ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 652 - 662
DÜNYA ve AHİRET DENGESİ
“Müslüman Toplumlarda
Dünyevileşme” Üzerine
Paradigmal Bir Okuma:
Aidiyet ve Mensubiyet Kodlarının Değişimi
Fatma ÇAKMAK (1)
Dünyevileşme kavramı, modernleşme süreçlerinin bir sonucu olarak toplumsal hayatın çeşitli açılardan değişimini ve dönüşümünü ifade etmektedir. Modernleşmeyi bir tür zorunlu değişim etüdü olarak tecrübe etmek zorunda kalan toplumlar açısından, dünyevileşme süreci sosyal dokuları derinden sarsan bir takım paradigmal dönüşümler hatta kopuşlarla birlikte kendisini hissettirmektedir. Gündelik hayatın ve bu hayatın içinde temellendiği bilincin, geleneksel ve dini değerler bağlamında inşa edildiği toplumsal yapılarda; sıkı rasyonelleştirme süreçleri, kutsallığın değerler hiyerarşisindeki itibarına yönelik müdahaleler, dini hassasiyetlerin vicdani imgelere eklemlenmesi ve ideolojik kaygılar eşliğinde yürürlüğe giren dini söylemlerin yaygınlaşması ile birlikte aidiyet ve mensubiyet kodlarının belirlendiği genel paradigmaların da değişime uğradığı bir gerçektir. Bu değişim süreci ile birlikte bireysel ve toplumsal hafızada meydana gelen kırılmalar bir tür bilinç yarılması olarak gündelik ve pratik olana etki etmekte ve görünür hale gelmektedir. Söz konusu yarılmanın geleneksel dünya tasavvuru ile modern dünya tasavvuru arasında bıraktığı Müslüman toplumlarda dünyevileşme olgusu da klasik bağlamlarda seyreden literal düzlemden farklı olarak kendine özgü bir takım tecrübe ve biçimler üretmektedir.
Bu bildiride, İslami bir dünya tasavvuru ve Müslümanca bir yaşam deneyimine ilişkin temel kodlar çerçevesinde şekillenmiş olan toplumsal yapılardaki dünyevileşme olgusunun, bir takım paradigmal sarsıntılar ve değişimler ekseninde geliştiği düşüncesi ele alınmaya çalışılacaktır. Bu çerçevede İslam’ın geleneksel dünya tasavvuru ile modernliğin ürettiği dünya tasavvuru arasında gelişen yeni dünyevileşme biçimlerinin bağlamsal olarak analiz edilmesi ve eleştirel bir okuma ile ele alınması planlanmaktadır. Yeni zamanların ruhuna eklemlenme çabalarının ortaya koyduğu görünümlere ilişkin yaklaşımlarda baş gösteren ve mevcut olan içerisindeki geleneksel ve dinsel motifleri keşfeden bir tavırdan ziyade dinsel söylemlerin modern durumlarla baş edebilme konusunda geçirdiği dönüşümlerin nasıl biçimlendiğinin de paradigmal olarak tahlil edilmeye çalışılması bu tebliğin amaçladığı esas tavırdır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) Yrd.Doç.Dr. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
~~~~ * ~~~~
1. Kavramsal Analiz: Dünyevileşme ve Sekülerleşme İfadelerinin Ana Güzergâhı
Kullanım geleneğimizde “dünyevileşme” olarak yaygınlık kazanmış olan sekülerleşme tartışmaları ilk etapta Batı ve özellikle Hıristiyan toplumlarda ortaya çıkmış olmasına rağmen sonraki süreçte Batı dışı toplumlardaki bir takım din-birey-toplum ilişkilerinde ortaya çıkan durumların tartışılmasında esas kavramlardan biri olma niteliği kazanmıştır. Zira küreselleşme ve küreselleşmeyle birlikte dâhil olduğumuz, edildiğimiz bu hız ve iletişim çağında sekülerleşmenin de hem coğrafi olarak hem de zihinsel etkileşim bağlamında kendi ortaya çıkış sınırları içerisinde kalması mümkün olamazdı. Burada isabetli bir tartışma yapabilmek ve eğer mevcutsa zihinlerdeki kavram karmaşasına nispeten net bir güzergâh açabilmek için öncelikle dünyevileşme/sekülerleşme ifadelerine ilişkin kavramsal bir izahı etimolojik diyebileceğimiz bir çerçeve içerisinde kısaca sunmak istiyorum.
Bizdeki yaygın kullanımlarından biri dünyevileşme olan sekülerleşme kavramı; zaman ve mekâna göre tasnif olunan bir anlam içeriğine sahiptir, öyle ki zamana ve mekâna yönelik yaptığı çağrışımlar onun etimolojik niteliğinden ileri gelmektedir. “Sacculum” köküyle Latince’den gelen seküler kelimesi zamansal çağrışım itibariyle hal-i hazırda olanı, mekânsal çağrışım olarak ise dünyaya dair, dünyevi olanı ifade etmektedir. Yani kavram “şimdiye ait olanı” “mevcut dünyaya ilişkin olanı” vurgulayan felsefi bir koda sahiptir. Sekülerleşme bilincini temsil eden dünyevileşme kavramı; asri, çağdaş, modern, laik gibi bir takım kavramlarla ortak bir güzergâhtan gelen ya da en azından yakın bir güzergâhı takip ederek kuvvetlendiren bir bağlama dayanmaktadır.
Dünyevileşme kavramı seküler mantığı temsili açsından ilk olarak tarihteki din savaşlarının hemen akabinde kilise arazilerinin devlet kontrolüne alınması ve buna karşılık olarak sivil hukuk ve kilise hukuku arasında bir ayrım yapma amacıyla kullanılmıştır. Kavram daha sonra Batı’da Rönesans, Reform, Aydınlanma düşüncesinin hâkimiyeti ve modernleşme ile gelişen süreçte bilincin kutsallıktan arındırılması, inancın zayıflaması, kutsal kubbenin ortadan kalkması, din konusunda tarafsız olmak, dünya ile barışma, dünyanın büyüsünün bozulması, din ve dünya arasındaki kesif ayrımlarla gelen kutsal ve profan farklılığı gibi bir takım anlamlar ekseninde kullanıla gelmiş ve ilgili literatürden bu bağlamları referans alan bir güzergâha oturmuştur (Attaş, 1995:41). Geneli Avrupa tandanslı olan bütün bu tanımlamalarda ortaya çıkan genel kontekstin dikkati bu dünyaya çekmeye yönelik bir algıyı diri tutmayı amaçladığını söylemek mümkün.
Kavram, dini olanı marjinalleştiren ve onu yeni olanın ruhuna aykırı gören bir perspektiften hareketle kendi entelektüel arka planını oluşturmaktadır. Şunu ifade etmek gerekir ki; dünyevileşme kavramı hem psikolojik açıdan hem de sosyolojik niteliği itibariyle ferdin ve toplumun hayatında dine ikinci, üçüncü adresler üzerinden biçimlenmiş bir anlam kazandırmaktadır. Dünyevileşme kavramı bağlamı itibariyle doğrudan inanç alanını çağrıştırdığından ve bu alanın içerisinde dolaşmaya ilişkin bir ilgi ve irtibatın boyutlarını ifade ettiğinden aslında bir toplumda dünyevileşme üzerine bir değerlendirme yapıldığında ya da dünyevileşmenin yaygınlığından söz edildiğinde sadece oransal bir etkiden değil mensubiyet ve aidiyetlere yönelik bir vurgudan da söz edildiği dikkatten kaçmamalıdır.
Dolayısıyla her toplumun bu süreçten etkilenme niteliği de birbirinden farklı olmaktadır. Fakat yine de menşei itibariyle ele alındığında genel anlamda Rönesansın, laikliğin, reformasyonun da seküler zihniyetin tedavüle girişinde temel rolü oynadığı anlaşılmaktadır. Bu rol, iki kavramın yani laiklik ve sekülerliğin birer dünya görüşü haline gelmesini sağlamış toplumsal/kamusal planda laiklik, bireysel planda dünyevilik etki ve uygulama alanı bulan iki önemli modern zaman kavramsallaştırması olarak tartışıla gelmiştir. Ancak bir yaklaşım olarak kutsal ve profan/dindışı çağrışımları de kendisinde barındıran dünyevileşmenin kavramsal güzergâhının da bu bağlamda sorunlu olduğunu söylemek gerekir. Nitekim ilahi dinlerde kutsal ve kutsallık kendi referans çerçevesi içerisinde algılanmayı ve etkin kılınmayı beklemektedir (Köse, 2002:98).
Bu bağlamda kutsalın algılanışı konusunda İslam’ın konuya bakışı, parçalı yaklaşımları dışarıda bırakan bütüncül bir tasavvura dayanmaktadır. İslam kutsal ve kutsal olmayan (dinî ve din dışı) arasında bir ayrım yapmamakta, onun bütün formlarını “tevhid” le yani bir ve birleştirici bir bakış açısı üzerine bina etmektedir (Nasr, 2009: 34). Nasr’a göre, hiçbir şey İslam’dan profan veya seküler mefhumu kadar uzak olamaz; çünkü İslam’da “Bir”, dünyevi tezahürlerin içine işlenmiş olup gelenek alanının dışında kalacak herhangi bir boşluk bırakmamıştır (Nasr, 2007: 84).
Yine de bugün dini olandan seküler olana doğru düz bir hatta ilerlendiği şeklindeki anlatının pek geçerli olmadığını ifade etmek mümkünse de bir eylemi ya da bir söylemi “dini” veya “seküler” yapanın ne olduğu konusunun bir tür dünyada yaşama sorunu olan “modernite” den bağımsız olmadığı da açıktır. Talal Asad, siyasi bir öğreti olarak dünyevileşme ile ontoloji ve epistemoloji olarak “modern bir büyülenme” biçimi olarak kavramsallaştırdığı dünyevileşme arasındaki farkın ve anlamın önemli olduğunu vurgular(Asad, 2007:29).
2. Toplumsal Doku ve Hâkim Paradigma: Türkiye’de Laiklik Pratikleri ve Dünyevileşme İlişkisi
Türkiye özelinde değerlendirildiğinde dünyevileşme olgusunu modernleşme pratiklerinden ve laiklik uygulamalarından bağımsız düşünmenin mümkün olmadığı açıktır. Tanzimat Dönemi ile başlayan modernleşme sürecinde, dışa taşmanın değiştirdiği toplumsal retorik ve kıymet hükümlerinin asli referans çerçevesinden derin bir ayrışmaya sürüklenmesi dini mobilitenin sosyal doğasını da doğrudan etkilemiştir. Dini alanın gelenekten beslenen ve aktarılan yönleri ile modern olanın sunduğu yeni anlayış ve öğeler bu iki etkiyi eş zamanlı olarak bünyesine dâhil etmek zorunda kalan toplumsal yapıyı ve zihniyet dünyalarını derin bir krizin eşiğine getirmiştir. Cumhuriyet’le birlikte Türk modernleşme literatürüne özgün biçimiyle dâhil olan laiklik bağlamında geleneksel yapı içsel bir dönüşüme mecbur bırakılmış bu bağlamda gerçekleştirilen ve gündelik hayatın manevi karakterini doğrudan etkileyen değişikliklerle derin paradigmal dönüşümler zorunlu bir süreç halinde toplumun önüne getirilmiştir.
Osmanlı modernleşmesi nispeten kendi kökleri üzerinde modernleşme serüvenini mümkün kılmak isteyen mimarlar eliyle yürütülmeye çalışılırken Cumhuriyet ideolojisi İslam unsurunu devre dışı bırakarak, başka bir deyişle İslam’ı ve Müslümanlığı paranteze alarak gerçekleştirilen bir modernleşme projesine dayanmıştır (Kara, 2010: 28). Bu bağlamda etkinlik kazanan Cumhuriyet’in dini kontrol etme motivasyonu, çoğu zaman İslam’ın gündelik uzamdaki içsel dinamikleriyle çatışarak yeni bir kimlik alanı oluşturmaya yönelik farklı eğilimler göstermiş bu süreçte geleneksel yapılarda önemli değişimler meydana getirmiştir. Dinselliğin birbirinden farklı formlarının yer yer parçalanmış bir anlam örgüsü içerisinde ele alındığı ve ülkenin tarihsel/kültürel evreni ile modern tasavvurun tüm geleneksel geçişler için netameli bir intibak alanı oluşturduğu Türk modernleşme tecrübesi yeni bir bilinç yarılmasının paradoksal işleyişinin de temelini teşkil etmektedir. Bu açıdan modernleşme eşiğinin sorunlu geçişleri aidiyetin temel çerçevesiyle mensubiyetin doğal içeriğini de düşünsel planda sarsmış hatta yer yer alt üst etmiştir.
Değişen ve dönüşen toplumlarda modernleşme sürecinde bireyin toplumsal bütünleşme sorunlarını çözen önemli bir mekanizma olarak dinin işlevselliği sosyolojik tartışmalarda klasik dönem din-toplum görüşlerinin aksine öne çıkmış önemli bir değerlendirmedir. Türkiye’nin tarihsel gerçekliği ve sosyal değişim pratiği göz önünde bulundurulduğunda durum dinin aleyhine gibi görünmekte ve çeşitli etkileri itibariyle de böyle de olmaktadır. Fakat bu süreçte algı dönüşümünün meydana getirdiği paradoksal etki dinin toplum gerçekliğinden tamamıyla koptuğunu söylemeye imkân verecek bir seyir izlememiştir. Ancak dini sosyolojinin temel söylemlerinden biri olan ve dinin toplumsal yapının bir arada tutucu unsuru olduğu şeklindeki görüşün modern zamanların ürettiği yeni seküler paradigmalar karşısında ne denli bir direnç gösterebildiğini toplumun güncel dinsel retoriği üzerinden ele almak gerekmektedir. Bu konuda, Türkiye özelindeki vurgunun, dinin ortadan kalkacağı kabulünden ziyade, hangi biçimlerde geri döndüğü/döneceği ve nelerle eklemlendiği/eklemleneceği noktasında derinleşmesi gerektiği de göz ardı edilmemelidir (Akşit & Şentürk vd., 2012: 33). Özellikle modern kent toplumunda ortaya çıkan temel sorunlardan birinin, geleneksel dinin toplumsal ve kültürel boyutta çekildiği alanları dolduracak yeni anlam kalıplarının üretilememesi olduğu söylenebilir (Çelik, 2006: 162).
Sekülerleşme ile dinin kurumsal ve toplumsal etkinliğinin bütünüyle yok olmaktan ziyade bu görünürlüklerin yapısında ve rolünde bir takım değişikliklerin olduğu sosyolojik olarak bilinen bir gerçektir. Dindarlığın bazı boyutlarında meydana gelen değişimlerin başka boyutlarda da kendisini hissettirmesi bu dönüşümün sonuçlarına ilişkin tespitlerdendir. Buna göre, İslam’ın sıradan insan için ne anlama geldiği tartışılırken, dini yaşayışın tipolojik görünümler içerisinde gündelik hayattaki etkililiğinde rolü olan toplumsal ve kültürel faktörlere bakmak kaçınılmazdır.
Modernliğin, toplumsal değişimin iç evrelerini ihmal eden bir hızda geliştiği zamanlarda din alanı gibi bireyin hayatına anlam katmakta fonksiyonel olan tüm değerler mevcut sürecin tahribatına uğramaktadır. Çünkü modernlik bir anlamıyla, gündelik hayatın pratiklerini ve ortak bilgiyi kapsayan kültürün de dönüşümüdür (Paker, 2003: 239). Dolayısıyla gündelik hayatını dizayn ederken, dinin belirlediği “değerler” dünyasına bağlı olarak ilgi ve algılarını temellendiren birey bu tahribatın etkisine maruz kaldığı oranda günlük hayatın pratiğine yansıyan gerilimlerle de karşı karşıya kalmaktadır. Genel olarak modernleşme ve İslam etkileşimini Türkiye özelinde ise bu iki olgu arasındaki sorunlu ilişkiyi değerlendirirken esas kırılma noktasının modernleşme pratikleri çerçevesinde yaygınlaştırılan “laikleşme” süreçleri olduğunun dile getiren görüş (1) gerilimlerin ana temasını da ortaya koymaktadır. Modernizmin gelişmesiyle yaşam biçimlerinin değişmesi ve bu biçimler arasında bireysel kimlik arayışlarının yeni temsil alanları bulması, toplumsal bir olgu olarak eş zamanlı ilerleyen süreçler olarak öne çıkmaktadır (Chaney, 1999).
Bu değişim sürecinin toplumsal alanlara yansıma biçimi, daha çok parçalı bir algının sosyal ilişkilerde etkin olduğunu göstermektedir. Geleneksel bilinçte sosyal yaşam daha çok dinle bağlantılı olarak, dünya ve ahiret hayatında genel bir denge arayışı etrafında sürdürülmeye yönelik olarak şekillenmektedir (Giddens, 2012). Ancak modernliğin ön gördüğü yaşam tarzı içerisinde dünya ve ahiret birlikteliği, bu iki alana ilişkin gereksinimlerin bir arada sürdürülmesi halinde uyumsuzluklar ve çatışmalarla özdeşleştirilmekte; bu yüzden din ve dünya işleri birbirinden olabildiğince uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Dini, toplum hayatının dışında tutmaya yönelik bu eğilim, toplumsal hayatı da “kamusal” ve “özel” olmak üzere parçalamış ve toplumsal hayatın gerektirdiği ilişkileri bu ayrıma göre modern değerlerle yeniden tanımlamıştır. Birçok insanın bir arada yaşadığı kamusal alana ait kuralların, dini bilgi ve temsillerden arındırılarak insan merkezli ve seküler normlara göre tarif edilmesi, dini ve dinselliği de kendi şartları içerisinde etkilemektedir (Meriç, 2000: 28-31). Burada söz konusu olan, dinle beraber dini temsillerin etkililiğinin de özel alanın sınırlarına dâhil edilerek sadece kişisel deneyimlere indirgenme ihtimalinin artmasıdır. Bu gelişme modern insanın gündelik yaşamını kamusal alanda “rasyonel”; özel alanda ise “duygusal” olarak ayrıştıran dini tecrübeyi de, bu kapsamda yeniden şekillendiren farklı sonuçlarla paralel ilerletmektedir. Modernleşme süreçlerinin Müslüman toplumlarda meydana getirdiği en önemli etkilerden biri; bu parçalanmaya paralel olarak, toplumsal farklılaşmanın çağdaş değerler etrafında şekillenerek artması, bu eksende dinin çeşitli toplumsal kurum ve faaliyetler konusundaki fonksiyonel niteliklerinin zayıflaması ihtimalidir. Bu zayıflamanın sonuçlarından biri de dinsel imajların varlık alanlarının ortadan kalkması veya bu imajların bireysel birer kategori olarak özel alana çekilmek zorunda kalmasıdır. Batılı modern toplumda, insan davranışlarının çoğunda dini bir anlam bulmak mümkün olmayıp, dini ihtiyaçların yönetimiyle doğrudan ilgili bazı görevler dışında, insan geçimini sağlayan mesleklerin çoğu doğrudan dini bir anlamdan yoksundur (Nasr, 2009: 110).
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Bu konuda ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Şerif Mardin, Necdet Subaşı, Ahmet Yaşar Ocak, İsmail Kara vd.
~~~~ * ~~~~
Bugün Türkiye özelinde en çok da gündelik hayat tahlilleri ekseninde gerçekleştirilen modernleşme eleştirilerinin tasnifinde, ülkenin dini-sosyolojik gerçekliğinin ve bu gerçekliğin meydana getirdiği paradigmal değişimlerin görmezden gelinmesi mümkün görünmemektedir. Zira Osmanlı ve özellikle de Cumhuriyet modernleşmelerinin gerçekleştiği tarihi süreçlerin ortaya koyduğu sosyolojik perspektif değişim ve dönüşüme ilişkin en derin ayrıntıların gündelik hayatın yapılanmasında kendisini hissettirerek görünür hale geldiğini göstermektedir. Bu bağlamda gündelik hayat toplumsal yapıların, davranış biçimlerinin kendisini ifşa ettiği bir temsil alanıyken söz konusu yapı ve biçimlerin süreklilik kazanabilmesi açısından da bir takviye alanı niteliği taşımaktadır. İslami yaşantıya ilişkin düşünce, temsil ve duyarlılıkların etkili olduğu bir Müslüman kimliğin gündelik hayattaki görünümleri de bir modernite eleştirisi bağlamında ele alırken İslam’ın bugünkü hayat koşulları içerisindeki konumuna dolayısıyla gündelik hayattaki dinsel yönelimlerin niteliğine odaklanmak dünyevileşme tartışmalarında bir çıkış noktası olarak önemlidir.
3. Sürekliliğin Kaybı: Aidiyet ve Mensubiyetin Bulanıklaşması
Müslüman kimliğin gerek rol ve temsiller bakımından gerekse bir yaşam deneyimi olarak gündelik hayata ilişkin yansımaları ele alınırken öncelikle modernliğin ne anlama geldiği üzerinde durmak ve modern zamanlar ifadesinden ne anlaşıldığı konusunda bir ana zemin bulmak önemlidir. Burada geniş çerçeveli bir literatür bilgisine boğulmadan modernliğin sabiteleri olarak nitelendirilebilecek olan; rasyonelleşme, farklılaşma, bireycilik, modernleşme, çoğulculuk, özelleşme, sekülerleşme gibi kavramların ortaya koyduğu esas değişim vurgusuna odaklanmak gerekir. Zira bu vurgu, sürekliliğe ve sürekliliğin temsil ettiği bütünlüğe yönelik bir parçalanma ve bölünme riskini de beraberinde getirmekte midir sorusu, İslami olanın temsili konusundaki temel pradigmayı da ortaya koymaktadır. Müslüman dünyayı ve bu dünyanın temsil ettiği tüm deneyimleri modern zamanlardan çok gelenekle ilişkilendirme konusundaki genel eğilim, süreklilik vurgusunu kaybetmiş bir modern zaman pratiği konusunda hassas davranmakta bu yüzden İslam geçmişte olanla daha rahat bir güzergâh üzerinden ilişkilendirilebilirken onun şimdiye ait konumlanışı muğlâk kalabilmektedir.
Başka bir deyişle İslam ve Müslüman dünyayı gelenekten çok modernlikle imtihan halinde tutan ruh hali şimdiye ilişkin maliyetleri de temel bir sorun olarak önümüze getirmektedir. Bir bakıma sorun, düşünce ve temsil noktasında İslami Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri 658 paradigmanın ortaya koyduğu süreklilik duygusunun kaybedilmesiyle kendini hissettiren bir panik haline benzemektedir. Burada süreklilik duygusunun kaybına ilişkin ana bağlama odaklanıldığında İslam dünyasının modernleşmeyle birlikte dâhil olduğu süreçler ve tanıştığı araçlar arasında sayılabilecek olan sömürgeleştirme, istila, batılılaşma, oryantalizm, kolonyalizm gibi konular üzerinden geliştirdiği reflekslerin, tepki ve reddiyelerin bir temsil sorunuyla eş zamanlı olarak ilerlediği görülmektedir. Bugün modern zamanlarla birlikte dünyevileşme konusunda Müslümanlığın hangi krizler eşliğinde kendini temsil edilebilir bir noktada tutmaya çalıştığı sorusu topyekün olarak modernleşme süreçlerinin İslam dünyasına maliyetinin ne olduğu sorusundan bağımsız değildir. Genel olarak insanlık tarihinin tümünde bir takım kırılmalara yol açmış olan modernleşme etaplarında Müslüman dünyanın nasıl bir temsil üzerinden kendi sürekliliğini belirlediği konusu ile bugün Müslüman bir bireyin farklı yaşam deneyimleri içerisinde kimlik, aidiyet ve temsil noktasında karşılaştığı gerilimler birbiriyle kuşkusuz ilişkilidir. Nitekim değişimin mukadder olduğu koşullar içerisinde yaşanan süreçlerden Müslüman kelamı da Müslüman fıkhı da ve ortalama bir Müslüman tasavvuru da yara alma konusunda aynı oranda benzer ve ortak bir tecrübeden geçmiştir. Modernleşme yanlısı Müslümanlar kadar onların karşıtları da eş zamanlı bir süreklilik vurgusuna odaklanmıştır. Bu bağlamda konuya özellikle Türk modernleşmesi ekseninde bakıldığında zihniyet yapılarının dönüşümü, insan yetiştirme düzenindeki farklılıkların yansımalarının da lehte ve aleyhte olmak üzere aynı oranda bir süreklilik arayışına endekslenerek ilerlediği söylenebilir.
Zira modernleşme yanlılarının yeni ve şimdiye ilişkin olarak arzu ettiği süreklilik, modernleşme karşıtlarının geçmişte olana ilişkin olarak arzu ettikleri sürekliğin alternatifi olarak sunulduğu için, Türkiye’de modernleşme tarihi Müslüman kimliğin temsil ve dönüşümü konusunda çoğunlukla gündelik hayata yansıyan gerilim ve çatışmalar eşliğinde somutlaşmış ve bu bağlamda biçimlenen bir dünyevileşme tartışması üretmiştir.
4. Geleneksel Dünya Tasavvuru ve Modern Hayat Tarzı Arasındaki Sıkışmışlık
Toplumsal görünümler içerisinde belirginleşen sosyal alanlar birbirinden farklı birer düşünce ve tasavvur bileşenine sahip olarak farklı değişkenler tarafından inşa edilmekte ve bu yapılar gündelik hayat içerisinde somutlaşmaktadır. Bu yüzden gündelik olanın sıradan yapısının hangi temel dinamiklere işaret ettiğinin fark edilebilmesi, bu sıradanlığın ilişkili olduğu esas bütünü gerek küresel, gerek teknolojik, gerekse kültürel ve politik zeminlerin bir parçası olarak görmeyi gerektirmektedir (Lefebvre, 1998). Bugün modernliğin hızla dönüştürme eğiliminde olduğu sosyal geçeklik dünyasında varlığını sürdüren çelişkilerin bir müslümanın dünya tasavvuru üzerinde meydana getirdiği etkileşimi başka bir deyişle dinin hayat içinde ortaya koyduğu görüntülerle ilgili durumun ne olduğunu da gündelik olanın olağanlığı içerisinde anlamak mümkündür. Zira İslam’ın, dünyayı sonsuz bir aidiyetle ilişkilendirmeyen fakat aynı zamanda mevcut hal içerisinde dünya için çalışmayı da ihmal etmemeyi öngören geleneksel tasavvuru karşısında modern olanın ortaya koyduğu farklı bir dünya tasavvuru her koşulda kendisini hegemonik olarak dayatmaktadır. Aydınlanma’dan bu yana evrimci ve pozitivist bir öngörü çerçevesinde gelişen bu modern dünya tasavvuru (İnalcık, 2013) “laiklik” kavramı ile siyasal bir hegemonyaya dönüşmekte, “dünyevileşme” kavramı ile de kültürel bir hegemonyaya dönüşerek bu bağlamlara sıkı sıkıya bağlı yaşam deneyimleri üretmektedir.
Türkiye’de de radikal sayılabilecek modernleşme süreçleri ile birlikte etkili olan rasyonalizm, dini savunmasız bırakan çeşitli müdahaleleri beraberinde getirmiş, bireysel ve toplumsal alanda dolaşımda olan dini itibar ve imtiyaz alanlarına yönelik yaptırımlar kutsal olanın değersizleştirilmesi problemini de eş zamanlı olarak ortaya çıkarmıştır. Ayrıca seküler formalar içerisinde sürdürülen arayışlarla aidiyet ve mensubiyet kodları dönüştürülürken dini dışarıda bırakmayı amaçlayan yeni kamusallıklar inşa edilerek ulus devlet değerleriyle tahkim edilmiş bir din algısı, dinin temel tezlerine olan güven duygusunu alt üst eden müfredat girişimleriyle aşınıma uğrayan dini değerlerin meydana getirdiği sarsıntı sıradan bir Müslüman birey açısından da sarsıcı olmuştur. Bu sarsıcı etki her yerde olduğu gibi gündelik hayatta da etkili olan temel kabullerin yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Zira şimdilerde ortalama bir Müslüman evreninin biçimlendiği tüm temsiller bu bağlamlara ilişkili olarak şekil kazanmaktadır.
Nitekim bu evren gündelik ve uhrevi olan arasındaki ayrım, seçkinlerin dünyası ile sıradan halkın bakış açısı arasında açılan makas, gelenek ve modernlik arasındaki geçiş sancıları ve geleneksel bilgi ile bilimsel bilginin meydana farklı getirdiği gerçekliklerin sürüklediği bir takım gerilimler eşliğinde yeniden biçimlenmekte ve yeni formlar kazanmaktadır (Akşit ve Şentürk, 2012).
Dini hayatın söz konusu gerilimler eşliğinde yeni formlar kazanan tabiatı karşısında belirginleşen geleneksel, muhafazakâr, laik, modern vb. dindarlık biçimleri içerisinde Müslüman kimliğin sıkı bir temsil sorunu ile karşı karşıya olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim dini olanın temsil edilişindeki sürekliliğin, modern yönelimlerle denetimi ve sekülerliğin geleneksel sürekliliği tasfiye etmeyi amaçladığı devamlılık içerisinde bugün Müslüman bir bireyin toplumsal rol, statü ve itibarını belirleyen dinamiklerin de yeni zeminler ekseninde dönüştüğüne şahitlik etmek zor değildir. Sıradan bir mü’min için dini hayatın referans dünyasını belirleyen bütünlüğün modernlikle birlikte tedavüle giren her biçimle yeniden parçalandığına yönelik kuvvetli telmih ve telkinlerin modern zamanların ruhunu yakalamakta gecikmeyen bir takım dinsellik eğilimlerini ve bu eğilimlerle somutlaşan pratikleri de beraberinde getirdiğini genel bir gözlemle fark edebilmek mümkündür.
Dini tasavvur içerisinde kolaylıkla cevap bulan teolojik arayışların modernliğin sarsıcı dikotomisi karşısında kendisini tahkim etme ihtiyacı kadar, bu dikotomik savruluşların altüst ettiği (Gauchet ve Ferry, 2005) referans ve aidiyetler kataloguna eklemlenmeye çalışan tatminkâr bir dinselliğin inşasına yönelik sancılar da aynı toplumsal görünümler içerisinde kendisine yer bulabilmektedir. Özellikle teknolojik devrimlerin yeniden boyutlandırdığı modern alem tasavvurunun etkisi altında gelişen ve dinin en önemli umdelerini gündelik hayatın olağan akışına dahil eden ahlaktan bağımsız bir dindarlık anlayışının kendisine alan açtığı ihtimalinin güçlenmesi, bugün Müslüman kimliğin tanımlanışındaki ana eksenlerin de hızla dönüştüğü fikrini güçlendirmektedir. Gündelik hayatın farklı mecralarında etkili olan ve dünyayı açıklama iddiasına dönük olarak herhangi bir söylem geliştirmeyen, yer yer melezleşmiş ve kompleks bir hale dönüşmekte de istekli görünen bir düşünce alanı üzerine temellenmekte olan yeni zamanların din dilinin açtığı boşlukların nasıl doldurulduğu konusu da muğlaklığını koruyor gibi görünmektedir.
Sonuç
Müslüman kimlik, ideal şartlar dışında modernleşme ihtiyacının ve isteğinin meydana getirdiği bu yeni koşullar içerisinde dindarlıkların dönüşümüne paralel olarak dini bir tür çekinceler alanı olarak tasnif eden yeni hayat tarzları içerisinde temsil edilebilirliği bakımından da gerilimlerle baş etmek zorunda kalmaktadır (Subaşı, 2014). Nitekim modern bir doku ve seküler bir desen etrafında biçimlenen yeni müslüman evreni de hayatı önceleyen ve dinin karar süreçlerindeki etkinliğini azaltan bir dizi yeni alışkanlık içerisinde şekillenmekte yer yer bu evren içerisinde dinin araçsallaştırıldığına da şahit olunabilmektedir. Kadın veya erkek çoğu Müslüman birey üzerinde etkili olan modanın estetik denetimi karşısındaki geleneksel süreklilik iddiasının zayıflamasıyla birlikte gösterişi neredeyse kurumsallaştıran eğilimler kadar tüketimi kışkırtan ve bedeni vitrinleştiren bir dünya tasavvuru Müslüman hayat tarzını ve kimliğini temsil eden ana görünümleri de ortadan kaldırmakta ve bilinçsel bir değişimin işaretlerini bugünün gözlemcilerine sunmaktadır.
Toplumsal birlikteliğin hem geleneksel hem de dini kodlarını küçümseyerek hızla bireysel bir koridora dönüşen modern kamusallıklar içerisinde arz-talep ilişkisine göre söylem ve inşa niteliği kazanan bir takım dinsellik talepleriyle birlikte temsil edilen Müslümanlıklar ve bu Müslümanlıkların etkili olduğu hayat tarzları içerisinde kutsallığın bir marka değeri olarak ön plana çıktığı, sloganlaşan, ilgi çekici ve talep edilen yeni temsillerle karşılaşmak olağan hale gelebilmektedir. Bu olağanlık içerisinde din de dinin tanzim ettiği ideal Müslüman kimlik ve prototipleri de seküler birer rol üstlenmekle yetinen ve dünyevi statüler eşliğinde var olma talebini ortaya koyan örnekliklere dönüşmektedir.
Kaynaklar:
* Akşit, Bahattin & Şentürk, Recep vd., Türkiye’de Dindarlık, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012.
* Asad, Talal, Sekülerliğin Biçimleri, Çev: Ferit Burak Aydar, İstanbul, Metis Yayınları, 2007.
* Attaş, S. Nakip, İslam Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, Çev. Mahmut Erol Kılıç, İstanbul 1995.
* Chaney, David, Yaşam Tarzları, Çev: İrem Kutluk, Ankara, Dost Kitabevi, 1999.
* Çelik, Celaleddin, “Kentsel Dindarlık/Kentlilik Tecrübelerinde Farklılaşan Dindarlıklar”, Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, Adana, Karahan Kitabevi, 2006, s.99– 109.
* Gauchet, Mancel and Fery Luc ( 2005) Dinden Sonra Dinsellik,Çev: Can Utku, İstanbul, Agora Kitaplığı.
* Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, 5. basım, Çev: Ersin Kuşdil, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012.
* İnalcık, Halil (2013) Osmanlı ve Modern Türkiye,İstanbul, Timaş Yayınları.
* Kara, İsmail, Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak İslam, 4. baskı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2010.
* Köse, Ali, Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul, Ufuk Yayınları, 2002.
* Lefebvre, Henri (1998) Modern Dünyada Gündelik Hayat,İstanbul, Metis Yayınları.
* Meriç, Nevin, Osmanlıda Gündelik Hayatın Değişimi (Adab-ı Muaşeret 1894– 1927), İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2000
* Nasr, Seyyid Hüseyin, Makaleler I, 2. Baskı, İstanbul, İnsan Yayınları, Çev: Şehabeddin Yalçın, 2007.
* Nasr, Seyyid Hüseyin, İslam/İdealler ve Gerçekler, 3. Baskı, Çev: Ahmet Özel, İstanbul, İz Yayıncılık, 2009.
* Paker, Oya, “Gündelik Bilginin İnşası Bağlamında Sosyal Temsiller: Modernlik, Gelenek ve Din”, Kültür ve Modernite, Türkiye Kültür Araştırmaları, İstanbul, Tetragon Yayınları, 2003.