imam, gizlice besmele çeker ve “Fatiha” ve “bir sure”yi sesli olarak okur. Ardından imam ve cemaat, “Allâhü ekber” diyerek tekbir alır, eller kulaklar hizasına kadar kaldırılıp yana bırakılır. Peşinden aynı şekilde “Allâhü ekber” diyerek bir tekbir daha getirilip eller yine yana bırakılır. Sonra “Allâhü ekber” diyerek üçüncü bir tekbir daha alınır ve eller yine yana salınır. İlk rekâtta olduğu gibi ikinci rekâtta da tekbirler arasında “sübhânellahilazîm” diyecek kadar beklenir. Üçüncü tekbirin akabinde “Allâhü ekber” diyerek rukûa varılır. Tıpkı birinci rekâtta olduğu gibi rukû ve secdeler tamamlanır.
     İkinci secdeden sonra oturulur. “Tahiyyât”, “Salli” “Bârik”, “Rabbenâ Âtinâ” ve “Rabbenağfirlî” duaları okunur. Sağa ve sola selam verilerek namazdan çıkılır.
     Buna göre bayram namazlarının her iki rekâtında, diğer namazlara göre fazladan üçer tekbir getirilmiş olur ki bunlara “zevâid tekbirleri” denir. Bu tekbirleri getirmek vaciptir. Şafiî mezhebine göre her iki rekâtta da Fatiha suresinden önce olmak üzere, birinci rekâtta yedi, ikinci rekâtta beş tekbir alınır. (Şirbinî, I, 588)
     Selam verildikten sonra imam-hatip minbere çıkar ve oturmadan bir hutbe okur. (Ebû Dâvûd, “Salât”, 248) Bu hutbe iki kısımdan oluşur. Cuma namazında hutbe okumak cumanın geçerli olmasının şartı iken bayram namazında sünnettir. Yine hutbe cuma namazında namazdan önce, bayram namazında ise namazdan sonra okunur. İmam-hatip, bayram hutbelerinde genel olarak bayramın birleştirici özelliğinden bahseder. İslâm kardeşliği, yardımlaşma gibi konulara değinir. Ayrıca, Ramazan Bayramı hutbesinde, zekât ve sadaka ibadetleri; Kurban Bayramı hutbesinde ise Kurban ibadeti ve teşrik tekbirleri hakkında bilgiler verir.
     Gücü yeten kimse namaza yürüyerek gider ve giderken yolda tekbir getirir; güler yüzlü ve sevinçli bir tavır sergiler. Peygamberimiz (s.a.s.) böyle yapmıştır. (Tirmizî, “Salât”, 384)

     II. RAMAZAN BAYRAMI’NDA FITIR SADAKASINI VERMEK
     “Fıtr” kelimesi sözlükte “orucu açmak”, aynı kökten fıtrat kelimesi ise “yaratılış” anlamına gelir. “Fıtır sadakası”, Ramazan orucunu tutup bayrama kavuşmanın bir şükran ifadesi olarak fakirlere yapılan bir yardımdır. Fıtır sadakası halkımız arasında “fitre” kelimesi ile ifade edilmektedir. Fitre, Ramazan orucunun farz kılındığı hicretin ikinci yılında Şaban ayında zekâttan önce vacip kılınmıştır. Dinen zengin sayılanlar fıtır sadakası vermekle yükümlüdürler. Bu kimseler, hem kendi adına hem de bakmakla yükümlü olduğu kimseler adına fıtır sadakası verirler. Fıtır sadakası, Ramazan Bayramı’nın birinci günü fecr-i sadığın doğuşu anında vacip olur. Fıtır sadakasını bayramın birinci günü sabah namazı ile bayram namazı arasında vermek sünnettir. Sadaka-i fıtır Ramazan ayı içerisinde verilebileceği gibi bayramının birinci günü verilememesi halinde daha sonra da verilebilir. Bayramdan önce verilmesi ile bayramdan sonra verilmesi arasında geçerlilik bakımından herhangi bir fark yoktur.
     Hanefîlere göre fıtır sadakası buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm olmak üzere dört nevi gıda maddesinden verilir. Bu maddelerin bedeli de verilebilir. Fıtır sadakasının miktarı, buğdayda yarım sâ’ (Ebû Dâvûd, “Zekât”, 20), arpa, hurma ve üzümde bir sâ’dır. (Buhârî, “Zekât” 72) Bir sâ’, 2, 917 kilogramdır.
    Şâfiîlere göre fitre her çeşit hububattan, hurma ve kuru üzümden 1 sâ’ olarak verilir. Ancak fitre mükellefin bulunduğu bölgede en çok tüketilen gıda maddelerinden ödenmelidir. Fıtır sadakasında temel espiri, bir kişinin bir günlük yiyecek-içeceğini karşılamaktır. Ülkemizde fıtır sadakasının miktarı her yıl Din İşleri Yüksek Kurulunca günün şartlarına göre belirlenmektedir.
    Fıtır sadakası ile ilgili birçok hadis vardır. Mesela konu ile ilgili bir hadis şöyledir:
     “Fıtır sadakası; kadın veya erkek, hür veya köle, büyük veya küçük her Müslüman’a vaciptir. Miktarı; iki müd (yarım ölçek) buğday veya onun dışındaki yiyecek maddelerinden bir sâ’dır” (Nesaî, “Zekât” 35; İbn Mâce, “Zekât” 21)
     Fıtır sadakası, Tevbe suresinin 60. ayetinde zikredilen kimselere verilir. Kendilerine zekât verilmesi caiz olmayanlara fıtır sadakası da verilmez. Dinen zengin sayılanlar ile kişi eşine, anne ve babasına, dede ve ninelerine (usulüne), çocukları ve torunlarına (fürûuna) ve bakmakla yükümlü olduğu yakınlarına fıtır sadakası veremez.
     Fıtır sadakası verilirken, mükellefin bulunduğu yerdeki fakirler ile uzakta bile otursalar fakir akrabalara verilmesi daha iyi olur. Bir kimse fitresini bir fakire verebileceği gibi, birkaç fakire de verebilir. Ayrıca birçok kişi de fitrelerini bir fakire verebilirler.

    III. ZİYARET YAPMAK
     Bayram günlerinde anne-babalar başta olmak üzere yakınlar, dostlar, komşular, hastalar ve arkadaşları ziyaret etmek, onlarla bayramlaşmak bayramda yapılacak önemli görevler arasında yer alır. Yüce Allah, yakınlarla ilginin kesilmemesini istemekte, aksi davrananların cezalandırılacağı bildirmektedir: “Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte onlar için lânet ve yurdun kötüsü olan cehennem vardır..” (Ra’d, 13/25)
    Akraba ve komşulara iyilik etmek ve onlarla iyi geçinmek Rabbimizin tavsiyesidir: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, eliniz altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36)

     IV. YOKSUL ve MUHTAÇLARA YARDIM ETMEK
     Bayramlarda yapacağımız en önemli işlerden biri de yetim, kimsesiz ve yoksullarla ilgilenmek, onlara maddi-manevi destek vermek, kendilerine yalnızlıklarını hissettirmemektir. Bu insanî ve İslâmî bir görevdir. Ayrıca aile fertleri ve çocuklar sevindirilmelidir.

     V. KÜSKÜNLERİN BARIŞMASI Bayramların barış ve sevinç günleri olması hasebiyle küsler barışmalıdır. Dinimiz üç günden fazla dargın durmaya cevaz vermez. Peygamberimiz (s.a.s.), “Bir Müslümanın diğer Müslümana üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.” (Buhârî, “Edeb”, 57) buyurmuştur.
    Sonuç olarak Müslümanlar bayramları aile fertleri, yakınları, komşuları ve arkadaşları ile neşe ve zevk içerisinde geçirmeli, bayram namazı kılma, kurban kesme, sadaka-i fıtır verme ve eş-dost ziyareti gibi görevleri yapmalıdır.
     Bayram geceleri ibadetle ihya edilmeli, kaza namazı kılınmalı, Kur’ân-ı Kerim okumalı, Allah Teâlâ’dan af ve mağfiret istenmeli ve dua edilmelidir.

     SON SÖZ
     Allah’a kulluk için yaratılan insanın bu görevini yerine getirebilmesi için dinin emir ve yasaklarına, helal ve haramlarına riayet etmesi; Allah’a, kendisine, ailesine, insanlara ve diğer varlıklara karşı görevlerini yerine getirmesi; günlük, aylık, yıllık ve ömürlük ibadetlerini ifa etmesi gerekir.
     Yıllık ibadetlerimizden biri de oruç tutmaktır. Oruç ibadeti, Ramazan ayında yerine getirilir. Çünkü Müslüman bu ayda;
— Oruç tutar.
— Teravih namazını kılar.
— Zekâtını bu ayda verir.
— Bolca Kur’ân okur.
— Çokça dua eder.
— Günahlarına tövbe ve istiğfar ederek arınır.
— İftar verir.
— Fakirlere yardım eder.
— Nefis terbiyesi ve irade eğitimi yapar.
— Sabırlı, disiplinli ve hoşgörülü olmayı öğrenir.
— Kadir Gecesi’ni ihya eder.
— İtikâf yapar.
— Vaaz dinler.
— Mukabele dinler.
— Sadaka verir.

     Ramazan ayı; af, mağfiret ve günahlardan arınma ayıdır. Müslüman, Ramazan ayında ibadetlere, haramlardan sakınmaya daha çok gayret eder, kulluk bilinci içersinde olur. Yüce Allah da bu ayda merhametini daha çok ihsan eder, oruç tutan ve Ramazan ayını ihya eden kullarına daha çok sevap verir ve onları affeder.
     Müslüman bir aylık yoğun bir riyazat ve gayretle Ramazan ayı sonunda tertemiz olur. Bir ayın sonunda bayram yapar, sevinci kutlar. Bir sonraki Ramazan ayına kadar manen kirlenmemeye, imanını korumaya, ibadetlerine devam etmeye ve günahlardan uzak durmaya özen gösterir.
     Son sözümüz Allah Rasûlünün şu sözüdür: “Kim inanarak ve sevabını umarak Ramazan orucunu tutarsa Allah o kimsenin geçmiş günahlarını bağışlar.” (Buhârî, “Sıyam”, 6)

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...