3 Haziran 2021 Perşembe

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 71 - 84 / Sünnetullâh Kavramından Hareketle Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 71 - 84
NÜBÜVVET,
HZ. PEYGAMBER VE
SÜNNET

Sünnetullâh Kavramından Hareketle
Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı
Mithat ESER

     Giriş
     Kur’ân-ı Kerim’deki peygamber kıssalarında yer yer onların olağanüstü hallerinden bahsedilir. Ayet-i kerimelerde çoğunlukla ayet/ayât ifadeleriyle zikredilen bu olağanüstü haller için mucize ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş gerçek elçiler olduğunu kanıtlayan bu hârikulâde olaylar, peygamber kıssalarında olduğu gibi öğüt ve ibret için anlatılmış olmalıdır. Peygamberler kıssalarındaki bu olağan üstü hallere zaman zaman benzeyen birtakım harikulade olayların Hz. Peygamber’in elinde gerçekleştiğine dair sahih hadislerde bilgiler mevcuttur. Yüceltici bir anlayışla ve Hz. Muhammed’i önceki peygamberlerle yarışa sokmak maksadına matuf, onun her halinde mucize gören anlayışın yersizliği ve yanlışlığı farklı çalışmalarda işlenen önemli bir konudur. Ancak gerek bir ayeti kerimede anlatılan İsra olayı, gerekse sahih hadislerde yerini bulan, çok sıkıntılı durumlarda Allah Teala’nın Hz. Peygamber’i bazı harikulade olaylarla desteklemesi ve Hz. Muhammed’in bazı olağanüstü halleri yaşaması da genel olarak kabul edilen hususlardır.
     Peygamberler eliyle gerçekleştirilen ve kelam ilminde mucize terimiyle ifade edilen harikulade olaylar, son birkaç asırdır üzerinde çok durulan bir husustur. Batıdaki pozitivist ve materyalist bir mantıkla mucizelerin reddedilmesi anlayışının İslam dünyasında az da olsa bazı çevreler tarafından dile getirildiği görülmektedir. Batıda Ortaçağ Hristiyan teolojisine karşı bir başkaldırı şeklinde görülen materyalizm ve pozitivizmin etkisiyle mucizeler reddedilmiştir. Temelde inanç konusu olan peygamberlerin olağanüstü halleri, sebeplilik ilkesi ve tabiat kanunları söz konusu edilerek kabul edilmemiştir. Söz konusu olay ise İslam dünyasında biraz daha farklı bir mecrada ele alınmış, tabiat kanunları Kur’ân-ı Kerim’de geçen sünnetullâh kavramıyla ilişkilendirilmiştir. Sünnetullâh’ın değişmemesine ilişkin ayeti kerimelerden hareketle, tabiatta bir kırılma diyebileceğimiz mucize ve olağanüstü haller kabul edilmemiş ve tevil edilmiştir. Bu da yaratıcının koyduğu tabiat kanunları ile ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Peygamber mucizeleri ve Hz. Peygamber’in olağanüstü hallerinin kabul edilmemesinin temel gerekçelerinden birini bu husus oluşturmuştur.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
* Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri, İslam Tarihi Bilim Dalı Öğretim Üyesi, mithateser@hotmail.com
~~~ * ~~~ 

     Bu bildiride öncelikle mucize teriminden kısaca bahsedilecek, daha sonra sünnetullâh ifadesi irdelenecektir. Ardından ayeti kerimelerde ifade edilen sünnetullâh ifadesinden hareketle genelde peygamber mucizelerinin özelde Hz. Muhammed’in olağan üstü hallerinin imkânsızlığı algısı ele alınacaktır. Bu arada mucize ve olağanüstü durumların imkânsızlığı algısının sebeplerinden de bahsedilecektir.

     Mucize Kavramı:
     “Mucize” kelimesi Arapça kökenlidir. Etimolojik olarak “a-c-z” kökünden türemiş olup sözlük anlamı bakımından sıradan insanın aynısını yapmaktan aciz kaldığı ve insanları hayran bırakan tabiatüstü sayılan olay anlamına gelmektedir. (1) Kelimenin sonundaki he’nin, müenneslik alameti olmayıp mübalağa için olduğu kabul edilir. (2) Mucizenin Batı dillerindeki karşılığı olan “miracle” kelimesinin kökeni Latince “miraculum” sözcüğüdür, harika, olağandışı, hayranlık uyandıran olay anlamına gelmektedir. (3)
     İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve hadislerde “mucize” kelimesi yer almaz. Fakat Kur’an’daki “âyet”, “beyyine” ve “burhan” sözcüklerinin bazen “mucize” ile kastettiğimiz anlama yakın manada kullanıldığı kabul edilmektedir. Benzer şekilde hadislerde de bu anlama gelmek üzere genellikle “âyet” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. (4)
     Mucize, sözlükte “bir şeye güç yetirememek” anlamındaki “acz” kökünden türeyen “mûciz” kelimesinin isim şeklidir. Terim olarak ise Peygamber olduğunu ileri süren kişinin elinde doğruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan hârikulâde olay olarak tanımlanmaktadır. (5) Kur’ân’da mucize yerine kullanılan işaret ve belge anlamındaki ayet Allah’a işaret eden, O’na götüren belgeler anlamında hem Kur’ân’ın cümleleri için hem de hârikulâde olsun –veya- olmasın her çeşit tabiat olayı için kullanılır. (6)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Fîrûzâbâdi, el-Kâmûsu’l-Muhît, Daru’l-Cil, Mısır, 1952, II/188; Fikret Karaman, Dinî Kavramlar Sözlüğü, ed. İsmail Karagöz, 3. baskı, Ankara, 2007, s. 455; Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “Mucize”, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58051161b7d236.2 8272585
2) Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fi Usûli’d-Dîn, Çev: Bekir Topaloğlu, İstanbul, 1978, s. 111.
3) Manabu Waida, “Miracles: An Overview”, The Encyclopedia of Religion, ed. Mircea Eliade, Macmillan Pub. Company, New York, 1987, IX/542.
4) Osman Karadeniz,İlim ve Din Açısından Mucize, İstanbul, 1999, s. 28-31.
5) Halil İbrahim Bulut, “Mucize”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2005, XXX/350.
6) Hikmet Zeyveli, “Kuran ve Kuran-Dışı İslamî Rivayetlerde Mucize”, Din Dilinde Mucize, Kuramer, İstanbul, 2015, s. 109. 
~~~ * ~~~ 

     Kelamcılar, peygamberlerin nübüvvetlerini ispat sadedinde Allah tarafından yaratılan ve kendi elleriyle gerçekleşen hârikulâde olayları gerek mucize olarak tanımlarken gerekse bu mucizeleri akli, hissi vb. birtakım tasniflere tabi tutarken bunu vahyin indiği dönemden en az birkaç asır sonra yapmışlardır. Üstelik kelamcıların tanımı yegane mucize tanımı değildir. Zira günlük hayatta kelime ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir hastanın iyileşmesinden veya kilometrelerce yükseklikteki bir uçaktan düşen yolcunun ölümden kurtulmasına kadar bildiğimiz, alışık olduğumuz doğa kanunlarıyla açıkça çelişen bir şekilde kullanılmaktadır. Mucizeyi şöyle de tanımlamak mümkündür: “Olağandışı türden olan, bir Tanrı tarafından meydana getirilen ve dini değere sahip bir olaydır.” (1) Bu tanımdan hareketle Kur’ân’ı Kerim’deki anlatılan Peygamberlerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü halleri mucize olarak isimlendirilebilir.
     Kur’ân’ı Kerim’in indiği ortamda müşriklerin aksine, Hz. Peygamber ve sahabilerin yoğun bir şekilde mucize vb. olağanüstü hadiselerle ilgilenmesi gibi bir durum da söz konusu olmamıştır. Müşriklerin Hz. Peygamber’i ve getirdiği vahyi kabul etmemek adına, ayet kelimesiyle ifadesini bulan mucize taleplerine de Rabbimizin olumsuz yanıt verdiği de bilinen hususlardır. Acaba bu olağanüstü istekleri reddeden ayetler, Hz. Peygamber’in olağanüstü haller yaşadığı algısına bir reddiye ve bu hususu doğrudan ilgilendiren ifadeler midir? Müşriklerin mucize isteklerine karşı Rabbimizin “Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” (2) sözü, aynı şekilde Hz. Peygamber’in “ "Bana mucize olarak verilen ise ancak Allah'ın bana vahyettiğidir/ Kur'an'dır." (3) hadisi, onun başka herhangi bir olağanüstü hali yani mucizeyi yaşamadığı anlamına gelir mi? Son Peygamber Hz. Muhammed’in müşrik muhataplarının kelamcıların klasik anlamda nübüvvetini ispat amacıyla talep ettikleri mucizelerin onlara verilmediği ve verilmeyeceği Kur’ân’da kesin bir dille ifade edilmiştir. (4) Nübüvveti ispat sadedinde Hz. Peygamber’e mucize olarak sadece Kur’ân’ın verilmesi farklı görüşlere rağmen kabul edilebilecek bir düşüncedir. Bütün bunlara rağmen, Kur’ân-ı Kerim’deki önceki peygamberlere verilen ve kelamcıların tarifine de uygun olan veya olmayan mucizelerin/olağanüstü hallerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı genelde sahih hadis kaynaklarında yer alan hârikulâde olayların hiç olmadığı gibi yaklaşım doğru olmamalıdır. Zira her şeyden önce kelamcıların ortaya koyduğu bir tanımdan hareketle bu tanıma Peygamber mucizelerinin veya Hz. Muhammed’in yaşadığı bireysel olağanüstü olayların sokulması bir çelişkidir. Bir başka ifadeyle Kur’ân’dan alınmayan ve bu sebeple Rabbimizin olumsuz yargı belirtmediği bir ifadeden hareketle, Kur’ân’da anlatılan Peygamber mucizelerinin reddi doğru olmamalıdır. Bu noktada ancak Kur’ân’da reddedilen müşriklerin mucize istekleriyle Hz. Peygamber’in yaşadığı bireysel olağanüstü hallerin farklı olduğu kanaatimizce kabul edilebilir bir anlayıştır. Bu anlamda gerek İsra suresinin ilk ayetinde yerine bulan İsra olayı, gerekse bazı sahih hadislerde yer alan olağanüstü hadiseler mümkün olabilecektir.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Richard Swinburne, The Concept of Miracle, Macmillian pub., New York, 1989, s. 1; Abdullah Kartal, “Mucizelere İnanmanın Rasyonelliği Üzerine”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 33, Ocak-Haziran, 2015, s. 59.
2) Ankebut, 29/50-51.
3) Buhârî, Fedailu’l-Kur’an,1, İ'tisâm, 1; Müslim, İman, 239.
4) Zeyveli, s. 126. 
~~~ * ~~~ 

     Haddi zatında Hz. Peygamber’e, hiçbir hissi mucize verilmediğinin Kur’ân’da açıkça belirtildiğini düşünen Hikmet Zeyveli de Müşriklerin mucize isteklerine karşı Rabbimizin “Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” sözünden “Kur’ân mucize olarak yetmiyor mu?” anlamının çıkmayacağını, ayetin devamından hareketle “rahmet ve uyarı olarak Kur’ân yetmiyor mu?” şeklinde anlamanın bağlama daha uygun olduğunu düşünmektedir. (1) Dolayısıyla Hz. Peygamber’e mucize verilmediği ile ilgili ayetlerin manaya delaletiyle ilgili farklı düşünceler olduğu göz önünde tutulmalıdır. Ayetlerde ifade edilen ve önceki ümmetlerin helakine sebep olacak tarzda peygamberliğin ispatı şeklinde gördüğümüz ayet/ayat’ın ya da kelamcıların ifadesiyle hissi mucizelerin Hz. Peygamber’e verilmediğini söyleyebiliriz; ancak bu, onun Allah ile kendi arasında birtakım olağan üstü durumları yaşamadığı anlamına gelmez. Nitekim hâriku’t-tabîa anlamında mucizelerin aklen mümkün olduğu, Allah Teala’nın tarihe de, tabiata da müdahale ettiği kabul edilmektedir. (2)
     Mucizelerin mümkün oluşu felsefe ve mantık açısından da ispat edilmeye çalışılmıştır. Buna göre tabiat kanunları zamanla yeni bilgi ve bulgularla değişmektedir. Yine mantıki önermelerle tabiat kanunlarının mucizelere imkân vereceği hususu da açıklanmaktadır. (3) Doğa kanunlarının evrensel ve istatistiksel şeklinde ikiye ayrıldığı ve istatistiksel kanunların, doğa kanunlarının belirli bir durumda neyin büyük olasılıkla meydana gelmesi şeklinde tanımlandığı, hatta kuantum fiziğiyle beraber doğa kanunlarının büyük oranda evrensel değil de istatistiksel olduğunun kabul edildiği ifade edilmektedir. (4) Yine mucizeyi doğa kanunun ihlali olarak değil de bir çakışma olarak kabul edenler bulunmaktadır. (5) Üstelik mucizeyi, doğa kanunun ihlali olarak gören felsefecilerin tamamı böyle bir ihlali imkânsız görmemektedir. (6) Bilinen doğa kanunlarının ihlali anlamında bir olay meydana geldiğinde ya olayın anlatıldığı gibi olduğunu kabul edip ilgili doğa kanununu reddetmek veya kanunu doğrulayıp aktarılan olayı inkar etmek gibi bir mecburiyet altında değiliz. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Zeyveli, s. 110, 128.
2) Zeyveli, s. 128.
3) Muhittin Bahçeci, “Mucizenin İmkanı ve Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, Kayseri, 1983, s. 167-177.
4) Kartal, s. 60-61.
5) Kartal, s. 63-68.
6) Kartal, s. 68.
~~~ * ~~~ 

     Eğer aykırı olayın tekrar edilebilirliği ispatlanırsa ilgili doğa kanunu elbette geçersiz olur ve terk edilir. Ama bu gösterilemiyorsa hem kanunu hem onu ihlal eden istisnasını kabul edebiliriz. Böyle yapmak ne bilimin işlevini kaybetmesine ne de bilimsel tutumun keyfiliğine sebep olur. Zira aykırı olay tekrar edilemediği sürece alternatif bir doğa kanunu inşa etmek için sağlam bir zemin bulunmayacak ve mevcut kanun geçerliliğini koruyacaktır. (1)
     Bütün bu açıklamalardan hareketle mucizenin tabiat kanununun ihlali olup olmaması ve rasyonelliği ile ilgili birçok izah tarzının bulunduğunu söyleyebiliriz. Yani ortada tek bir mucize tanımı ve mucizelerin tabiat kanununu kesinlikle ihlal ettiği şeklinde herkes tarafından kabul edilen ortak bir bilgi söz konusu değildir.
     Burada bizim bildirimizde özellikle üzerinde duracağımız husus, gerek peygamberlerin yaşadığı mucizeler gerekse Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü tecrübeler Kur’ân-ı Kerim’de ifade edilen ve değişiklik olmayacağı vurgulanan sünnetullâh ile çelişir mi? Sünnetullâh, tabiat kanunları ile eş değer bir kelime midir? Cenabı Hak, koyduğu tabiat kanunlarında bir kırılma yani olağanüstü bir durum yaratır mı?

     Sünnetullâh Kavramı
     “Sünnet” kelimesi Kur’ân’da tekil formuyla, çeşitli terkiplerde yer almak suretiyle on dört kere kullanılmış; iki yerde de çoğul formuyla geçmiştir. Bunlardan sadece sekizi “sünnetullâh” şeklinde iken, diğerleri “sünnetüna”, “sünnetü men…” ve “sünnetu’l-evvelin” gibi isim tamlamalarında yer almaktadır. Bütün bu örnekler incelendiğinde Kur’ân’ın “sünnet” kelimesini tek bir anlama hasretmediğinin, yani kelimeyi kavramsal bir çerçevede değil, sözlük anlamıyla kullandığının en yalın göstergesidir. (2)
     Sünnet kelimesinde olduğu gibi sünnetullâh kelimesinde de tam bir anlam birliği görülmemektedir. Kur’ân’ı Kerim’in beş ayetinde, sekiz defa geçen “sünnetullâh” ifadesinin önceki ve sonraki ayetlerle anlamı göz önüne alındığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Hz. Peygamber’in şahsıyla alakalı Hz. Zeynep’le evliliğiyle ilgili hükümden bahseden ayetlerde bu hususun sadece Hz. Peygamber’e ait olmayıp peygamberlerin şahıslarıyla alakalı öteden beri süre gelen bir kanun ve nikah ile diğer konularda geçmiş peygamberler hakkında Allah’ın koyduğu sünneti/kanun veya hükmü (3) ; münafıkların akıbetleriyle ilgili Allah’ın hükmü veya kanunu (4) ; peygamberlerini yalanlayanların azaba uğrayacağı ile ilgili Allah’ın adeti, kanunu veya cezalandırması (5)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Kartal, s. 75-76.
2) Ömer Özsoy, Sünnetullâh Bir Kuran İfadesinin Kavramlaşması, 3. baskı, Ankara, 2015, s. 48.
3) Ahzab, 33/38.
4) Ahzab, 33/62.
5) Fatır, 35/43. 
~~~ * ~~~ 

inanmayanların azabı gördüklerinde iman etmelerinin kendilerine fayda vermeyeceğine dair süre gelen Allah’ın hükmü, kanunu ve adeti (1) ve kafirlerin peygamberlere karşı savaş açtığında onların başaramayacağı ve Allah’ın peygamberlerini galip getireceğine dair Allah’ın hükmü ve adeti. (2) Söz konusu ayetlerde geçen “sünnetullâh” ın hepsinin de kafirlerin akıbetleriyle ilgili tehdit ve uyarı, diğer yandan müminleri tebşir ve teselli nitelikli olduğu, Allah’ın ilahi ilkeli tutumunun asla değişmeyeceği, tabiat yani fizik kanunları değil, aksine dini içerikli insanın bireysel ya da sosyal hayatıyla ilgili ilahi prensipleri ifade ettiği açıkça görülmektedir. (3) Bazı araştırmacıların da Kur’ân-ı Kerim’deki “sünnetullâh” ifadesiyle kastedilenin tabiat kanunları olmadığını ifade ettiklerini görmekteyiz. (4) Söz konusu ifadeyi tabiat kanunları anlamında kullananları göz ardı etmemek adına olacak ki “Mucize” maddesi yazarı İlyas Çelebi ise “Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında bir Kur’ân terimi” olarak tarif etmektedir. (5)
     Aslında klasik İslam tarihi kaynakları müellifleri de eserlerinde genel olarak ne sünnetullâh tabirine yer vermişler ne de bazı olaylardan hareketle bir kanun ortaya koymuşlardır. (6) Yani tarihçilerimiz bu konularda rivayetleri olduğu gibi aktarırken, söz konusu olayların sünnetullâha veya tabiat kanunlarına aykırılığı gibi bir düşünceye kapılmamışlardır.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Mümin, 40/85.
2) Fetih, 48/23. Bütün bu ayetlerle ilgili açıklamalar için bkz. Mustafa Akçay, “‘Sünnetullâh, Fıtratullah, Sıbgatullah’ Kavramlarının Anlamlandırılışı Üzerine”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 17, Sakarya, 2008, s. 133-139; Nuri Tok, Kuran’da Sünnetullâh ve Helak Edilen Kavimler, Samsun, 1998, s. 28-29; Şemsettin Karcı, Fert ve Toplum Açısından Kuran’da Sünnetullâh, 2. Baskı, İstanbul, 2016, s. 24-25. Sünnet, Sünnetullâh vb. ile ilgili açıklamalar için bkz. Rosalind W. Gwynne, “İhmal Edilmiş Sünnet: Sünnetullâh (Allah’ın Sünneti), İslami Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı, 1994, s. 22-25.
3) Akçay, s. 139.
4) Özsoy, s. 51, 54; Tok, s. 29; Muhit Mert, “Sünnetullâh’ın Bir Tezahürü Olarak Kuran”, İslami İlimler Dergisi I. Kuran Sempozyumu, İslami İlimler Dergisi Yayınları, 2007, s. 171.
5) İlyas Çelebi, “Sünnetullâh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2010, XXXIIX/159. İbrahim Sarmış da “Yüce Allah, evreni yaratmış ve işleyişini yasalara, yani düzene bağlamıştır. Bunlar toplumsal olayların bağlı olarak gerçekleştiği sünnetullâh/sosyal yasalar ve fiziksel olayların bağlı olarak gerçekleştiği tabiat yasalarıdır. Her şey bu yasalara göre işlemekte ve olaylar bu çerçevede meydana gelmektedir… Bu yasaları koyan ve uygulayan Yüce Allah kendisi olduğundan deistlerin iddia ettiği gibi evrenin işleyişini otomatiğe bağlayıp bir kenara çekilmiş veya emekliye ayrılmış değildir. Çünkü bu yasaların mahkumu değil, hakimi ve uygulayıcısıdır. Ateşin tabiatı/yasası yakmak iken Hz. İbrahim’i yakmaması, suyun tabiatı/yasası boğmak iken Hz. Musa’yı ve beraberindeki müminleri boğmaması gibi mucize olaylarında gördüğümüz şekilde dilediği zaman bu yasalara müdahale ederek geçersiz kılmaktadır.” diyerek sünnetullâhı sosyal yasalar olarak ifade etmekte ancak sosyal yasalara da tabiat kanunlarına da gerektiğinde Allah tarafından müdahale edilebileceğini ifade etmektedir. İbrahim Sarmış, Kuran’da Kader Takdirin Anlamı ve Sünnetullâh, İstanbul, 2014, s. 66.
6) Gülizar Arıkan, İslam Tarih Yazıcılığında Metodoloji Problemi (571-632), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2003, s. 142-143.
~~~ * ~~~ 

     Sünnetullâh teriminin tarihi serüveninin izini sürmeye çalışan Ömer Özsoy, hicri III. yüzyılda felsefi tartışmaların Müslüman çevreye sirayetiyle birlikte adet kelimesinin fiziksel kanunlar olarak açıklanmaya başlandığını, Gazali ve sonrası bir dönemde adetullah ifadesinin tam anlamıyla sünnetullâh ile eş anlamlı olarak kullanıldığını, XIX. yüzyılın sonlarına doğru ise, Müslümanların pozitivizimle tanışmasıyla kelimenin yeniden güncellik kazanarak evrenin bir takım kanunlara göre işlediği fikrinin Kur’ân’a aykırı olmadığı, aksine Kur’ân’ın evreni düzenli bir yapı olarak takdim ettiği gibi söylemlerin ön plana çıkarıldığını, bu dönemde değişmezliği vurgulanan bir kanuniyetten söz eden bu terimin tabiat kanunları olarak yeniden kavramlaştırıldığını ifade etmektedir. (1)
     Bütün bu izahlardan rahatlıkla anlaşılacağı üzere Kur’ân’da geçen sünnetullâh ifadesi ile tabiat kanunlarını eş değer görmek doğru bir algı olmayacaktır. Üstelik söz konusu ifadenin bireysel veya sosyolojik anlamı üzerinde duran araştırmacıların yanı sıra sünnetullâh ifadesinin tarih veya helak yasaları anlamında sosyal yasa olduğu anlayışı da eleştirilmekte ve şöyle söylenilmektedir: “Kanaatimizce de sünnetullâha tabiat yasası anlamını vermek uygun düşmemektedir. Ancak tarih yasaları anlamı da büyük bir genellemedir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi sünnetullâh sadece helak ile ilgilidir, dolayısıyla buna helak yasası denilebilir. Bunun haricinde Kur’ân tarihin işleyişi ile ilgili bize herhangi bir bilgi vermemektedir… Hatta buradan bu tür yasaların olmadığı şeklinde bir yorum yapmak da kesin yanlış olarak değerlendirilemez. Kur’ân-ı Kerim ilahi mesaj karşısında Müslümanları ve kafirleri anlatırken, inkar edenlerle ilgili özel bir durumdan yani helakten bahsetmektedir. Esas amaç bir tarihsel yasayı vurgulamaktan öte, inançsızlığın ve inadın toplumu sürükleyeceği sonu haber vermek ve insanları doğru yola girmek konusunda düşündürmektir.” (2) Vecdi Bilgin’in ilgili makalesi ve bu ifadeleri Kur’ân’ı Kerim’de geçen sünnetullâh ifadelerinden genel geçer sosyolojik bir yasa çıkarmanın da doğru olmadığını anlatmaktadır. Dolayısıyla söz konusu Kur’ânî ifade, her ne kadar bir değişiklik olmadığına dair açıklamalarla birlikte zikredilse de bırakın tabiat kanunlarını ifade etmeyi, bu ifadenin sosyolojik bir yasa anlamına gelip gelmediğinin bile tartışma konusu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Kur’ân’ı Kerim’de geçen ve değişmez olduğu söylenilen sünnetullâh ile tabiat kanunları arasında herhangi bir ilişki yoktur ve bu ilişkiden hareketle Allah Teala’nın tabiat kanunlarını değiştirmeyeceği ve ihlal etmeyeceği, dolayısıyla mucize ve olağanüstü hallerin olmadığı ve tevili gibi bir durum söz konusu değildir.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Özsoy, s. 51-51.
2) Vecdi Bilgin, “Kuran’dan Sosyolojik İlkeler Çıkarmanın İmkanı –Sünnetullâh Kavramı Çerçevesinde Bir Eleştiri-, Eskiyeni Dergisi, Sayı: 22, 2011, s. 41-42.
~~~ * ~~~ 

     Bizim burada özellikle vurgulamak istediğimiz bir diğer husus ise mucizelerin, tabiat kanunlarının ihlali olduğunu kabul etsek bile, Allah Teala’nın kitaplar ve peygamberler göndermek suretiyle tabiatta bir kırılma yarattığını kabul etmemiz aslında Allah tarafından tabiat kanununun ihlal edildiğini söylememiz anlamına geldiğidir. Çünkü ilahi kitap göndermek ve insanlar arasından bir elçi seçip ona melekle veya doğrudan vahyetmek, aynı sebeplerin aynı sonuçlar doğurduğu tabiat kanunlarına müdahale etmek (1) ve onları ihlal etmek anlamına gelmektedir. Bu tamamen metafizik bir olay ve metafizik olaylar fiziki kanunlarla açıklanamaz, ihlal etme veya değiştirme şeklinde algılanamaz gibi bir itiraz yersizdir. Zira vahiy, melek… benzeri metafizik olaylar burada fiziki alanı ilgilendiren sonuçlara sebep olmakta, aynı şekilde mucizelerde de benzeri bir durum söz konusu olmaktadır. Kısaca, Allah Teala vahiyle, melekle, peygamberle fiziki alana, tabiata ve tabiat kanunlarına müdahale ediyorsa ve bu, tabiat kanunlarını ihlal anlamına geliyorsa, bir defa yaptığını sonradan mucizeler yoluyla da yapabilir. Kaldı ki “Allah Teala her an bir yaratma halindedir.” (2) “Bu mânada âyet, ‘Tanrı yarattıktan sonra vahyetmek, ihtiyaçları karşılamak gibi şeylerle ilgilenmemiştir.’ diyen deist felsefeyi de reddetmektedir. Bu âyet, tabiat olaylarından Tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde Allah Teâlâ’nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte O’nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır.” (3)

     Mucizelerin Tabiat Kanunlarına Uydurulma Algısının Bazı Sebepleri
     Kur’ân-ı Kerim’deki peygamber mucizeleri ve sahih hadis kitaplarında yer alan Hz. Peygamber’in hayatında görülen olağanüstü haller sebebiyle tarihte genel olarak mucizeleri reddetme görülmemektedir. Hatta aksine gün geçtikçe özellikle Hz. Muhammed’e nispet edilen mucize sayısı artmış, bir önceki kaynağa göre bir sonraki kaynakta mucizelerin katlanıldığı görülmüştür. Nitekim Hz. Peygamber’in doğumuyla ilişkilendirilen olağanüstü hallerle ilgili Mehmet Özdemir, İbn İshak’ın (151/768) eserinde bir, İbn Sa‘d’da (230/844) beş, Şami’nin (942/1535) eserinde ise yirmi kadar olağanüstü olay içeren rivayet bulunduğunu tespit etmiştir. (4) Özdemir’e göre irhasat ve tebşirat nevinden bu rivayetlerin artmasının sebebi, birinci olarak Kur'an'da kısmen kapalı kalan kitap ehlinin Hz. Peygamber hakkındaki bilgilerinin daha müşahhas hale getirilmesi ihtiyacı, ikinci olarak ise Müslümanların yeni fethedilen coğrafyalarda bilhassa Hristiyanlar ve Yahudilerle yaptıkları dini tartışmalarda ilk günden itibaren hep Hz. Muhammed'in geleceğinin kendi kitaplarında haber verilmediği ve ayrıca onun peygamberliğini teyit eden hissi/maddi mucizelerden mahrum bulunduğu itirazıyla karşılaşmalarıdır. Bunlardan dolayı zamanla Hz. Peygamber’in vahiy öncesi hayatını da kapsayacak şekilde tebşirat ve irhasat nevinden pek çok haber ortaya çıkmıştır. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Nedensellik tartışmaları için bkz. Yaşar Türkben, “Gazâlî’nin Sebeplilik Düşüncesi Üzerine Yapılan Tartışmalar”, Makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2, Güz 2009, s. 41-53.
2) Rahman, 55/29.
3) Hayrettin Karaman vd., Kuran Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2008, V/207.
4) Mehmet Özdemir, “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b. Abdillah”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed, Ankara, 2007, s. 123-124.
~~~ * ~~~ 

     Sözü edilen irhasat ve tebşirat rivayetleri, bir ihtiyaca cevap vermek üzere vücut bulduktan ve kitabiyata intikal ettikten sonra özellikle halk arasında büyük bir etki meydana getirmiş, getirmeye de devam etmektedir. (1) Genel olarak Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve saygı, özellikle onun vefatından sonra farklı bir şekle bürünmüş ve gün geçtikçe artan hasretle yanıp tutuşan zihinlerdeki Peygamber tasavvuru değişmeye başlamıştır. Özellikle sahâbe dönemi sonrası, Hz. Peygamber’i göremeyenlerde, gerek Hristiyan ve Yahudî mühtedîler ve zimmîlerin sahip oldukları peygamber tasavvurlarının gerekse İran ve Hint kültüründeki mitolojik ve mistik anlayışların etkisiyle, gittikçe efsaneleştirilen, beşer üstü bir hüviyete büründürülen bir peygamber anlayışı gelişmeye başlamıştı. (2) Hz. Peygamber’in olağanüstü tecrübeleri konusunda, onun diğer peygamberlerden üstün olması, önceki peygamberlerin mucizelerinin her birini hatta daha fazlasını Allah Rasûlü’nün de göstermesi ve belki de böylece ehl-i kitaba ve insanlığa karşı Hz. Muhammed’in nübüvvetinin ispat edilmesi bu tip rivâyetlerin doğuşunda diğer bir sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. Herhangi bir şartla kayıtlamaksınız Hz. Peygamber’in doğruluğunu kanıtlayan ve nübüvvetini ispat eden her çeşit delil anlamında Delâilü’n-Nübüvve, onun peygamberliğinin alametleri manasına A‘lâmü’n-Nübüvve, Allah Teâlâ’nın diğer insanlardan ayrı olarak sadece Hz. Peygamber’e lütfettiği bir takım özellikler ve üstünlükleri tanımıyla Hasâisü’n-Nebî ve Fedâilü’n-Nebî, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin gerçek olduğunun tanıkları demek olan Şevâhidü’-Nübüvve vb. ilim dallarının (3) ortaya çıkışında hep bu anlayış hakim olmuştur. Söz konusu ilim dallarında yazılmış eserlere ve mesela Kastallânî’nin “Hak Teâlâ’nın Rasûlullah Hazretlerine Mahsus Kılıp, Onlar ile Sair Enbiyâ Üzerine Teşrif Ettiği Âyât ve Kerâmât Hakkındadır” başlığına (4) ve İbn Kesîr’in “Hz. Peygamber’in Kendinden Önceki Peygamberlerin Mucizelelerine Benzeyen Mucizeleri” başlığına (5) malzeme olması açısından maalesef bu tip rivâyetler uydurulmuş gibidir. “Süyûtî (911/1505) ve Ebu’l-Hasen el-Eş’ârî’den (324/936) nakledilen ‘Nebilere verilmiş olan her mucizenin benzeri veya ondan daha üstünü Peygamberimize de verilmiştir.’ (6)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Özdemir, s. 132-134.
2) Bünyamin Erul, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammmed (SAV) –Özel Sayı-, Ankara, 2000, s. 34.
3) Erdinç Ahatlı, Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği, Ankara, 2007, s. 77-88.
4) El-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed (1122/1710), el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Şerh: Mahmud Abdülbaki, Çev: İhsan Uzungüngör, Semerkant Yay., İstanbul, 1972, s. 374.
5) İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Ömer ed-Dımeşkî (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk: Abdurrahman el-Lâdkî-Muhammed Beydûn, Beyrut, 1416/1996, VI/643.
6) İbn Arrâk Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (963/1556), Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ani’l-Ahbâri’şŞenî’ati’l-Mevzû’a, Thk: Abdüllatîf Abdülvehhâb-Abdullah Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981, I, 379; Kâdî Iyâz, Ebu’l-Fadl el-Yahsubî (543/1149), eş-Şifâ bi Tarîfi Hukûkı’l-Mustafâ (I-II), (Aliyyü’l-Kârî’nin Şerhu Şifâ’sı ile birlikte), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, trs., I/423.
~~~ * ~~~ 

sözü, Hz. Peygamber’le diğer peygamberlerin insanüstü mucizevî güç bakımından üstünlük yarışına sokulduğu anlayışını destekler mahiyettedir.” (1)
     Yukarıdaki satırlardaki sebeplerle Hz. Peygamber ile ilgili birçok olağanüstü olayın uydurulması maalesef, her tez antitezini üretir sözünü ispat etmiş ve bu sefer Hz. Peygamber’in hiçbir olağanüstü olayı yaşamadığı, Kur’ân-ı Kerim’deki mucizelerin bile aslında tevil edilebilir olduğu anlayışını doğurmuştur. Dolayısıyla bazı insanlar bir uçtan öbür uca savrulmuşlar ve olayları tek tek değerlendirmek yerine ya tümden kabul ya tümden ret yolunu seçmişlerdir.
     Genelde Kur’ânî mucizelerin özelde Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü olayların bilim ve tabiat kanunlarına aykırılığı sebebiyle kabul edilmemesi ve olayların rasyonel hale getirilmesinin bir sebebi de bazı Müslümanların Batı karşısında yaşadıkları kompleks olmalıdır. Zira bu fikirlerin ilk olarak seslendirildiği yer olan Hint kıtasındaki bazı alimler ve düşünürlerin, sebeplilik ilkesine vurgu yaparak sebep ve sıra dışı bir olayın imkânsızlığı üzerinde ısrarla durmalarında, o dönemde karşılaştıkları Batı bilim anlayışının tesiri olduğu şüphesizdir. (2)
     Gerek bir çok mucize rivayetinin uydurulması gerekse mucize ve olağanüstü olayları bir kompleks ile aklileştirme ve bilimsel davranma hissiyatı ile Kur’ân’ı Kerim’deki mucizeler, hatta cin, şeytan vb. metafizik olgular, öte yandan Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü hallerle ilgili sahih rivayetler ya kabul edilmemiş ya da tevil edilmiştir. Bu da İslami algımızda bir yanlışa ve sapmaya yol açmış, zamanla deizme gidebilecek bir anlayışın ilk nüveleri böylece oluşmuştur.

     Sonuç
     Kur’ân-ı Kerim’deki mucizeler ile sahih rivayetlerde yer bulan Hz. Muhammed’in tecrübe ettiği olağanüstü olaylar son dönemlerde araştırmalara konu olan önemli bir konudur. Bu bağlamda mucizeler ile tabiat kanunları ilişkisi tartışılan bir husus olmuştur. Tabiat kanunları ile ayetlerde geçen sünnetullâh kavramını aynı kabul eden bazı düşünürler, sünnetullâhın değişmemesi ile ilgili ayeti kerimelerden yola çıkarak Allah Teala’nın yarattığı düzeni ve tabiat kanunlarının yine kendisi tarafından mucize vb. adlarla ihlal edilmesinin doğru olmadığı kanaatine sahip olmuşlardır. Bu sebeple Kur’ân’ı Kerim’deki mucize olarak kabul edilen olaylar aklîleştirilmiştir. Bu arada Hz. Peygamber ile ilgili anlatılan olağanüstü olaylar ise daha çok hadis kaynaklarında geçtiği için doğrudan kabul edilmemiştir. Her ne kadar rivayetlerin farklılığı, ilk kaynaklarda geçmemesi vb. gerekçeler gündeme getirilse de aslında bu reddin temelinde tabiat kanunlarının ihlali ile sünnetullâhın değişmezliği yer almaktadır. Ancak gerek mucize tanımı ve sınıflandırılmasındaki farklılıklar gerekse sünnetullâhın tabiat kanunları olması bir yana sosyal ya da helak kanunu olması konusundaki çeşitli görüşler bile mucizelerin kabul edilmemesi konusunda çok sağlam temellere dayanılmadığını göstermektedir. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Bağcı, Musa, “Müslümanların Peygamber Tasavvuru”, http://www.musabagci.tr.gg/15.10.2016; Mithat Eser, “Hz. Peygamber’in Bir Bulut Tarafından Gölgelenmesine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi”, İslami Araştırmalar Dergisi, Sayı:XXII/1, Ankara, 2011, s. 50-51.
2) M. Sait Özervarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, İstanbul, 1998, s. 103.
~~~ * ~~~ 

     Allah Teala’nın koyduğu kanunlara aykırı davranması ve tabiata müdahalesi gerekçesiyle mucizelerin kabul edilmemesi vahiy, kutsal kitap ve peygamber gerçeği ile de örtüşmemektedir. Zira yaratıcının insanlara melek göndererek veya farklı şekillerde vahyetmesi ve peygamberlerine kitaplar göndermesiyle tabiat kanunlarını ihlal etmiş olmaktadır. Eğer mucizeler, tabiat kanunlarını ihlal anlamına geliyorsa Allah Teala vahiy, kitap ve peygamberler ile tabiata müdahil olmakta ve tabiat düzeni değişmektedir. O zaman bu şekilde tabiata müdahale eden Allah’ın, peygamberler eliyle mucizelerle ya da sıkıntılı durumlarda onlara olağanüstü yardımlarıyla tabiata müdahalede bulunmasında bir gariplik görülmemelidir. Kaldı ki vahiy, kitap, peygamberlik ve mucizenin mahiyeti sonuçları fiziki alemde görülen ancak hakikatte metafizik olaylardır, denebilir.
     Bilebildiğimiz kadarıyla tarihte çok da tartışmalara konu olmayan mucizelerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü olayların kabul edilmemesi konusu özellikle iki sebepten dolayı Müslümanların gündemine girmiştir. Bunlardan bir tanesi aşırı yüceltmeci bir anlayışla gerek diğer din mensuplarıyla Müslümanların tanışması ve onlarla kültürel etkileşime girmesi gerekse onların Peygamberleriyle Hz. Muhammed’i yarıştırma düşüncesi her yaptığı ve söylediği mucize bir peygamber algısını oluşturmuş, bu teze karşı anti bir tez olmak üzere Hz. Peygamber’in Kur’ân-ı Kerim dışında mucizesi ve yaşadığı olağanüstü bir halin olmadığı görüşüdür. Mucizelerin kabul edilmemesi veya rasyonel bir şekilde tevilinin ikinci sebebi ise özellikle Hint kıtasında gelişen ve Batı karşısındaki eziklikten kaynaklanan bir duyguyla İslam dinindeki bazı metafizik meselelerin bilimsel bir şekilde açıklanmaya çalışılmasıdır. Her ne sebeple olursa olsun temel kaynaklarımızda anlatılan mucize ve olağanüstü tecrübelerin reddedilmesi sadece bazı rivayetlerin kabul edilmemesi anlamına gelmemektedir. Bu algının yanlışlığı kadar, temel kaynaklara olan güveni tamamen sarsıcı bir mahiyet arz etmesi de İslami anlayışımızda yanlış bir algıya sebep olduğu söylenebilir.

     Kaynakça
* Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği, Ankara, 2007.
* Akçay,Mustafa, “‘Sünnetullâh, Fıtratullah, Sıbgatullah’ Kavramlarının Anlamlandırılışı Üzerine”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 17, Sakarya, 2008.
* Arıkan, Gülizar, İslam Tarih Yazıcılığında Metodoloji Problemi (571-632), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2003.
* Bağcı, Musa, “Müslümanların Peygamber Tasavvuru”, http://www.musabagci.tr.gg/15.10.2016.
* Bahçeci, Muhittin, “Mucizenin İmkanı ve Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, Kayseri, 1983.
* Bilgin, Vecdi, “Kur’ân’dan Sosyolojik İlkeler Çıkarmanın İmkanı –Sünnetullâh Kavramı Çerçevesinde Bir Eleştiri-, Eskiyeni Dergisi, Sayı: 22, 2011.
* Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2005.
* Çelebi, İlyas, “Sünnetullâh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2010.
* Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammmed (SAV) –Özel Sayı-, Ankara, 2000.
* Eser, Mithat, “Hz. Peygamber’in Bir Bulut Tarafından Gölgelenmesine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi”, İslami Araştırmalar Dergisi, Sayı:XXII/1, Ankara, 2011.
* Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Daru’l-Cil, Mısır, 1952.
* Gwynne,Rosalind W., “İhmal Edilmiş Sünnet: Sünnetullâh (Allah’ın Sünneti), İslami Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı, 1994.
* İbn Arrâk Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (963/1556), Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ani’l-Ahbâri’ş-Şenî’ati’l-Mevzû’a, Thk: Abdüllatîf Abdülvehhâb-Abdullah Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981.
* İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Ömer ed-Dımeşkî (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk: Abdurrahman el-Lâdkî-Muhammed Beydûn, Beyrut, 1416/1996.
* Kâdî Iyâz, Ebu’l-Fadl el-Yahsubî (543/1149), eş-Şifâ bi Tarîfi Hukûkı’l-Mustafâ (I-II), (Aliyyü’l-Kârî’nin Şerhu Şifâ’sı ile birlikte), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, trs.
* Karcı, Şemsettin, Fert ve Toplum Açısından Kur’ân’da Sünnetullâh, 2. Baskı, İstanbul, 2016.
* Karadeniz, Osman, İlim ve Din Açısından Mucize, Marifet Yayınları, İstanbul, 1999.
* Karaman, Hayrettin vd., Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2008.
* Karaman, Fikret, Dinî Kavramlar Sözlüğü, ed. İsmail Karagöz, 3. baskı, Ankara, 2007.
* Kartal, Abdullah, “Mucizelere İnanmanın Rasyonelliği Üzerine”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 33, Ocak-Haziran, 2015.
* El-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed (1122/1710), el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Şerh: Mahmud Abdülbaki, Çev: İhsan Uzungüngör, Semerkant Yay., İstanbul, 1972.
* Mert, Muhit, “Sünnetullâh’ın Bir Tezahürü Olarak Kur’ân”, İslami İlimler Dergisi I. Kur’ân Sempozyumu, İslami İlimler Dergisi Yayınları, 2007.
* Özdemir, Mehmet “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b. Abdillah”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed, Ankara, 2007.
* Özervarlı, M. Sait, Kelamda Yenilik Arayışları, İstanbul, 1998.
* Özsoy, Ömer, Sünnetullâh Bir Kur’ân İfadesinin Kavramlaşması, 3. baskı, Ankara, 2015. es-Sâbûnî, Nureddin, el-Bidâye fî Usûli’d-Dîn, Çev: Bekir Topaloğlu, İstanbul, 1978.
* Sarmış, İbrahim, Kur’ân’da Kader Takdirin Anlamı ve Sünnetullâh, İstanbul, 2014.
* Swinburne, Richard, The Concept of Miracle, Macmillian pub., New York, 1989.
* Tok, Nuri, Kur’ân’da Sünnetullâh ve Helak Edilen Kavimler, Samsun, 1998.
* Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “Mucize”, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option= com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58051161b7d236.28272585.
* Türkben, Yaşar, “Gazâlî’nin Sebeplilik Düşüncesi Üzerine Yapılan Tartışmalar”, Makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2, Güz 2009.
* Waida, Manabu “Miracles: An Overview”, The Encyclopedia of Religion, ed. Mircea Eliade, Macmillan Pub. Company, New York, 1987.
* Zeyveli, Hikmet, “Kur’ân ve Kur’ân-Dışı İslamî Rivayetlerde Mucize”, Din Dilinde Mucize, Kuramer, İstanbul, 2015.
 

31 Mayıs 2021 Pazartesi

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 55 - 70 / İslam Bütünlüğü Karşısında Kur’an ve Sünnet Birlikteliğini Sona Erdirme Çabaları

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 55 - 70

İSLÂM ve KUR’AN

     İslam Bütünlüğü Karşısında Kur’an ve Sünnet Birlikteliğini Sona Erdirme Çabaları
Halit BOZ *

     Özet
     Asrımızda, İslam ümmetinin bütünlüğünü sarsmak için Oryantalistlerin öncülüğünde bazı Müslüman bilim adamları tarafından, bir konu üzerinde çok ciddi çalışmalar yürütülmektedir. O mesele de; Kur’an ve Sünnet bütünlüğünün zaruret olmadığına dair çabalardır.
     Bu sebeple, bildiride sünnetin hüccetini inkâr eden hareketlerin tarihteki temsilcilerinden ve savundukları görüşlerden kısaca bahsedilecek, Müslümanların bütünlüğünden doğacak gücün karşısında ne derece etkili oldukları örneklerle açıklanacaktır. Ayrıca, Kur’an-Sünnet bütünlüğünün zaruriliği delillerle sunulacak, bu bütünlüğün sadece Tefsir ve Hadis sahasında değil, diğer bütün İslami ilimler açısından da son derece elzem olduğu vurgulanacaktır. Özellikle de, günümüzde Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için bu mevzu üzerinde niçin çok durdukları, örneklerle anlatılacaktır.

     Anahtar Kelimeler: Kur’an, Sünnet, Bütünlük.

In our era Termination
efforts in the face of the Qur'an and Sunnah,
the Islamic Unity Partnership
Abstract

     Our current century, by some Muslim scholars led by Orientalists to undermine the integrity of the Islamic is carried out serious work on the subject. It also matters; Qur'an and Sunnah are the efforts that have necessity of integrity.
     There fore, the report will be discussed briefly at the date of the opinion of the representatives of movements who reject the Sunnah of hücciyet and they defend against the forces arising from the integration of Muslims will be illustrated with examples of how effective they are.In addition, the integrity of the Qur'an al-Sunnah will be presented with evidence that the integrity not only in the field of commentary and Hadith, Islamic sciences will be emphasized that all the other also extremely essential terms. Especially nowadays among Muslims on this subject so why they stopped to remove corruption, it will be explained with examples. Keywords: Qur’an, Sunnah, Unity.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
* Yrd. Doç. Dr., Artvin Çoruh Üniv. İlahiyat Fak. Temel İslam Bilimleri, Tefsir Bilim Dalı Öğretim Üyesi, halit6869@gmail.com.
~~~ * ~~~ 

     Giriş
     Yüce Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini Hz. Muhammed’e indirmesiyle başlayan Kur’an ve Sünnet birlikteliği, İslami ilimlerin bütün sahasında kendini göstermiştir. Nitekim bu birliktelik, Müslümanların alakadar oldukları kanun koyma, hüküm verme ve kendi aralarında vuku bulan meseleler çözümünde v. b. gibi konularda yeğâne rehber olmuştur.
     Bir başka ifade ile Hz. Muhammed’den günümüze ve kıyamete kadar Müslümanlar, gerek ilmi gerekse diğer sahalarda, ihtiyaç duydukları hususların kaide ve kurallarını belirlemek, açıklamak ve uygulamak için başvurdukları ve başvuracakları merci, Kur’an ve Sünnet bütünlüğünden doğan ilimlerdir. Keza İslam âlimlerinin şimdiye kadar ortaya koyduğu yüzlerce eserden herhangi birini gözden geçirenler, ister ilim ve fikir adamı olsun ister olmasın, bu birlikteliğin hemen farkında olacaklardır.
     Şüphesiz İslam ümmeti, Kur’an ve Sünnet bütünlüğü İslami ilimlerin temel kaynağını teşkil ettiği için bu konuya çok önem vermişlerdir. Bu yüzden İslam âlimleri, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam v. b gibi ilimlerde bu hususu ele almış, Kur’an ve Sünnet birlikteliğine sık sık vurgu yapmışlardır. Kur’an ile Sünnet’in birbirinden ayrılmazlığını, bütünlüğünü ve birlikte ele alınması gerektiğini delilleriyle detaylı bir şekilde ortaya koymuşlardır. Hatta bu âlimlerden İbn Hazm; (1) Kur’an ve Sünnet arasındaki bütünlüğü bilmek farz-ı kifaye, bu bütünlüğü kabul etmek ise farz-ı ayındır demiştir. (2) Bu sebeple günümüzde bazı insanlar, yazılı ve görsel medya aracılığıyla bu birlikteliğin zaruri olmadığını söylerken, bu meseleye, itikadi açıdan bakmadıkları ve ya önemsemedikleri ortaya çıkmaktadır.
     Aslında açıklamalar kısmında olması gereken bu mevzuyu bizim hemen giriş kısmında ele almamızın sebebi, bu hususun müslümanların itikadi yönünü ilgilendirdiği için önem arz ettiğindendir. Bildirinin sadece birkaç sahifesini okuyanlara bu önemli noktayı hatırlatmak istediğimizden böyle bir metod seçtik. Önemine binaen bu değerli âlimimizin sözlerini aynen aktaralım.
     Şöyle diyor:
     “Eğer bir kişi kalkarda, biz sadece Kur’an’da bulduğumuzla amel ederiz derse, icma-i Ümmet kâfir olur. O takdirde bu şahsın biri; güneşin zevalinden karanlığına kadar, diğeri; fecr vaktindeki namazları kılması icab eder…” (3) İmam İbn Hazm’(4) ın sözlerinin açılımını yaparsak; Müslüman bir fert, sünneti inkâr edip sadece Kur’an ile amel ederim derse, Kur’an’da namaz ile ilgili ayetlere göre hareket edip ona göre namaz kılması gerekir. Ayetin meali şöyledir: “Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı'ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” (3) Buna göre sünnete tabi olmayı reddeden kişi, bu ayete dayanarak namazın beş vakit oluşunu asla çıkaramaz. Ancak Peygamberin Sünnetine tabi olursa bu bilgiye ulaşabilir. Dolayısıyla bu örnekteki Kur’an ve Sünnet bütünlüğünün zorunluluğundan doğan sonuca göre; te’vile, yoruma gerek olmadan bu kişinin ibadetlerinin Allah katında kabul olması için Peygamberin Sünnetine tabi olmaktan başka bir seçeneğinin olmadığı anlaşılmaktadır.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Günümüz âlimlerinden Yusuf el-Kardavi, İbn Hazm’ın fetvaları için “İbn Hazm’ın bu görüşleri kendi zamanını aştığı için şaz ve aşırı bulunmuş olabilir. Oysa her asra göre şaheser kabul edilebilecek fetvalarıda mevcuttur” demiştir. el-Kardavi, Yusuf, “Fıkhî MirasımızıYeniden Nasıl Gözden Geçirmeli ve Ele Almalıyız” Çev. Yusuf Işıcık, SÜİFD. sy. 2, Konya, 1986, s. 286. İbn Hazm hakkında geniş bilgi için Bkz. İbn Hallikan, Ebü’l-Abbas Şemsüddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr, Vefeyâtü’l-‘Ayân ve Enbâî’z-Zaman, thk. İhsan Abbas, Beyrut, 1994, III,325; Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed, Tezkiratü’l-Huffâz, Haydarabat, 1955, III,1146; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-ArnavûtMuhamed Naim el-Arkavsî, Beyrut,1996, XVIII,184-185,188.
2) İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed el-Endülisî, el-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm, Dâru’l-âfâkı’l-cedîde, Beyrût ty, I, 98-99.
3) İbn Hazm, a.g.e. ,I, 99.
4) İbn Hazm’ın, hadislerin cerh ve ta’dili konusunda bilgi sahibi olduğu hakkında bilgi için Bkz. İbn Hacer, el-Askalânî, Şihabüddin Ahmed b. Muhammed Lisânü’l-Mîzân, thk. Muhammed Abdurrahman el-Maraşî, Beyrut, 1416/1996, IV,724-725.
5) İsra, 17/78
~~~ * ~~~ 

     Kur’an ve Sünnet birlikteliğinin zorunluluğundan bahsederken değişik açılardan bir takım anlayış ve yaklaşım farklılıklarıyla karşı karşıya kaldığımızı da belirtelim. Şayet bu husus açıklanmaz ise konunun güvenilirliğine zarar verebilir. Bundan dolayı kısaca bunları da açıklamakta fayda mülahaza ediyoruz. Nasıl ki herhangi bir ayrım yapmaksızın Sünnetin varlığını kabul etmeyen ve Kur’an’la yetinme yanlısı olan ifratçı görüşlere karşı tavır sergileniyorsa, aynı şekilde yine bir ayırım gözetmeksizin her çeşit rivayeti Sünnet olarak nitelendiren ve Sünneti Kur’an’dan önceleyen tefritçi görüşe karşı da tavır konulması gerektiğine inanıyoruz. Mesela, Yahya İbn Kesir’in “Sünnet Kur’an üzerine hüküm vericidir, fakat Kur’an Sünnet üzerine hüküm verici değildir” şeklindeki sözleri. Ahmed b. Hanbel’e ulaştığında, “Ben bunu söylemeye cesaret edemem fakat Sünnetin Kur’an’ı tefsir ve teybin ettiğini söylerim” (1) sözleriyle böyle bir düşüncenin yanlış olduğunu söylerken, aslında bu mesele de ehlisünnet’in diğer mezheplerinin de aynı fikirdeki görüşlerini ifade etmiştir. Başka bir örnek daha verecek olursak; Tabiin fakihlerinden Ebu Müslim’in; “Kur’an’ın Sünnet’e olan ihtiyacı Sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır” (2) ifadelerinde her ne kadar açıklamaya ihtiyaç olsa bile yine de bu yöndeki tefritçi görüşe örnek gösterebiliriz. Ancak Sünnet konusunda tefritte olanların sayısının son derece az, düşünce ve görüşlerinin de çok itibara alınmadığına şahit olmaktayız. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’an, Dâru’l kutubu’l-Mısrıyye, Kahire 1964, I, 39.
2) Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Mektebetu Vehbe, Kahire ty. I, 43. 
~~~ * ~~~ 

     Buna mukabil özellikle asrımızda, İslam ümmetinin birliğine ve birliktelikte doğan gücün oluşumuna engel olmak için çok değişik entrikalar içinde yer alan Kur’an ve Sünnet birlikteliğini parçalama girişimleri, oryantalistlerce hız kazandırılmış bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla İslam Ümmetinin bu sinsi tuzaktan beri olması için İslami ilimlerde ki, Kurân ve Sünnet birlikteliğinin zaruretinin şeri ve akli delillerinin tekrar açıklama zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.

     1. Kur’an Ve Sünnet Birlikteliğinin Kur’an’daki Delilleri
     1. 1. Allah’a ve Resulüne İtaat
     Kur’an ve Sünnet, İslâm dininin iki temel kaynağını oluşturur. Herhangi bir mevzuda ileri sürülen fikir ve düşünce, Kur’an ve Sünnetten beslenmiyorsa Müslümanların nazarında kabul görmez, reddedilir. Kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten alan konularda ise güvenilirliği açısında hadislerin sıhhatine bakılabilir. Hadislerin sıhhati noktasında tartışmalar, değişik görüş ve farklılıklar ortaya çıkabilir. Ancak, ilimlerin bağlayıcılığı noktasında Sünnetin reddi söz konusu olamaz. Şayet Sünneti inkâr ederse, O zaman İbn Hazm’ın dediği gibi ‘İcma-i Ümmet’ kâfir olur. İslam âlimleri, Meselenin bu kadar önemli olduğuna, Kur’an ve Sünnetten elde ettikleri delillerle varmışlardır. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnet bütünlüğünün zaruri olduğuna, bu birlikteliğin dışında ki düşünce ve görüşlerin kabulünün asla mümkün olmadığına dair delillerin ortaya konulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
     Bundan sonra, Kur’an ve Sünnet bütünlüğünün Kur’an’daki delillerini şöyle özetleyebiliriz: Allah’a ve Resulüne itaat etmeyi emreden Kur’an’da ki ayetlerin (1) sayısı otuz kadardır. (2)
     “…De ki: "Ganimetler Allah'a ve Resûlüne aittir. O halde, eğer mü'minler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.” (3)
     “Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin ve (Kur'an'ı) dinlediğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.” (4)
     “De ki: "Allah'a ve Peygamber'e itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kafirleri sevmez.” (5)
     İmam Kurtubî, ayette geçen “yüz çevirmeyi,” Allah ve Resulüne itaatten yüz çevirmek. Allah ve Resulünün emirlerini kabullenmemek olduğunu söyler. (6) Bu mevzuda Elmalılı da güncel bir örnekleme yaparak konunun önemine işaret etmiştir:“ Rivayet olunuyor ki, âyetin nazil olduğu zaman münafıkların başı Abdullah b. Übeyy, "Bakınız, Muhammed kendisine itaat ve ibadeti Allah'a taat gibi tutuyor ve bize, hıristiyanların İsa'yı sevdikleri şekilde kendisini sevmemizi emrediyor." demiş idi ki, bunun üzerine ikinci âyet nazil oldu. Ve

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Bazı ayetler için Bkz. Nisâ: 4/59; Mâide: 5/92; Enfâl: 8/20, 46; Nûr: 24/54, 56; Muhammed: 47/33; Mücâdele: 58/13; Teğâbün: 64/12.
2) Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemü’l-Müfehres, Dâr’ul-Hadîs, Kahire, 2001, s. 528-529.
3) Enfal, 8/1.
4) Enfal, 8/20.
5) Al-i İmran, 3/32.
6) Kurtubî, a.g.e., IV, 40.
~~~ * ~~~ 

öyle bir şüphenin yerinde olmadığını gösterdi.” (1) Böylece bütün söz ve davranışlarda, Hz. Muhammed’in yolunu takip etmeyenlerin O’nu sevmesi ve ona itaat etmesi söz konusu olamaz. Aksini iddia edenler yalancı konuma düşmüş olurlar. (2)

     1. 2. İttiba (Uyma) ve Hüküm
     İttibâ, uymak, izlemek, birinin veya bir şeyin peşine düşmektir. (3) Yüce Allah, İslam'la şereflenen Müslümanların bütün işlerinde kime ve ne şekilde uyması gerektiğini Kur’ân’ın birçok yerinde açık bir şekilde beyan etmektedir: “De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (4) Demek ki bu ayetin buyruğuna göre davranış, iş ve düşüncelerde Peygambere uymadan Allah’ın sevgisine ulaşılmaz. Şayet Allah sevgisine ulaşmak istiyorsa Hz. Muhammed’in Sünnetine ittiba etmesi gerekir. Keza Mü’min’in günahlarının bağışlanması için bu şartı yerine getirmesi zorunluluğu vardır. Allah’a ve Resulüne itaat edip, söz ve davranışlarında peygambere tâbi olan, ahlâk ve âdâbta ona uyanlar ise Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerden kabul edilirler. (5)
     Ayrıca Kur’an, birçok ayette müminlerin Hz. Muhammed’in bütün hükümlerine, emir ve yasaklarına kabullenip teslim olmalarını emretmektedir. Çünkü bu, Müslüman sayılmanın temel şartlarından biri kabul edilmiştir: “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (6) Nitekim mufessirlerden Elmalılı da; “Halbuki biz herhangi bir Peygamberi gönderdik ise, ancak Allah'ın izni ile itaat olunmak için göndermişizdir. Bundan dolayı Peygambere itaat, Allah'ın emrine itaat, ona isyan ise Allah'a isyandır. Hayır. Ey Muhammed! Rabbine yemin olsun ki, mümin olduklarını iddia edenler, mümin olamazlar, aralarında çatallanmış, çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sana müracaat edinceye kadar. Sonra verdiğin hükümden gönüllerinde hiçbir sıkıntı hissetmesinler ve tam bir teslimiyetle açık ve gizli olarak sana boyun eğsinler. İşte o zaman gerçek mümin olurlar” (7) şeklinde açıklamasıyla Peygamberin koymuş olduğu hükme karşı gelmenin, kabullenmemenin insanın imandan çıkmasına vesile olduğunu vurgulamaktadır.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, sadeleştirenler: İsmail Karaçam ve arkadaşları, İstanbul, t.y., II, 343.
2) Kâsimî, Muhammed Cemâlüddîn, Mehâsinu’t-Te’vîl, el-Kâhira, 1957, III, 828.
3) Râgıb, el-Huseyn İbn Muhammed el-İsfehânî, el-Müfredât, Beyrut,1992, 162.
4) Al-i İmran, 3/31
5) Muhammed Habîbullah Muhtar, es-Sünnetü’n-Nebeviyye ve Mekânetuhâ fi Dav’i’l-Kur ani’l-Kerîm, Pakistan, 1407/1986, s. 36.
6) Nisa, 4/65.
7) Elmalılı, a.g.e., III, 278; Kurtubi, a.g.e., V, 173.
~~~ * ~~~ 

     Aynı minvalde Yüce Allah başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Allah ve Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın 
müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.” (1) Ayette net olarak anlaşıldığı üzere, Peygamberin verdiği hüküm ile Allah’ın verdiği hüküm arasında da bir farklılık arz etmemekte ve herhangi bir yoruma da mahal bırakmamaktadır. “Peygamber size ne verirse onu alınız, o sizi neden men ederse onu terk ediniz. Allah’a karşı gelmekten sakınınız. Muhakkak ki Allah’ın cezası pek çetindir.” (2) Asrımızda ki oryantalistler ve onların izinden giden bazı insanlar, bu ayetin sebeb-i nüzulünün ganimetlerin dağıtımı ile ilgili olduğu, dolayısıyla bu ayetin sünnetin hücciyyetine delil olamayacağını ileri sürmektedirler. Oysa Abdullah b. Mesud (r.a), dövme yapan kimselerin lanetlenmesiyle ilgili Kur’an’da bir ayet bulamadığını söyleyen kadına Hz. Peygamber’in (a.s) bu kimseleri lanetlediğini söylemiş ve “Peygamber size ne verirse onu alınız, o sizi neden men ederse onu terk ediniz. Allah’a karşı gelmekten sakınınız“ mealindeki bu ayeti okuyarak “Kur’an’ı hakkıyla okusaydın bunu görürdün” diye cevap vermiştir. (3) Bu ayetin bağlamından kopartılarak sünnetin hücciyyetine delil getirildiğini savunanlar herhalde ayetleri ve tefsirini, “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, nerede ve kimin hakkında indiğini bilmediğim hiçbir ayet yoktur” diyen, mufessirlerin hocası Abdullah İbn Mesud’dan daha iyi bildiklerini iddia edemezler. (4)
     Söz konusu bahse ilaveten Yüce Allah’ın: “Ey bizim Hakîm Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki aziz sensin, hakîm sensin!” (5) ve “Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara ayetlerini okuması, Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inayette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.” (6) Ayetlerinde bahsi geçen “hikmet” ifadesi, Kur’an’da yaklaşık yirmi yerde geçmekte olup, (7) sözlükte sağ görüşlülük, ariflik, bilgelik, feraset sahibi olma, adalet, ilim, hüküm, nübüvvet, gibi anlamlara geldiği pek çok âlim tarafından belirtilmiştir. (8)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Ahzâb: 33/36.
2) Haşr, 59/7.
3) Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’s-Sâbûnî, Kahire 1997, III, 331.
4) Suyûtî, Ebu’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebu Bekir, el-İtkân fi Ulûm’il-Kur’an, el-Hey’etü’lMısrıyyeti’l-âmmeti li’l-Kitâb, 1394/1974, I, 38.
5) Bakara, 2/129.
6) Al-i İmran, 3/164.
7) Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, a.g.e, 262.
8) Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fi Te’vîli’l-Kur’an, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Müessesetü’r-Risâle, 2000, V, 576; Zemahşerî, Ebu’l-Kasım, Cârullah Mahmûd b. Ömer, elKeşşâf an hakâiki’t-Tenzil ve Uyûni’l-Ekâvîli fi Vücûhi’t-Te’vîl, Dâru’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrût, 1987, I, 316; Râgıb, Müfredâtü elfâzı’l- Kur’an, 1972, 127.
~~~ * ~~~ 

     Bunun yanında, hikmet kavramının yukarıda geçen anlamları dışında sünnet anlamına geldiğini söyleyen devrin en önemli âlimlerine rastlamak mümkündür. Bu konunun önemine binaen bir iki imamın görüşlerini aktarmak fayda teşkil edeceği kanaatindeyiz.
     Bazı ayetlerde “Sünnet” anlamına geldiğini söyleyen âlimlerden İmam Şafii: (1) “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitap ve hikmeti öğreten, bilmediklerinizi öğreten bir resul gönderdik” (2) buradaki “hikmet” ifadesinin sünnet olduğunu belirtmiş, (3) Aynı şekilde Katade de, “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder” (4) ayetinde geçen ‘hikmet’ sözcüğünün anlamının Sünnet olduğunu söyler. (5) Ayete göre Kur’an ve hikmetin yani Sünnetin, bilmediklerimizi bizlere öğreten, kötülüklerden temize çıkaran görevi varsa Mü’min biri, nasıl olur da Kur’an’ı Sünnetten ayırma teşebbüsünde bulunabilir, ya da bu gibi düşüncelere kapılabilir?

     2. Sünnetten Deliller
     Sünnettin Kur’an’dan ayırmanın imkânsızlığını bizlere bildiren bizzat Resulullah (s.a.s.)’in kendisidir. Sünnetin hücciyeti ve Kur’an ile Sünnetin ayrılmaz bir bütün olduğuna dair şer’i delillerden, tartışma götürmeyen gayet açık olan Peygamberin iki hadisiyle bu hususu açıklamakla yetineceğiz.
     Birincisi, Hz. Muhammed’in Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali tayin etme hadisidir. Şöyle ki; Hz. Peygamber (a.s) Muaz b. Cebel’i (r.a) Yemen’e gönderirken, kendisine bir dava geldiğinde nasıl hareket edeceğini sormuş, Muaz (r.a) Allah’ın (c.c) kitabına göre hüküm vereceğini söylemiştir. Resûlullah (a.s) “Eğer Allah’ın (c.c) kitabında bulamazsan ne yapacaksın?” diye sorunca Muaz (r.a), “O zaman Resûlullah’ın (a.s) sünnetine göre hükmederim” demiştir. Allah Resûlu (a.s) son olarak ikisinde de bulamazsa ne yapacağını sormuş, O da içtihadı ve anladığıyla hükmedeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü sevinerek Muaz b. Cebel’in (r.a) göğsüne vurmuş ve “Allah’a (c.c) hamdolsun ki Allah elçisinin elçisi, Allah Resûlü’nün (a.s) rızasına uygun konuştu” buyurmuştur. (6)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Ayrıca İmam Şafii, er-Risale adlı kitabında hikmet kelimesinin hangi ayetlerde sünnet anlamına geldiğini açıklamıştır. Bkz. eş-Şâfiî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs, er-Risâle, Mektebetu’l-Halebî, Mısır,1940, s. 73.
2) Bakara, 2/151.
3) Kâsimî, a.g.e., I, 309.
4) Bakara, 2/129.
5) el-Hâzin, Ebü’l-Hasen Alâüddîn Alî b. Muhammed b. İbrâhîm, Lübâbü’t-Te’vîl, Dâru’l-kütübi’lilmiyye, Beyrût, t.y., I, 82.
6) Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî, Sünen,Kitâbu’l-Akdiye, 11, elMektebetü’l-asriyye, Beyrût, ty. ; Tirmizi, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, Sünen, Ebvâbu’l-Ahkâm, 3, Mısır, 1975; Dârimî, Ebû Muhammed Abdullāh b. Abdirrahmân b. el-Fazl, Sünen, Kitâbu’l-ilm, 5, Riyad, 2000. 
~~~ * ~~~ 

     İkinci hadis ise, Malik b. Enes’in kitabında derlediği hadistir: “Aranızda iki şey bıraktım, onlara sarıldığınız müddetçe doğru yoldan sapmazsınız. Allah’ın (c.c) kitabı ve nebisinin sünneti” (1) buyurmuştur. Bu hadis hakkında İbn Abdi’l-Berr, “Bu hadis ilim ehli yanında neredeyse isnad sorulmayacak derecede şöhret bulmuştur” demektedir. (2) Dolayısıyla bizim bu hadisten çıkardığımız mefhum, Kur’an ve Sünnetin; İslami ilimlerin her alanında temel kaynak oluşturduğu, dolayısıyla bunları temel kaynak göstermeden başka referanslara dayanarak hazırlanan bilgi ve belgelerin İslam Ümmetinin yanında hiç kıymeti olmadığı gerçeğidir.

     3. İslami İlimlerin Anlaşılmasında Kur’an ve Sünnet Birlikteliğinin Gerekliliği
     3.1. Mücmeli Beyan:

     Sünnetin en önemli vazifelerinden biri, Kur’an’daki mücmelleri açıklaması ve bu vesileyle Yüce Allah’n emir ve yasaklarının Müslümanların anlamasını sağlamasıdır. Çünkü mücmel, bir mânâya delâleti açık olmayan, maksadın kesin olarak anlaşılması için açıklanması gereken söze denir. Böylece ayetin mücmel olmasının birden çok sebebi olabilir. (3) Keza fıkıh usulü kitaplarında mücmelin hükmü ve çeşitleri hakkında detaylı bilgilere rastlamak mümkündür. (4) Bütün bu çalışmaların amacı, Kur’an’ın içindeki ayetlerin hangisinde mücmellik bulunduğu ve bu mücmel ayetlerin hangi sünnet ve hadisle açıklandığı hususunda gayet ciddi çalışmanın içine girerek İslam ümmetinin istifadesine sunmaktan ibaret olmuştur.
     Şüphesiz Bu mevzunun anlaşılması için verilebilecek en güzel örnek namazdır. Örneğin; Kur’an’ın namazla ilgili emirleri mücmeldir. Çünkü Kur’an, namazın nasıl kılınacağını, kaç vakit ve kaç rekât olduğu, farzlarının, vâciblerinin ne olduğunu, namazı bozan ve bozmayan şeyleri bize açıklamaz. Hz. Peygamber: “Beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de öylece namaz kılınız” (5) buyurmak suretiyle, hem bizzat göstererek hem de gerekli açıklamaları yaparak namaz emrini beyân etmiştir.
     Ayrıca, sadece namazla ilgili değil İslam’ın diğer ibadetlerin açıklanmasında da Sünnete ihtiyaç duyulur. Peygamberin Sünneti olmadan ibadetlerin tam olarak yerine getirilmesi mümkün değildir. Mesela zekât ibadeti. Sünnet’e başvurmadan zekâtın bütün uygulamalarını yerine getirmek söz konusu olamaz. Zekâtın miktarı, hangi ürünlerden ne kadar verileceği gibi hususlar Sünnet ile anlaşılır.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Malik b. Enes b. Malik, Muvatta, Kitâbu’l-Kader, 3. Beyrut, 1985.
2) İbn Abdi’l-Berr, Ebu Ömer Muhammed en-Nemerî, et-Temhîd lima fi’l-Muvatta, thk: Mustafa b. Ahmed el-Ulvî, Muhammed Abdulkebîr el-Bekrî, Vizâretu umûmi’l-evkâf ve’ş-şuûni’l İslâmiyye, Fas, ty. XXIV, 331.
3) Suyûtî, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur an, el-Kâhira, t.y., II, 18-19.
4) Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslâmiyye ve Istılahâtı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1967, I, 79.
5) Buhârî, Muhammed b. İsmâil, el-Câmiu’s-Sahîh, Edeb 27, Çağrı Yayınları, 1992; Müslim, Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîh, Salâ 42, Dâru ihyai’t-türasi’l-Arabî, Beyrût, ty.
~~~ * ~~~ 
     Yine Hac ile alakalı bütün kaide ve kurallar sünnet ile bilinir. Nitekim Hz. Muhammed: “Haccınızın (menâsik) benden alınız” (1) “emriyle görevlilere öğretilmiş, hatta yazılı talimat haline getirilmiştir. Kur’an’da farz kılınmış olan oruç emrinin detaylarıyla ilgili bilgileri de yine Resûl-i Ekrem’in sünnetinden öğrenmekteyiz.” (2) Keza Kur’an’ın pek çok ayetini açıklayan bu yöndeki hadislere İslami kaynaklarda rastlamak mümkündür. (3)

     3.2. Ammı Tahsis:
     Kur’an’da bir takım lafızlar vardır ki genel hüküm ifade ederler. Mesela Allah, boğazlanmadan ölmüş hayvanların etlerini ve kanlarını haram kılmıştır. (4) Bu genel bir hükümdür. Sünnet amm olan bu hükmü tahsis ederek çekirgenin ve balığın ölüsünün helal olduğunu belirtmiştir. (5) Bu gibi örneklere İslami eserlerde bolca rastlamak mümkündür. (6)

     4. Hadis ve Sünneti İnkâr Eden Hareketler ve Onlara Reddiyeler.
     Hz Muhammed’den sonra, İslam Ümmetinin birlikteliğini parçalamak, aralarına nifak sokmak, yaşantı tarzlarını Resulullah (s.a.s.)’den uzaklaştırarak kendilerine benzetmek ve her alanda sömürmek v. b. gibi nedenlerden dolayı Sünneti Kur’an’dan ayırma çabaları hiç durmamış, Sahabeden günümüze kadar bu uğraşlar süregelmiştir.
     Ancak İslam düşmanları ve oryantalistler, asırlardan beri bu uğraşlarından hiç vazgeçmedikleri gibi zaman zaman da bazı sözde Müslüman yazarları saflarına almayı başarmışlardır. Özellikle günümüzde küresel güçler, böyle düşüncelerle Müslümanları kendi aralarında tartışmaya sürükleyerek, Müslüman ülkelerin yer altı ve yer üstü doğal zenginliklerini sömürdüler ve sömürmeye devam etmektedirler.
     Şimdi, bu düşünceleri ortaya koyan olayları, tarihsel kronolojiye göre özetini verecek olursak; Hz. Muhammed’den hemen sonra vuku bulan bu rivayet, Kur’an ve Sünnet bütünlüğünü parçalama gayretlerinin ilk örneklerini oluşturmaktadır. “Bir gün bir adam sahabeden İmran b. Husayn’a (ö.52/672) gelerek bir mesele sordu. İmran b. Husayn o konuda bilgi verirken soran adam ona sadece Kur’an’dan bahsetmesini başka bir şeyden bahsetmemesini söyledi. Bunun üzerine İmran b. Husayn kızarak: “Sen ahmak bir adamsın! Öğle namazının dört rekât olduğunu ve onda kıraatın açıktan olmayacağını Kur’an’da buldun mu?” diyerek diğer namazları, zekâtı ve benzeri konuları saydı ve “Bütün bunları ayrıntılı olarak Kur’an’da bulabiliyor musun? Allah’ın kitabı hüküm koymuş, Sünnet de bunu tefsir etmiştir” dedi.” (7)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî, Sünen, Menâsik, 220, Halep, 1986.
2) Küçük, Raşit “Kur’an Sünnet İlişkisi ve Birlikteliği” Sünnetin Dindeki Yeri, ed. İsmail Lütfi Çakan, Ensar Yayınları, İstanbul 1998, s. 121-162.
3) Geniş bilgi için Bkz. Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme 25; Zehebî, et-Tefsîr ve’l- Müfessirûn, I, 48-53.
4) el-Mâide, 5/ 3.
5) Ebû Dâvud, Taharet, 41; Tirmizî, Taharet, 52; İbn Mâce, Taharet, 38; İbn Mâce, Et’ime, 31.
6) en-Nûr, 24/ 2; Müslim, Hudûd, 13; Ebû Dâvud, Hudûd, 23; İbn Mâce, Hudûd, 7; Nisâ, 4/ 86; Ebû Dâvud, Harâc, 20; Şâfıî, er-Risâle, s. 64-73; Bilmen, a.g.e.,I, 69.
7) Hatîb el-Bağdâdî, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit, el-Fakîh ve’l-Mütefakkih, thk: Ebu Abdurrahman Adil b. Yusuf el-Ğarrâzi, Dâru ibni’l-Cevzî, Riyad, 2000, I, 237; Şâtıbî, , İshâk İbrâhîm İbn Mûsâ, elMuvâfakât fi usûli’l Ahkâm, thk. Abdullah Dırâz, Kahire, t.y. IV, 344.

     Tabiin döneminde buna benzer bir olay da şöyle vuku bulmuştur: Mutarrif b. Abdullah eş-Şıhhîr, kendisine, “Bize sadece Kur’an’dan haber ver” diyen kimseye, “Allah’a (c.c) yemin olsun ki biz Kur’an-ı Kerim’e bir alternatif getirme arzusunda değiliz. Biz sadece Kur’an’ı bizden daha iyi bilen birine müracaat etmeyi irade ediyoruz” şeklinde cevaplarken Kur’an’ı en iyi anlayan ve açıklayanın, Hz. Muhammed olduğuna işaret etmiştir. (1)
     Aynı şekilde İmam Şafii’nin ‘Cima’u’l-ilm’ adlı eserinde, sünnetin değerini yeterince kavrayamamış, Kur’an’ın her alanda kedisine yeterli geleceği kanaatini taşıyan bir kişi ile yaptığı tartışması mevcuttur. (2) Ancak hemen belirtelim ki, ilk zamanlarda günümüzde olduğu gibi sünnetin huccetini kökten inkâr eden onu reddeden sistemli bir oluşumun varlığında söz edemeyiz. Bunun bireysel bazda ya da küçük gruplar halinde olduğu bilinmektedir.
     Buna mukabil 19. ve 20. asırlardan itibaren sistemli bir biçimde Sünnetin dini bağlayıcılığı kökten reddedip, Kur’an ve Sünnet bütünlüğünü inkâr hareketleri, modern dönemde İslam ülkelerinin bazılarında ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Batıda sanayi devriminin gerçekleşmesiyle, felsefi, siyasi ve sosyal alanlarda batı, daha çok Müslüman ülkelerle diyaloğa geçmiş her alanda İslam Ümmetini etkilemeyi başarmıştır. İşte tam da bu ortamda ortaya çıkan Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Ebû Reyye gibi şahıslar, hadislerin rivayetleri sağlam bir mesnede dayanmadığı için sünneti reddetme yoluna girmişlerdir. (3) Muhammed Abduh, Müslümanların bu asırda Kur’an’dan başka önderleri olmadığını söylemiş, (4) O’nu takip eden bazı talebeleri de Sünnet’in bağlayıcılığını sadece Peygamberin zamanına has olduğunu söylemişlerdir. (5)
     Diğer yandan bu hareketlerin çıkış zamanı, batı medeniyetinin diğer dünya ülkelerini sömürmeye başladığı döneme denk gelir. Özellikle sanayi devriminden sonra batılı ülkelerin Müslüman devletleri üzerinde siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda tahakküm kurmasından sonra İslam ümmetinin içinde böyle akımların zuhurunda, ister kültürel anlamda isterse politik anlamda olsun müsteşriklerin etkisinin olması kaçınılmaz bir gerçekliktir. Müslümanların içerisinde çıkıp sünneti reddeden akımlara kapı aralayan akımların temsilcilerine dönecek olursak, görüyoruz ki onlar; hadislerin isnadlarının sağlam olmadığından hüccet oluşturamayacağını çünkü Peygamber  zamanında hadislerin yazılmasının bizzat Hz. Muhammed tarafından yasaklandığını söylemektedirler. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Şâtıbî, a.g.e, IV, 344.
2) Bkz. eş-Şâfiî, Cimâ’u’l-İlm, Dâru’l-Âsar, 2002, yy., 4-10.
3) Bağçivan, Kur’an Sünnet Bütünlüğünün Şer’i Delilleri, YÜİİFD, Yıl: 1, Sayı: 1, Temmuz- Aralık, 20015, 141.
4) Ebu Reyye, Muhammed, Edvau ele’s-Sünne, 6. Baskı, daru’l-Mearif, Mısır, ty. 78-79.
5) Soysaldı, H. Mehmet, Kur’an Sünnet İlişkisi, FÜİFD, 7 (2002) s. 15; Murat Şimşek, Tarihi Süreçteki Gelişimi Açısından Hz. Peygamber’in Tasarruflarının Tasnifi, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010, sy. 15, s. 332-333; Özafşar, Mehmet Emin, Mehmet Görmez, “Ebu Reyye ve Kitabı Üzerine”, İslami Araştırmalar, 1991, Cilt 5, sy. 1, s.64.
~~~ * ~~~ 

     Ancak Peygamberin hadis yazmaya izin verdiği hatta hadis yazmağa teşvik edici hadislerinden bahsetmemektedirler. Kaldı ki Hz. Muhammed’in hadislerin yazılmasını yasaklaması hususunu İslam âlimleri gayet güzel bir şekilde sebeplerini açıklamış ve bu yasağın herkese şumul olmadığını delilleriyle ispatlamışlardır. Örnek verecek olursak, hadislerin yasaklanması döneminde Abdullah b. Amr, hadisleri yazmaya devam ederken bazıları onu şikâyet edince Abdullah b. Amr bu işten vazgeçer ve durumu Hz. Muhammed’e bildirir. Bunun üzerine Hz Muhammed: “Yaz! Canımı gücü ve kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz” buyurdu. (1) Bu rivayetten anlaşılıyor ki Hz. Muhammed, Kur’an ile hadisleri birbirinden ayırt edici özelliklere sahip tıpkı Abdullah b. Amr gibi sahabilere hadis yazmayı yasaklamamıştır. Keza İslami kaynakların konuya taalluk eden bahislerinde bu konu etraflıca ele alınmıştır. İsteyen herkes bu bilgilere rahatlıkla ulaşabilir.
     Yine Hz. Muhammed’in yazmaya izin verdiği hadislere, Ebu Hureyre’den rivayet olunur ki: “Mekke fethedildiği zaman Hz. Peygamber (s. a. v) kalktı ve bir hutbe irat buyurdu. Ebu Şah denen Yemenli bir adam ayağa kalkarak “Ya Resulallah! Bana (bu hutbeyi yazın)” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s. a. v) “Ebu Şah için bu hutbeyi yazın” buyurdu” (2)
     Başka bir hadis’e gelince: “Ensar’dan bir adam, Hz. Peygamber (s. a. v)’in mescidinde oturur, Hz. Peygamber (s. a. v)’den hadis dinler, (hadis dinlemek) hoşuna gider ama ezberleyemezdi. Hz. Peygamber (s. a. v)’e bu durumdan yakındı ve şöyle dedi: “Ya Resulallah! Ben sizden hadis dinliyorum, hoşuma gidiyor, fakat ezberleyemiyorum. ” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s. a. v) “Elinin yardımına müracaat et” buyurdu ve eliyle yazıyı işaret etti. ” (3) Bu hadisten de anlıyoruz ki Hz. Muhammed bizzat kendisi, ashabını hadis yazmaya teşvik etmiştir.
     Ayrıca Kur’an ve sünnet bütünlüğüne karşı gelenlerin argümanlarından birisi de, yukarıda da bir cümle halinde geçtiği üzere hadisler, Peygamberin vefatından iki veya üç yüz sene sonra yazılmaya başlanmış, dolayısıyla hadislerin ekseriyetinin isnadlarında problem olduğu iddiasında bulunmalarıdır. Ancak böyle düşüncelere sahip insanların bu hususlarda derinlemesine araştırma yapmadan sathi düzeydeki bilgilere dayanarak bu gibi görüşleri ileri sürmektedirler. Ancak Muhammed Hamidullah, (4) 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, IX, 49; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, II, 162, 192; Ebû Dâvud, İlim, 3; İbn Abdilber, a.g.e., I, 299-300.
2) Buhari, ilim, 40; Muslim, Hacc, 82; Ebu Davud, Menasik, 90, Tirzimi, ilim,
3) Tirmizi, ilim, 12.
4) Muhammed Hamidullah, Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam ibn Münebbih, Çev. Kemal Kuşçu, Beyan Yayınları, 2007, s. 71. 
~~~ * ~~~ 

     Hemmam b. Münebbih’in Sahifesi (1) üzerinde derinlemesine bir inceleme yaparak bu iddiaların yanlış olduğunu ispatlamaktadır.
     Muhammed Hamidullah’ın, İbn Hacer’in Fethu’l-Bari’sini kaynak göstererek aldığı şu hadis, (2) meselenin anlaşılmasında önemli yer kapsadığı düşüncesindeyiz. Hadis şöyledir; “El-Hasan ibn. Ömer Ümeyye ed-Demri şöyle söylüyor: ‘ebu Hureyre’ye hadis tekrar ettim, onu bilmediğini söyledi. Şöyle dedim; ben bunu senden işittim. Şöyle cevap verdi; eğer onu benden işittin ise benim yazdıklarımın arasında olması lazımdır. Sonra kolumdan tuttu, evine götürdü. Orada bana çok sayıda hadis kitabı gösterdi.(Kütüben Kesiren) ve sözkonusu hadisin yazılısını buldu ve bana; eğer bu hadisi ben rivayet ettiysem, mutlaka benim yazdıklarımın arasında bulunması lazımdır, demedim mi sana? Dedi.” (3) Bu hadis, hadislerin Peygamberden 200 sene sonra yazılmaya başlandığı şeklindeki iddialarını tamamen çürütmektedir. Çünkü hadiste, Peygamberin en yakın sahabisi olan Ebu Hureyreye ait hadisleri cem eden kitapların varlığından haber vermektedir.
     Buna ilaveten burada üzerinde durulması gereken bir başka nokta da Peygamberin en yakınında bulunan meşhur Sahabi Ebu Hureyre’nin, Hemmam b. Münebbih için hadislerin içerisinde yüz kırk hadisi seçerek bir kitap haline getirip ona vermesidir. (4)
     Hemmam b. Münebbih’in sahifesi diye meşhur olan bu hadis kitabı, aslında Ebu Hureyre’nin kendisine ait bir kitaptır. Ancak Hemmam’ın bu eseri saklayıp gelecek nesillere aktarmasındaki gayretinden dolayı onun ismiyle meşhurlaşmıştır. Bize kadar eksiksiz bir şekilde gelen bu eser, Hadis kaynakları içerisinde en eskisidir. (5) Bu eseri ‘Kütübi Sitte’ sahipleri, eksiksiz bir şekilde bir harfini, bir noktasını bile değiştirmeden nakletmişlerdir. (6)
     ‘Hemmam b. Münebbih’in es-Sahifesi,’ tek başına bile,Kur’an ve Hadis bütünlüğüne karşı gelenlerin ileri sürdükleri delillerini çürütmektedir. Onlar, Hadislerin Peygamberden 200 sene sonra yazılmaya başlandığını söylüyorlar. Oysa eksiksiz şekilde, bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşan bu kitap, Hz. Muhammed’in sürekli yakınında olan Ebu Hureyre’ye ait olduğundan İslam âlimleri hiç kuşku duymamışlardır. Dolayısıyla bu rivayete göre hadisleri yazma ve bir araya toplama işi, Sahabilerin zamanında yapılan bir iş olduğu anlaşılmaktadır.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Detaylı bilgi için Bkz. Muhammed Hamidullah, a.g.e..
2) İbn Abdi’l-Berr, a.g.e. , I, 4.
3) Hamidullah, a.g.e. , 70. Ayrıca yazar, Ebu Hureyre’nin hadis kitapları hakkında dört örnek daha vermektedir. Geniş bilgi için Bkz. Hamidullah, a.g.e. ,68-69.
4) Hamidullah, a.g.e. ,71.
5) Hamidullah, a.g.e. ,70.
6) Hamidullah, a.g.e. ,72. 
~~~ * ~~~ 

     Sonuç
     ‘Çağımızda İslam Bütünlüğü Karşısında Kur’an ve Sünnet Birlikteliğinin Sona Erdirme Çabaları’ başlığı taşıyan bu bildiri, Kur’an’ı Kerim’e karşı şaibe oluşturmanın asla mümkün olmadığını bilen Oryantalistler ve onları takip eden ümmet’in içinden bir takım gruplar, Sünnet’in Kur’an’la birlikte kaynak oluşturmayacağını, çünkü hadis kaynaklarının güvenli olmadığına Müslümanları inandırmak için ileri sürdükleri delillere karşı, Kur’an ve sünnet ve İslam âlimlerinin görüşleri kaynak alınarak daha önce yapılan reddiyelerin tekrarı niteliğini taşımaktadır. Çünkü İslam âlimlerinin birçoğu, bu hususu, detaylı bir şekilde açıklamış ve İslam ümmetinin istifadesine sunmak için değerli eserlerine de almışlardır. Ancak İslam Ümmetinin içinde bulunduğu kötü durumu fırsat bilerek bu meselenin son zamanlarda çeşitli medya aracılığıyla tekrar gündeme getirilmesi, konunun tekrarının ve hatırlatılmasının zaruretini doğurmuştur.
     Bu itibarla bildiride sünnet karşıtlarının ileri sürdükleri delillerine karşı Kur’an ve Sünnetten, ayrıca İslam âlimlerinin görüşlerinden kısaca cevaplar verilmiştir. Böylece Oryantalislerin ve onları takip eden zümrelerin Sünnete dil uzatırken söylediklerinin hiçbir ilmi ve akli dayanaklarının olmadığı görülmüştür. Hal böyle iken bunların iddialarında ısrar etmelerinin pek çok sebepleri vardır. Kanaatimize göre bu sebeplerin arasında, İslam’a karşı duydukları kıskançlık psikolojisi yatmaktadır.
     Bir başka ifade ile başta Allah’ın vahyi ve Resulullah’ın sünneti olmak üzere İslam’ın sunduğu bütün bilgiler, sağlam belge ve delillere dayandığı halde ellerindeki dinlerinin yapısında böyle bir şeyin söz konusu olmadığı ilmi otorite sahipleri tarafından bilinen bir gerçektir. Bu iddiamıza destek olacak müsteşrik Rodinson’un sözünü burada aktarmak yerinde olacaktır. Şöyle diyor: “Bazı Oryantalistler, İslam’a karşı ileri sürdükleri eleştirileri kendi dinlerine yapsalardı, acaba ellerinde ne kalırdı.” Keza günümüzde ellerinde mevcut olan kitapları, hiçbir belgeye dayanmayan bilgilerden ibarettir.
     Buna mukabil bu bildiride de anlaşılmıştır ki, İslami kaynakların hepsi, sağlam belge ve bilgilere dayanmaktadır. Hal böyle olunca bu tür mesnedsiz iddialarda bulunanların amacı, ümmetin birlikteliğini parçalayarak, dikkatlerini başka yönlere çekip ilmi dayanaktan yoksun konularla onları meşgul ederken. Müslümanları madden sömürmek, manen de ahlaksızlığa sürüklemek ve kendi kültürlerinin etkisine almak gibi nedenler yatmaktadır.
     Netice olarak diyebiliriz ki, Resulullah’tan günümüze kadar İslam ümmeti, Kur’an ve Sünnet birlikteliğinden doğan prensipleri kabul etmiş, bunlara muhalif olan görüşlere asla itibar etmemiştir. Bunlara karşı söz söyleyenlere cevabımız Yüce Allah’ın kelamıyla olsun: “Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalanlamıyorlar, aksine zalimler, aslında Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.”(En’am, 6/33)

     Kaynakça:
  * Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemü’l-Müfehres, Dâr’ul-Hadîs, Kahire, 2001.
  * Bağçivan, Kur’an Sünnet Bütünlüğünün Şer’i Delilleri, YÜİİFD, Yıl: 1, Sayı: 1, Temmuz-Aralık, 2015.
  * Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslâmiyye ve Istılahâtı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1967.
  * el-Buhârî, Muhammed b. İsmâil, el-Câmiu’s-Sahîh, Edeb 27, Çağrı Yayınları, 1992.
  * Dârimî, Ebû Muhammed Abdullāh b. Abdirrahmân b. el-Fazl, Sünen, Riyad, 2000.
  * Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî, Sünen, elMektebetü’l-asriyye, Beyrût, ty.
  * Ebu Reyye, Muhammed, Edvau ele’s-Sünneti, 6. Baskı, daru’l-Mearif, Mısır, ty.
  * Habîbullah Muhtar, es-Sünnetü’n-nebeviyye ve mekânetuhâ fi dav’i’l-Kur’ani’lKerîm, Pakistan, 1986.
  * Hatîb el-Bağdâdî, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit, el-Fakîh ve’l-mütefakkih, (thk: Ebu Abdurrahman Adil b. Yusuf el-Ğarrâzi), Dâru.
  * İbn Abdi’l-Berr, Ebu Ömer Muhammed en-Nemerî, et-Temhîd lima fi’l-Muvatta, (thk: Mustafa b. Ahmed el-Ulvî, Muhammed Abdulkebîr el-Bekrî), Vizâretu umûmi’levkâf ve’ş-şuûni’l İslâmiyye, Fas, ty.
  * İbni’l-Cevzî, (2. bs.), Riyad, 2000.
  * İbn Hacer, el-Askalânî, Şihabüddin Ahmed b. Muhammed Lisânü’l-Mîzân,(thk. Muhammed Abdurrahman el-Maraşî), Beyrut, 1416/1996.
  * el-Hâzin, Ebü’l-Hasen Alâüddîn Alî b. Muhammed b. İbrâhîm, Lübâbü’t-Te’vîl, Dâru’l-kütübü’l-ilmiyye, Beyrût, ty.
  * İbn Hallikan, Ebü’l-Abbas Şemsüddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr, Vefeyâtü’l-‘Ayân ve Enbâî’z-Zaman ,(thk. İhsan Abbas), Beyrut, 1994.
  * İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed el-Endülisî, el-İhkâm fi Usûli’lAhkâm, Dâru’l-âfâkı’l-cedîde, Beyrût ty.
  * İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî, Kahire, 1952.
  * el-Kâsimî, Muhammed Cemâlüddîn, Mehâsinu’t-te’vîl, el-Kâhira, 1957. 
  * el-Kardavi, Yusuf, “Fıkhî MirasımızıYeniden Nasıl Gözden Geçirmeli ve Ele Almalıyız”(çev. Yusuf Işıcık) SÜİFD. sy. 2, Konya, 1986.
  * Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’an, Dâru’l kütübü’l-Mısrıyye, Kâhire 1964, I, 39.
  * Küçük, Raşit “Kur’an Sünnet İlişkisi ve Birlikteliği” Sünnetin Dindeki Yeri, (ed. İsmail Lütfi Çakan) Ensar Yayınları, İstanbul 1998.
  * Malik b. Enes b. Malik, Muvatta, Beyrut, 1985.
  * Muhammed Hamidullah, Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam ibn Münebbih, Çev. Kemal Kuşçu, Beyan Yayınları, 2007.
  * Murat Şimşek, Tarihi Süreçteki Gelişimi Açısından Hz. Peygamber’in Tasarruflarının Tasnifi, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010.
  * Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîh, Dâru İhyai’tTürasi’l-Arabî, Beyrût. ty
  * en-Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî, Sünen, Halep, 1986.
  * Özafşar, Mehmet Emin, Mehmet Görmez, “Ebu Reyye ve Kitabı Üzerine”, İslami Araştırmalar, 1991.
  * Râgıb, el-Huseyn İbn Muhammed el-İsfehânî, el-Müfredât, Beyrut,1992.
  * Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’s-Sâbûnî, Kahire 1997, III, 331.
  * es-Sananî, Muhammed İbn İsmâîl, Sübülü’s-selâm, Beyrut, 1960.
  * Soysaldı, H. Mehmet, Kur’an Sünnet İlişkisi, FÜİFD, 7 (2002).
  * Suyûtî, Ebu’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebu Bekir, el-İtkân fi Ulûm’ilKur’an, el-Hey’etü’l-Mısrıyyeti’l-âmmeti li’l-Kitâb, 1974.
  * eş-Şâfiî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs, er-Risâle, (thk: Ahmed Şakir), Mektebetü’l-Halebî, Mısır, 1940.
  * Camiu’l-İlm, Daru’l-Asar, 2002, y. y.
  * eş-Şâtibî, Ebû İshâk İbrâhîm İbn Mûsâ, el-Muvâfakât fi usûli’l ahkâm, thk. Abdullah Dırâz, Kahire, t.y.
  * Şimşek, Murat, Tarihi Süreçteki Gelişimi Açısından Hz. Peygamber’in Tasarruflarının Tasnifi, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010.
  * Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fi Te’vîli’l-Kur’an, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), Müessesetü’r-risâle, 2000.
  * Tirmizi, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, Sünen, Mısır, 1975. 
  * Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, sadeleştirenler: İsmail Karaçam ve arkadaşları, İstanbul, t.y.
  * Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed, Tezkiratü’l-Huffâz, Haydarabat,1955.
  * Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, (thk. Şuayb el-Arnavût-Muhamed Naim el-Arkavsî), Beyrut,1996.
  * Zemahşerî, Ebu’l-Kasım, Cârullah Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf an hakâiki’tTenzil ve Uyûni’l-Ekâvîli fi Vücûhi’t-Te’vîl, Dâru’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrût, 1987.
 

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...