20 Haziran 2021 Pazar

İSLÂM ve CİHAD / Sayfa 212 - 224 / Yanlış Anlaşılan Sevimli Bir Kelime: Cihad

ULUSLARARASI SEMPOZYUM

YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa:  212 - 224
İSLÂM ve CİHAD
Yanlış Anlaşılan
Sevimli Bir Kelime:
Cihad
Şadi EREN *
     Özet
     Çevremize baktığımızda, büyük bir faaliyet ve hareketlilik gözümüze çarpar. En seçkin varlık olan insan, bu faaliyet ve hareketliliğin dışında kalamaz. Cihad, bu faaliyet ve hareketliliğin Allah yolunda yönlendirilmiş şeklidir. Namaz, oruç farz kılındığı gibi, cihad da farz kılınmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de ya doğrudan veya işarî olarak cihadı emreden yüzlerce ayetin bulunması, cihadın önemini açıkça isbat eder.
     "Cihad" kelimesi, Batı dillerinde genelde "kutsal savaş" (holywar) şeklinde tercüme edilmiştir. Bu şekilde bir tercüme, İslâmiyeti silah zoruyla yayılan bir din olarak gösterme gayretinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki "cihad" kelimesinin karşılığı "savaş" değildir. Allah yolunda savaşmak da bir tür cihad olmakla beraber; cihad kelimesi, Allah'ın dinini her tarafa ulaştırmak için yapılan her türlü faaliyet ve hareketi içine alır.
     Bu çalışmada cihadın manası ve gayesi ele alınacak, ayrıca din adına cihadı yanlış anlayanların bazı yanlışlarına dikkat çekilecek, cihadın asıl mecrasının neler olduğu ayetler ve hadisler ışığında nazara verilecektir.

     Anahtar kelimeler: Cihad, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker, savaş, tebliğ, islamofobi, müsbet hareket.

     Cihad Kavramı
     İnsan, kelimelerle konuşur, kavramlarla düşünür. Kavramlar, düşünce dünyamızın temel esaslarıdır. Ancak bazı kavramlar iyi bilinmediği zaman çok yanlış anlaşılabilmektedir. İşte bunlardan biri, “cihad” kavramıdır. Ülkemiz dâhilinde ve haricinde cihadı gerçekte olduğundan farklı göstermek için ciddi propagandalar yapılmakta. Bu propagandaların etkisiyle olsa gerek, "cihad" denildiğinde bazılarının hatırına ilk gelen, her kâfiri boğazlamaya hazır, elinde kılıç bir "barbar Müslüman!"
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
* Prof. Dr. Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
~~~~ * ~~~~

     "Cihad" kelimesi, Batı dillerinde genelde "kutsal savaş" (holywar) şeklinde tercüme edilmiş. (1) Hâlbuki "cihad" kelimesinin karşılığı "savaş" değildir. Allah yolunda savaşmak da cihada dahil olmakla beraber; cihad kelimesi, “iyiliği teşvik etmek ve kötülüğe engel olmaya çalışmak” gibi Allah yolunda yapılan her türlü faaliyet ve hareketi içine alır.Başka bir ifadeyle cihad, İslâm'ın aksiyon yönüdür, onun hamle gücüdür.
     Cihadın Kısımları İslam’da namaz, oruç farz kılındığı gibi, cihad da farz kılınmıştır. Cihadı başlıca iki kısımda ele alabiliriz:
1- Nefisle cihad
2- Düşmanla cihad
     Hz. Peygamberin Tebük Seferi dönüşünde ashabına, "küçük cihaddan büyük cihada döndük" (2) demesinden hareketle, nefisle cihada "cihad-ı ekber" (büyük cihad) denilmiştir.
     Düşmanla cihadın pek çok kısımları vardır. Düşmanlar farklı farklı olduğundan, onlara karşı yapılacak cihad da farklı farklı olmuştur. Mesela;
1- Cehalete karşı cihad.
2- Fakirliğe karşı cihad.
3- İhtilafa karşı cihad.
4- Münafıklara karşı cihad.
5- Dış düşmanlara karşı cihad.
6- İç düşmanlara karşı cihad…
     Bediüzzaman, yukarıdaki ilk üçte yer alan düşmanlar ve bunlara karşı yapılacak cihadla ilgili şu ifadeleri kullanır: "Bizim düşmanımız, ‘cehalet, zaruret, ihtilaftır.’ Bu üç düşmana karşı ‘san'at, marifet, ittifak’ silahıyla cihad edeceğiz. (3)
     "Her illet, zıdd-ı tabiatıyla tedâvi olunur" denir. Cehaletin ilacı bilgi, fakirliğin ilacı sanat, ihtilafın ilacı ittifaktır. Cehaletten kurtulup "bilgi toplumu" olma yolunda gayret sarf etmek, ekonomik yönden güçlü olma uğraşısı vermek ve toplumdaki ihtilaf (ayrılık) pürüzlerini giderme mücadelesi yapmak, mukaddes bir cihaddır. Hiçbir İslâm toplumu, böyle bir cihaddan müstağni olamaz. Zira bu üçü, hemen her devrin ve hemen her toplumun düşmanıdır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mevdudî, Ebu'l Âlâ, Jihad in Islam, s.1; Peters, Rudolph, İslam ve Sömürgecilik, s. 29; Kister, M.J. "Land Propertyand Jihad", XXXIV, 276; Watt, W. Montgomery, Islamic Political Thought, s. 14; Özel, Ahmet, İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı, s. 64
2) Aclûnî, Muhammed, Keşfu'l-Hafa, 1, 424; Râzî, Fahreddin, Mefatihu'l- Gayb, XXIII, 72; Beydavî, Kadı, Envaru't- Tenzil ve Esraru't- Te'vil, II, 97
3) Nursî, Said, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 23 
~~~~ * ~~~~

     Dış düşmanlara karşı yapılacak cihad, yeri geldiğinde "sıcak savaş" şeklinde olur. Bazen de diplomatik savaş olarak "soğuk harp" yapılır. Sıcak savaştan galip çıkıp da, masa başında kaybetmek çok büyük bir faciadır.
     İç düşmanlara karşı yapılacak cihad, manevi bir cihaddır, Mesela, ülke dâhilinde zararlı fikirler her türlü basın yayın aracılığıyla zihinleri allak bullak ederken, Müslümanlar benzeri imkânlarla bu menfi fikirlerin izlerini ortadan kaldırmak zorundadır. Mesela, "kanallar savaşında" müsbet yayın yapan kanalların da olması gerekir.

     Cihad-Savaş Farkı
     Cihad ve savaş kelimeleri eş anlamlı değillerdir. Cihad, savaştan daha kapsamlıdır. Allah yolunda yapılan savaş da bir cihad olmakla beraber, her cihad savaş değildir. Kur'an-ı Kerîmde "iki grup arasında meydana gelen silahlı çatışma" anlamında, "harp" ve "kıtal" kelimeleri ve bunlardan türeyen kelimeler kullanılmıştır. (1)

     Cihad-savaş farklılığına şu noktalardan bakabiliriz:
1- "Kâfirler ve münafıklarla cihad et!" (2) ayetinin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber, kâfirlere karşı kılıçla savaşırken, münafıklara kılıç çekmemiştir. Onlara karşı cihadı, "had cezalarını uygulamak, nasihat etmek, onları ikna ve ilzama çalışmak..." şeklinde olmuştur. (3)
2- "Kâfirlere itaat etme ve ‘onunla’ büyük bir cihad yap!" (4) ayetinde de cihad-savaş farkını görmek mümkündür. Zira onunla ifadesiyle kastedilen, -pek çok tefsirde ifade edildiği üzere- Kur'an'dır. (5) Kur'an'la yapılan cihadın, bir savaş değil, ikna veya ilzama yönelik bir mücadele olduğu aşikârdır. (6)
3- Savaşın emredilmediği İslâm'ın Mekke döneminde, cihaddan bahseden ayetler de vardır. Mesela şu iki ayete bakalım: "Uğrumuzda cihad edenlere, elbette yollarımızı gösteririz..." (7)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Özel,Ahmet, DİA, "cihad"md. VII, 528; Bûtî, M. Saîd Ramazan el- Cihadufi'l- İslâm, s. 19-20 2) Tevbe, 73; Tahrîm, 9
3) Râzi, XVI, 135; Beydavî, 1, 412; İbnuKesîr, IV, 119; Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dîni Kur’an Dili, IV, 2591
4) Furkan, 52
5) Beydavî, II, 144; Sabunî, Muhammed Ali, Saffetu't-Tefasir, II, 366, Yazır, V,3601
6) Şibay, Halim Sabit, M.E.B. İslam Ans. " Cihad" md, III, 164
7) Ankebut, 69
~~~~ * ~~~~

     "Rabbin, eziyete maruz kaldıktan sonra hicret eden, cihad yapan ve sabredenlerle beraberdir. Rabbin, bu eziyetten sonra onlara Ğafur'dur, Rahîmdir." (1)
     Bu ayetlerin geçtiği Ankebut ve Nahl sureleri, Mekkî surelerdendir. (2)
4- Hz. İsa misali, peygamberlerden pek çoğunun fiilen savaşmamış olması da cihad-savaş farkını gösterir. (3) Şüphesiz her peygamber cihad yapmıştır ama her peygamber savaşmamıştır.

     Cihadın Hükmü
     Düşmana karşı yapılacak olan cihad, normal şartlarda farz-ı kifayedir. Olağanüstü hallerde ise, farz-ı ayn olur. (4) Yani ümmetin her ferdinin cihadla meşgul olması zor olduğundan, herkese farz değildir. Ümmet içinden bir topluluğun bu görevi ifa etmesi yeterlidir.
     Şu ayet, normal şartlarda cihadın farz-ı kifaye olduğuna delalet eder: "Mü'minlerin hepsi birden savaşa çıkmaları uygun değildir. Her fırkadan bir grup savaşa gitmeli, onlardan bir kısmı da dini anlamak ve döndüklerinde onları uyarmak için kalmalı. Olur ki, sakınırlar." (5)
     Ama herkese farz olmamasını bahane edip, bir kısım insanların cihadda tembellik göstermeleri uygun değildir.
     Mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, oturanlardan daha üstündür. Dünyevî menfaatlerde aza razı olmayan nefislerin, cihad gibi en mukaddes bir görevde tembellik göstererek az bir sevaba razı olmaları, elbette iyi bir hal sayılamaz.
     Cihadın farz-ı kifaye olması, ümmetten bir topluluğun bu göreve yeterli olduğu durumlar için söz konusudur. Belli bir topluluk cihad yükünü kaldıramadığında ise, bütün ümmet bu yükü omuzlamakla mükelleftir.
     Cihadın herkese farz olmaması, savaşmak görevinin ordunun üzerinde olmasına benzer. Düşmanla savaşa ordu yeterli geldiğinde, ümmetin diğer fertlerinden bu görev düşer. Fakat yeterli gelmediğinde, -İstiklal Savaşında olduğu gibi- seferberlik ilan edilir ve yedisinden yetmişine herkes sefere katılır; dinini, vatanını, namusunu kurtarır.

     Cihada Teşvîk
     Barış içinde yaşamak bir ideal olmakla beraber, tarih boyunca bu ideale varılamamıştır. Hz. Âdem’in iki oğluyla başlayan kanlı mücadele, devirler boyu Âdem’in oğullarında devam edegelmiştir. Barışı yakalamak ve devam ettirmek için savaşa hazır olmak lüzumu, akıl ve tecrübeyle bilinen bir gerçektir. "Hazır ol cenge, eğer istersen sulh u salah" vecizesi bunu ifade eder.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nahl, 110
2) Süyûtî, Celâleddin, Itkan fî Ulûmi'l-Kur'an, I, 28; Butî, s., 21
3) Topaloğlu, Bekir, DİA. "Günümüzde Cihad" md.VII, 531
4) Mevsılî, Abdullah b. Mahmud, İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtar, IV, 117; İbnu Rüşd, Muhammed, Bidayetü'l Müctehid Nihayetü'l- Muktesid, 1, 380-381
5) Tevbe, 122 
~~~~ * ~~~~

     Şimdi cihadla ilgili ayet ve hadislerden numune olarak üçer tanesine bakalım:
1- "Yoksa siz, hacılara su dağıtmak ve Mescid-i Haramı (Ka'beyi) onarmak işini, Allah'a ve ahirete inanıp Allah yolunda cihad eden kimsenin işi gibi mi kabul ettiniz? Bunlar Allah katında bir değillerdir." (1)
2- "Mü'minlerden -özür sahipleri müstesna- oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olamaz. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlara üstün kılmıştır..." (2)
     "Mallarınızla ve canlarınızla" ifadesi, cihadın iki türüne işaret eder. Bir kısım insan vardır ki, malını Allah yolunda sarf eder. Bir kısmı da vardır ki, hayatını bu yolda feda eder.
     "Allah yolunda" denilmesi ise, çok mühim bir kayıttır. Allah yolunda olmayan bir mücadele, "cihad" ismine layık değildir. Cihada ruh kazandıran husus, işte burasıdır. (3) Allah yolunda olmayan bir mücadele, ulvi gayelerden uzak olur ve menfaat merkezli yapılır.
3- "Ey iman edenler! Can yakıcı bir azabtan sizi kurtaracak bir ticareti size anlatayım mı? Allah ve Rasulüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz, bu sizin için her şeyden daha hayırlıdır. (Bunu yaptığınızda) Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte bu, büyük kurtuluştur. Seveceğiniz başka bir şeyi nasib eder: Allah'dan bir zafer ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele !" (4)
4- Bir sahabe gelir, "Cihada denk bir amel var mı ?" diye sorar. Rasulullah, şöyle cevap verir: "Cihada denk bir amel bilmiyorum." (5)
5- "Ümmetimin seyahati, Allah yolunda cihaddır." (6)
     Bu hadis, turistik seyahatle, Allah'ın dinini yaymak uğrunda yapılan seyahatin farklılığına dikkat çeker. Şüphesiz, hiçbir ulvi gaye taşımadan sadece beldeleri, harabeleri gezmeye çıkmakla, Allah'ın dinini yaymak için çalışmak aynı değerde değildir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tevbe, 19
2) Nisa, 95
3) Kutub, 1, 187; Sabunî, Safvetu't-Tefasir, 1, 127; Mevdudi, Ebu'l- A'lâ,J ihad in Islam, s.,7
4) Saff, 10 - 13
5) Buhari, Muhammed İsmail, Camiu's-Sahih, Cihad, 1
6) Ebu Davud, Sünen, Cihad, 6
~~~~ * ~~~~

6- "Cennet, kılıçların gölgesindedir." (1)
     Kılıç, cihada sembol olmuştur. Yeri geldiğinde maddi kılıçla savaşılır. Yeri geldiğinde de, ikna edici delillerle…

     Cihadın Gayesi
     Her milletin kendine dâimî ilham kaynağı olan mefkûreleri vardır. Bir millet, bunlara ne kadar derinden derine inanırsa, onları gerçekleştirmek gayreti de o kadar büyük olur. (2) Bir devlet kurmak, milletlerarası arenada söz sahibi olmak, aynı ırkın mensuplarını bir araya toplamak... gibi mefkûreler, bunlardan bazılarıdır.
     Kur'an'ı Kerim, bu noktada ehl-i imanla ehl-i küfür arasında şu net ayırımı yapar:
     "İman edenler Allah yolunda savaşır. İnkâr edenler ise tağut yolunda..." (3)
     "Tağut" ifadesi Allah yerine ikame edilen her şeyi içine alır. (4) Şeytan bir tağuttur. Şeytanın yolunda giden Firavun misali despot kişiler birer tağuttur. Terbiye edilmemiş nefisler, birer tağuttur... Kur'an-ı Kerim, "hevâsını ilah edineni gördün mü...?" ayetiyle nefsin kötü arzularının putlaştırılmasına işaret eder. (5)
     İşte inkârcılar böyle tağutların peşinde gider, şeytana tabi olur, nefsine uyar, kötü kimselerin rehberliğinde mücadele ederler. Onların bu mücadelesi, her türlü ulviyetten mahrum, süflî bir mücadeledir. Bu mücadelenin temelinde "menfaat" duygusu vardır. Kendi hasîs menfaatleri için dünyayı ateşe vermekten asla çekinmezler. Nitekim son iki yüzyılın savaşlarına bakıldığında, onların bu süflî isteklerini açıkça görmek mümkündür. (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Buhari, Cihad, 22
2) Hamidullah, Muhammed, İslâm'da Devlet İdaresi, İst. 1963, s. 135
3) Nisa, 76
4) Beydavî, I, 135
5) Furkan, 43 ve Casiye 23
6) Azzam, Abdurrahman, Ebedî Risalet, s.165
~~~~ * ~~~~

     Ehl-i küfür;
     - Yeryüzünü istila etmek,
     - Ganimet elde etmek,
     - Sömürgeler, pazarlar, ham madde kaynakları bulmak,
     - Bir tabakanın, başka bir tabakaya, bir milletin başka bir millete hâkimiyeti... gibi gayeler için savaşırlar. (1)
     Ehl-i iman ise, Allah yolunda savaşırlar, ulvî değerler uğrunda cihad ederler, rızay-ı İlâhî yolunda gayret gösterirler. Ehl-i imanın mücadelesi, bir fazilet mücadelesidir. Kur'an-ı Kerîm'de, cihad ve kıtal (savaş) lafızlarının geçtiği yerlerde, devamlı "fi sebilillah" (Allah yolunda) kaydının bulunması, son derece dikkat çekici bir durumdur. Allah yolunda olmayan bir mücadelenin, bir savaşın Allah katında bir kıymeti yoktur.
     Kur'an-ı Kerîm, yapılacak mücadelenin hedef ve gayesini şu şekilde belirler:
     "Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın." (2) Ayette, ehl-i imana iki hedef gösterilmiştir:
1- Fitnenin kökünü kazımak. 
2- Allah'ın dinini hâkim kılmak.

     "Fitne" kelimesi "karışığını almak için, altını ateşe koymak" anlamındadır. (3) Bundan, "mihnet ve belaya sokmak" manasında kullanılmıştır. İnsanları inancından dolayı işkenceye tabi tutmak, ibadetine müdahale etmek, inancı gereği giydiği kıyafete ilişmek, inancından dolayı yurdundan sürüp çıkarmak... gibi durumlar hep birer fitnedir. Kur'an-ı Kerîm'de, "fitne ölümden beterdir" denilir. (4) "Ölümden daha ağır ne vardır ?" dememek gerekir. Zira ölümü temenni ettiren hal, ölümden daha ağırdır. (5)
     "Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar" ehl-i küfürle savaşmak, genel bir dünya barışını hedef olarak gösterir. Her türlü fitneye son vermek, sulh ve sükûneti sağlamak, Müslümanlar için varılması gereken bir hedeftir. Öyle ki, dünyanın uzak bir köşesinde gayr-i müslim bir devlet, bir başka gayr-i müslim devlete zulmetse, Müslüman devletler bu fitneye müdahale etmeli, mazlumlara yardımcı olmalıdır. Doğrudan taraf olmamasına rağmen, 1950- 1953 yılları arasında yapılan Kore Savaşına Türkiye’nin de asker göndermesi, bu bağlamda değerlendirilebilir.
     Cihadın bu ulvî gayesine, şu ayet işaret eder:
     "Size ne oluyor ki, ‘Ya Rabbena, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen mazlum erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz ?" (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kutub, I, 187; Sabunî, Saffetu't-Tefasir, I, 127
2) Enfal, 39
3) İbnuManzur, Ebu'l-Fadl, Lisanu'l-Arab, VI, 317
4) Bakara, 191
5) Yazır, II, 695
6) Nisa, 75
~~~~ * ~~~~

     "Dinin bütünüyle Allah'ın olması" hedefi ise, beşeri beşere kulluktan kurtarıp, sadece Allah'a kul olmasını temin gayesine yöneliktir. (1)

     Seyyid Kutub, cihadın gayesini, şu üç hürriyeti temin olarak görür:
1- Tebliğ hürriyeti.
2- İnanç hürriyeti.
3- İslâmı yaşama hürriyeti. (2)
     Yani, İslâm hür bir ortamda tebliğ edilebilmeli, dini yaşamak isteyen her fert serbestçe yaşayabilmeli, dine girmek isteyenlere engel olunmamalı, kimse dininden dolayı fitneye düşürülmemeli ve ezaya maruz kalmamalıdır. İşte cihad, bu hürriyetleri sağlamak ve bu hususta ortaya çıkan engelleri aşmak içindir.
     "Dinin bütünüyle Allah'ın olması", şüphesiz, başka dinlere hayat hakkı tanımamak, o dinlerin mensuplarını zorla İslâm'a sokmak anlamında değildir. (3) Tatbikatta da böyle olmamıştır. Hz. Peygamber devrinden günümüze kadar, İslâm devleti bünyesinde başka din mensupları rahat bir şekilde yaşamışlardır.
     Ahmet Özel'in dediği gibi, "İslâm'ı tebliğ için girişilen fetih hareketleri, o ülkelerdeki insanları zorla İslâm'a sokmak amacıyla değil, ferdî planda tebliğ imkânının bulunmadığı bu ülkeleri, herkesin dilediği inancı serbestçe seçebileceği şekilde tebliğe açmak gayesiyle yapılmıştır." (4)
     Kur'an'ın "hiç bir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (5) ayeti, İslâm'ın hamle gücünü ortaya koyar, Müslümanlara varmaları gereken nihaî hedefi gösterir. Onları, gündelik işlerin telaşından kurtarır, yüce ideallere sevk eder. Bu yüce hedefin yeni nesle kazandırılması, ufuklarını açacak ve onları ulvî mefkûreler sahibi kişiler haline getirecektir.

     Savaş Ayetlerinde Tedric
     Hz. Peygamber zamanında içki, tedrici bir şekilde yasaklandı. Savaş da benzeri bir şekilde tedrîcen emredildi. Müslümanların hem sayıca az, hem de şiddetli bir baskıya maruz kaldıkları Mekke döneminde, doğrudan savaş emredilmedi. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kutub, III, 1433
2) Kutub, I, 186-187
3) Zeydan, Abdulkerim, eş-Şeriatu'l - İslamiyyeve'l- Kanunu'd- Düveliyyi'l-âm, s. 55-56; Zuhayli, Vehbe, el-Alakâtu'd- Düveliye fi'l- İslâm, s.25; Madelung, W, "Cihad" md. Dictionary of theMiddle Age, VII, 110
4) Özel, TDV. İslâm Ans. "Cihad" md. VII, 530
5) Enfal, 39 
~~~~ * ~~~~

     Gelen ayetler, müşriklere doğrudan karşılık vermemekten, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten bahsetti. (1) Şüphesiz bunun bazı hikmetleri vardır. Mesela:
1- Müslümanlar sayıca az idiler. Savaşa izin verilseydi, aleyhlerinde olurdu. Cenab-ı Hak, onların sayılarının artmasını diledi.
2- Eğer savaşa izin verilseydi, iç savaş meydana gelirdi. Çünkü Müslümanlar çeşitli evlere dağılmış bir haldeydi. Kendilerini kuvvet yoluyla savunma durumunda, her âileden kan akacaktı. Hicretten sonra ise saflar ayrıldı. Bu mahzur ortadan kalktı. (2)
     İşte safların ayrıldığı bu dönemde, önce şu ayetle savaş izni gelir: (3)
     "Kendilerine savaş açılanlara, zulm edilmelerinden dolayı (savaşmalarına) izin verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardıma kâdirdir." (4)
     Bu izni, daha sonra, şu gibi emirler takip etti:
     "Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez." (5)
     "Müşrikler toptan sizinle savaştıkları gibi, siz de onlarla toptan savaşın. Biliniz ki Allah, müttakilerle beraberdir." (6)

     İslâm ve Barış
     İslâmiyet, barış dinidir. "Silm, selamet, selâm..." gibi barış, güvenlik bildiren kelimeler, "İslâm" kelimesiyle, aynı kökten gelmiştir. Allah'ın isimlerinden biri “EsSelâm”dır. Müslümanlar, birbirleriyle karşılaştıklarında "Selâmün aleyküm" derler. Mescid-i Haram'ın kapılarından biri, “Babu's-Selâm”, Cennetin isimlerinden biri, "Daru's-Selâm"dır.
     İslâmiyette asıl olan savaş değil, barıştır. (7) Savaş; ya saldırgan düşmana, ya da İslâm'ın tebliğine engel olanlara karşı yapılır. Gayr-i müslim ülkeler, Müslümanlara saldırmadığı müddetçe kendileriyle savaşılmaz. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nisa, 77
2) Kutub, Seyyid, Fî Zılali'l- Kur'an, I, 185-186; Sabunî, Muhammed Ali, Revaîu'l-Beyan, I, 213-214
3) İbnuKesîr, Hafız, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, V, 436
4) Hacc, 39
5) Bakara, 190
6) Tevbe, 36
7) Rıza, Reşid, Tefsiru'l-Menar, X, 168; Azzam, s., 144; Tabbera, Afif Abdülfettah, Ruhu'd-Dini'lİslami, s., 377-378; Şedîd, s.119; Abdurabbih, Abdülhafiz, Felsefetu'l-Cihadfi'l-İslam, s., 313; Sabunî, Kabesmin Nuri'l-Kur'ani'l-Kerim, III, 163 
~~~~ * ~~~~

     Rasulullah'ın şu sözü, İslâm'da barışın asıl olduğunu ifade eder:
     "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin, Allah'tan afiyet dileyin. Onlarla karşılaştığınızda ise sabredin. Bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır." (1)
     İslâmiyet, hayatı mukaddes tanır. Bir masumu öldürmeyi bütün insanları öldürmek gibi kabul eder. Bir hayata vesile olmayı da, bütün insanların hayatına vesile olmak gibi sayar. (2) İslâmiyet, öldürmek için değil, diriltmek için gelmiştir. "Ey iman edenler! Peygamber hayat verecek olan şeylere sizi çağırdığında, Allah'a ve Rasulü'ne icabet edin! (3) ayetinde bu inceliği görmek mümkündür. Hudeybiye'ye 1400 sahabeyle gelen Hz. Peygamberin, iki sene sonra 10.000 sahabeyle Mekke'yi fethe gitmesi, İslâmiyetin barış ortamında yayıldığının güzel bir delilidir. (4)
     İslâmiyetin kitlelere daveti, Hudeybiye Barışı'ndan sonra gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber, ulaşabildiği idarecilere elçiler göndererek onları Allah'ın dinine davet etmiştir. Bizans, İran, Habeşistan, Mısır, Umman, Bahreyn, Suriye kralları bunlardan bazılarıdır. (5)

     Sonuç
     “Allah yolunda cihad”, Kur'anın en temel mesajlarından biridir. “Cihad” kelimesi -her ne kadar bir kısım medyanın propagandasıyla menfi manaları çağrıştıran bir kelime haline getirilmeye çalışılmışsa da- gerçekte sevimli bir kelimedir. Bu tebliğde nazara verilen esaslar çerçevesinde cihadın anlaşılması ve hayata uygulanmasında fert ve toplumlar için zarar değil, yarar vardır. Cihad yapmayan bir kimse, kendine de başkalarına da faydalı olamaz. Böyle biri, “neme lazım” der, kendi köşesine çekilir, “ben” merkezli bir hayat yaşar, hep kendi keyfini ve rahatını düşünür. Hâlbuki sosyal bir varlık olarak başkalarına da faydalı olacak bir tarzda yaşamakla mükelleftir.
     Şuurlu bir Müslüman hem kendi nefsiyle cihadını yapar, onu terbiyeye çalışır. Hem ülke dâhilinde zararlı cereyanlarla mücadelesini yapar, kötülerden ve kötülüklerden başkalarını alıkoymaya gayret eder. Hem de küresel boyutta yapılan mücadelelerin farkına varır, evrensel bir barışa ulaşmanın mücadelesini verir. Bunu gerçekleştirmek için gece gündüz çalışır, maddi ve manevi kirlerden tertemiz bir dünya için elinden gelen gayreti gösterir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Müslim, İbnu Haccac, Camiu's-Sahih,Cihad, 20; Ebu Davud, Cihad, 89
2) Maide, 32
3) Enfal, 24
4) Berki, Ali Himmet, Hz. Muhammed ve Hayatı, s., 324
5) İbnu Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, IV, 254-255
~~~~ * ~~~~

     BİBLİYOGRAFYA
     ABDÜRABBİH, Abdülhafiz, Felsefetu'l-Cihadfi'l-İslam, Mektebetu'l Medrese, Beyrut,1982
     ACLÛNİ, Muhammed, Keşfu'l-Hafa, Daruİhyai't- Türasi'l- Arabî, Beyrut, 1351 h.
     AZZAM, Abdurrahman, Ebedi Risalet, Ter. H.Hüsnü Erdem, Sönmez Neş. İst. 1962
     BERKİ, Ali Himmet, Hz. Muhammed ve Hayatı, (Osman Keskioğlu ile beraber), Diyanet Yay. Ank. 1991
     BEYDAVİ, Kadı, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil, Daru'l- Kütübi'l İlmiyye, Beyrut, 1988
     BÛTİ, M. Said Ramazan, El-Cihadufi'l-İslam, Daru'l- fikri'l- Muasır, Beyrut, 1995
     BUHARİ, Muhammed İsmail, Camiu's-Sahih (Sahihu'l-Buhari) Çağrı Yay. İst. 1981
     EBU DAVUD, Sünen, Çağrı Yay. İst. 1981
     HAMİDULLAH, Muhammed, İslamda Devlet İdaresi, Ter. Ali Kuşçu, Ahmed Said Matbaası, İst. 1963
     İBNU HİŞAM, Siretu'n-Nebeviyye, Daru İhyai't- Türasi'l- Arabî, Beyrut, 1971
     İBNU KESİR, Hafız, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Kahraman Yay. İst. 1985
     İBNU MANZUR, Lisanu'l-Arab, Daru Sadır, Beyrut
     İBNU RÜŞD, Muhammed, Bidayetu'l-Müctehid Nihayetu'l Muktesid, Daru Marife, Beyrut, 1988
     KISTER, M.J. "Land Propertyand Jihad", J ournal of the Economicand Social History of the Orient, XXXIV, Leiden, 1991
     KUTUB, Seyyid, Fi Zılali'l-Kur'an, Daru'ş-Şuruk, 1980
     MADELUNG, W,"Cihad" md. Dictionary of the Middle Age
     MEVDUDİ, Ebu'l-Âlâ, Jihad in Islam, Islamic Publications LTD, Lahor MEVSILİ, Abdullah b. Muhammed, İhtiyar liTa'lili'l-Muhtar, Çağrı Yay. İst. 1980
     MÜSLİM, İbnu Haccac, Camiu's-Sahih, (Sahihu Müslim), Çağrı Yay. İst. 1981
     NURSİ, Said, Divan-ı Harbi Örfi, Yeni Asya Neş. İst. 1993
     PETERS, Rudolph, İslam ve Sömürgecilik ( Islamand Colonialism), Ter. Süleyman Gündüz, Nehir Yay. İst. 1989
     ÖZEL, Ahmet, -DİA, " Cihad" md. - İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı, Marifet Yay. İst. 1982
     RAZİ, Fahreddin, Mefatihu'l-Gayb (Tefsiru Kebir), Daruİhyai't- Türasi'l-Arabi
     RIZA, Reşid, Tefsiru'l-Menar, Mektebetu'l-Kahire, Mısır
     SABUNİ, Muhammed Ali, - Kabesmin Nuri'l Kur'ani'l-Kerim, Daru'l- Kalem, Dımeşk, 1986 - Revaiu'l-Beyan, Dersaadet Yay. İst. - Safvetu't-Tefasir, Ensar Yay. İst. 1987
     SÜYUTİ, Celaleddin, Itkan fi Ulumi'l-Kur'an, Daruİbni Kesir, Beyrut, 1993
     ŞEDİD, Muhammed, El-Cihadufi'l-İslam, Müessesetu Risale, Beyrut, 1985
     ŞİBAY, Halim Sabit, M.E.B. İslam Ans. "Cihad" md
     TABBERA, Afif Abdülfettah, Ruhu'd-Dini'l-İslami, Daru'l-İlm, Beyrut
     TOPALOĞLU, Bekir, T.D.V. İslam Ans. "Günümüzde Cihad" md.
     WATT, W. Montgomery, Islamic Political Thought, Edinburgh
     YAZIR, Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili,
     ZEYDAN, Abdulkerim, eş-Şeriatu'l - İslamiyyeve'l- Kanunu'd- Düveliyyi'lâm, Müessesetü Risale, Beyrut, 1988
     ZUHAYLİ, Vehbe, el-Alâkâtu'd- düveliyyefi'l-İslam, Müessesetü Risale, Beyrut, 1989
 

16 Haziran 2021 Çarşamba

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 179 - 192 / İSLÂM ve BATI / Sentetik Korkudan Terörize Edilmiş Gerçek Kıtal Ayetlerine: İslamofobi ve Medeniyet Problemi

 ULUSLARARASI SEMPOZYUM

YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa:  179 - 192
İSLÂM ve BATI
Sentetik Korkudan Terörize Edilmiş
Gerçek Kıtal Ayetlerine:
İslamofobi ve
Medeniyet Problemi
İbrahim Hakkı İMAMOĞLU*

    Özet
     İslamofobi iki yönlü bir gerçekliktir. Batı dünyasın ‘ötekiyle’ olan problemli ilişkisi ve başarısızlığı; Müslümanların tarihin ‘dışına’ itilmeleri ve medeniyeti kaybetmeleri. Bu iki problemli alan kesişme noktasında ‘islamafobi” ortaya çıkar. Son 150 yılda -modernite döneminde- batı akliyatı yaşadığımız tarihselliğin kurucu aktörleri olarak var iken, eşzamanlı olarak İslam aklı durmuş ve kurucu/üst fıkhını kaybetmiştir. İslamofobi yaşadığımız tarihselliğin kurucularının suni ve politik bir korkusu iken, üst fıkhını kaybetmiş Müslümanlara giydirilen şiddet elbisesi gibidir.
     Bugün İslam terörle eşleştirilerek her Müslümanın belinde bir bombayla masumları öldürebilir imajlanması batının bir tezadı gibi görünse de küresel işgal ve sömürge sahası oluşturma olarak değerlendirilebilir.
     Batının askeri ve teknolojik gücü kendisi gibi olmayanlara bazı mecburiyetler bırakmaktadır. Bu yönüyle İslam batının kendisi için ürettiği bir düşmanı olması hasebiyle bir kamuoyu oluşturma çabasıdır. Dolayısıyla Müslümanların kendileriyle ilgili algı ayarlarını bozan bir geri dönüşü de vardır. Böylesine tarihten uzaklaştırılmış Müslüman aklın özgüvensizliğiyle karşılık bulan sosyo politik birçok örneğiyle beslenen İslam-terör çok yönlü bir problem olarak karşımıza çıkar.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
* Yrd. Doç. Dr., Karabük Üni. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi.
~~~~ * ~~~~

     Anahtar kelimeler: İslamofobi, Cihat, Politik korku, Tefsir, Kurân

     Kavramsal Çerçeve
     Her kavramın temsil ettiği bir zihin dünyası vardır. Kavramlar düşünülürken temsil ettikleri ‘şeyin’ tarihinden ve zihin dünyasından beslenir. Başka bir ifadeyle dünyanın realitesini ifade etmekten daha ziyade geldiği toplumun önceliklerini ve ilgilerini ifade eder. (1) Kavramlar pür gerçekliği ifade etmekten öte kullanıldığı toplumun anlam yüklemesiyle ifade ettiği “şeyin” ismidir. Bu yönüyle toplumun değerlerini, kültürlerini, dünya görüşünü, inançlarını kavramlarda bulabiliriz. (2) Semantik açıdan bu durum islamofobi kavramı için de geçerlidir. İslamofobinin ortaya çıktığı unsurlarıyla ve anlam derinliğiyle anlaşılması mümkündür.
     İslamofobi, “islam” ve “phoby” (3) kelimelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir kavramdır. Kısaca Türkçe karşılığı İslam ve Müslüman korkusu olarak tercüme edilebilecek bu kelimenin kavramsal olarak kullanımı, ilk olarak ne zaman kullanıldığı tartışmalı olsa da 11 Eylül ikiz kulelere saldırı düzenlenmesiyle anlam evrenimizde yerini almıştır. 11 Eylül saldırıları -her ne kadar yapanı belli olmasa da yeni bir sosyo-politik dönemin milat noktası olmuştur. Yeni politik dengelerle yeni kavramlar eşleştirilmiş ve yeni düşmanın isimlendirilmesi olarak bu kavram belirgin olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu kavram batının aklının yeni düşmanlara nasıl bir tavır alacağının göstergesi olmuştur. Tarihsel periyotta sürekli öteki olan İslam yeni dönemde yeniden tanımlanmıştır. Bu tanımlamaya göre gerek teolojik ve gerek sosyolojik terör üreten bir din olan İslam’a karşı batının -dolaysıyla tüm insanlığın!- kazanımlarını korumak gerekir. İslamofobi bu zihinsel refleksin kavramsal ifadesidir. Dolayısıyla islamofobi İslam terörün karşısında konumlandırılmıştır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) F. R. Palmer, Semantik, Kitabiyat, Ank. 2001, s. 35.
2) Hasan Yılmaz, Semantik Analiz Yönteminin Kurana Uygulanması, Kurav Yay., Bursa 2007, s. 41.
3) Phoby kelimesi Yunan mitolojisindeki “dehşet tanrısı” anlamına “phobos” tanrısına dayanmaktadır. Belli bir nesnenin, durumun veya etkinliğin yarattığı ve kişinin kendisi tarafından da yersiz veya aşırı kabul edilen usdışı, yoğun, inatçı bir korku. (Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim Sanat Yay., Ank. 2000, s. 304.)
~~~~ * ~~~~

     İslamofobi batının oluşturduğu sosyo-politik bir savunma biçimidir. Bu kavramın semantik alanında “Müslümanlardan nefret, kin, düşmanlık” “Müslümanlardan hoşlanmama, bir arada bulunmama” gibi anlamlar bulunmaktadır. Yine yakınsak anlam ilişkisinde “anti semitizm” “aşırı-sağ ve ırkçılık” ve “anti-İslamizm” gibi kavramlar bulunmaktadır. (1) Bu savunmanın karşılığının kendisini yukarıda biçimlendirdiği biraz evrimci bir tarihle insanlığın ulaştığı en büyük değerler bütününü korumak olduğunu görürüz.

     İslamofobinin Tarihsel Arka Planı
     Batının düşünce dünyasında İslam Orient/doğulu karmaşık kavramıyla karşılık bulur. Batı aklının İslam’a yaklaşımları oryantalisttik/orientalism bakışla geliştirilmiştir. İslam batının zorunlu olarak karşısında/zıddında bulunandır. Bu zorunlu karşıtlığın bilinmezliği ve karmaşıklığıyla İslam anlaşılmaya çalışılmıştır.
     İslamofobi kökleri çok eskiye dayanan oryantalisttik korkuların bir tezahürüdür. Başka bir anlatımla sosyolojik ve politik bir yönü olduğu kadar tarihi bir yönü vardır. Hıristiyanlığın ilk defa kendi coğrafyasında İslam’la karşılaşması Batı Avrupa kıyılarında “Endülüs” tecrübesi, Doğuda “Haçlı” seferleriyle olmuştur. Endülüs tecrübesi ortaçağını yaşayan Avrupalılara felsefi, ilmi, kültürel, sosyal alanlarda çok öğretici olmuştur. İspanya’daki Müslümanların 600 yıllık varlığı 1492 en son Benî Ahmer Devleti’nin tarafların antlaşmalarıyla İspanya kralına teslim olmasıyla sona ermiştir. Gırnata şehrinin teslim olmasından sonra “Müslüman kafirlere” verilen sözün geçerli olmadığı söylenerek şehir yağmalanmıştır. Kütüphanelerdeki 500 bin kitap yakılmış, erkekler öldürülmüş kadınlar ve çocuklar esir pazarlarında satılmıştır. (2)
     Daha sonra kurulan engizisyon mahkemelerinde “morisko” olarak adlandırılan Müslümanların ibadet etmeleri, Müslüman isimleri kullanmaları yasaklanmış; eğer yakalanan olursa işkenceyle öldürülmüştür. (3)
     Diğer taraftan Haçlı seferleri Müslüman dünyasıyla diğer bir karşılaşmadır. Batının kutsal Kudüs’ü fethetme iddiasıyla yapılan haçlı seferlerinin birisi hariç diğerleri başarıya ulaşmamıştır. Yenilgilerin ardından yapılan Büyük seferlerin gerçekleşebilmesi için dönemin papaları tarafından yapılan propagandalarda Müslümanlar insan dışı varlıklar olarak gösterilmiş ve olumsuz algı Hıristiyanlığın bilinçaltına yerleşmiştir. Haçlı seferlerinin en yoğun zamanlarında 200’ü aşkın savaş destanları kaleme alınmış, tüm Avrupa’da papazlar tarafından okunan ve halkı savaşa çağıran bu destanlarda Müslümanlar; Gaddar, barbar, zalim ahlaksız ve kötü insanlar olarak gösterilmiştir. (4)
     Batı dünyasının kolektif bilinçaltındaki olumsuz “Müslüman algısı”, tarihi süreç içinde olagelmiştir. Örneğin Avrupa medeniyetinde Hz. Muhammed kilisenin yüzyıllar boyunca ortaya koyduğu fikirlere başkaldırmış bir şahsiyettir. Klasik Hıristiyan  düşüncesi Hz. Muhammed Hıristiyanlığı öğrenmek için rahiplerin yanına gitmiş fakat öğrenememiş bir hıristiyandır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) M. A. Kirman, İslamofobinin Kökenleri, Journel Islamic Research 2010, s. 22.
2) İbrahim Halil Er, Cennet Doğuda Bir Yerdedir, Elips Yay., Ank. 2006, s. 48.
3) M. Özdemir, Endülüs Müslümanları I, TDV Yay., Ank. 1994, s. 113.
4) Bekir Karlığa, Din ve Medeniyet, Mahya yay., İst. t.y., s. 178. 
~~~~ * ~~~~

     Rönesans/aydınlanma dönemi edebiyatında Dante İlahi Komedya’sında Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi cehennemde bozguncuların alıkonulduğu sekizinci katına yerleştirmiştir. Yine Martin Luther İslam’ı ve Hz. Muhammed’i kötülemiş ve Hıristiyan âlemi için bir tehdit olduğunu söylemiştir. -Yaşadığı dönemde batının gözünde Müslümanlığı temsil eden başat imaj Türkler olmasında dolayı söylediği ağır sözler zaman zaman birbirine karışmaktadır.- “Kur’ân uzun süre Latinceye çevrilmedi, böylece Muhammed uzun zaman Hıristiyanlığa büyük zarar verdi. Muhammed Hıristiyan inancına düşmandır. Artık Hıristiyanlar gerçeği bileceklerdir. Muhammed’in kitabına, Kur’ân inanan Türklere insan bile denemez. Tanrı kötülüklerden dolayı bize karşı kötü şeyler düşünmektedir. Tanrının öfkesi bizim üzerimize Türkleri kırbaç olarak kullandırıyor. Türkler Tanrının kırbacı ve Hıristiyanlığın günahlarının cezasıdır. Eğer Türkler ceza vermeyecek olursa, tanrı bizzat kendisi bize ceza verecektir. O sebeple Hıristiyalar hem türke karşı savaşmalı hem de günahlarına tövbe etmelidir. Fakat Papa nasıl Deccal’in kendisi ise, Türk de gerçek şeytandır. Muhammed yalancı bir ruha sahip olduğundan ve şeytan da Kur’ân’ıyla ruhları öldürdüğünden onun da yola koyulup kılıcını alarak bedenleri öldürmek için saldırması gerekiyordu ve böylece Türk inancı vaazlarla ve mucizelerle değil bilakis kılıç ve katliamla ilerledi. (1) Burada Müslümanların askeri, sosyal, kültürel ve ilmi açıdan dünyanın merkezinde olmaları ve Avrupa’nın ortalarına kadar ilerlemeleri motivasyonunu belirtmek gerekir. (2)
     Yaşanan bu islamofobik korkuyu tarihi süreçte Batının sömürü serüveniyle birlikte düşünmek gerekir. Avrupa ve ABD’nin küresel güç olmalarının bir motivasyonu, kapitalist sistemin gereği olarak çok üretmek ve bunları üretemeyenlere satmasıdır. Üretilen için ham madde ve üretilmiş için bir Pazar kapitalizm için gereklidir. Global güç olmak aslında bugününün tarihselliğinde bu demektir. Dünyadaki güç dengeleri şuan için güçlünün güçsüzü askeri ve ekonomik pasif pazara dönüştürme denkleminde tezahür etmektedir. Hammadde ve enerji sahaları üzerinde yaşanan çatışmaların sebebi yenidünya sisteminin varlığını devam ettirme çabasıdır. Enerji sahaları üzerinde olmayan coğrafyalarda yaşanan savaşlara kayıtsız kalınarak devamına göz yumulmaktadır. Yaşanan savaşların önemli bir kısmı Afrika’da ve İslam coğrafyasında olmaktadır. Yapılan savaşlar insan ve hakları için değil kirli emeller için yapılmaktadır. Bu durum insanlığın hafızasında bir cinnet halidir. Buradan şu sonuca ulaşmak mümkündür. Bu toplumlar arası durum İslamofobi’nin beslendiği bir acımasız çatışma halini almaktadır. Aktörleri açısından İslamofobi İslam(î) bir tepki değil, çatışmaların ve savaşların doğurduğu şiddet sarmalında kalmışlığın bir tepkisidir.  İslam’dan korkmayı tetikleyecek (İslamofobi) saldırıların hepsinde kendi coğrafyalarında şiddete maruz kalmış insanların olduğu görülecektir. Şiddetin olduğu her yerde kendi türünden bir tepki olması kaçınılmaz bir gerçektir. Bu yönüyle islamofobiyi Avrupa’nın ve Amerika’nın “beyaz adamı” üretmiştir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) S. Çınar, Martin Luther ve Luterah Kiliseleri, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, (Yayımlanmamış Doktara Tezi) Ank. 2004, s. 100.
2) İbrahim H. İmamoğlu, Günümüz Dünya Sorunları (İnançsal Sorunlar), Pagem Akademi, 2016 Ank., s. 440.
~~~~ * ~~~~

     Güncel Sosyo-Politik Durumun Yansıması Olarak İslamofobi
     İslamofobiyi, batı aklının politik bir aynası olarak görmek gerekir. Soğuk savaş döneminde öteki “kominizim” iken 1990’lı yıllarda -komünizmin yıkılmasıyla birlikteİslam olmuştur. İnsanlığın modernite tecrübesinden bu yana son 150-200 yıldan bu yana tarih dışı bırakılan Müslümanlar iki kutuplu kaldıracın batının diğer tarafında yer almıştır. Said Edward “islam, batının zorunlu olarak ötekisidir.” demişti. Tarih boyunca batının bilinçaltında düşman olan islam, selefi yorumuyla birlikte diğer kutup olarak konumlandırılmıştır. (1) İslam terörizm tarihten uzaklaştırılan islam aklının öteki olabilme yeteneği kabiliyeti yok iken mecburen sahaya itilmesinin bir ifadesidir. Yaşadığımız tarihselliğin kurucuları tarafından yetersiz bir öteki, manipüle edilmesi açısından bir kolaylıktır. İstediği gibi üzerinden imajlayabileceği ve mesaj verebileceği bir öteki olarak karşımıza çıkar, islam. Ne demek istediğim ABD dışişleri bakanlığının yayınladığı terörist örgütlerin listesi olmuştur.
     1980 yılında ABD’de dışişleri bakanlığının yayınladığı terör listesinde hiçbir dini grup yokken 1994 yılında 49 terörist grubun 16’sı dini kökenlidir. Bu liste batının bir düşman olarak İslam’ı terörle birlikte seçtiğinin bir göstergesidir. 1979-1989 yılları arasında Afganistan’da komünizme karşı savaşan mücahitler “kutsal savaşın cihatçıları” olarak ABD tarafından ilan edilmiş ve desteklenmişti. (2)
     Batının -kendi demokrasilerine karşı olduğu ileri sürülen tehditler farklı renklere büründürülerek sunmakta olan- korku rengi kırmızı yeşil veya sarı olarak değişmektedir. (3) 1990’lara kadar batının korku rengi kırmızı yani kominizimdir. Sonrasında yeşile yani islam-terörizmine dönüşmüştür. Bu yönüyle 11 Eylül saldırısı artık rengin değişme eşiği olarak etmek gerekir. Bu saldırılar üzerine dönemin ABD başkanı George W. Bush’un “artık yeni bir haçlı savaşına başlıyoruz. Terörizme karşı bu haçlı savaşı bir zaman alacaktır.” (4) demesi ABD için korkunun renginin değiştiğinin ve kutsal savaşın habercisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu korku bilerek üretilmiş olarak, kitleleri yönlendirmek ve büyük kitlesel öfke patlamalarıyla “ötekine” karşı bir olmayı motive etmek üzere karşımıza çıkar. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Çift kutupluluk hâdis olan için iltizam bizatihi zorunludur. Çünkü eşyada her şey zıddıyla kaimdir. Bunun tek istisnası kadiri mutlak olan Allah’tır.
2) İngmar Karlsson, İslam ve Avrupa, cem yay., İst. 2004,s. 51.
3) Karlsson, İslam ve Avrupa, s. 36.
4) İlk açıklama yapıldığında bunun bir dil sürçmesi olduğu ileri sürülmüş ve bir anlam verilememişti. Fakat sonraki süreç bu sözün temsil ettiği aklın bir kanaati olduğunu ve çok bilinçli söylenmiş bir söz olduğunu ortaya koymuştur. http://www.hurriyet.com.tr/bushtan-hacli-seferi-yakistirmasi-16285 (8.9. 2016)
~~~~ * ~~~~

     Yaşadığımız tarihselliğin kurucu değerlerinin bir başka coğrafyası olan Avrupa’da yukarıda çizilmeye çalışılan resimden pek farklı bir sonuç yoktur. Avrupa yine kendi korkularının esiri olarak bir zihin tutulması yaşamaktadır. Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre İslam’ı bir din olarak değil, ötekine yaşam hakkı vermeyen bir “izm” olarak görenlerin oranı ¾’tür. Yani her dört kişiden üçü İslam’ı olumsuzlayarak Avrupa’nın değerleriyle örtüşmediğini ifade etmişlerdir. Kendilerini sol partili olarak tanıtanların %40’ının İslam’a karşı düşüncede oldukları ortaya çıkmış, Yahudilik, Budizm, Hinduizm gibi dinlere daha pozitif olduklarını ifade ederlerken, İslam’a karşı aynı hoşgörüyü beslemediklerini söylemişlerdir. (1)
     İslamofobinin bir güncel dinamiği Avrupa içinde azınlık olarak bulunan Müslüman nüfustur. Demografik yapının hızla değişmesi islamofobiyi tetikleyen bir unsurdur. 2005 yılı itibarıyla Müslüman olmayan nüfus %3,5 oranında azalmıştır. 2015 itibarıyla Avrupa kıtasında Müslüman nüfusu 50 milyon üzerindedir. Yani bu durum İskandinav Protestanlardan daha fazla olduğu anlamına gelmektedir. Avrupa kıtasında Fransa ve İngiltere başta olmak üzere kadın başına çocuk sayısı 1’in altındadır. Müslümanların doğurganlıkları diğerlerine göre 3 kat daha fazladır. 2050 yılında Avrupa kıtasının 3’te 1’i Müslüman olması öngörülmektedir. Bu sayısal değerler batıyı keskinleştirmekte ve islamofobiyi bir başka yönden korkuyla bütünleştirmektedir. Böylesine demografik yapıyı değiştirecek agresiflikte artan bir “öteki” korkuyu da beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte bu kütlenin ekonomik siyasal kültürel olarak etkisini artırması batı için islam korkusunu daha da artırmaktadır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
~~~~ * ~~~~

     Almanya 1933 büyük ekonomik krizinden etkilenmiş ve yaklaşık 6 milyon Alman’ı işsiz bırakmıştır. Erkekler Alman sokaklarında incinmiş ve hırpalanmış bir halde dolaşırken Adolf Hitler şansölye olarak gücü ele aldığında muazzam bir Nazi hareketini ortaya çıkarmıştır. Almanya’nın üzerine çöken bu keder için Yahudileri kullanmıştır. Almanya’nın büyük savaşı – I. Dünya savaşı- Yahudiler yüzünden kaybettiklerini söylemiş, yapılan Versailler Anlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan hiper enflasyonun Almanya’nın işini bitirmek için Yahudiler tarafından planladı propagandasını yaymıştır. Bunun oluşturduğu psikolojik ortamda otobüslerde restoranlarda trenlerde banklarda Yahudiler kendileri için ayrılmış yerlerde oturmalıydılar. 1935 yılında Nurumberg Kanunları kabul edilince Almanya’da yaşayan Yahudiler vatandaş olma haklarını kaybettiler. 2. Dünya savaşında da Nazi rejimi 6 milyon Yahudi’yi sistematik olarak yok ettiler. (1)
     Buna benzer bir hikaye de 2000’li yıllarda yaşanan finansal krizde yaşanmıştır. ABD’de emlak kredi sisteminin çökmesiyle Amerika hükümeti borç batağındaki bankaları kurtardı. Korkunç miktarlarda borç -yaklaşık 1 trilyon doların- ABD ekonomisini derinden sarstı. 2009’da işsizlik oranı 10,1’e çıktı. Böyle bir zeminde yaşanan toplumsal marjinalleşme ve kutuplaşma ülkedeki Müslümanların düşman ilan edilmesiyle sonuçlandı. Toplumsal endişe politik bir malzeme olarak kullanıldı. 2010 yılında yapılan bir ankette ABD’de yaşayanların sadece %37’lik kısmı Müslümanlar hakkında olumlu kanaat bildirdi. Ülkedeki Müslüman terörist algı giderek daha da güçlendirildi. (2)
     İslamofobi batının tarih boyunca getirdiği korkularından gerek korkanın tutumu açısından gerekse korkulan şey açısından farklılık göstermektedir. Modern dönemlere kadar islam korkusu tek yönlüdür. Karşıda bir “düşmanla” ilgili içerideki kamuoyuna menfi propaganda yapılırken, modern zamanların islamofobik tutumları çok yönlüdür. İslam’la ve Müslümanlarla kendi coğrafyasında mücadele edilerek, islam terörize edilmiş islam terör imajlamasıyla, gerek içeride gerekse dışarıda bir korku olarak pompalanmıştır. İslamofobi -Müslümanlarla birlikte İslam’ın bir şiddet dini olduğu algısı- Batı’nın iç kamuoyunda kendini koruma refleksini harekete geçirmek; dünyada dış kamuoyunda uluslararası ilişkilerde aşağılamak için kullanılmaktadır. Bu uluslararası dengeler açısından BM’de “5’in dünyadan büyük olmasıyla” ilgili durumdur. Dünyadaki nüfusun 1/3’ü Müslüman olmasına rağmen tek temsilcisinin olmaması büyük bir problemdir. Tarihin içinde olan ve şuan tarihselliğimizin kurucu aklı, dünyayı gelişmiş, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler olarak yarı kast sistemine benzer kategorize etmekte ve ekonomik, tüketim alışkanlığı, üretim ve teknoloji olarak kendini en üste konumlandırmaktadır. Bu global kast sisteminde beklenen herkesin kendi liginde kalması ama daima en üsteki Avrupa’ya ve ABD’ye hayranlıkla bakmasıdır. Afrika sömürülmüş bir kıtadır öyle kalmalıdır. Afrika ülkesinde ileri demokrasi, bilişim sektöründe, sanayide büyük bir atılım, ekonomik verilerin iyi olması ezber bozan bir durumdur ve hayali bile kabili mümkün değildir. Bu ezberi bozma ihtimali olan tek bir gerçeklik vardır. O da islam… islam hala dünyada adaletsizliğe, haksızlığa, zulme karşı durma potansiyeli olan tek gerçekliktir. Bu yönüyle İslam’ın manipüle edilmesi son derece önemlidir. İslamafobinin düşünülmesi gereken bir yönü de budur. Boko Haram, DAEŞ, el-Kaide vb. terör gruplar İslam’ın ve Müslümanların insanlık vicdanına dair söz söyleme gücünü kırmaya matuf bir tarafı vardır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, DİB Yay., Ank. 2015, s. 37.
2) Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 40. 
~~~~ * ~~~~

     İslamofobinin neye karşılık geldiğini bulabilmek için terör kavramıyla birlikte düşünülmesi gerekir. Birçok terör olayında kendilerini Müslüman olarak tanıtanlar yer  almaktadır. Terör ve İslam o kadar birbirine yakın hale gelmiştir ki, iki parçalı bir bütün gibidir. Müslümanların zihin dünyalarında terörün beslendiği veya imajlandığı zihinsel kısa devrelerin olduğu bir gerçektir. Savaş ayetlerin yorumlanması bu kısa devrelerden birisidir. Bu sorun alanının merkezinde Kur’ân’daki ayetleri ve kavramları yorumlanma yanlışlığı vardır. “Cihat” ve “savaş” kavramlarını aynı anlam düzeyine indirgenerek İslam'ın savaş dini olduğu gibi bir sonuca ulaşılmaktadır. Oysa cihat kavramı en yalın anlamıyla “gayret etmek, çabalamaktır.” Terim olarak “İslam’ın öğrenilip, yaşanmaya çalışılması, doğruyu anlatıp, yanlıştan sakın(dır)maktır.” Bu tanımlama (1) bir kenara bırakıldığında cihat eşittir savaş türünden indirgemeci bir anlayış ortaya çıkmaktadır.
     Muhammed Âbid el-Câbirî’nin: “Herkes kendi kültürünü sırtında taşır” ifadesinden hareketle insan içinde bulunduğu unsurlarla kendini var eder. Geçmişi, eğitimi, sosyal ve dini durumuna göre tepkiler verir. Eylemlerinde ve kararlarında varoluşundaki bu unsurlardan beslenir. Terörist ve terör arasında böyle sosyo-psikolojik bir ilişki söz konusuyken din sadece masum insanlar öldürülürken kullanılan tanrının boyasıdır. Temel motivasyon olan din, terör söyleminin ve eylemlerinin kutsal boyayla boyanması ve taraftarların koşulsuz teslim olmasıdır. Eğer bir insan terörize olmuşsa varoluşundaki sosyal, din, kültür unsurlarını kullanır. İslam’ın yerine başka bir din olsaydı, bu dinin argümanlarını kullanarak terör eylemini yine de gerçekleştirecektir. Önemli olan insanın şiddet sarmalından ve terörden uzak tutulmasıdır.
     Bu anlamıyla DAEŞ (2) ve diğer terör örgütlerinin İslam’la görüntü dışında hiçbir ilgisi yoktur. Lokal politik hesaplaşmalar için İslam’ın ve Kur’ân’ın kullanıldığı bir örgütlenme çeşididir. Uluslararası güç dengelerinin bölgesel bir etki alanı oluşturması için ortaya çıkardığı bir yapıdır. Medeniliğin ve bir arada yaşama hukukunun olmadığı kendisinden olmayanı “tekfir etmek/dinden çıkmış saymak” bir tür İslam’ın “cahiliye dönemine” ait bir anlayış olarak kabul etmek gerekir. Bu anlayış Kur’ân’la çarpık iletişimin bir sonucu olarak anlamak gerekir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hz. Peygamberin hadisi “Mücahid nefsiyle cihad edendir” bu bağlamda değerlendirilmesi gereken bir hadistir.
2) ABD’de yapılan bir çalışmaya göre 2014 verilerine göre terör saldırıları geçen yıllara göre %35; bu saldırılarda ölenleri sayısı %81 artış göstermiştir. DAEŞ’e 90 ülkeden 16 bin savaşçının gelmesiyle, örgüte katılım büyük bir artış göstermiştir.
~~~~ * ~~~~

     Bu türlü İslam’ın selefiye anlayışından türemiş şiddetin kendi coğrafyasında ötekiyle yaşam tecrübeyi olmayan bölgelerde yayıldığını görmek gerekir. İdeolojik islam ve oluştuğu coğrafya birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Bu bağlamda Osmanlı dönemi ilk milliyetçilik hareketleri merkezden uzak yerlerde ortaya çıktığı gibi, klasik modern dönemde bir düşünce reaksiyonu ve siyasi isyan hareketi bugün ideolojik bir İslam hareketi olarak evrimleşmiştir. Dünyada birçok bölgede yaşanan Selefi hareketler (1) bir arada yaşamının kültürünün olmadığı “ötekiyle” iletişim kurulamadığı coğrafyalarda çıkmıştır. İslam terör eşleşmesinin tüm örgütlerinin -el-Kaide, DAEŞ, Boko Haram- hem kültür olarak kapalı hem de coğrafik olarak dünyadan tecrit edilmiş topraklardan türemiştir.
     Oysa İslam kendini medeniyetle ifade eder. Medeniyet İslam'ı anlamada bir üst fıkhı/akıldır. İslam’ın temel ilkeleri yapılan bir binaya, yola, beşeri münasebetlere, güzel ahlaka, bilgiye ve estetiğe dönüşüyorsa bir İslam Medeniyetinden söz edilebilir. İslam bir “sulh/barış” dinidir. Kur’ân, haksız yere bir cana kıymayı, tüm insanlığı öldürmekle eş sayar. (2) Bugün İslam dünyasının en büyük eksikliği bu üst fıkhın/medeniyetin olmamasıdır. Medeniyet d-y-n kökünden gelir ve din, şehir anlamında Medine ve medeniyet aynı kökten gelen kavramlardır. Medeniyetin özünde din vardır. Bu yönüyle İslam medeniyetinin kökünde vahiy vardır. Kur’an’ın kendi döneminde insani sahasında ürettiği her şeye Kur’an kendinden bir şeyler katar. Bu dönüşüm sürecinde her ne kadar Kuran’ın ayetleri bir metin olarak yoksa da amaç ve ruh olarak hep vahiy vardır. İnsaneşya, insan- aşkın varlık, insan- insan irtibatında nasıl ve nedenselliğini Kur’an’ın kurduğu üst fıkıhla tefsir edilir. Medeniyet Kur’an’ın en rafine tefsiridir. Nazil olduğu dönemden bugüne kadar Müslümanların tüm yapıp ettikleri ortaya koydukları -esasata dair- değerler Kur’an’ın ilkelerinin kendi tarihselliğinde bir forma kavuşmasıdır. Bir yönüyle aynı paydada buluşan insanlara ortak değerler verir. Bu bağlamda cihat -eğer düşmanla savaşmaksa- gaza anlayışıyla karşılık bulmaktadır. Gaza anlayışını en iyi anlatan, Çanakkale’de verilen savaştır. Düşmanının bile saygısını kazanmış bir muamele ve tutumlar bütünüdür. Bununla ilgili birçok savaş hikayesi herkesin malumudur.

     Kıtal Ayetleri (Ayatu’s-Suyuf)
     Kıtal ayetlerini birkaç anlam çerçevesiyle birlikte incelemek gerekir. Ayetlerin sure içindeki metin bütünlüğü içinde değerlendirmek, ayetlerin sure bütünlüğü içinde değerlendirmek, ayetleri kuran bütünlüğü içinde değerlendirmek, ayetleri İslam’ın bütünlüğü içinde değerlendirmek. Bu bağlamlar Kur’an’ın bir metin olarak doğru anlaşılmasının sağlaması gibidir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Selef(iyye) tarihini üç döneme ayırmak mümkündür. İlk dönem icmal devri. Bu dönem islamın yeni karşılaştığı kadim bilgilere karşı koyma dönemi. İkinci dönem sistematize olduğu oldu tasil dönemi. İbn-i Teymiyye ile başlayan selefi düşüncenin sistematize olduğu dönem. Üçüncü dönem, sosoyolojik selefilik. İslam akliyatının Moderniteyle ilk hesaplaşmaya başladığı ve özgüven parçalanması yaşadığı dönem. Bu dönem Selefi hakaretinden kasıt, islamın elde ettiği 1400 yıllık büyük kültür ve medeniyet birikimini, islamın anlaşılmasındaki bir “engel” olarak görüp, vahyin kendisini inşa ettiği ortamı coğrafyayı, zaman ve mekan boyutların yeniden yaşama olarak tanımlamak mümkündür. İslamın asıl kaynaklarıyla kendi otantikliği içerisinde yeniden vahye ve sünnete dönmeyi projelendiren zihin dünyasının adı olarak görmek mümkündür. (bkz. http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu14makale/birol_akgun_gokhan_bozbas.pdf (10.09. 2016)
2) Mâide Suresi 5/32
~~~~ * ~~~~

     Kıtal ayetleri İslam’ın iman müdafaası ve sabır dönemi olarak kabul edebileceğimiz Mekke döneminde değil, muamelat hukuk gibi kurumsal konuların işlendiği Medine dönemine karşılık gelir. Bu dönemde “ötekinin” daha net ayrıştığı Mekkeli müşrikler ve Medineli Yahudilere karşı fiili olarak savaşma “savaşa/kıtale” izninin verildiği ayetlere denir. Bakara suresi 190.-193. ayetler, Tevbe suresi 5.- 36. ayetleri klasik kaynaklarda aynı grupta değerlendirilmiştir. Ayetlerin tümü Hudeybiye musalahasından sonraki gelişen olaylara karşılık gelir. Bu olaylar ve birbirini takip eden ayetler kendi anlam ilişkisinin dışına çıkmaya izin vermemektedir. Yukarıda bahsettiğimiz Kur’an’ı anlamada doğru anlamayı gerektiren bağlamlar açısından baktığımızda ayetlerin Hudeybeyi musahalası sonrası nasıl bir tutum içinde olunması gerekir sorusuna ilişkin esbab-ı nüzulü olan Tevbe suresinin bir parçasıdır. Tevbe suresi 5. ayet özelinde ayetin öncesi Haram aylar çıktığında gibi şart cümlesi söz konusudur. Başlangıç kısmı bu ayetteki “bulduğunuz yerde öldürün” kısmını bağlar ve ayetin mutlak olarak ele alınmasını engeller. Sure bütünlüğü içinde değerlendirdiğimizde Tevbe suresinin ilk on beş ayet ismini de aldığı konu üzerine nazil olmuş ayetlerin ifade ettiği vakıanın, olay-vahiy ilişkisi çerçevesinde bir parçası durumundadır. Ayetlerin inmesine sebep olan olayla ilgili birçok hem vahiy ortamını ifade eden rivayetler, hem de sebebi nüzul rivayetleri söz konusudur. Kur’an’ın bütünlüğü içinde Tevbe suresi 5. Ayetiyle birlikte düşünmemizi gerektirecek ayetler vardır. İlgili sonraki ayetlere bakıldığında “müşrikler sizinle komşuluk yapmak isterse, onlara izin verin.” mealinde ayet de kıtalin mutlak olarak değerlendirilmesine bir bariyerdir. İslam’ın bütünlüğü içindeki ilkeleri bu ayetin yine yanlış anlaşılmasına engeldir.
     Kur’ân’ın kendini inşa ettiği dönem -başka bir ifadeyle fiziğini oluşturduğu dönemde- en önemli önceliği nazil olduğu olay ve olguları “hukuk” altına almak olmuştur. Mekke’de ve Medine’de kendi döneminde kadın erkek ilişkilerinde, aile içi tutumlarında, boşanma, nikah, cihat vd. birçok alanlarda ilkesel hukuk uygulamaları getirmiştir. Dolaysıyla Kur’ân bir alana müdahale ettiğinde birinci hedef kitle nezdindeHz. Peygamber ve ashabına- de facto bir probleme çözümü hukuk çerçevesinde üretmiştir.1 Kuran’ı kendi tarihiyle birlikte okuduğumuzda kendini zaman, mekân, olay ve tarih gibi tarihsel boyutlarıyla inşa etmiştir. Bu inşa sürecindeki en önemli unsur hukuktur. Bu cihat için de geçerli olan bir üst değerdir. Cahili dönemdeki savaş ve düşmana yapılan muameleyi vahiy reddetmiştir.2 Kıtal ayetlerinin getirdiği esas savaş hukukudur. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Örneğin 4 kadınla evlenilmesi ayeti cahiliye döneminde 4’ten fazla kadınla evlenmenin yasaklanmasına karşılık gelir. Nisa suresi 3. Ayet, dört kadınla nikâhlanma konusundaki en üst sınırı belirler ve zımnen “poligamik bir evlilikte daha fazla evlenemezsiniz” buyurur. (Aysel Zeynep Tozduman, İslam’da Kadın Hakları, Seha Neşriyat, İst. 1991, s. 23; Mustafa Öztürk, Cahiliyeden İslamiyete Kadın, Ankara Okulu, Ank. 2016, s. 40.)
2) Bedevi örfte kazanılan savaşta karşı tarafın ölülerine cesetlerine her türlü muamele ve işkence meşu ve olağandı. Bunun en tipik örneği Hendek Savaşı sonrası Ebu Süfya’nın kızı Hint Hz. Hamza’nın cesedini savaş meydanında Vahşi’ye açtırmış ve ciğerini çıkarttırıp dişlemiştir. Yine aynı savaşta intikam duygularıyla Müslüman şehitlerin cesetlerine her türlü eziyeti göstermişlerdir. Cahili kadınları çeşitli uzuvları kopararak onlardan kolyeler yaptıkları siyer kaynaklarından mervidir. 
~~~~ * ~~~~

     Tefsir kaynaklarında kıtal ayetlerinin altında birçok Savaş hukukuyla ilgili birçok rivayet mervidir. Bu hadislerde düşman tarafında masumlara zarar verilmemesi, ürünlerinin yakılmaması, din adamlarının öldürülmemesi gibi savaş hukukuyla ilgili birçok ilke belirtilmiştir. (1)
     Cihat savaşmak gibi konuları içeren ayetlere bakıldığında iki unsura müdahale edildiği görülecektir. Cihadı amaç olarak ulvileştirmek cihadın asabiyet, kabilecilik vb. amaçlar için değil en ulvi olan Allah rızası/îlâ-i kelimetullah için yapmak ve savaşı zulmün zıddı olarak konumlanan hukuk içinde yapmaktır. Bütün savaşla ilgili ayetleri okuduğumuzda bu iki unsurun inşa edildiğini görürüz.
     Bir başka yönden kıtal ayetlerinin tefsirleri incelendiğinde iki tarafı olduğu görülecektir.
1. Ayetlerin tarihsel boyutta olayların akışının incelendiği esbab-ı nüzul rivayetleri çerçevesi; 2. Ayetlerin kendi tarihselliğinden çıkarılıp bugüne “mutlaklaştırarak” taşındığı çerçevesi.
     Bakara Suresi’ndeki 190-193. ayetlerle Tevbe Suresi 5. ayetleri Taberi’den (v.310) rivayetle Medine’de ilk nazil olan savaş ayetleridir. (2) Medine’deki Müslümanların birincil düşmanları olan Mekkeli müşriklere karşı savaşa izin veren ilk ayetlerdir. Kıtal ayetlerini kendi tarihinde okuduğumuzda bu ayetler Hudeybiye musalahasıyla birlikte nazil olmuştur. Hac için gelen rasulullah ve ashap Hudeybiye’de kurbanlarını kesmişler ve geri dönmüşler, ertesi sene kaza umresine niyet edip yola çıktıklarında Kureyş’in bir kötülük yapmasından ve onları Mescid-i Haram’a sokmamalarından korkmuşlardır. Buna rağmen haram aylarda ve mescidi haram civarında savaşmaktan imtina etmişlerdir. Hemen arkasından ayet nazil olmuştur. (3) Bakara suresi 190. ayetine sebebi nüzulü bu çerçevededir. Bir başka ifadeyle bu ayetin kendi tarihi -vakıa – vahiy ilişkisi- Hudeybiye anlaşmasıyla başlayan ve gelişen süreçtir. Daha sonraki süreçte Tevbe suresi 5. ve 36. ayetle birlikte Mescid-i Haram’ın çevresinde savaşmak yasaklanmıştır. Bu yasakla birlikte Kur’an’ın birinci hedefi olan ashabın Mekkeli Müşriklere karşı nasıl davranması gerektiği bildirilmiş ve nihayete erdirilirmiştir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bkz. Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer İbn-i Kesîr, Daru’l-Taybe, t.y., y.y., c. I, s. 524; Müslim, Kitabu’l-Cihâd ve’s-Sîr, h. No. 1731.
2) Bu konuda Mekkeli Müşriklerle savaşa izin veren ilk ayetin Hacc Suresi 39 olduğuna dair Hz. Ebu Bekir’den bir rivayet de bulunmaktadır. Kendileriyle savaşan müşriklerle savaşmayı savaşmayanlarla savaşmamayı, dolaysıyla bu ayelerin savunma halini ifade ettiğini, atak duruma Tevbe suresi 5. Ayetle birlikte başlandığını ifade eder rivayetler de söz konusudur. (Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’lBeyân an Tevîl-i Ayi’l-Kurân, Mektebe İbn-i Teymiye, Kâhire yy, III/562; İbn-i Kesir, et-Tefsîr, c. I, s. 524.) 3 Ebu İshâk Ahmet es-Salebî, el-Keşf ve’l-Beyân, Daru Turasil Arabî, Beyrut 2002, II/88.
~~~~ * ~~~~

      Kıtal ayetlerine bakıldığında şiddet yanlısı/bedevi Müslümanların litarel okumayla birlikte “İslam’ın dışındaki herkesin öldürülmesi” gibi sığ ve bir o kadar tehlikeli sonuçlara götürdüğü görülecektir. Dolaysıyla ayetlerin kendini inşa ettiği fiziğini -olay zaman mekânı- yok saymak ayetlerin bugün doğru okunması ve “muradullahı” doğru anlamak açısından önemlidir. Buradan şu noktaya gelmek gerekir: Kendi anlam bağlamından kopartılan ayetler her türlü anlam anarşizmine açık hale gelir.
     Selefiye ve oluşturmaya çalıştığı şiddet iklimiyle şiddet üreten Kuran okuması birbiriyle örtüşmektedir. Selefi yorum ayetleri tüm tarihsel bağlamlarından soyutlayarak lafzı hiçbir yoruma açmamak anlamına gelir. Bu yorum kıtal ayetlerini tarih üstü okumalarıyla literal bir mutlaklaştırmaya götürdüğünü ifade etmek gerekir. Hangi selefilik tartışmasına girmeksizin selefiyenin teolojik boyutu, İslam aklının moderniteyle hesaplaşması ve beraberinde getirdiği özgüven, coğrafya ve bilinç parçalanması neticesinde ortaya çıkmıştır. İslam klasik dönemde/modernite öncesinde kendinden zuhur eden problemler ve çözümleriyle ilgilenirken modernite döneminde sürekli dışarıdan gelen problemlere cevap aramıştır. Bu bağlamda asla dönüş ve tecdit iddiasıyla başlamış daha sonra evrimleşerek şu anda kıtal ayetlerini -şiddet kuşatmasında olan İslam coğrafyasında- sığ politik hedeflerine ulaşmak için malzeme olarak kullanmaktadır.

     Sonuç
     İslam-terör bir endüstridir. Terörizm global sistemin ürettiği bir durumdur ve iç dış emperyalist hesaplar için de bitmesini istememektedir. Dinsel görülen birçok terörist eylemin arkasında politik, sosyolojik, ekonomik saikler bulunmaktadır.
     İslamofobi, bugünün tarihselliğinin kurucu aklının ürettiği sentetik bir korkudur. Bu korkunun, batının zorunlu olarak karşısında yer alan islam dünyası için “bir kelebek etkisi” yaptığını söylemek gerekir. Bu etki sosyo-politik, sosyo-kültürel bağlamlarda İslam’ın terörize edilmesi ve İslam terörün imajlanması şeklinde kendini gösterir. Ama en büyük etki İslam fobinin sosyo-teolojik İslam akliyatında karşılık bulmasıdır. İnsanlığa adalet, zulme karşı durma gibi değerler vermişken İslamın kendi coğrafyasının din adına zulüm, kan, göz yaşı ve cinayetler üretmesi -her ne kadar politika, uluslararası ilişkiler, sömürü tarihi bağlamında sebepler barındırsa da- İslam’ın zihinsel kısa devre yapmasıdır.
     İslam akliyatının karanlık bir dönemden geçtiğini ve -bu dönemde vahyin kolektif akılla yapılmış tefsiri olan- medeniyet inşa edememe problemi yaşadığını görmek elzemdir. Karşılaşılan bu sistematik hata “ötekiyle” olan ilişkilerde, kıtal ayetlerini yorumlamada, vahyin ruhunu anlamada karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara öldürücü bir nefes üfleyen İslam’ın selefi yorumu, bugünün tarihselliğinde İslam’ın sığ ve şiddete en yakın yorumudur. Bu bedevi/çöl anlayış tam olarak islam medeniyetinin karşısında durmaktadır. Bugün Kur’an’ın anlaşılmasında bir sorun yaşandığı muhakkaktır. Ancak bu yanlış anlama iddia edildiği gibi Müslüman aklının yetersizliğinden değil, Kur’an’ın en rafine yorumu olan medeniyetin yeniden kurulmasına imkân verilememesinden kaynaklanmaktadır.

     Kaynakça:
     BUDAK, Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim Sanat Yay., Ank. 2000.
     ÇINAR, S., Martin Luther ve Luterah Kiliseleri, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, (Yayımlanmamış Doktora Tezi) Ank. 2004.
     ER, İbrahim Halil, Cennet Doğuda Bir Yerdedir, Elips Yay., Ank. 2006.
     İMAMOĞLU, İbrahim H., Günümüz Dünya Sorunları (İnançsal Sorunlar), Pagem Akademi, 2016 Ank.
     KARLIĞA, Bekir, Din ve Medeniyet, Mahya yay., İst. t.y., 
     KARLSSON, İngmar, İslam ve Avrupa, cem yay., İst. 2004.
     KİRMAN, M. A., İslam fobinin Kökenleri, Jurnal İslami Research 2010, s. 22.
     LEAN, Nathan, İslamofobi Endüstrisi, DİB Yay., Ank. 2015.
     MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin İbn-i Haccâc, Sahih-i Müslim, Dâru Taybe, Riyad 2006.
     ÖZDEMİR, Mehmet, Endülüs Müslümanları I, TDV Yay., Ank. 1994.
     ÖZTÜRK, Mustafa, Cahiliyeden İslamiyet’e Kadın, Ankara Okulu, Ank. 2016.
     PALMER, F.R. Semantik, Kitabiyat, Ank. 2001.
     es-SALEBÎ, Ebu İshâk Ahmet, el-Keşf ve’l-Beyân, Daru Turasil Arabî, Beyrut 2002.
     et-TABERÎ, Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Tevîl-i Ayi’l-Kurân, Mektebe İbn-i Teymiye, Kâhire yy.
     TOZDUMAN, Aysel Zeynep, İslam’da Kadın Hakları, Seha Neşriyat, İst. 1991.
     YILMAZ, Hasan, Semantik Analiz Yönteminin Kurana Uygulanması, Kurav Yay., Bursa 2007.
 

13 Haziran 2021 Pazar

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 174 - 179 / İSLÂM ve BATI / Televizyonun Ailedeki İslam Algısına Etkisi

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa:  174 - 179
İSLÂM ve BATI

Televizyonun
Ailedeki İslam Algısına
Etkisi
Celil ABUZAR* 

     Her toplumun kendine özgü temel değerleri vardır, o toplumu ayakta tutar... Toplum o değerler üzerinden varlığını sürdürür. Bizim de toplumsal kurucu ögelerimizden birisi, belki en önemlisi aile yapımızdır. Planlı bütün saldırılara rağmen bizi hala diri tutan yapımızdır aile… Aile bizim son kalemiz… Son sığınağımız. O nedenle özenle üzerinde durmamız gerekiyor. Günümüzde de aile yapımıza dönük tehditler artarak devam etmektedir. En büyük tehdit de kitle iletişim araçlarından, özelde de televizyondan gelmektedir. Bu anlamda televizyonun topluma, aileye getirisi - götürüsü açısından sorgulanması kaçınılmazdır.

     Avlin Toffler’in dünyanın büyüsünü bozan üç dalga olarak isimlendirdiği; “sanayi devrimi, teknolojik devrim ve bilişim çağı” (1) gündelik yaşamımızın şekillenmesinde önemli etkilere sahiptir. Bundan sonra artık, dünya eski dünya değildir ve geleneksel-yerel yaşamlar, örf-adet ve inanışlar toplumsal yaşamdaki yerlerini bir bir yeni anlayışlara ve kabullere terk edecektir.

     Burada şunu belirtmekte yarar vardır: Elbette ki, bir teknoloji düşmanlığı yapmayacağız. Ancak, gündelik yaşamımızı kolaylaştıran ve onlardan kesinlikle vazgeçemeyeceğimiz modern dünyanın bu mucizevi verilerinin; kazandırdıkları ile beraber bizden götürdükleri üzerine bir sorgulama yapmak da gerekir diye düşünüyoruz.

     Teknolojik çağın batı toplumlarına yaşattığı dejenerasyonu daha 20. yüzyılın başlarında dile getiren kimi aydınlar, dönüşü olmayan bir yola girildiğine işaret etmekteydiler. Mesela; Dean Phyllis, “İlk Sanayi İnkılabı” adlı eserinde şöyle demekteydi: “Böylece sanayi devrimiyle İngiltere kâr istedi, kârı elde etti. Her şey kâra dönüktü. Şehirler kârlı pisliklerine, kârlı kenar mahallelerine, kârlı dumanlarına, kârlı düzensizliklerine, kârlı cehaletlerine ve kârlı ümitsizliklerine kavuştular. Çünkü, yeni şehir, insanın görünüm ve alışkanlıklarını modernleştiren etkinlikler olan güzelliği, mutluluğu, eğlenceyi, eğitimi, dini bulabileceği bir yuva olmak yerine renk, hava ve sevinçten yoksun; erkek, kadın ve çocukların çalışıp, yeyip, uyuduğu çıplak ve terk edilmiş bir yerdi. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Doç. Dr. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
1) Zeki Arslantürk, M. Tayfun Amman, Sosyoloji, Kavramlar, Süreçler, Kurumlar, Teoriler, Çamlıca Yay. İstanbul, 2008, s. 405.
~~~~ * ~~~~

     Yeni fabrikalar ve yeni bacalar, piramitler gibi insanın gücünden çok, köleleşmesini ifade ediyor ve onlarla böylesine övünen toplumun üzerine büyük kara gölgeler bırakıyordu.” (1)

     Bu bağlamda; biz de, modern-teknolojik çağın en önemli harikalarından biri olan televizyonun ailenin dini-manevi yaşamı üzerindeki etkilerini ele almaya çalışacağız. Bir iletişim aracı olarak gündelik toplumsal hayatın vazgeçilmezleri arasında yerini alan televizyon; gerek iletişimdeki hızı ve gerekse etki alanının büyüklüğü düşünüldüğünde önemle üzerinde durulması gereken bir unsurdur.

     Televizyon, bugün dünyayı bir köy haline getirmiş, ulusal ve uluslararası iletişimin temel aracı olmuştur. Bu nedenle, bilinçli kullanıldığında yetişkinlerin ve çocukların ahlaki ve kültürel yapılarını olumlu yönde etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Ancak, tüm bunların yanında başta ülkemiz olmak üzere bir çok ülkede televizyonun yol açtığı dejenerasyon ve ahlaki çöküntü, dikkat çekici hale gelmiştir. Aile hayatını, televizyonun evlerde yerini almadan önce ve aldıktan sonra diye ikiye ayırmak belki de abartı olmaz.

     Televizyonun üzerinde durulması gereken en önemli yönlerinden biri; onun “kültür taşıyıcısı” olmasıdır. Neil Postman; “bir teknolojinin kendine göre toplumsal değişim programıyla donanmış olduğunu fark etmemek, teknolojinin tarafsız olduğunu iddia etmek, teknolojinin daima kültürün dostu olduğunu sanmak gerçekten düpedüz saflık olur” der. İşte, bu çerçevede televizyon, toplumda bir yandan geleneksel kültürlerde değişikliklere neden olurken, bir yandan da teknolojiyi sunan hakim güçlerin ürettiği medya kültürünün egemen bir kültür haline gelmesinde önemli bir rol üstlenmiştir.

     Bu yeni kültürün adı; popüler kültürdür. Televizyon başta olmak üzere, kitle iletişim araçlarının hızla yayılmasıyla her yerde ve herkes için hazır olan bu kültür, (2) sınır tanımayan “kargo kültürüne” veya dayatılan hakim bir dünya kültürüne dönüşebilmektedir. Bu nedenle televizyon, toplumu değiştirme-dönüştürme projelerinin en etkili aracı haline gelebilmekte ve kültür sömürgecilerinin iştahını kabartmaktadır. Bugün, televizyon aracılığı ile yayılan popüler kültür, bir yandan geleneksel kültürü unuttururken, diğer yandan toplumları “kültürsüzleştirme” görevi yapabilmektedir. Sanayileşmiş toplumların ürettiği tüketim kültürünü evrensellik adına güncelleştirerek yaygın tek doğru, tek gerçek olarak dayatıyor.

     Bu bağlamda, televizyonun etkisi ilk önce ailede başlamakta ve oradan bütün topluma yayılmaktadır. Belirtmiş olduğumuz bu dayatılan popüler tüketim kültürünün taşıyıcısı olarak ortaya çıkan programlarda, sinema, dizi ve reklamlarda; kimi zaman ahlaki değerlere saldırıya yer verilebilmekte, kimi zaman kutsal değerler olumsuz örneklerle gündeme getirilebilmekte, kimi zaman da ilk bakışta anlaşılamayan yöntemlerle din, aile, vatan sevgisi gibi değerler yıpratıla bilmektedir. Olumlu ya da olumsuz anlamda model kişilikler sunularak toplumun bilinç altyapısı etkilenmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) Vejdi Bilgin, Bizi Kuşatan Toplum, Düşünce Kitabevi Yay. İstanbul, 2009, s. 44 2 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay. Ankara, 2009, s. 591.
~~~~ * ~~~~

     Mesela; bizim toplumumuzda; dinimiz açısından en kutsal kişilik olan “Hoca tiplemesi”ni biz; “İnek Şaban”ın, “Züğürt Ağa”nın, “Vurun Kahpeye” gibi sinema film ve dizilerinin “sahtekar, üçkağıtçı hoca tiplemeleri”nden öğrendik ve öğreniyoruz. Bilinç altyapımıza bir ideolojinin ürünü olarak bunlar yerleştirildi. Yine aynı şekilde, dindar insan tiplemeleri, “hacı tiplemeleri” bu tür olumsuz örneklerle sunulabilmektedir.

     Dolayısıyla; yapılan bir araştırmaya göre; Ülkemizde ortalama olarak akşam vakitlerini günde dört buçuk saat televizyon başında geçiren ailelerimiz, yığınla bu tür olumsuz kültür dayatmaları ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bunun örnekleri oldukça yoğundur. Reyting değeri yüksek olan ve özellikle çocukların, gençlerin izlediği bir dizilerde rastladığım bir sahneyi sizlerle bu anlamda paylaşmak istiyorum:
     “Mahallede mahallenin on on beş yaşlarındaki çocukları “Hacı Bakkal’ın” dükkanı önünde, sokakta futbol oynamaktadır. Ve Hacı Bakkal, arada bir dükkanın önüne çıkıp çocuklara hışımla bakmaktadır ve hacı bakkalın kostümü “özenle!” en itici ve en korkunç halde hazırlanmıştır. Bu ara çocuklardan biri bir şut çeker ve top Hacı Bakkal’ın bakkalından içeri girer. Ortalığı bir sessizlik kaplar, herkes korkuyla ne olacağını beklemektedir. Biraz sonra Hacı Bakkal bir elinde top ve bir elinde de kocaman bir bıçakla kapıda öfkeden burnundan soluyarak belirir. Çocuklara sert bir bakış atarak, “ben size demedim mi burada top oynanmayacak” diye bağırır. Sonra da topu kesip çocukların üzerine atar. Peşinden de; “tuh ben camiye gidecektim, sizin yüzünüzden namazım geçecek” der. Ve sonuçta bir iki dakikalık sahne ile neredeyse İslami bütün değerler yerle bir edilir.”

     Şimdi sorarım sizlere; bu sahneyi izleyen çocukların zihninde din ile ilgili, Müslüman hacı tipolojisi ile ilgili, hac, cami, namaz ile ilgili nasıl bir algı oluşur?

     Yine başka bir örnek: “Reytingi yüksek bir hastahane dizisi. Hastahaneye acil bir kalp krizi vakası gelir. Hastanın acil olarak ameliyata alınması gerekmektedir. Ama bir sorun bulunmaktadır. Hasta bir bayandır ve aile yine kostümleriyle “özenle hazırlanmış!” bir muhafazakar aile tiplemesidir. Sakallı, ceketli ve eli tespihli adam, bütün ısrarlara rağmen hastaya müdahale edilmesine “dinimizce haramdır” diyerek engel olmaktadır. Çünkü hastahanede bayan kalp doktoru olmadığından erkek doktor ameliyata girecektir. Adama, “bayan doktor buluncaya kadar eşin ölür” denmekte ama adam “ölürse ölsün, dinimizce caiz değildir” diyerek direnmektedir.”

     Şimdi soralım, acaba bu sahneyi izleyen insanlarımızın kafasında nasıl bir müslüman imajı oluşur? Cevabı gayet açık değil mi? Gerici, yobaz, itici ve ne kadar olumsuz ifade varsa hepsi… Ama az bir dini eğitimi olan herkes bilir ki, doktor; erkek veya kadın fark etmez, en mahrem yerlere bile ihtiyaç olduğunda bakabilir. Siz istediğiniz kadar bunu söyleyin. Bir sahne ile “müslüman aile imajı” yerle bir edilmiştir bir kere...

     Bu gün maalesef, birçok ailede gündelik yaşamı televizyon dizileri belirlemektedir. Ailelerimiz dizilerin tehdidi altında. Bize aile dizileri, okul dizileri, çocuk serileri diye dayatılan birçok programda bizi biz yapan örf-adetlerimiz, inanç değerlerimiz sinsice yerle bir edilmektedir.

     Bu anlamda, neredeyse yayına giren her bir dizi aile yapımıza atılan bir bomba gibidir. İçerikten yoksun, manasız, argo ifadelerin bolca kullanıldığı, alabildiğine şiddet içeren, içi boşaltılmış ve hayvani dürtülere indirgenmiş “aşk” hikayeleri ile evlilik dışı beraberliklerin kutsandığı, çok ekstren örneklerin normalmiş gibi sunulduğu televole kültürünün dayatıldığı, aldatmanın, gayrı meşru çocuk sahibi olmanın sıradanlaştırıldığı bir popüler kültürle karşı karşıyayız. Bununla yüzleşmemiz kaçınılmazdır. Müslüman Türk aileleri her gün bu yapay, popüler kültürün, tüketim kültürünün sunumlarını pasif ve edilgen bir biçimde almaktadır. Aile sohbetleri, aile misafirlikleri, birlikte dizi izleme seanslarına dönüşebilmekte, televizyon karşısında iki üç saat birlikte oturulup da hiç konuşulmadığı zamanlar olabilmektedir.

     Elbette, görünürde yaşamı kolaylaştırıcı bir araç olarak televizyon gelecekte ortaya çıkabilecek ekran bağımlısı, anti sosyal, reel yaşam ve doğadan uzak, okumaktan hoşlanmayan bireylerin yetişmesinin ana faktörü olarak, başlangıçta oldukça masum bir araç olarak evlerimizde ve sürekli açık olarak bulunmaktadır. Bir tuşun ucundaki sanal dünya, insanı gerçeklikten, sosyallikten alıp uzaklaştırarak kendine katmakta ve bir süre sonra tutsak almaktadır. Bu tutsaklık bile bile, isteye isteye gönül rızası ile gerçekleşmektedir.

     Şu hususu yeniden belirtmekte yarar vardır: Teknoloji gündelik yaşamımızı kolaylaştıran hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Burada bir teknoloji düşmanlığı yapmıyoruz. Ancak, teknolojinin yerinde ve doğru kullanımı sorgulanmalıdır. Bugün; televizyon örneğinde belirttiğimiz gibi; televizyon aile yapımızda büyük bir delik açmıştır ve bu delik her geçen gün özellikle internet aracılığıyla hızla büyümektedir. Modern toplumun anne-babası, televizyon denen hapisliğin bilincinde olarak, çocuk sahibi dahi olmadan önce, bu olgu üzerinde düşünmeli, bilgilenmelidir.

     Sonuç ve Öneriler
     Son tahlilde; modern topluma geçişle birlikte yükselen yaşam standartları, insanı doğadan kopararak, beton mezarlara dönüşen kentlerde büyük oranda televizyon kutusuna hapsetmiştir. Burada herkese, devlete, ailelere, sivil toplum örgütlerine, dini kurumlara büyük görevler düşmektedir. Televizyonu eve sokmamak, ya da kapatmak çözüm değildir. Çözüm, gerekli koruyucu kanunları çıkarmak, kontrol mekanizmasını çalıştırmak, aileleri, bireyleri, çocukları bilinçlendirmek ve olumsuz örneklere medeni ölçülerde tepki vermektir. İnsanların okuma alışkanlığını kazanması, düşünme, yargılama, tartışma, sorgulama yetisine kavuşmasıdır çözüm... Ve en önemlisi de alternatifleri üretebilmektir belki de...
 

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...