ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 71 - 84
NÜBÜVVET,
HZ. PEYGAMBER VE
SÜNNET
Sünnetullâh Kavramından Hareketle
Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı
Mithat ESER
Giriş
Kur’ân-ı Kerim’deki peygamber kıssalarında yer yer onların olağanüstü hallerinden bahsedilir. Ayet-i kerimelerde çoğunlukla ayet/ayât ifadeleriyle zikredilen bu olağanüstü haller için mucize ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş gerçek elçiler olduğunu kanıtlayan bu hârikulâde olaylar, peygamber kıssalarında olduğu gibi öğüt ve ibret için anlatılmış olmalıdır. Peygamberler kıssalarındaki bu olağan üstü hallere zaman zaman benzeyen birtakım harikulade olayların Hz. Peygamber’in elinde gerçekleştiğine dair sahih hadislerde bilgiler mevcuttur. Yüceltici bir anlayışla ve Hz. Muhammed’i önceki peygamberlerle yarışa sokmak maksadına matuf, onun her halinde mucize gören anlayışın yersizliği ve yanlışlığı farklı çalışmalarda işlenen önemli bir konudur. Ancak gerek bir ayeti kerimede anlatılan İsra olayı, gerekse sahih hadislerde yerini bulan, çok sıkıntılı durumlarda Allah Teala’nın Hz. Peygamber’i bazı harikulade olaylarla desteklemesi ve Hz. Muhammed’in bazı olağanüstü halleri yaşaması da genel olarak kabul edilen hususlardır.
Peygamberler eliyle gerçekleştirilen ve kelam ilminde mucize terimiyle ifade edilen harikulade olaylar, son birkaç asırdır üzerinde çok durulan bir husustur. Batıdaki pozitivist ve materyalist bir mantıkla mucizelerin reddedilmesi anlayışının İslam dünyasında az da olsa bazı çevreler tarafından dile getirildiği görülmektedir. Batıda Ortaçağ Hristiyan teolojisine karşı bir başkaldırı şeklinde görülen materyalizm ve pozitivizmin etkisiyle mucizeler reddedilmiştir. Temelde inanç konusu olan peygamberlerin olağanüstü halleri, sebeplilik ilkesi ve tabiat kanunları söz konusu edilerek kabul edilmemiştir. Söz konusu olay ise İslam dünyasında biraz daha farklı bir mecrada ele alınmış, tabiat kanunları Kur’ân-ı Kerim’de geçen sünnetullâh kavramıyla ilişkilendirilmiştir. Sünnetullâh’ın değişmemesine ilişkin ayeti kerimelerden hareketle, tabiatta bir kırılma diyebileceğimiz mucize ve olağanüstü haller kabul edilmemiş ve tevil edilmiştir. Bu da yaratıcının koyduğu tabiat kanunları ile ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Peygamber mucizeleri ve Hz. Peygamber’in olağanüstü hallerinin kabul edilmemesinin temel gerekçelerinden birini bu husus oluşturmuştur.
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
* Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri, İslam Tarihi Bilim Dalı Öğretim Üyesi, mithateser@hotmail.com
~~~ * ~~~
Bu bildiride öncelikle mucize teriminden kısaca bahsedilecek, daha sonra sünnetullâh ifadesi irdelenecektir. Ardından ayeti kerimelerde ifade edilen sünnetullâh ifadesinden hareketle genelde peygamber mucizelerinin özelde Hz. Muhammed’in olağan üstü hallerinin imkânsızlığı algısı ele alınacaktır. Bu arada mucize ve olağanüstü durumların imkânsızlığı algısının sebeplerinden de bahsedilecektir.
Mucize Kavramı:
“Mucize” kelimesi Arapça kökenlidir. Etimolojik olarak “a-c-z” kökünden türemiş olup sözlük anlamı bakımından sıradan insanın aynısını yapmaktan aciz kaldığı ve insanları hayran bırakan tabiatüstü sayılan olay anlamına gelmektedir. (1) Kelimenin sonundaki he’nin, müenneslik alameti olmayıp mübalağa için olduğu kabul edilir. (2) Mucizenin Batı dillerindeki karşılığı olan “miracle” kelimesinin kökeni Latince “miraculum” sözcüğüdür, harika, olağandışı, hayranlık uyandıran olay anlamına gelmektedir. (3)
İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve hadislerde “mucize” kelimesi yer almaz. Fakat Kur’an’daki “âyet”, “beyyine” ve “burhan” sözcüklerinin bazen “mucize” ile kastettiğimiz anlama yakın manada kullanıldığı kabul edilmektedir. Benzer şekilde hadislerde de bu anlama gelmek üzere genellikle “âyet” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. (4)
Mucize, sözlükte “bir şeye güç yetirememek” anlamındaki “acz” kökünden türeyen “mûciz” kelimesinin isim şeklidir. Terim olarak ise Peygamber olduğunu ileri süren kişinin elinde doğruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan hârikulâde olay olarak tanımlanmaktadır. (5) Kur’ân’da mucize yerine kullanılan işaret ve belge anlamındaki ayet Allah’a işaret eden, O’na götüren belgeler anlamında hem Kur’ân’ın cümleleri için hem de hârikulâde olsun –veya- olmasın her çeşit tabiat olayı için kullanılır. (6)
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Fîrûzâbâdi, el-Kâmûsu’l-Muhît, Daru’l-Cil, Mısır, 1952, II/188; Fikret Karaman, Dinî Kavramlar Sözlüğü, ed. İsmail Karagöz, 3. baskı, Ankara, 2007, s. 455; Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “Mucize”, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58051161b7d236.2 8272585
2) Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fi Usûli’d-Dîn, Çev: Bekir Topaloğlu, İstanbul, 1978, s. 111.
3) Manabu Waida, “Miracles: An Overview”, The Encyclopedia of Religion, ed. Mircea Eliade, Macmillan Pub. Company, New York, 1987, IX/542.
4) Osman Karadeniz,İlim ve Din Açısından Mucize, İstanbul, 1999, s. 28-31.
5) Halil İbrahim Bulut, “Mucize”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2005, XXX/350.
6) Hikmet Zeyveli, “Kuran ve Kuran-Dışı İslamî Rivayetlerde Mucize”, Din Dilinde Mucize, Kuramer, İstanbul, 2015, s. 109.
~~~ * ~~~
Kelamcılar, peygamberlerin nübüvvetlerini ispat sadedinde Allah tarafından yaratılan ve kendi elleriyle gerçekleşen hârikulâde olayları gerek mucize olarak tanımlarken gerekse bu mucizeleri akli, hissi vb. birtakım tasniflere tabi tutarken bunu vahyin indiği dönemden en az birkaç asır sonra yapmışlardır. Üstelik kelamcıların tanımı yegane mucize tanımı değildir. Zira günlük hayatta kelime ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir hastanın iyileşmesinden veya kilometrelerce yükseklikteki bir uçaktan düşen yolcunun ölümden kurtulmasına kadar bildiğimiz, alışık olduğumuz doğa kanunlarıyla açıkça çelişen bir şekilde kullanılmaktadır. Mucizeyi şöyle de tanımlamak mümkündür: “Olağandışı türden olan, bir Tanrı tarafından meydana getirilen ve dini değere sahip bir olaydır.” (1) Bu tanımdan hareketle Kur’ân’ı Kerim’deki anlatılan Peygamberlerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü halleri mucize olarak isimlendirilebilir.
Kur’ân’ı Kerim’in indiği ortamda müşriklerin aksine, Hz. Peygamber ve sahabilerin yoğun bir şekilde mucize vb. olağanüstü hadiselerle ilgilenmesi gibi bir durum da söz konusu olmamıştır. Müşriklerin Hz. Peygamber’i ve getirdiği vahyi kabul etmemek adına, ayet kelimesiyle ifadesini bulan mucize taleplerine de Rabbimizin olumsuz yanıt verdiği de bilinen hususlardır. Acaba bu olağanüstü istekleri reddeden ayetler, Hz. Peygamber’in olağanüstü haller yaşadığı algısına bir reddiye ve bu hususu doğrudan ilgilendiren ifadeler midir? Müşriklerin mucize isteklerine karşı Rabbimizin “Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” (2) sözü, aynı şekilde Hz. Peygamber’in “ "Bana mucize olarak verilen ise ancak Allah'ın bana vahyettiğidir/ Kur'an'dır." (3) hadisi, onun başka herhangi bir olağanüstü hali yani mucizeyi yaşamadığı anlamına gelir mi? Son Peygamber Hz. Muhammed’in müşrik muhataplarının kelamcıların klasik anlamda nübüvvetini ispat amacıyla talep ettikleri mucizelerin onlara verilmediği ve verilmeyeceği Kur’ân’da kesin bir dille ifade edilmiştir. (4) Nübüvveti ispat sadedinde Hz. Peygamber’e mucize olarak sadece Kur’ân’ın verilmesi farklı görüşlere rağmen kabul edilebilecek bir düşüncedir. Bütün bunlara rağmen, Kur’ân-ı Kerim’deki önceki peygamberlere verilen ve kelamcıların tarifine de uygun olan veya olmayan mucizelerin/olağanüstü hallerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı genelde sahih hadis kaynaklarında yer alan hârikulâde olayların hiç olmadığı gibi yaklaşım doğru olmamalıdır. Zira her şeyden önce kelamcıların ortaya koyduğu bir tanımdan hareketle bu tanıma Peygamber mucizelerinin veya Hz. Muhammed’in yaşadığı bireysel olağanüstü olayların sokulması bir çelişkidir. Bir başka ifadeyle Kur’ân’dan alınmayan ve bu sebeple Rabbimizin olumsuz yargı belirtmediği bir ifadeden hareketle, Kur’ân’da anlatılan Peygamber mucizelerinin reddi doğru olmamalıdır. Bu noktada ancak Kur’ân’da reddedilen müşriklerin mucize istekleriyle Hz. Peygamber’in yaşadığı bireysel olağanüstü hallerin farklı olduğu kanaatimizce kabul edilebilir bir anlayıştır. Bu anlamda gerek İsra suresinin ilk ayetinde yerine bulan İsra olayı, gerekse bazı sahih hadislerde yer alan olağanüstü hadiseler mümkün olabilecektir.
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Richard Swinburne, The Concept of Miracle, Macmillian pub., New York, 1989, s. 1; Abdullah Kartal, “Mucizelere İnanmanın Rasyonelliği Üzerine”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 33, Ocak-Haziran, 2015, s. 59.
2) Ankebut, 29/50-51.
3) Buhârî, Fedailu’l-Kur’an,1, İ'tisâm, 1; Müslim, İman, 239.
4) Zeyveli, s. 126.
~~~ * ~~~
Haddi zatında Hz. Peygamber’e, hiçbir hissi mucize verilmediğinin Kur’ân’da açıkça belirtildiğini düşünen Hikmet Zeyveli de Müşriklerin mucize isteklerine karşı Rabbimizin “Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” sözünden “Kur’ân mucize olarak yetmiyor mu?” anlamının çıkmayacağını, ayetin devamından hareketle “rahmet ve uyarı olarak Kur’ân yetmiyor mu?” şeklinde anlamanın bağlama daha uygun olduğunu düşünmektedir. (1) Dolayısıyla Hz. Peygamber’e mucize verilmediği ile ilgili ayetlerin manaya delaletiyle ilgili farklı düşünceler olduğu göz önünde tutulmalıdır. Ayetlerde ifade edilen ve önceki ümmetlerin helakine sebep olacak tarzda peygamberliğin ispatı şeklinde gördüğümüz ayet/ayat’ın ya da kelamcıların ifadesiyle hissi mucizelerin Hz. Peygamber’e verilmediğini söyleyebiliriz; ancak bu, onun Allah ile kendi arasında birtakım olağan üstü durumları yaşamadığı anlamına gelmez. Nitekim hâriku’t-tabîa anlamında mucizelerin aklen mümkün olduğu, Allah Teala’nın tarihe de, tabiata da müdahale ettiği kabul edilmektedir. (2)
Mucizelerin mümkün oluşu felsefe ve mantık açısından da ispat edilmeye çalışılmıştır. Buna göre tabiat kanunları zamanla yeni bilgi ve bulgularla değişmektedir. Yine mantıki önermelerle tabiat kanunlarının mucizelere imkân vereceği hususu da açıklanmaktadır. (3) Doğa kanunlarının evrensel ve istatistiksel şeklinde ikiye ayrıldığı ve istatistiksel kanunların, doğa kanunlarının belirli bir durumda neyin büyük olasılıkla meydana gelmesi şeklinde tanımlandığı, hatta kuantum fiziğiyle beraber doğa kanunlarının büyük oranda evrensel değil de istatistiksel olduğunun kabul edildiği ifade edilmektedir. (4) Yine mucizeyi doğa kanunun ihlali olarak değil de bir çakışma olarak kabul edenler bulunmaktadır. (5) Üstelik mucizeyi, doğa kanunun ihlali olarak gören felsefecilerin tamamı böyle bir ihlali imkânsız görmemektedir. (6) Bilinen doğa kanunlarının ihlali anlamında bir olay meydana geldiğinde ya olayın anlatıldığı gibi olduğunu kabul edip ilgili doğa kanununu reddetmek veya kanunu doğrulayıp aktarılan olayı inkar etmek gibi bir mecburiyet altında değiliz.
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Zeyveli, s. 110, 128.
2) Zeyveli, s. 128.
3) Muhittin Bahçeci, “Mucizenin İmkanı ve Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, Kayseri, 1983, s. 167-177.
4) Kartal, s. 60-61.
5) Kartal, s. 63-68.
6) Kartal, s. 68.
~~~ * ~~~
Eğer aykırı olayın tekrar edilebilirliği ispatlanırsa ilgili doğa kanunu elbette geçersiz olur ve terk edilir. Ama bu gösterilemiyorsa hem kanunu hem onu ihlal eden istisnasını kabul edebiliriz. Böyle yapmak ne bilimin işlevini kaybetmesine ne de bilimsel tutumun keyfiliğine sebep olur. Zira aykırı olay tekrar edilemediği sürece alternatif bir doğa kanunu inşa etmek için sağlam bir zemin bulunmayacak ve mevcut kanun geçerliliğini koruyacaktır. (1)
Bütün bu açıklamalardan hareketle mucizenin tabiat kanununun ihlali olup olmaması ve rasyonelliği ile ilgili birçok izah tarzının bulunduğunu söyleyebiliriz. Yani ortada tek bir mucize tanımı ve mucizelerin tabiat kanununu kesinlikle ihlal ettiği şeklinde herkes tarafından kabul edilen ortak bir bilgi söz konusu değildir.
Burada bizim bildirimizde özellikle üzerinde duracağımız husus, gerek peygamberlerin yaşadığı mucizeler gerekse Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü tecrübeler Kur’ân-ı Kerim’de ifade edilen ve değişiklik olmayacağı vurgulanan sünnetullâh ile çelişir mi? Sünnetullâh, tabiat kanunları ile eş değer bir kelime midir? Cenabı Hak, koyduğu tabiat kanunlarında bir kırılma yani olağanüstü bir durum yaratır mı?
Sünnetullâh Kavramı
“Sünnet” kelimesi Kur’ân’da tekil formuyla, çeşitli terkiplerde yer almak suretiyle on dört kere kullanılmış; iki yerde de çoğul formuyla geçmiştir. Bunlardan sadece sekizi “sünnetullâh” şeklinde iken, diğerleri “sünnetüna”, “sünnetü men…” ve “sünnetu’l-evvelin” gibi isim tamlamalarında yer almaktadır. Bütün bu örnekler incelendiğinde Kur’ân’ın “sünnet” kelimesini tek bir anlama hasretmediğinin, yani kelimeyi kavramsal bir çerçevede değil, sözlük anlamıyla kullandığının en yalın göstergesidir. (2)
Sünnet kelimesinde olduğu gibi sünnetullâh kelimesinde de tam bir anlam birliği görülmemektedir. Kur’ân’ı Kerim’in beş ayetinde, sekiz defa geçen “sünnetullâh” ifadesinin önceki ve sonraki ayetlerle anlamı göz önüne alındığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Hz. Peygamber’in şahsıyla alakalı Hz. Zeynep’le evliliğiyle ilgili hükümden bahseden ayetlerde bu hususun sadece Hz. Peygamber’e ait olmayıp peygamberlerin şahıslarıyla alakalı öteden beri süre gelen bir kanun ve nikah ile diğer konularda geçmiş peygamberler hakkında Allah’ın koyduğu sünneti/kanun veya hükmü (3) ; münafıkların akıbetleriyle ilgili Allah’ın hükmü veya kanunu (4) ; peygamberlerini yalanlayanların azaba uğrayacağı ile ilgili Allah’ın adeti, kanunu veya cezalandırması (5) ;
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Kartal, s. 75-76.
2) Ömer Özsoy, Sünnetullâh Bir Kuran İfadesinin Kavramlaşması, 3. baskı, Ankara, 2015, s. 48.
3) Ahzab, 33/38.
4) Ahzab, 33/62.
5) Fatır, 35/43.
~~~ * ~~~
inanmayanların azabı gördüklerinde iman etmelerinin kendilerine fayda vermeyeceğine dair süre gelen Allah’ın hükmü, kanunu ve adeti (1) ve kafirlerin peygamberlere karşı savaş açtığında onların başaramayacağı ve Allah’ın peygamberlerini galip getireceğine dair Allah’ın hükmü ve adeti. (2) Söz konusu ayetlerde geçen “sünnetullâh” ın hepsinin de kafirlerin akıbetleriyle ilgili tehdit ve uyarı, diğer yandan müminleri tebşir ve teselli nitelikli olduğu, Allah’ın ilahi ilkeli tutumunun asla değişmeyeceği, tabiat yani fizik kanunları değil, aksine dini içerikli insanın bireysel ya da sosyal hayatıyla ilgili ilahi prensipleri ifade ettiği açıkça görülmektedir. (3) Bazı araştırmacıların da Kur’ân-ı Kerim’deki “sünnetullâh” ifadesiyle kastedilenin tabiat kanunları olmadığını ifade ettiklerini görmekteyiz. (4) Söz konusu ifadeyi tabiat kanunları anlamında kullananları göz ardı etmemek adına olacak ki “Mucize” maddesi yazarı İlyas Çelebi ise “Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında bir Kur’ân terimi” olarak tarif etmektedir. (5)
Aslında klasik İslam tarihi kaynakları müellifleri de eserlerinde genel olarak ne sünnetullâh tabirine yer vermişler ne de bazı olaylardan hareketle bir kanun ortaya koymuşlardır. (6) Yani tarihçilerimiz bu konularda rivayetleri olduğu gibi aktarırken, söz konusu olayların sünnetullâha veya tabiat kanunlarına aykırılığı gibi bir düşünceye kapılmamışlardır.
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Mümin, 40/85.
2) Fetih, 48/23. Bütün bu ayetlerle ilgili açıklamalar için bkz. Mustafa Akçay, “‘Sünnetullâh, Fıtratullah, Sıbgatullah’ Kavramlarının Anlamlandırılışı Üzerine”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 17, Sakarya, 2008, s. 133-139; Nuri Tok, Kuran’da Sünnetullâh ve Helak Edilen Kavimler, Samsun, 1998, s. 28-29; Şemsettin Karcı, Fert ve Toplum Açısından Kuran’da Sünnetullâh, 2. Baskı, İstanbul, 2016, s. 24-25. Sünnet, Sünnetullâh vb. ile ilgili açıklamalar için bkz. Rosalind W. Gwynne, “İhmal Edilmiş Sünnet: Sünnetullâh (Allah’ın Sünneti), İslami Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı, 1994, s. 22-25.
3) Akçay, s. 139.
4) Özsoy, s. 51, 54; Tok, s. 29; Muhit Mert, “Sünnetullâh’ın Bir Tezahürü Olarak Kuran”, İslami İlimler Dergisi I. Kuran Sempozyumu, İslami İlimler Dergisi Yayınları, 2007, s. 171.
5) İlyas Çelebi, “Sünnetullâh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2010, XXXIIX/159. İbrahim Sarmış da “Yüce Allah, evreni yaratmış ve işleyişini yasalara, yani düzene bağlamıştır. Bunlar toplumsal olayların bağlı olarak gerçekleştiği sünnetullâh/sosyal yasalar ve fiziksel olayların bağlı olarak gerçekleştiği tabiat yasalarıdır. Her şey bu yasalara göre işlemekte ve olaylar bu çerçevede meydana gelmektedir… Bu yasaları koyan ve uygulayan Yüce Allah kendisi olduğundan deistlerin iddia ettiği gibi evrenin işleyişini otomatiğe bağlayıp bir kenara çekilmiş veya emekliye ayrılmış değildir. Çünkü bu yasaların mahkumu değil, hakimi ve uygulayıcısıdır. Ateşin tabiatı/yasası yakmak iken Hz. İbrahim’i yakmaması, suyun tabiatı/yasası boğmak iken Hz. Musa’yı ve beraberindeki müminleri boğmaması gibi mucize olaylarında gördüğümüz şekilde dilediği zaman bu yasalara müdahale ederek geçersiz kılmaktadır.” diyerek sünnetullâhı sosyal yasalar olarak ifade etmekte ancak sosyal yasalara da tabiat kanunlarına da gerektiğinde Allah tarafından müdahale edilebileceğini ifade etmektedir. İbrahim Sarmış, Kuran’da Kader Takdirin Anlamı ve Sünnetullâh, İstanbul, 2014, s. 66.
6) Gülizar Arıkan, İslam Tarih Yazıcılığında Metodoloji Problemi (571-632), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2003, s. 142-143.
~~~ * ~~~
Sünnetullâh teriminin tarihi serüveninin izini sürmeye çalışan Ömer Özsoy, hicri III. yüzyılda felsefi tartışmaların Müslüman çevreye sirayetiyle birlikte adet kelimesinin fiziksel kanunlar olarak açıklanmaya başlandığını, Gazali ve sonrası bir dönemde adetullah ifadesinin tam anlamıyla sünnetullâh ile eş anlamlı olarak kullanıldığını, XIX. yüzyılın sonlarına doğru ise, Müslümanların pozitivizimle tanışmasıyla kelimenin yeniden güncellik kazanarak evrenin bir takım kanunlara göre işlediği fikrinin Kur’ân’a aykırı olmadığı, aksine Kur’ân’ın evreni düzenli bir yapı olarak takdim ettiği gibi söylemlerin ön plana çıkarıldığını, bu dönemde değişmezliği vurgulanan bir kanuniyetten söz eden bu terimin tabiat kanunları olarak yeniden kavramlaştırıldığını ifade etmektedir. (1)
Bütün bu izahlardan rahatlıkla anlaşılacağı üzere Kur’ân’da geçen sünnetullâh ifadesi ile tabiat kanunlarını eş değer görmek doğru bir algı olmayacaktır. Üstelik söz konusu ifadenin bireysel veya sosyolojik anlamı üzerinde duran araştırmacıların yanı sıra sünnetullâh ifadesinin tarih veya helak yasaları anlamında sosyal yasa olduğu anlayışı da eleştirilmekte ve şöyle söylenilmektedir: “Kanaatimizce de sünnetullâha tabiat yasası anlamını vermek uygun düşmemektedir. Ancak tarih yasaları anlamı da büyük bir genellemedir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi sünnetullâh sadece helak ile ilgilidir, dolayısıyla buna helak yasası denilebilir. Bunun haricinde Kur’ân tarihin işleyişi ile ilgili bize herhangi bir bilgi vermemektedir… Hatta buradan bu tür yasaların olmadığı şeklinde bir yorum yapmak da kesin yanlış olarak değerlendirilemez. Kur’ân-ı Kerim ilahi mesaj karşısında Müslümanları ve kafirleri anlatırken, inkar edenlerle ilgili özel bir durumdan yani helakten bahsetmektedir. Esas amaç bir tarihsel yasayı vurgulamaktan öte, inançsızlığın ve inadın toplumu sürükleyeceği sonu haber vermek ve insanları doğru yola girmek konusunda düşündürmektir.” (2) Vecdi Bilgin’in ilgili makalesi ve bu ifadeleri Kur’ân’ı Kerim’de geçen sünnetullâh ifadelerinden genel geçer sosyolojik bir yasa çıkarmanın da doğru olmadığını anlatmaktadır. Dolayısıyla söz konusu Kur’ânî ifade, her ne kadar bir değişiklik olmadığına dair açıklamalarla birlikte zikredilse de bırakın tabiat kanunlarını ifade etmeyi, bu ifadenin sosyolojik bir yasa anlamına gelip gelmediğinin bile tartışma konusu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Kur’ân’ı Kerim’de geçen ve değişmez olduğu söylenilen sünnetullâh ile tabiat kanunları arasında herhangi bir ilişki yoktur ve bu ilişkiden hareketle Allah Teala’nın tabiat kanunlarını değiştirmeyeceği ve ihlal etmeyeceği, dolayısıyla mucize ve olağanüstü hallerin olmadığı ve tevili gibi bir durum söz konusu değildir.
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Özsoy, s. 51-51.
2) Vecdi Bilgin, “Kuran’dan Sosyolojik İlkeler Çıkarmanın İmkanı –Sünnetullâh Kavramı Çerçevesinde Bir Eleştiri-, Eskiyeni Dergisi, Sayı: 22, 2011, s. 41-42.
~~~ * ~~~
Bizim burada özellikle vurgulamak istediğimiz bir diğer husus ise mucizelerin, tabiat kanunlarının ihlali olduğunu kabul etsek bile, Allah Teala’nın kitaplar ve peygamberler göndermek suretiyle tabiatta bir kırılma yarattığını kabul etmemiz aslında Allah tarafından tabiat kanununun ihlal edildiğini söylememiz anlamına geldiğidir. Çünkü ilahi kitap göndermek ve insanlar arasından bir elçi seçip ona melekle veya doğrudan vahyetmek, aynı sebeplerin aynı sonuçlar doğurduğu tabiat kanunlarına müdahale etmek (1) ve onları ihlal etmek anlamına gelmektedir. Bu tamamen metafizik bir olay ve metafizik olaylar fiziki kanunlarla açıklanamaz, ihlal etme veya değiştirme şeklinde algılanamaz gibi bir itiraz yersizdir. Zira vahiy, melek… benzeri metafizik olaylar burada fiziki alanı ilgilendiren sonuçlara sebep olmakta, aynı şekilde mucizelerde de benzeri bir durum söz konusu olmaktadır. Kısaca, Allah Teala vahiyle, melekle, peygamberle fiziki alana, tabiata ve tabiat kanunlarına müdahale ediyorsa ve bu, tabiat kanunlarını ihlal anlamına geliyorsa, bir defa yaptığını sonradan mucizeler yoluyla da yapabilir. Kaldı ki “Allah Teala her an bir yaratma halindedir.” (2) “Bu mânada âyet, ‘Tanrı yarattıktan sonra vahyetmek, ihtiyaçları karşılamak gibi şeylerle ilgilenmemiştir.’ diyen deist felsefeyi de reddetmektedir. Bu âyet, tabiat olaylarından Tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde Allah Teâlâ’nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte O’nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır.” (3)
Mucizelerin Tabiat Kanunlarına Uydurulma Algısının Bazı Sebepleri
Kur’ân-ı Kerim’deki peygamber mucizeleri ve sahih hadis kitaplarında yer alan Hz. Peygamber’in hayatında görülen olağanüstü haller sebebiyle tarihte genel olarak mucizeleri reddetme görülmemektedir. Hatta aksine gün geçtikçe özellikle Hz. Muhammed’e nispet edilen mucize sayısı artmış, bir önceki kaynağa göre bir sonraki kaynakta mucizelerin katlanıldığı görülmüştür. Nitekim Hz. Peygamber’in doğumuyla ilişkilendirilen olağanüstü hallerle ilgili Mehmet Özdemir, İbn İshak’ın (151/768) eserinde bir, İbn Sa‘d’da (230/844) beş, Şami’nin (942/1535) eserinde ise yirmi kadar olağanüstü olay içeren rivayet bulunduğunu tespit etmiştir. (4) Özdemir’e göre irhasat ve tebşirat nevinden bu rivayetlerin artmasının sebebi, birinci olarak Kur'an'da kısmen kapalı kalan kitap ehlinin Hz. Peygamber hakkındaki bilgilerinin daha müşahhas hale getirilmesi ihtiyacı, ikinci olarak ise Müslümanların yeni fethedilen coğrafyalarda bilhassa Hristiyanlar ve Yahudilerle yaptıkları dini tartışmalarda ilk günden itibaren hep Hz. Muhammed'in geleceğinin kendi kitaplarında haber verilmediği ve ayrıca onun peygamberliğini teyit eden hissi/maddi mucizelerden mahrum bulunduğu itirazıyla karşılaşmalarıdır. Bunlardan dolayı zamanla Hz. Peygamber’in vahiy öncesi hayatını da kapsayacak şekilde tebşirat ve irhasat nevinden pek çok haber ortaya çıkmıştır.
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Nedensellik tartışmaları için bkz. Yaşar Türkben, “Gazâlî’nin Sebeplilik Düşüncesi Üzerine Yapılan Tartışmalar”, Makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2, Güz 2009, s. 41-53.
2) Rahman, 55/29.
3) Hayrettin Karaman vd., Kuran Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2008, V/207.
4) Mehmet Özdemir, “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b. Abdillah”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed, Ankara, 2007, s. 123-124.
~~~ * ~~~
Sözü edilen irhasat ve tebşirat rivayetleri, bir ihtiyaca cevap vermek üzere vücut bulduktan ve kitabiyata intikal ettikten sonra özellikle halk arasında büyük bir etki meydana getirmiş, getirmeye de devam etmektedir. (1) Genel olarak Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve saygı, özellikle onun vefatından sonra farklı bir şekle bürünmüş ve gün geçtikçe artan hasretle yanıp tutuşan zihinlerdeki Peygamber tasavvuru değişmeye başlamıştır. Özellikle sahâbe dönemi sonrası, Hz. Peygamber’i göremeyenlerde, gerek Hristiyan ve Yahudî mühtedîler ve zimmîlerin sahip oldukları peygamber tasavvurlarının gerekse İran ve Hint kültüründeki mitolojik ve mistik anlayışların etkisiyle, gittikçe efsaneleştirilen, beşer üstü bir hüviyete büründürülen bir peygamber anlayışı gelişmeye başlamıştı. (2) Hz. Peygamber’in olağanüstü tecrübeleri konusunda, onun diğer peygamberlerden üstün olması, önceki peygamberlerin mucizelerinin her birini hatta daha fazlasını Allah Rasûlü’nün de göstermesi ve belki de böylece ehl-i kitaba ve insanlığa karşı Hz. Muhammed’in nübüvvetinin ispat edilmesi bu tip rivâyetlerin doğuşunda diğer bir sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. Herhangi bir şartla kayıtlamaksınız Hz. Peygamber’in doğruluğunu kanıtlayan ve nübüvvetini ispat eden her çeşit delil anlamında Delâilü’n-Nübüvve, onun peygamberliğinin alametleri manasına A‘lâmü’n-Nübüvve, Allah Teâlâ’nın diğer insanlardan ayrı olarak sadece Hz. Peygamber’e lütfettiği bir takım özellikler ve üstünlükleri tanımıyla Hasâisü’n-Nebî ve Fedâilü’n-Nebî, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin gerçek olduğunun tanıkları demek olan Şevâhidü’-Nübüvve vb. ilim dallarının (3) ortaya çıkışında hep bu anlayış hakim olmuştur. Söz konusu ilim dallarında yazılmış eserlere ve mesela Kastallânî’nin “Hak Teâlâ’nın Rasûlullah Hazretlerine Mahsus Kılıp, Onlar ile Sair Enbiyâ Üzerine Teşrif Ettiği Âyât ve Kerâmât Hakkındadır” başlığına (4) ve İbn Kesîr’in “Hz. Peygamber’in Kendinden Önceki Peygamberlerin Mucizelelerine Benzeyen Mucizeleri” başlığına (5) malzeme olması açısından maalesef bu tip rivâyetler uydurulmuş gibidir. “Süyûtî (911/1505) ve Ebu’l-Hasen el-Eş’ârî’den (324/936) nakledilen ‘Nebilere verilmiş olan her mucizenin benzeri veya ondan daha üstünü Peygamberimize de verilmiştir.’ (6)
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Özdemir, s. 132-134.
2) Bünyamin Erul, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammmed (SAV) –Özel Sayı-, Ankara, 2000, s. 34.
3) Erdinç Ahatlı, Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği, Ankara, 2007, s. 77-88.
4) El-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed (1122/1710), el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Şerh: Mahmud Abdülbaki, Çev: İhsan Uzungüngör, Semerkant Yay., İstanbul, 1972, s. 374.
5) İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Ömer ed-Dımeşkî (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk: Abdurrahman el-Lâdkî-Muhammed Beydûn, Beyrut, 1416/1996, VI/643.
6) İbn Arrâk Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (963/1556), Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ani’l-Ahbâri’şŞenî’ati’l-Mevzû’a, Thk: Abdüllatîf Abdülvehhâb-Abdullah Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981, I, 379; Kâdî Iyâz, Ebu’l-Fadl el-Yahsubî (543/1149), eş-Şifâ bi Tarîfi Hukûkı’l-Mustafâ (I-II), (Aliyyü’l-Kârî’nin Şerhu Şifâ’sı ile birlikte), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, trs., I/423.
~~~ * ~~~
sözü, Hz. Peygamber’le diğer peygamberlerin insanüstü mucizevî güç bakımından üstünlük yarışına sokulduğu anlayışını destekler mahiyettedir.” (1)
Yukarıdaki satırlardaki sebeplerle Hz. Peygamber ile ilgili birçok olağanüstü olayın uydurulması maalesef, her tez antitezini üretir sözünü ispat etmiş ve bu sefer Hz. Peygamber’in hiçbir olağanüstü olayı yaşamadığı, Kur’ân-ı Kerim’deki mucizelerin bile aslında tevil edilebilir olduğu anlayışını doğurmuştur. Dolayısıyla bazı insanlar bir uçtan öbür uca savrulmuşlar ve olayları tek tek değerlendirmek yerine ya tümden kabul ya tümden ret yolunu seçmişlerdir.
Genelde Kur’ânî mucizelerin özelde Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü olayların bilim ve tabiat kanunlarına aykırılığı sebebiyle kabul edilmemesi ve olayların rasyonel hale getirilmesinin bir sebebi de bazı Müslümanların Batı karşısında yaşadıkları kompleks olmalıdır. Zira bu fikirlerin ilk olarak seslendirildiği yer olan Hint kıtasındaki bazı alimler ve düşünürlerin, sebeplilik ilkesine vurgu yaparak sebep ve sıra dışı bir olayın imkânsızlığı üzerinde ısrarla durmalarında, o dönemde karşılaştıkları Batı bilim anlayışının tesiri olduğu şüphesizdir. (2)
Gerek bir çok mucize rivayetinin uydurulması gerekse mucize ve olağanüstü olayları bir kompleks ile aklileştirme ve bilimsel davranma hissiyatı ile Kur’ân’ı Kerim’deki mucizeler, hatta cin, şeytan vb. metafizik olgular, öte yandan Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü hallerle ilgili sahih rivayetler ya kabul edilmemiş ya da tevil edilmiştir. Bu da İslami algımızda bir yanlışa ve sapmaya yol açmış, zamanla deizme gidebilecek bir anlayışın ilk nüveleri böylece oluşmuştur.
Sonuç
Kur’ân-ı Kerim’deki mucizeler ile sahih rivayetlerde yer bulan Hz. Muhammed’in tecrübe ettiği olağanüstü olaylar son dönemlerde araştırmalara konu olan önemli bir konudur. Bu bağlamda mucizeler ile tabiat kanunları ilişkisi tartışılan bir husus olmuştur. Tabiat kanunları ile ayetlerde geçen sünnetullâh kavramını aynı kabul eden bazı düşünürler, sünnetullâhın değişmemesi ile ilgili ayeti kerimelerden yola çıkarak Allah Teala’nın yarattığı düzeni ve tabiat kanunlarının yine kendisi tarafından mucize vb. adlarla ihlal edilmesinin doğru olmadığı kanaatine sahip olmuşlardır. Bu sebeple Kur’ân’ı Kerim’deki mucize olarak kabul edilen olaylar aklîleştirilmiştir. Bu arada Hz. Peygamber ile ilgili anlatılan olağanüstü olaylar ise daha çok hadis kaynaklarında geçtiği için doğrudan kabul edilmemiştir. Her ne kadar rivayetlerin farklılığı, ilk kaynaklarda geçmemesi vb. gerekçeler gündeme getirilse de aslında bu reddin temelinde tabiat kanunlarının ihlali ile sünnetullâhın değişmezliği yer almaktadır. Ancak gerek mucize tanımı ve sınıflandırılmasındaki farklılıklar gerekse sünnetullâhın tabiat kanunları olması bir yana sosyal ya da helak kanunu olması konusundaki çeşitli görüşler bile mucizelerin kabul edilmemesi konusunda çok sağlam temellere dayanılmadığını göstermektedir.
~~~ * ~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Bağcı, Musa, “Müslümanların Peygamber Tasavvuru”, http://www.musabagci.tr.gg/15.10.2016; Mithat Eser, “Hz. Peygamber’in Bir Bulut Tarafından Gölgelenmesine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi”, İslami Araştırmalar Dergisi, Sayı:XXII/1, Ankara, 2011, s. 50-51.
2) M. Sait Özervarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, İstanbul, 1998, s. 103.
~~~ * ~~~
Allah Teala’nın koyduğu kanunlara aykırı davranması ve tabiata müdahalesi gerekçesiyle mucizelerin kabul edilmemesi vahiy, kutsal kitap ve peygamber gerçeği ile de örtüşmemektedir. Zira yaratıcının insanlara melek göndererek veya farklı şekillerde vahyetmesi ve peygamberlerine kitaplar göndermesiyle tabiat kanunlarını ihlal etmiş olmaktadır. Eğer mucizeler, tabiat kanunlarını ihlal anlamına geliyorsa Allah Teala vahiy, kitap ve peygamberler ile tabiata müdahil olmakta ve tabiat düzeni değişmektedir. O zaman bu şekilde tabiata müdahale eden Allah’ın, peygamberler eliyle mucizelerle ya da sıkıntılı durumlarda onlara olağanüstü yardımlarıyla tabiata müdahalede bulunmasında bir gariplik görülmemelidir. Kaldı ki vahiy, kitap, peygamberlik ve mucizenin mahiyeti sonuçları fiziki alemde görülen ancak hakikatte metafizik olaylardır, denebilir.
Bilebildiğimiz kadarıyla tarihte çok da tartışmalara konu olmayan mucizelerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü olayların kabul edilmemesi konusu özellikle iki sebepten dolayı Müslümanların gündemine girmiştir. Bunlardan bir tanesi aşırı yüceltmeci bir anlayışla gerek diğer din mensuplarıyla Müslümanların tanışması ve onlarla kültürel etkileşime girmesi gerekse onların Peygamberleriyle Hz. Muhammed’i yarıştırma düşüncesi her yaptığı ve söylediği mucize bir peygamber algısını oluşturmuş, bu teze karşı anti bir tez olmak üzere Hz. Peygamber’in Kur’ân-ı Kerim dışında mucizesi ve yaşadığı olağanüstü bir halin olmadığı görüşüdür. Mucizelerin kabul edilmemesi veya rasyonel bir şekilde tevilinin ikinci sebebi ise özellikle Hint kıtasında gelişen ve Batı karşısındaki eziklikten kaynaklanan bir duyguyla İslam dinindeki bazı metafizik meselelerin bilimsel bir şekilde açıklanmaya çalışılmasıdır. Her ne sebeple olursa olsun temel kaynaklarımızda anlatılan mucize ve olağanüstü tecrübelerin reddedilmesi sadece bazı rivayetlerin kabul edilmemesi anlamına gelmemektedir. Bu algının yanlışlığı kadar, temel kaynaklara olan güveni tamamen sarsıcı bir mahiyet arz etmesi de İslami anlayışımızda yanlış bir algıya sebep olduğu söylenebilir.
Kaynakça
* Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği, Ankara, 2007.
* Akçay,Mustafa, “‘Sünnetullâh, Fıtratullah, Sıbgatullah’ Kavramlarının Anlamlandırılışı Üzerine”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 17, Sakarya, 2008.
* Arıkan, Gülizar, İslam Tarih Yazıcılığında Metodoloji Problemi (571-632), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2003.
* Bağcı, Musa, “Müslümanların Peygamber Tasavvuru”, http://www.musabagci.tr.gg/15.10.2016.
* Bahçeci, Muhittin, “Mucizenin İmkanı ve Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, Kayseri, 1983.
* Bilgin, Vecdi, “Kur’ân’dan Sosyolojik İlkeler Çıkarmanın İmkanı –Sünnetullâh Kavramı Çerçevesinde Bir Eleştiri-, Eskiyeni Dergisi, Sayı: 22, 2011.
* Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2005.
* Çelebi, İlyas, “Sünnetullâh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2010.
* Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammmed (SAV) –Özel Sayı-, Ankara, 2000.
* Eser, Mithat, “Hz. Peygamber’in Bir Bulut Tarafından Gölgelenmesine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi”, İslami Araştırmalar Dergisi, Sayı:XXII/1, Ankara, 2011.
* Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Daru’l-Cil, Mısır, 1952.
* Gwynne,Rosalind W., “İhmal Edilmiş Sünnet: Sünnetullâh (Allah’ın Sünneti), İslami Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı, 1994.
* İbn Arrâk Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (963/1556), Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ani’l-Ahbâri’ş-Şenî’ati’l-Mevzû’a, Thk: Abdüllatîf Abdülvehhâb-Abdullah Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981.
* İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Ömer ed-Dımeşkî (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk: Abdurrahman el-Lâdkî-Muhammed Beydûn, Beyrut, 1416/1996.
* Kâdî Iyâz, Ebu’l-Fadl el-Yahsubî (543/1149), eş-Şifâ bi Tarîfi Hukûkı’l-Mustafâ (I-II), (Aliyyü’l-Kârî’nin Şerhu Şifâ’sı ile birlikte), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, trs.
* Karcı, Şemsettin, Fert ve Toplum Açısından Kur’ân’da Sünnetullâh, 2. Baskı, İstanbul, 2016.
* Karadeniz, Osman, İlim ve Din Açısından Mucize, Marifet Yayınları, İstanbul, 1999.
* Karaman, Hayrettin vd., Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2008.
* Karaman, Fikret, Dinî Kavramlar Sözlüğü, ed. İsmail Karagöz, 3. baskı, Ankara, 2007.
* Kartal, Abdullah, “Mucizelere İnanmanın Rasyonelliği Üzerine”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 33, Ocak-Haziran, 2015.
* El-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed (1122/1710), el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Şerh: Mahmud Abdülbaki, Çev: İhsan Uzungüngör, Semerkant Yay., İstanbul, 1972.
* Mert, Muhit, “Sünnetullâh’ın Bir Tezahürü Olarak Kur’ân”, İslami İlimler Dergisi I. Kur’ân Sempozyumu, İslami İlimler Dergisi Yayınları, 2007.
* Özdemir, Mehmet “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b. Abdillah”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed, Ankara, 2007.
* Özervarlı, M. Sait, Kelamda Yenilik Arayışları, İstanbul, 1998.
* Özsoy, Ömer, Sünnetullâh Bir Kur’ân İfadesinin Kavramlaşması, 3. baskı, Ankara, 2015. es-Sâbûnî, Nureddin, el-Bidâye fî Usûli’d-Dîn, Çev: Bekir Topaloğlu, İstanbul, 1978.
* Sarmış, İbrahim, Kur’ân’da Kader Takdirin Anlamı ve Sünnetullâh, İstanbul, 2014.
* Swinburne, Richard, The Concept of Miracle, Macmillian pub., New York, 1989.
* Tok, Nuri, Kur’ân’da Sünnetullâh ve Helak Edilen Kavimler, Samsun, 1998.
* Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “Mucize”, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option= com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58051161b7d236.28272585.
* Türkben, Yaşar, “Gazâlî’nin Sebeplilik Düşüncesi Üzerine Yapılan Tartışmalar”, Makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2, Güz 2009.
* Waida, Manabu “Miracles: An Overview”, The Encyclopedia of Religion, ed. Mircea Eliade, Macmillan Pub. Company, New York, 1987.
* Zeyveli, Hikmet, “Kur’ân ve Kur’ân-Dışı İslamî Rivayetlerde Mucize”, Din Dilinde Mucize, Kuramer, İstanbul, 2015.