
23 Eylül 2020 Çarşamba
PSİKOLOJİ (4)

21 Eylül 2020 Pazartesi
RİYÂZÜ'S SÂLİHÎN'DEN HADİS-İ ŞERİFLER ♥ ✿ܓ ♥ KADINLARA İYİ DAVRANMAK (1)
- Âyet-İ Kerimeler
İnsanlarla iyi geçinmek için önce onlara güzel ve tatlı söz söylemek, sonra da elden geldiğince iyi ve nâzik davranmak gerekir. Peygamber Efendimiz’in ortaya koyduğu ölçüye göre insanların en hayırlısı, aile fertlerine karşı iyi davrananlar, onlarla iyi geçinenlerdir.
2. “Hanımlarınız arasında adaleti sağlamak için ne kadar uğraşsanız da bunu başaramazsınız. Bâri onlardan birine aşırı gönül verip de ötekini kocası yokmuş gibi büsbütün ortada bırakmayın. Eğer iyilik yapar ve günahtan sakınırsanız, Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Birden fazla kadınla evlenen kimse, eşleri arasında adaleti ve eşitliği sağlamak zorundadır. Yemelerinde, içmelerinde, giyim ve kuşamlarında fark gözetmeyecektir. Her birinin yanında aynı miktarda kalacaktır. Bunları yapmak zaten o kadar zor değildir. Fakat eşleri aynı derecede sevmek mümkün değildir. Sevgiyi aynı oranda paylaştırmak insanın tabiatına da aykırıdır. Bu sebeple Allah Teâlâ birden fazla kadınla evlenen erkeklere, eşlerini aynı derecede sevme mecburiyetini getirmemiştir.
- Hadisi Şerifler
“Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyyetimi tutunuz. Zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz.”
Buhârî ile Müslim’deki diğer bir rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin.” Buhârî, Nikâh 79; Radâ` 65
Müslim’deki bir başka rivayete göre ise Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin. Şayet doğrultayım dersen kırarsın. Kadının kırılması da boşanmasıdır.” Müslim, Radâ` 59
- Açıklamalar
Hz. Peygamber “kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır” derken acaba bunu gerçek mânasında mı söylemiştir? Yoksa bu sözle kadının hırçınlığını ve istenen kıvama zor geldiğini mi anlatmak istemiştir? İşte bu soruların kesin cevabı bilinmemektedir.
Siyer âlimi İbni İshâk’ın haber verdiğine göre Peygamber Efendimiz’in amcasının oğlu Abdullah Ýbni Abbas:
“Havvâ Âdem aleyhisselâm uyurken, onun sol tarafındaki kaburga kemiğinden yaratılmıştır” demiş (ibni Hacer, Fethü’l-bârî, IX, 219). Fakat güvenilir hadis kitaplarında bu konuda doyurucu bilgi yoktur.
Erkekle kadının yaratılışını Kur’ân-ı Kerîm şöyle anlatmaktadır:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini meydana getiren, ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının” [Nisâ sûresi (4), 1].
Bu âyet-i kerime Hz. Havvâ’nın Hz. Âdem’den yaratıldığını bildirmekle beraber, onun kaburga kemiğinden meydana getirildiğini haber vermiyor.
Bizi bu konuda tereddüde sevk eden husus Peygamber Efendimiz’in:
“Kadın tıpkı kaburga kemiği gibidir. Kemiği doğrultayım dersen kırarsın. Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle faydalanabilirsin” buyurmasıdır. Acaba Resûl-i Ekrem Efendimiz bu hadisiyle şunu mu anlatmak istemiştir:
Kadın kaburga kemiğinden yaratıldığı için huyu da kaburga kemiği gibi biraz eğricedir. Ona istediğiniz şekli veremezsiniz!..
Hadîs-i Şerîfin bize öğretmek istediği nedir?
Efendimiz bize kadının yaratılışına dair biyolojik bilgi vermek istememiştir. Bize kadınla nasıl geçinmek gerektiğini anlatmıştır. Dövmekle sövmekle kadını arzu edilen şekle koymanın mümkün olmayacağını belirtmiştir. Hiddet ve şiddet yerine, ülfet ve şefkat yolunu tutmayı tavsiye etmiştir. Kadına ancak bu yolla yaklaşmanın ve ona tesir etmenin mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Aile yuvasının huzuru, ailedeki fertlerin saâdeti için tutulacak yol budur. Fakat kadının dünyasına ve âhiretine zarar verecek hususlarda doğruyu anlatmak ve ona yardımcı olmak gerekir. Zaten Allah Teâlâ, doğruyu bulmakta aile fertlerinin birbirine yardımcı olmasını tavsiye ederek “kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz” [Tahrîm sûresi (66), 6] buyurmaktadır.
“Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır” ifadesini, kadının en problemli tarafı dilidir, şeklinde yorumlamışlardır. Kadının cehenneme dili yüzünden gireceğni belirten şu hadîs-i şerîf bu yorumu desteklemektedir:
“Siz çok lânet eder ve kocanızın iyiliklerini görmezden gelirsiniz” (Buhârî, Hayız 6).
Hadis-i Şeriften Öğrendiklerimiz:
1. Erkekler kadınlardaki bazı kaprislerin tabii olduğunu düşünerek onlara karşı anlayışlı davranmalıdır.
2. Kadında kusur olarak görülen hususları düzeltmeye kalkmak, aile içinde huzursuzluğa ve dolayısıyla mutsuzluğa yol açabilir. Bu sebeple en iyisi, bağışlanabilecek kusurlara göz yummaktır. “Kadınlarla iyi geçinin” âyetiyle emredilen de budur.
276. Abdullah İbni Zem`a radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm’ı birgün hutbe okurken dinledi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Sâlih aleyhisselâm’ın dişi devesinden ve onu öldüren adamdan bahsederek:
“Onların en azgını ileri atıldı” âyetini okudu ve Semûd kavminde gücü kuvveti ile tanınan ve son derece fena olan bir adam deveyi öldürmek için ileri fırladı, diye açıkladı.
Sonra kadınlardan bahsetti. Onlar hakkında nasihat ederek şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz karısını köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Belki de o akşam onunla aynı yatakta yatacaktır.”
Sonra yellenmeden ötürü gülmemelerini tavsiye ederek şöyle buyurdu:
“İnsan bizzat kendisinin de yaptığı bir şeye ne diye güler?”
Abdullah İbni Zem`a
Annesi Peygamber Efendimiz’in hanımı Ümmü Seleme’nin kızkardeşi Karîbe (veya Kureybe)dir. Bu sebeple Abdullah Peygamber Efendimiz’e yakın sahâbîlerden biridir. Medine’de oturduðu bilinmekte ve kendisinden birkaç hadis rivayet edilmektedir. 35 (655) yılında Hz. Osman’ın şehit edildiği sırada o da hayatını kaybetmiştir. Hakkında fazla bilgi yoktur. Allah ondan razı olsun
Açıklamalar
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu hutbesinde üç konuya temas ettiği görülmektedir.
Birinci konu: Semûd kavminden bazılarının yaptığı azgınlıklardır. Semûd kavmi Hicr şehrinde oturuyordu. Onlara peygamber olarak Sâlih aleyhisselâm gönderilmişti. Sâlih peygamberi dinlemediklerini görünce Allah Teâlâ onları önce dişi bir deve ile imtihan etti. Görünüşte diğer develerden farkı olmayan bir deveyi mûcizevî bir şekilde onlara gönderdi. şehirde bir kuyu vardı. Herkes içme suyunu buradan sağlıyor, hayvanlarını bu kuyudan suluyordu. Sâlih aleyhisselâm’ın onlara bildirdiği ilâhî emre göre kuyudan birgün deve içecek, ertesi gün kuyuyu kendileri kullanacaklardı. Devenin kuyudaki suları bir defada içip bitirmesi Semûd halkını pek öfkelendiriyordu.
Bu azgın insanlardan birkaç tanesi bir araya gelerek:
Bu iş böyle gitmez. Bu deve kuyunun suyunu içip kurutuyor. Hayvanlarımız susuz kalıyor. En iyisi hem bu deveyi, hem Sâlih’i, hem de ona iman edenleri öldürelim diye anlaştılar.
Efendimiz, diğer rivayetlerden öğrendiğimize göre, deveyi öldüren kimseyi bu hadisin râvisi Abdullah İbni Zem`a’nın dedesi Ebû Zem`a’ya benzetti. Ebû Zem`a’nın adı Esved olup müslümanlarla alay ederdi. Aşere-i mübeşşereden Zübeyr İbni Avvâm’ın amcasıydı. Oğlu Zem’a Bedir Gazvesi’nde müşriklerin safında canverdi. Onun oğlu ve hadisimizin râvisi ise çok değerli bir sahâbî idi. Ölüden diriyi yaratan Allah, onların soyundan böyle değerli bir insan çıkarmıştı. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Sâlih’in devesini öldüren günahkâr adamın tıpkı Ebû Zem`a gibi güçlü kuvvetli ve kavminin içinde sözü dinlenen biri olduğunu söyledi ve onun deveyi öldürmek için nasıl ileri atıldığını tasvir etti.
Neml sûresinin 48-52. âyetlerinde anlatıldığı üzere Sâlih peygamber ile ona iman edenler aleyhindeki komplo sonuç vermedi. Allah Teâlâ peygamberiyle birlikte dört bin mü’mini kurtardı; Semûd diyarını da içindeki imânsızlarla birlikte helâk etti.
Efendimiz’in temas ettiği ikinci konu, kadınların haksız yere dövülmesidir. Birbirine gönül vermiş, birbirinin mahremiyetine girmiş, dert ve sıkıntılara birlikte göğüs germiş iki hayat arkadaşının birbirini anlayıp hoş görmesi gerekir. Bir erkeğin eşini dövmesi demek, huzurunu kendi elleriyle yok etmesi demektir. İnsan dış âlemin sıkıntılarından kaçarak huzur bulma arzusuyla sığındığı bir yuvayı nasıl yıkabilir? Bu ne kadar mânasız bir davranıştır.
Peygamber Efendimiz burada, aile ilişkilerinde psikolojik duyguların ihmâl edilemeyeceğine temas etmekte ve belki de aynı gece beraber olacağı eşini insan nasıl dövebilir? diye hayretini belirtmektedir.
Ahlâk dışı bir hareket yapan kadını, aşırı olmamak şartıyla ve onu yola getirmek düşüncesiyle dövmeye Allah Teâlâ izin vermiştir [Nisâ sûresi (4), 34].
Kadını dövmek şöyle dursun, kocasının ona küsmesini bile doğru bulmayan bir Peygamber’in kadının birazcık hırpalanmasına izin vermesinin önemli bir sebebi vardır. O da öğütten ve yumuşak davranıştan anlamayan bazı kadınları, yine onların yuvalarını korumak maksadıyla anlayacakları biraz sert bir yöntemle eğitmektir. Konuya 278 ve 281. hadis-i şeriflerde tekrar temas edilecektir.
Hadisimizdeki, “Kadını köle döver gibi dövmeyiniz”, emrine bakarak, dinimizin köleyi dövmeye izin verdiği sanılmamalıdır. Köleyi efendisinin kardeşi sayan bir din, onun ezilmesine nasıl izin verebilir? Bu ifadeyle Efendimiz, kadının hür olduğunu, ona köle muamelesi yapılamayacağını anlatmaktadır.
Peygamber Efendimiz daha sonra bir görgü kuralına temas etmiş, yellenme gibi tabii bir olayı alay konusu yapmamak gerektiğini söylemiş, yellenen kimseyi de utandırmanın doğru olmayacağına işaret etmiştir.
Büyük velîlerden Hâtem-i Esam hazretleri’nin bu konudaki bir hâli pek ibretlidir. Söylendiğine göre onun sağır anlamındaki Esam lakabını almasına şu olay sebep olmuştur:
Biraz yüksek sesle konuş kızım, duyamıyorum. Kulaımğ ağır işitiyor, deyince kadın rahatladı. Sanki dünyalar onun oldu. Hâtem’in gerçekten ağır işittiğini zannederek sevindi.
Büyük veli, kadının izzet-i nefsini korumak için daha sonraları da sağır taklidi yapmaya devam etti ve bu yüzden Esam diye şöhret buldu.
Hadis-i Şeriften Öðrendiklerimiz
1. Kadınları eğitmek için öğüt ve nasihat yolunu tutmalıdır.
2. Yaratılışları gereği tatlı dilden değil, zorbalıktan anlayan bazı kadınları, yüzlerine vurmamak ve bir yerlerini incitmemek şartıyla eğitme yoluna gitmek mümkündür.
3. Kendisinde de bulunan hâlleri başkalarında görünce insan gülmemeli ve bunu alay konusu yapmamalıdır.
16 Eylül 2020 Çarşamba
KELİMELER ~ KAVRAMLAR : ZEVCE
Sözlükte zevc kelimesi “çift, çiftin teki, eş, karı” anlamına gelmektedir. Kocadan ayırt edilmesi bakımından evli kadına zevce denilmişse de her ikisi için zevc kelimesinin kullanılması dil bakımından daha fasih bulunmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’de karı ve koca için zevc (meselâ el-Bakara 2/35, 102, 230; en-Nisâ 4/1, 20; ez-Zümer 39/6; el-Mücâdile 58/1), ikisini ifade etmek için zevceyn (en-Necm 53/45; el-Kıyâme 75/39), çoğul sîgasıyla ezvâc (el-Bakara 2/25, 232, 234, 240) kelimeleri yer almaktadır. Hadislerde zevc, zevce ve ezvâc yukarıdaki anlamlarıyla yaygın biçimde geçmektedir (Wensinck, el-Muʿcem, “zvc” md.).
Ayrıca “zvc” kökünden türeyen birçok kelime âyet ve hadislerde evlilik anlamında kullanılmaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “zvc” md.; Wensinck, el-Muʿcem, “zvc” md.). Kur’an’da halîlenin çoğulu halâil ayrıca imrae ve nisâ gibi kelimeler de zevce/zevceler anlamlarında geçmektedir (en-Nisâ 4/23, 128; el-Ahzâb 33/30).
Evlenilecek olan zevce adayında şu özelliklerin aranması İslâm âlimlerince müstehap görülmüştür:
1. Dindarlık.
“Bir kadınla malı, güzelliği, asaleti veya dindarlığı için evlenilir; sen dindar olanı seç” hadisi (Buhârî, “Nikâḥ”, 15) bu hususu ifade eder.
2. Doğurganlık.
Bu özelliğe de, “Cana yakın ve doğurgan eşlerle evlenin; zira ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla diğer peygamberlere karşı övüneceğim” hadisinde (Müsned, III, 245) dikkat çekilmiştir.
3. Asalet.
“Nesliniz için hayırlı olanı arayın; denk olanla evlenin ve onlarla evlendirin” hadisi (İbn Mâce, “Nikâḥ”, 46) bu konuda delil gösterilir.
4. Güzellik.
Güzellik eşler arasındaki sevgiyi arttırır. “Müminin Allah korkusundan sonra elde edeceği en iyi şey sâlih bir eştir; ondan bir şey istediğinde itaat eder, ona baktığında içi açılır, ona yemin verdiğinde yerine getirir, onun yanında değilken kendisini ve çocuklarını korur” hadisi de (İbn Mâce, “Nikâḥ”, 5) bu hususa işaret eder.
Evlilik sürekli birliktelik olduğundan genel anlamda geçimsizliğe yol açan davranışlardan sakınılması ve evliliğin devamlılığını sağlayacak özelliklerin tercih edilmesi tavsiye edilmiştir. Kız çocukları da evlenirken kocasını seçme hakkına sahiptir. Velisi tarafından görüşüne başvurulduğunda bâkire kızın rızasını gösterecek şekilde susması yeterli görülürken dul kadının sözlü beyanda bulunması şart sayılmıştır. Velâyeti altındaki kızı/kadını evlendirirken velinin dindar ve ahlâklı olan adayı seçmeye ihtimam göstermesi gerekir.
Evlilik akdi sahih şekilde tamamlanınca eşler arasında hukuk düzeninin belirlediği karşılıklı hak ve yükümlülükler doğar. Eşler arasında cinsî açıdan helâl olması, mirasçılık, hurmet-i musâhere, doğan çocuğun nesebinin sahih olması, mehir, nafaka ve süknâ hakkı gibi hukukî ve malî sonuçların yanı sıra iyi geçinme, birbirine saygı ve sevgi gösterme, birbirinin güvenini sarsacak davranışlardan sakınma, aile birliğinin korunması için çaba gösterme gibi ahlâkî niteliği ağır basan hak ve sorumluluklar da söz konusudur. Klasik literatürde kadının kocasına karşı yükümlülükleri arasında normal ve meşrû (mâruf) olan hususlarda ona itaat etmek, ev ve aile hayatında huzurun devamı için gerekli özeni göstermek ve ihtiyaçlarını karşılamak, kocasının malını israf etmemek, kanaatkâr olmak, çocukların bakımı, terbiyesi ve gözetiminde kocasıyla birlikte üzerine düşen görevleri yerine getirmek, kocasının akrabalarına iyi davranmak gibi hususlar sayılır ve kocanın da karısına karşı bunlara denk yükümlülüklerinden söz edilir. Nitekim eşlerin genel olarak birbirlerinin haklarına riayet etmeleri, sorumluluklarını yerine getirmeleri, birbirlerinin dünya ve âhiret işlerinin salâhı için yardımlaşmaları ve fedakârlıkta bulunmaları üstlendikleri emanete riayetin bir parçası görülmüştür.
“Hanımlarınıza karşı iyi davranın” meâlindeki âyetle (en-Nisâ 4/19), “Sizin en iyileriniz hanımlarına karşı en güzel ahlâkla davrananlarınızdır” hadisi (Tirmizî, “Raḍâʿ”, 11) ve, “Kadınların kocalarına karşı yükümlülükleri kadar onların üzerinde meşrû hakları da vardır” âyetiyle (el-Bakara 2/228), “Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz” hadisi (Müslim, “İmâre”, 20) bu hususlara işaret eder.
Zevcenin mirastaki payı âyetle belirlenmiş (en-Nisâ 4/12), bu sebeple her durumda mirastan pay alan ashâbü’l-ferâizden sayılmıştır. Çocuğu olmayan zevce mirastan dörtte bir, çocuğu olan ise sekizde bir pay alır. Zevce birden fazla ise her iki durumda belirlenen payı aralarında eşit biçimde bölüşürler. Ceza hukuku bakımından kocasının malından çalan zevceye hırsızlık haddi uygulanmaz. Muhakeme hukuku yönünden zevcenin kocası lehine şahitliği geçersizdir.
14 Eylül 2020 Pazartesi
TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ✿ ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ / Nuzûl, Sûre Adı, Ayet Sayısı, Konular ve Fazileti
Nüzûl
Mushaftaki sıralamada 3, iniş sırasına göre 89. sûredir. Enfâl sûresinden sonra, Ahzâb sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.
Müfessirlerin çoğunluğuna göre, sûrenin önemli bir bölümünün geliş sebebi, Necran hıristiyanları adına Medine’ye gelen heyetle Hz. Peygamber arasında geçen Allah inancı konusundaki tartışmalardır. Bu vesileyle nâzil olan âyetlerin sayısı ve sûrenin iniş zamanı hakkında farklı görüşler vardır. Necran heyetiyle ilgili rivayetten sonra bunlara yer verilecektir.
Coğrafî kaynaklar Yemen’de, Kûfe civarında ve Havran’da Necran adını taşıyan birden fazla yerleşim biriminin bulunduğunu kaydeder. Burada söz konusu olan kişiler, Yemen Necranı’ndan heyet halinde gelen hıristiyanlardır. Hıristiyanlık aslî şekliyle Arap yarımadasının önce bu kasabasında yayılmış ve başlangıçta Yemen hükümdarlarının sert tepkileriyle karşılaşmıştır. Daha sonra burası Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olmuştur. Nitekim tarih kaynakları burada inşa edilen ve Kâbe-i Muazzama’ya karşılık olmak üzere “Kâbe-i Necrân” adıyla anılan görkemli kilisede çok sayıda piskoposun görev yaptığını belirtmektedirler.
Aralarında bu kiliseye mensup din adamlarının da bulunduğu altmış kişilik bir Necran heyeti (aşağıda açıklanacağı üzere hicretin 9. yılında veya daha önceki bir tarihte) Medine’ye bir ziyarette bulunmuştu. Bu heyet içinde on dört kişi temsilci konumundaydı. Bunlardan üçü heyetin en yetkilileri idi: Başkan Abdülmesîh (el-Âkıb), başkan yardımcısı Eyhem (es-Seyyid) ve piskopos Ebû Hârise b. Alkame.
Bir gün ikindi namazını müteakip süslü ve ihtişamlı elbiseler içinde mescide gelip Hz. Peygamber’in huzuruna çıkan bu heyet mensupları, kendi ibadet vakitleri geldiğinde doğuya doğru dönüp hıristiyan usulüne göre âyin yapmak istediler. Resûlullah onlara müsaade etti. Heyet birkaç gün Medine’de kaldı ve müslümanlar tarafından ağırlandı. Bu süre içinde heyetin ileri gelenleriyle Hz. Peygamber arasında Allah inancı ve Hz. Îsâ’nın durumuna dair önemli tartışmalar cereyan etti. Heyet mensupları arasında tam bir inanç birliği olmadığı gibi, sorulan sorulara verdikleri cevaplar da tutarlı değildi. Hz. Îsâ için bazan “Allah” bazan “Allah’ın oğlu” bazan da “üçün üçüncüsü” diyorlardı.
Hz. Peygamber onların iddialarını çürüttükten sonra, kendilerini bağlayacak sorular yöneltti. Sonunda sükût etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Resûlullah onları İslâm’a davet etti. Bu teklife karşı direnme yollarını denediler:
Bu konuda ne yönde bir karar alabileceklerini kendi aralarında müzakere ederlerken içlerinden biri şöyle dedi: “Îsâ efendimizle ilgili çekişmeyi çözüme bağlayışından anlaşılmış oldu ki Muhammed gerçekten Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir. Bilirsiniz ki bir toplum peygamberle lânetleşmeye kalkışırsa Allah, büyüğüyle küçüğüyle onları mahveder. Dinimizde kalmaya kararlıysanız, bu zatla lânetleşmeye girmeyiniz ve iyilikle ayrılınız.”
Necran heyetiyle yapılan tartışmalar vesilesiyle nâzil olan bölümün 1-61, 1-82 ve 1-84. âyetler olduğu yönünde görüşler vardır (bk. Şevkânî, I, 345; İbn Âşûr, III, 143-144; Elmalılı, II, 1011). Necran heyetinin Medine’ye hicretin 9. yılında gelmiş olduğu yönündeki yaygın bilgiye mukabil, İbn Hişâm’ın bu heyet hakkındaki bilgileri tarih vermeksizin aktarması, Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu hususunda âlimler arasında görüş birliğinin bulunması ve sûrenin içerik ve üslûbu bazı müellifleri bu sûresinin ne zaman nâzil olduğu konusunda farklı değerlendirmeler yapmaya sevketmiştir.
İbn Âşûr’un bu konudaki açıklamalarını şöyle özetlemek mümkündür (III, 143-144, 146): Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu ve bazı âyetlerinde Uhud Savaşı’ndan söz edildiği hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır. Enfâl sûresinden önce veya sonra indiği konusu ise ihtilâflıdır. Fakat Âl-i İmrân sûresinin, Bedir Savaşı sırasında indiği ittifakla kabul edilen Enfâl sûresinden de önce nâzil olduğuna dair rivayetin kabulü halinde, bu sûrede Uhud Savaşı’ndan söz edildiğini ve Bedir’de müslümanların kazandığı zaferin hatırlatıldığını söylemek mümkün olmayacaktır.
Derveze, Necran heyetinin, müslümanların Bedir Savaşı’nda Kureyş müşriklerine karşı zafer kazandıkları haberini yerinde tahkik etmek için–Uhud Savaşı öncesinde– Medine’ye gelmiş olabileceği ihtimali üzerinde durur. Aynı müfessir, Ebû Süfyân’ın –Mekke’nin fethinden sonraki bir zamanda– Hz. Peygamber’in Necran hıristiyanları için yazılı bir belge düzenlediğine tanıklığı ile ilgili haberin doğru olması halinde ise hicretin 9. yılında başka bir Necran heyetinin daha gelmiş olmasını muhtemel görür (VIII, 70-71). Abdülhamîd Mahmûd Tahmâz ise bunu zorlanmış bir yaklaşım olarak değerlendirir ve bir sûrenin âyetlerindeki sıralamanın daima nüzûl sebebi ve sırasına göre olmadığı noktasından hareketle burada Necran heyeti hakkında hicretin 9. yılında inen baş kısmın Uhud Savaşı hakkındaki orta kısımdan sonra inmiş olduğunu düşünmeye bir engelin bulunmadığını savunur (et-Tevrât ve’l-İncîl ve’l-Kur’ân fî sûreti Âli İmrân, s. 9-10).
Âl-i İmrân sûresinin baştan 120. âyetine kadar olan bölümün hicretin ilk yıllarında nâzil olduğunu gösteren bir içeriğe sahip bulunduğuna işaretle, sûrenin ilk seksen küsur âyetinin Bedir Savaşı’ndan bile önce nâzil olduğu, muhtemelen Hz. Peygamber’in daha önce inen Âl-i İmrân âyetlerini Necran heyetine okuduğu için bunu duyan bazı kişilerin bu âyetlerin o zaman (hicretin 9. yılı) indiğini zannettikleri de ileri sürülmüştür. Fakat bu görüşün sahibi olan Süleyman Ateş’in konuya ilişkin açıklamaları kendi içinde tutarlı görünmemektedir. Zira Ateş “hicrî 5. yıldan sonra Medine’de yahudi kalmadığı” noktasından hareketle “bu sûrede yahudilerin yerinin bulunmadığı” tarzında ve kendisinin başka ifadeleriyle bağdaşmayan kesin bir kanaat de ortaya koymaktadır (krş. II, 6, 33, 60, 61, 65, 69, 70, 71, 84, 85; II, 48, 61, 62; II, 29-30; II, 63).
Öte yandan bazı âyetlerin içeriği ile tarihî bilgiler arasında uyum arama çabasıyla, meselâ 64. âyetin bir Hudeybiye Antlaşması’ndan önce, bir de Mekke fethinden sonra olmak üzere iki defa inmiş olmasına ihtimal veren müfessirler de vardır (bk. İbn Kesîr, II, 46).
Kanaatimize göre Âl-i İmrân sûresinde “Ehl-i kitap” olumlu ve olumsuz yönleriyle geniş bir biçimde ele alınmış, inanç esasları bakımından hıristiyanlara ağırlık verilmekle beraber birçok yerde yahudilere de atıfta bulunulmuştur. Özellikle Hz. İbrâhim hakkındaki tartışmaya gönderme yapan âyetler (65-68) bunun açık bir kanıtıdır. Hatta 64. âyetin tefsirinde açıklanacağı üzere Ehl-i kitaba yapılan diyalog çağrısını, aslî şekliyle tevhid inancına dayalı din mensuplarına yapılmış genel bir davet biçiminde anlamak mümkündür.
Sonuç olarak sûrenin nüzûlü hakkında şu söylenebilir: Bakara ve Enfâl sûrelerinin ardından hicretin 3. yılında Uhud Savaşı’ndan sonra nâzil olmaya başlayan sûrenin tamamlanması muhtemelen hicretin 9. yılına kadar sürmüştür (Emin Işık, “Âl-i İmrân Sûresi”, DİA, II, 307).
Adı/Ayet Sayısı
Sûre adını 33. âyetinde geçen “Âlü İmrân” tamlamasından almıştır. Âl-i İmrân, İmrân ailesi demektir. “İmrân ailesi” ile kimlerin kastedildiğine ilişkin görüşlere ilgili âyette değinilecektir.
Bu sûrenin “Emân”, “Kenz”, “Mücâdile”, “İstiğfâr”, “Ma‘niyye” ve “Tayyibe” gibi isimleri de vardır. Hz. Peygamber bir hadislerinde Bakara sûresi ile birlikte Âl-i İmrân sûresini “Zehrâvân” (iki çiçek; nurlu, parlak iki sûre) olarak nitelendirmiştir.
Başlangıcında yüce Allah’ın “hay” ve “kayyûm” olduğu hatırlatılan ve Kur’ân-ı Kerîm’in önceki ilâhî kitapları onaylama özelliğinden söz edilen bu sûrede, vahye dayalı dinler arasındaki tekâmül ilişkisine işaret edilmekte, Allah katında yegâne geçerli dinin İslâm olduğu vurgulanmakta, İslâm’ın inanç esasları (özellikle ulûhiyyet ve nübüvvet) ile (birr ve takvâ gibi) bazı temel ahlâk kavramları üzerinde durulmakta, Mekke’deki kutsal evden (Kâbe) söz edilmekte, hac vecîbesine ve başka bazı amelî görevlere değinilmektedir.
Bu sûre ile önceki sûre (Bakara sûresi) arasındaki bağlantı konusu üzerinde duran müfessirler özellikle şu noktalara değinmişlerdir:
Bu sûrenin ve bazı âyetlerinin faziletleri hakkında birçok rivayet bulunmaktadır. Bakara ile Âl-i İmrân sûrelerinin önemine değinen hadisler sebebiyle İslâm bilginleri bu iki sûrenin tefsirine ayrı bir ilgi göstermişler ve bunları konu edinen özel tefsirler kaleme almışlardır.

11 Eylül 2020 Cuma
PSİKOLOJİ (3)

13-16 Mayıs İSTANBUL & BOSNA HERSEK TURU
BALKAN TURU / 13-16 Mayıs (Vizesiz, Uçaklı 4 Gün - 3 Gece, 4 Ülke) Pegasus Hava Yolları 4* Otellerde Konaklamalı Bosna Hersek - Karadağ - ...
-
BOSNA HERSEK TURU (3 Gece - 4 Gün) 20-23 Şubat 2025 BOSNA HERSEK TURU (3 Gece - 4 Gün) 1. Gün: Saraybosna - Mostar - Kotor - Bud...
-
02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...
-
Bakara Sûresi'nin 246 - 251. Ayet'i Kerimeleri Arasının Mealleri ve Tefsirleri Bakara Suresi 246. Ayet-i Kerimenin ...
-
KÜTÜB-İ SİTTE HADİS-İ ŞERİFLER KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ İKİNCİ BAB: SÛR'A ÜFLENMESİ VE NEŞR 1. (5...
-
BALKAN TURU / 13-16 Mayıs (Vizesiz, Uçaklı 4 Gün - 3 Gece, 4 Ülke) Pegasus Hava Yolları 4* Otellerde Konaklamalı Bosna Hersek - Karadağ - ...