Aynı Eserden alınan önceki Konular:
4 Kasım 2020 Çarşamba
PSİKOLOJİ (9)
3 Kasım 2020 Salı
SAĞLIKLI HAYAT ლ Farklı Yaşlarda Beslenme
Farklı Yaşlarda Beslenme
Bu nedenle her yaş döneminde yeterli ve dengeli beslenme oldukça önemlidir. Beslenme, açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da canının çektiği şeyleri yemek içmek değildir. Beslenme; sağlığı korumak geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin ögelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli yapılması gereken bir eylemdir. Özellikle bebeklik, okul öncesi ve okul çağı dönemi, ergenlik ve yaşlılık döneminde sağlıklı beslenme bireylerin yaşam kalitesini arttırır.
Detaylı bilgi için aşağıdaki linkleri inceleyebilirsiniz.
2 Kasım 2020 Pazartesi
TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ✿ Âl-i İmrân Suresi 14. ve 17. Ayet-i Kerimeler Arasının Meal ve Tefsiri
- Âl-i İmrân Suresi 14. Ayet-i Kerimenin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 14. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
Esasen bunlar toplumlara, zamana ve mekâna göre fazla değişkenlik taşımayan, insanın doğasına yerleştirilmiş (cibillî) arzulardır (İbn Âşûr, III, 180-181). Her ne kadar âyette karşı cinse duyulan ilgiyi ifade için “kadınlar”dan, soyun devam arzusunu ifade için “oğullar”dan söz edilmişse de, bunların gerek insanlık tarihi boyunca bilinegelen telakkilerden ötürü gerekse fıtrî sebeplerle aynı tür içinde ön plana çıkan ve tutku anlamını vurgulamada kendi grubunu en iyi temsil eden örnekler olduğu söylenebilir.
Âyet-i kerîmede atlar anlamına gelen “el-hayl” kelimesinin sıfatı olarak zikredilen “el-müsevveme”, “meralarda otlamaya bırakılmış” mânasına da geldiğinden, meâlin “salma atlar” şeklinde olması da mümkündür. Gerek bazı tâbiîn müfessirlerinden nakledilen görüşler (meselâ bk. İbn Atıyye, I, 409-410; Râzî, VII, 197) gerekse üslûp dikkate alınarak, meâlinde “soylu atlar” denmiştir. Ayrıca “özel yetiştirilmiş atlar” şeklinde anlamak da mümkündür. At çok eski zamanlardan beri insanoğlunun sürat, gösteri, yiğitlik, yarış, egemenlik duygu ve arzularının tatmini konusunda önemli bir sembol olagelmiştir. Çağımızda da sürat araçlarının çeşitliliği ve gelişmişliği atın bu özelliğini unutturabilmiş değildir (İbn Âşûr, III, 182).
Esasen hars “toprağı yarmak” anlamında bir masdardır. Toprağı işlemek suretiyle yetiştirilen bitkileri, yani hem ekinleri hem bağ, bahçe türü yerlerde üretilen ziraî mahsulleri kapsayan bir isim olmuştur; fakat ağırlıklı olarak tahıl için kullanılır.
Tefsirlerde burada zikredilenlerin kim tarafından çekici kılındığı hususunda geniş bir biçimde durulur ve kelâm sahasındaki görüşlerle bağlantılı olarak tüm fiillerin yaratıcısının Allah olduğu teziyle Allah’ın kötüyü murat etmeyeceği tezi etrafında kümeleşen izahlar yapılır. Nihaî tahlilde “yaratma” anlamında olmak üzere bunları cazip kılanın Allah olduğu fakat bunlardan kötü olanlara yüce Allah’ın “çağrı”da bulunduğunun düşünülemeyeceği açıktır.
Müfessirlerin bir kısmı, âyetin üslûbunu ve diğer bazı âyet ve hadisleri göz önüne alarak burada sayılanlara rağbet etmenin kötülendiği kanaatine ulaşmışlardır. Buna karşılık diğer kısmı, evrendeki imkânların insanın faydalanması için yaratıldığını bildiren (Hac 22/65; Lokmân 31/20), Allah’ın kulları için var ettiği nimetlerden –yasaklanmış biçimde olmaksızın– yararlanmak isteyenleri engellemeyi kınayan (A‘râf 7/32) âyetlerden hareketle bunların kötüleme amacıyla değil, fıtrî bir realiteye işaret ettikten sonra sırf dünya nimetlerine bel bağlamanın kalıcı olan âhiret mutluluğunu tehlikeye sokabileceğine dikkat çekmek için zikredildiğini savunmuşlardır. Gerek âyetin sonundaki ve müteakip âyetteki ifadeler, gerekse Bakara sûresinin 202. âyetinde olduğu gibi dünya ve âhiret hayatını dengeleme anlayışını öven âyetler ve aynı temayı işleyen hadisler, burada bir taraftan dünyevîliğe hapsedilmiş bir hayatın ne kadar anlamsız olduğunu vurgularken, diğer taraftan da dünya hayatının–meşrû çerçevedeki– icaplarından yüz çevirmenin eşyanın tabiatına ve insanın fıtrî çizgisine ters düşeceğini göstermektedir.
İnsanın düşünmesi, fikir üretmesi bilinenlerden hareketle olduğu için, âyette önce insanların dünya hayatında bildikleri, yaşadıkları nimet ve hazlara, etkisi altında bulundukları câzibe merkezlerine işaret edilmiş, daha sonra “İşte bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır” buyurularak bunların değerinin çok “sınırlı” kaldığına, asıl imrenilmesi ve arzulanması gereken şeyin Allah katında üstün bir mevki elde etmek olduğuna dikkat çekilmiştir. Aşağıda açıklanacağı üzere, bir sonraki âyette de insanlar bu konuda “karşılaştırma” yapmaya davet edilmektedir.
- Âl-i İmrân Suresi 15. Ayet-i Kerimenin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 15. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
Takvâ Allah’a derinden saygı duyma ve bunun gereği olarak O’nun yasakladıklarından sakınma ve bunlara karşı korunmak için samimi kulluk çabası içinde olmayı ifade eder (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/197; cennet nimetleri ve insanlara orada verilecek eşler hakkında açıklama için bk. Bakara 2/25).
Âyetin sonunda “Allah kullarını tam mânasıyla görmektedir” buyurularak, Allah’ın kulların bütün yaptıklarını ve aynı zamanda bu davranışlarıyla neyi amaçladıklarını yani hem dış dünyaya yansıyan fiillerini hem de kalplerinde gizlediklerini en ince ayrıntılarıyla bildiğine dikkat çekilmiş, âhiret hayatındaki ödüllerin ve bunlardan da önemlisi yüce mevlânın hoşnutluğunun kazanılmasının gelişigüzel bir beklenti olmaması gerektiğine, bütün eylemlerin ve bunlara yön veren niyetlerin her şeyi eksiksiz gören ve bilen ulu yaratanın değerlendirmesine göre bir sonucu (ödül veya ceza) olacağına işaret edilmiştir (“Allah’ın hoşnutluğu” anlamına gelen “rıdvân” hakkında bk. Tevbe 9/72).
- Âl-i İmrân Suresi 16-17. Ayet-i Kerimelerin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 16-17. Ayet-i Kerimelerin Tefsiri
“Sâdıkn”, “doğruluktan ayrılmayan, dürüst kişiler” demektir. İslâm ahlâkçıları bu erdemli davranışı ifade eden sıdk terimi üzerinde önemle durmuşlar, buna âyet ve hadislerin ışığında geniş açıklamalar getirmişlerdir (bk. Bakara 2/177).
“Huzurda boyun bükenler”diye çevrilen “kånitûn” kelimesi, “itaat edenler, Allah’a ihlâsla kulluk edenler, huşû içinde olanlar” gibi mânalara da gelir (ayrıca bk. Bakara 2/116, 238).
“Münfikn”, “harcayanlar, imkânlarını Allah yolunda sarfedenler” demektir (infak hakkında bilgi için bk. Bakara 2/254 vd.).
“Müstağfirûn”, “yarlığanma, bağışlanma dileğinde bulunanlar” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde yüce Allah’ın bağışlamasının ne kadar geniş olduğuna sık sık değinilir, insanlar günahlardan “istiğfar” etmeye ve O’nun engin bağışından asla ümit kesmemeye çağrılır (özellikle bk. Zümer 39/53).
“Eshâr”, “sehr” ve “suhr” şeklinde de okunan “seher” kelimesinin çoğuludur. Seher şafaktan (fecir) önceki vakti ifade eder. Hz. Peygamber’in gecenin son bölümünü özellikle fecirden önceki zaman dilimini ibadet, dua ve istiğfarla geçirmeyi tavsiye eden hadisleri bulunmaktadır (bk. Buhârî, “Daavât”, 14; “Vitr”, 1, 2; Tirmizî, “Tefsîr”, 16/1). Gerek âyet-i kerîmeden gerekse işaret edilen hadislerden, karanlıkların aydınlığa dönüştüğü, aynı zamanda uykunun en tatlı olduğu bu vakitte gafletten uzak olup kendini yoğun biçimde ibadete vermenin ve Allah’a yakarışta bulunmanın ayrı bir değere sahip olduğu anlaşılmaktadır. İbn Abbas’tan bu âyette geçen “seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dileyenler” ifadesiyle sabah namazını kılanların kastedildiği rivayet edilmiş olup (Râzî, VII, 202), Arap dilinde seher kelimesinin fecirden sonrasını da içine alır biçimde kullanıldığını gösteren şiirler bulunması (İbn Atıyye, I, 412) bu anlayışı destekler niteliktedir. Öte yandan Muhammed Esed, Kur’an’ın affedilmek için ibadete başvurmayı günün belli bir vaktine bağlamış olması anlayışının pek mâkul görünmediğini ileri sürmekte ve “seher” veya “suhur” kelimesinin “kalbin nüvesi, özü”, “kalbin en iç, derunî kesimi” veya sadece “kalp” anlamına da geldiğine işaret ederek âyetin bu kısmına “bütün kalpleriyle af dileyenler” mânasını vermeyi tercih etmektedir (I, 91).
29 Ekim 2020 Perşembe
KELİMELER ~ KAVRAMLAR: ZINDIK
Âlemin kadîm olduğunu ileri süren, Allah’ı yahut Allah’ın birliğini ve âhireti inkâr ettiği halde inanmış gibi görünen kimseleri ifade eden bir terim.
Müellif: MUSTAFA ÖZ
Pehlevî dilinde zendîk, orta dönem Farsça’sında zendîg şeklinde geçer. Kelime, milâdî III. yüzyılın sonlarından itibaren Sâsânîler’in Maniheistler’le mücadeleleri sırasında Budist, Brahmanist, yahudi ve hıristiyan gibi din mensuplarına ve zendiklere uyguladıkları baskı dolayısıyla, en yüksek dereceli Zerdüştî din büyüğü kabul edilen Kirdîr’in övünmesinde görülür (Ph. Gignoux, s. 60). Zındık bu dönemde nur ve zulmet ilâhlarına inanan Maniheistler’i nitelemek üzere kullanılıyordu. V. yüzyılda Ermeni hıristiyan yazarı Eznik, Maniheistler’le yaptığı polemikte “Maniheizm’e mensup kimse” anlamında zendik kelimesini kullanmış ve kelime orta dönem Farsça’sı ile yazılan Zerdüştî din kitaplarında yer almıştır (EI2 [İng.], XI, 510). Müslümanlığın doğu ülkelerine yayılması neticesinde Arapça’ya geçen kelime zindîḳ şeklinde telaffuz edilmiş, çoğulu zenâdıka, masdarı zendeka olarak tesbit edilmiştir. Kelime önceleri Maniheistler’i nitelerken daha sonra çeşitli mânalarda yorumlanmıştır (Lisânü’l-ʿArab, “zndḳ” md.). Arapça sözlüklerde zindîkın aslının “zendigiray” (âlemin ebedîliğine inanan kimse) olduğu, “zind” biçiminde de kullanıldığı, kelime Mecûsî Mani’ye ait kitabın ismi iken zamanla zindî ve zindîkın ortaya çıktığı (Tâcü’l-ʿarûs, “znd” md.), zindîkın “senevî” yahut “düalist” anlamına geldiği, nur ve zulmet inançlarını benimseyip Allah’a ve âhiret gününe inanmayan kimseleri ifade ettiği belirtilmektedir (Lane, III, 1258; krş. Mes‘ûdî, I, 250-251).
İlk dönemlerde İslâm toplumuna katılan İranlılar, çok eskiden başlayan din ve devlet tecrübeleri dolayısıyla toplum seviyesinin üzerinde yer alıyordu. Abbâsî Halifesi Mansûr’un tabibi Hasîb, Hıristiyanlığı benimsemiş görünmesine rağmen bir zındıktı. Sonraları zındıklar çeşitli baskılara mâruz kalınca dinî inançlarını İslâm perdesi altında gizlemeye çalışmış, buna ihtiyaç duymadıkları zamanlarda ise düalist inanç ve uygulamalarını ortaya koymaktan çekinmemişlerdir. Eski İran ailelerinden gelen bu kişiler, Arap karşıtı Şuûbîler’le aynı yolu izleyip Fars dinî düşüncesi ve geleneklerinin yeniden canlandırılması arzusuna sahipti, bu yüzden de içinde yaşadıkları İslâm toplumuna karşı reaksiyon gösteriyorlardı. Bunların arasında İslâm’ın emir ve yasaklarını sert ve katı kabul eden, aslında dine karşı olmakla birlikte görünüşte serbest düşünceli kişiler gibi davrananlar da vardı.
Uygurlar 762’de Maniheizm’i devlet dini olarak kabul edince Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh’ın emriyle 163’te (779) Maniheist zındıklara karşı başlatılan sistemli baskı ardından gelen halife Hâdî-İlelhakk’ın son dönemine kadar (170/786) devam ettirilmiştir. Halife Mehdî bu sebeple Dîvânü’z-zenâdıka’yı kurmuş, buraya “sâhibü’z-zenâdıka” (arîfü’z-zenâdıka) unvanlı bir görevli tayin etmiş, haklarında yapılan tahkikat neticesinde suçu sabit görülenler hapis veya ölüm cezasına çarptırılmıştır (Taberî, VIII, 167). Bu durum, zındıkları takıyye uygulamaya sevkettiği gibi eski inanç ve kültürlerine daha çok bağlanmalarına da yol açmıştır. İslâm tarihçileri, Bâtınî İsmâiliyye dahil bazı aşırı mezheplerin ortaya çıkmasında önemli etkenlerden birinin, zındıkların İslâm karşısında eski İran kültürünü hâkim kılmak amacıyla faaliyette bulunmaları olduğunu belirtmektedir (meselâ bk. Bağdâdî, s. 284, 293).
Zındıklar değişik mezheplere mensup müellifler tarafından farklı sınıflandırmalara tâbi tutulmuştur. Buna göre zındık Allah’ın varlığını kabul etmeyen Muattıla’ya, hayır-şer, nur ve zulmetin yaratıcıları olarak iki ilâhın varlığına inanan Seneviyye’ye, mallarda ve kadınlarda ortaklığı savunan Mezdekiyye’ye, âdil bir imamın bulunmaması yüzünden insanın sadece hayatını sürdürebilecek kadar dünyadan faydalanmasını öngören Abdekiyye’ye, ruhların semavî âleme bakıp cennetleri müşahede ederek mânevî lezzet aldıklarına inanan Rûhâniyye’ye (Fikriyye) mensup kimseleri niteler (Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, s. 91-95). Öte yandan Mâlikî mezhebine mensup Kādî İyâz, Hz. Peygamber’e dil uzatan kimseyi de zındık sayar (eş-Şifâʾ, II, 549-551); İbn Teymiyye de aynı görüşe katılır (eṣ-Ṣârimü’l-meslûl, s. 3-4, 298, 353). Çağdaş müelliflerin yaptığı sınıflandırma ise şöyledir: 1. Zındık, zâhiren İslâm’a bağlanmış görünmekle birlikte nur ve zulmet gibi birbirine zıt iki prensibe dayanan Maniheizm’e, Mezdekiyye ve Mecûsîliğe mensup olan kimsedir; Abbâsîler döneminde kelime bu anlamda kullanılmıştır. 2. Müslümanlığını ortaya koyup küfrünü gizleyen kişidir. Bunlar İslâm’ın ilk döneminde daha çok münafık diye anılmıştır. 3. Hiçbir şekilde inanmayan kimseleri niteler. 4. Küfrünü açıklamamakla birlikte dinî konularda lâubali davranan kişidir (Âtıf Şükrî Ebû Avz, s. 111-112). Bu tanımlamalara göre zındık açıkça veya gizli biçimde İslâmiyet’le ilgisini kesip küfrü benimsemiştir. İslâm’dan açıkça ayrılanlar ise mürted olarak nitelendirilir. Genelde zındık kelimesinin ilk defa 124 (742) yılında idam edilen Ca‘d b. Dirhem için kullanıldığı ifade edilir. İslâm tarihinde zındıklardan en çok bilinen isim Kur’an’a nazîre yazmaya kalkışan İran asıllı mütercim, edip ve kâtip İbnü’l-Mukaffa‘dır (ö. 142/759; İbnü’l-Mu‘tez, I, 131-132). Abbâsî Halifesi Mehdî döneminde (775-785) şair Beşşâr b. Bürd ile şair ve edip Sâlih b. Abdülkuddûs de zındıklıkla itham edilip öldürülmüşlerdir (ayrıca bk. Bedevî, s. 44-53).
Zındıklık nitelemesinin kavramın yaygınlaştırılmasıyla bazı İslâm fırkaları mensupları hakkında da kullanıldığı görülmektedir. Ebû Yûsuf’un, Mu‘tezile’nin durumu sorulduğunda onları zındıklıkla itham ettiği nakledilir. Bağdâdî’ye göre İmam Şâfiî, hevâ ehli içinde muhalifleri aleyhinde yalan şehâdette bulunan Hattâbiyye mensupları dışında kalanların şahitliğinin kabul edileceğini beyan etmiş, ancak daha sonra bu görüşünden rücû edip Mu‘tezile ile diğer bid‘at ehlinin şahitliğini makbul saymamış; Mâlik b. Enes de Mu‘tezilîler’in zındık olduğunu ve tövbe etmeleri teklif edilmeden öldürüleceklerini ileri sürmüştür (el-Farḳ, s. 358). Bu tür hükümlerde mezhep taassubunun önemli rol oynadığı gözden uzak tutulmamalıdır.
İslâm âlimleri ve özellikle kelâmcılar zındıkların İslâm’a yönelttiği eleştirilere cevap vermek üzere reddiyeler yazmıştır. Bunların arasında Hişâm b. Hakem ve Ebû Bekir el-Esamm’ın er-Red ʿale’z-zenâdıḳa, Ahmed b. Hanbel’in er-Red ʿale’z-zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye, Osman b. Abdullah el-Irâkī’nin el-Fıraḳu’l-müfteriḳa beyne ehli’z-zeyġı ve’z-zendeḳa, İbn Hacer el-Heytemî’nin eṣ-Ṣavâʿiḳu’l-muḥriḳa fi’r-reddi ʿalâ ehli’l-bidaʿ ve’z-zendeḳa adlı eserleri zikredilebilir. İslâm hukukçuları, zındık diye anılan Maniheistler’i Ehl-i kitap gibi zimmet ehli statüsünde kabul etmemiştir. Fakihler zındıklığı sabit olan kimsenin katlinde ittifak etmiş, fakat hakkındaki hüküm infaz edilmeden tövbe etmesinin istenip istenmeyeceği hususunda farklı görüşler ileri sürmüştür.
26 Ekim 2020 Pazartesi
PSİKOLOJİ (8)
Günümüzde Din Psikolojisi Yaklaşımları
İnsanın duygu, düşünce ve davranışlarının psikolojik olarak açıklanmasında farklı yaklaşımlar vardır. Psikoloji alanında öne çıkan yaklaşımlar, davranışçı yaklaşım, bilişsel yaklaşım, psikanalitik yaklaşım, nöro-biyolojik yaklaşım ve fenomenolojik yaklaşım şeklinde sıralanabilir. Bu yaklaşımlar, kişinin din ile ilgili duygu, düşünce ve davranışlarını açıklamada da benimsenebilir. Diğer bir deyişle, din psikolojisi çalışmalarında da bu psikoloji yaklaşımları kullanılabilir. Ancak din psikolojisinde, dine yönelik tutumlara dayanan bir yaklaşım sınıflaması daha yapılabilir. Alanın tarihsel gelişimi göz önünde tutulduğunda din psikolojisi çalışmalarında iki temel yaklaşım öne çıkmaktadır.
Bunlardan ilki;
“inançla ilgili psikolojik fenomenlerin belli bir dini öğreti esas alınmaksızın bilimsel yöntemlerle araştırılması” şeklinde ifade edilebilir. “Dindarlık ile depresyon arasında bir ilişki var mı?” sorusuna cevap aramak için yapılacak alan araştırması, bu yaklaşıma örnektir. Araştırmacı örneklemi temsil gücüne sahip bir örneklemi bilimsel kriterlere uygun olarak seçerek onlara dindarlık ve depresyon ölçekleri uygulayabilir ve aralarında korelasyon olup olmadığına bakabilir. Bu çalışma, tamamen bilimsel ve psikolojik yöntemle yapılmıştır. Bu yaklaşımda odak, doğrudan bireyin tecrübesidir.
Din psikolojisi alanındaki ikinci yaklaşım ise “belli bir dini öğretiyi merkeze alarak ve yine bilimsel yöntemlerle psikolojik araştırma yapılması” şeklinde özetlenebilir. “Kur’an-ı Kerim’de insan psikolojisi, Orucun psikolojik etkileri” gibi konular bu yaklaşıma örnek verilebilir.
Araştırmacı direkt kutsal metin analizi yapabileceği gibi oruç tutan kişilerle görüşmeler yaparak da analizini destekleyebilir. Bu yaklaşımda odak, belli bir dinin öğretisidir. Bu ikinci yaklaşım dini psikoloji olarak nitelendirilebilir. Bilimsel psikoloji çalışmalarının tüm dünyaya yayılmasıyla dini ve kültürel farklılıklar üzerine çalışmalar yapıldığını belirtmiştik. Bu gelişme, dini psikoloji yaklaşımının zenginleşmesine de neden olmuştur. İslam Psikolojisi, Yahudi Psikolojisi, Hindu Psikoloji, Budist Psikoloji gibi kavramlar literatürdeki yerini almıştır. Yakın dönemde yayınlanan din psikolojisi kitapları, farklı dinlerin insana bakışlarına yer vermektedir.
Özellikle, İslam’ın da içinde olduğu doğu dinlerinin insana bakışlarının psikolojik açıdan ele alınması, dünya genelinde oldukça ilgi görmektedir. Buraya kadar anlattıklarımıza dayanarak diyebiliriz ki din psikolojisinin içerisinde yer alan dini psikoloji yaklaşımı, farklı dini öğretiler ve bu dinlerin mensuplarından edinilen bilgilerle gelişmiştir. Diğer taraftan farklı kültürlerde yaşayan bireyler üzerinde yapılan çalışmalar da din psikolojisinin gelişmesinde rol oynamıştır. Örneğin Türkiye’de yapılan din psikolojisi çalışmalarında bunun izleri sürülebilir. Günümüzde din psikolojisi, dünya çapında yayılmış bir araştırma alanıdır.
Bu alanın çerçevesini çizen eserlere de pek çok ülkede rastlanmaktadır. Bu eserlerde ortak olarak yer alan konular yukarıda değindiğimiz dini inanç, din değiştirme, dini ve ahlaki gelişim gibi temel konuları içermektedir. Bununla birlikte Türkiye’de yayınlanan din psikolojisi kitapları, diğer örneklerinden farklı olarak Türk İslam kültürüne işaret eden konular da içermektedir. Öne çıkan iki konudan biri Müslüman düşünürlerin insana dair görüş ve açıklamalarıdır.
Diğeri ise tasavvuf geleneğinin insan modeli ile psikolojideki insan teorilerini karşılaştırmalardır. Her iki konu da en temelde Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde anlatılan insana dayanmaktadır. Dini ve kültürel mirasımız, “üzüntüden kurtulma yolları, kişilik yapıları, motivasyon teorileri, mutluluk” gibi bugün psikolojinin incelediği pek çok konuya dair açıklamalar içermektedir. Dolayısıyla psikolojinin insana dair bulgularıyla karşılan ve bu mirastan haberdar olan kişiler her iki kaynaktan gelen bilgileri birleştirme ihtiyacı hissetmektedir.
Bugün din psikolojisi derslerinde Muhasibi, Farabi, İbn Sina veya Gazali’nin görüşlerinin anlatıldığı derslerin öğrencilerin daha çok ilgilerini çekmesinin ardında söz konusu birikim vardır. Diğer taraftan tasavvuf erbabının görüşleri de uzun yıllar Anadolu topraklarını sulamıştır. Yunus Emre ve Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin öğretileri günümüzde dahi halk arasında oldukça yaygındır. Bu durum, dünyanın aksine Türkiye’de insanın aşkın boyutlarından bahseden transpersonel psikolojinin hızlı bir şekilde popüler hale gelmesinin ardındaki temel sebeptir.
Nitekim ilk çıktığında davranışçılık, psikanaliz ve hümanist psikolojiden sonraki dördüncü güç olma iddiasını taşıyan transpersonel psikoloji 1986 yılında Amerikan Psikoloji Derneği’ne üçüncü ve son kez bağımsız bir birim olmak için başvurmuş ancak talebi reddedilmiştir.100 Dünya genelinde de ciddi ölçüde yayıldığı söylenemez. Ancak transpersonel psikolojinin yaklaşımı, Türkiye’de tasavvufi öğretiye yakın olarak algılandığı için kolay kabul görmüştür. Son yıllarda psikoloji ile tasavvufun insana bakışını bir arada ele alan eserler, akademik çevrelerde olduğu kadar sosyal alanlarda çok okunan eserler arasındadır.
Bu gelişmeler göstermektedir ki din psikolojisi dünya çapında pek çok araştırmanın yapıldığı önemli bir araştırma alanıdır ve zaman içerisinde alanı giderek genişlemiştir. Diğer taraftan din psikolojisi araştırmalarının gelişimi içinde bulunduğu kültürden etkilenmiştir. Türkiye özelinde bu alan, diğer ülkelerdeki din psikolojisi çalışmalarını kapsamakla birlikte kendi özel alt araştırma alanlarını da oluşturacak zenginliktedir. Yukarıda ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaya çalıştığımız üzere, kurulduğu günden bu yana din psikolojisi çalışmaları içerisinde dini psikoloji denilebilecek çalışmalar hep var olmuştur.
Günümüzde de bu şekilde yapılan çalışmalar azımsanmayacak kadardır. Merkezinde belli bir dini gelenek olduğu için farklı dinlerin farklı psikoloji araştırmaları söz konusudur. Budist psikoloji, Hristiyan psikoloji, Yahudi psikoloji gibi eserlere literatürde rastlamak mümkündür. İslam özelinde yapılan çalışmalar İslam psikolojisi gibi genel bir isimle anılabilir. Tasavvuf psikolojisi ise İslam dairesi içerisindeki sufi geleneğin bakışına odaklanarak psikolojik araştırma yapılan alan için kullanılabilir. Şu halde karşımıza genelden özele doğru araştırma alanları dizisi çıkmaktadır:
Psikoloji – Din Psikolojisi – Dini Psikoloji – İslam Psikolojisi – Tasavvuf Psikolojisi. Her ne kadar bu alanlar arasındaki sınırlar çok keskin olmasa da, din psikolojisi literatürü bu genel bir sınıflamayı mümkün kılacak bir doygunluğa ulaşmıştır. Bu iki kitap din psikolojinin temellerini atması açısından önem taşımaktadır. Tasavvuf psikolojisi incelemesinin din psikolojisinden önce yapılmış olması, Türkiye’nin kendine has dini ve kültürel biriminin bir yansımasıdır. Dönemin Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Mehmet Tevfik’in (1975) kaleme aldığı Ruhi Bunalımlar ve İslam Ruhiyatı isimli eserde batıda ortaya çıkan psikoloji görüşlerini Kur’an ayetleri ve Hz. Muhammed’in hadisleri ışığında değerlendirmeye tabi tutması açısından bir İslam Psikolojisi eseri sayılabilir.
Neda Armaner’in (1973) Psikopatolojide Dini Belirtiler isimli eseri İslam veya tasavvuf özelinde kaleme alınmamıştır. Patolojik davranış ile dini davranışın sınırlarını psikolojik açıdan ele alan eser, başarılı bir din psikolojisi eseridir.
Belma Özbaydar’ın (1970) araştırması Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma isimli çalışması110 ise din psikolojisi alanındaki ilk alan araştırmasını yaparak din psikolojisinin bilimsel yönteme dayanan tarafının Türkiye’deki başlangıcı olmuştur. Böylece din psikolojisi alanının ilk eserleri dahi farklı yaklaşımları yansıtmaktadır. 1949 yılından beri İlahiyat Fakülteleri’nde ders veren ve yayın yapan Din Psikolojisi anabilim dalı bugün pek çok çalışmayla gelişmiş durumdadır.
Din psikolojisi anabilim dallarının ilk profesörleri arasında sayılan Hayati Hökelekli’nin (2010) İslam Psikolojisi Yazıları, Habil Şentürk’ün (2008) İbadet Psikolojisi: Hz. Peygamber Örneği ve Hasan Kayıklık’ın (2011) Tasavvuf Psikolojisi isimli eserleri de dini psikoloji yaklaşımın alt dallarına örnek olarak verilebilir. Bu alanda yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinin konularına bir göz atmak, hem bu konu zenginliğini hem de geliştirmiş olduğumuz modelin karşılığa dair izler taşımaktadır.
Değinilen modelin özellikle Türkiye’deki din psikolojisi çalışmaları için işlevsel olduğu kanaatindeyiz. Nitekim ülkemizde alan dışından olanlar din psikolojisi ile İslam psikolojisini eş anlamlı algılayabilmektedir. Bu alanda yapılan çalışmaların da dindar insanlar üzere kurulu olduğunu düşünebilmektedir. Oysa din psikolojisi, çok daha geniş bir araştırma alanına sahiptir. Tek Tanrı inancına dayanan teist görüş, Tanrı’nın dünya işlerine karışmadığını düşünen deist görüş, din ve Tanrı gibi konulara ilgi duymayan agnostik görüş, Tanrı’nın var olup olmadığı konusunda şüpheleri olan septik görüş ile din ve Tanrı’nın var olmadığına inanan ateist dünya görüşlerinin hepsi din psikolojisinin inceleme alanı içerisindedir. Burada belirtmek gerekir ki araştırmacının kişisel görüşü ne olursa olsun farklı din ve kültürden örneklemlerle çalışabilir. Gerekli bilimsel donanıma sahip olduktan sonra çalışmalarında psikolojinin veya din psikolojisinin farklı yaklaşımlarını benimseyebilir. İslam psikolojisi, dini psikolojinin bir alt dalı konumundadır ve tarih boyunca Kur’an ve sünnet etrafında şekillenen ilmi birikime psikolojik açıdan yaklaşır. Tasavvuf psikolojisi ise çok daha spesifik bir alana işaret etmektedir. Tasavvuf psikolojisinin günümüz Türkiye’sindeki popülaritesi, onun din psikolojisinin tamamı olarak algılanmasına yol açmamalıdır. Tasavvufi tecrübe din psikolojisinin konuları arasındadır ancak din psikolojisi araştırma alanı çok daha geniş bir düzlemde çalışmalarını sürdürmektedir.
Sunulan modelin, “psikoloji, din psikolojisi, dini psikoloji” şeklindeki basamakları tüm dünyadaki çalışmaları sınıflandırmak için uygundur. Sonrasında model istenilen dini öğretinin esas alınmasıyla devam edebilir ve seçilen dinin daha spesifik çalışma alanıyla devam edebilir. Yahudi psikolojisi-Kabala psikolojisi veya Budist psikolojisi-yoga psikolojisi gibi. Türkiye özelinde ise modelin bu kısmı için İslam psikolojisi-Tasavvuf psikolojisi basamakları işlevsel görünmektedir. Söz konusu model, din psikoloji alanına ilgi duyanlar ve bu alanda çalışan genç araştırmacıların zihinlerini netleştirmeye katkı sağlamak için hazırlanmıştır.
* PSİKOLOJİ * 1
* PSİKOLOJİ * 2
* PSİKOLOJİ * 3
* PSİKOLOJİ * 4
* PSİKOLOJİ * 5
* PSİKOLOJİ * 6
* PSİKOLOJİ * 7
TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ✿ Âl-i İmrân Suresi 8. ve 13. Ayet-i Kerimeler Arasının Meal ve Tefsiri
- Âl-i İmrân Suresi 8. ve 9. Ayet-i Kerimelerin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 8. ve 9. Ayet-i Kerimelerin Tefsiri
- Âl-i İmrân Suresi 10. Ayet-i Kerimenin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 10. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
- Âl-i İmrân Suresi 11. Ayet-i Kerimenin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 11. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
- Âl-i İmrân Suresi 12. Ayet-i Kerimenin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 12. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
- Âl-i İmrân Suresi 13. Ayet-i Kerimenin Meali
- Âl-i İmrân Suresi 13. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
a) Maddî şartlar tamamen müşriklerin lehine olduğu halde müslümanların galip gelmesi bir mûcizedir ve imanın verdiği moral gücün her şeyin üstünde olduğunu göstermektedir. Gerçekten Bedir Savaşı’nda müslümanların sayısı 300’ün biraz üzerinde olmasına karşılık müşriklerin sayısı 1000’e yakın idi. İki ordunun sahip olduğu binek, zırh, silâh vb. imkânlar açısından da müslümanlar aleyhine olmak üzere büyük fark vardı. Müslümanlar savaş kastıyla yola çıkmadıklarından harp için psikolojik olarak da hazır değillerdi; müşrik ordusu ise savaşmak üzere toplanmıştı (bk. Enfâl 8/5, 42). Yine müslümanlar iman ekseni etrafında buluşmuş olmakla birlikte gelenekleri ve toplumsal telakkileri bakımından farklılıklar taşıyan bu kompozisyon içinde ilk defa savaşa giriyorlardı; müşriklerin ise insan unsuru bakımından bulundukları durumda edinilmiş savaş tecrübeleri vardı.
b) Hz. Peygamber’in Enfâl sûresinin 7. âyetiyle Allah’ın zafer vaad ettiğini hatırlatıp, daha savaş başlamadan önce bu savaşta müşriklerden kimlerin öldürüleceğini haber vermiş olması ve bu haberlerin aynen gerçekleşmesi büyük bir mûcizedir. Bu da Allah’ın ve resulünün bildirdiklerinden asla kuşku duyulmaması gerektiğini ortaya koymaktadır.
c) İman ve küfür mücadelesinde sayısal değerlere aldanmamak gerekir. Nitekim bu âyette ve konuyla ilgili başka âyetlerde, –Allah dilediğinde– karşı tarafı farklı algılamayı sağlama, meleklerle müminlere destek gönderme gibi yollarla kendisine bel bağlanan sayısal dengelerin altüst edilebileceğine dikkat çekilmektedir (Râzî, VII, 189-190).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 505-513
14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu
14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu 5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...
-
Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs ve 24-25-26 Mayıs Hafta Sonu 2 ayrı İstanbul & Kapadokya Turu Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi ...
-
02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...
-
KÜTÜB-İ SİTTE HADİS-İ ŞERİFLER KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ İKİNCİ BAB: SÛR'A ÜFLENMESİ VE NEŞR 1. (5...
-
Bakara Sûresi'nin 246 - 251. Ayet'i Kerimeleri Arasının Mealleri ve Tefsirleri Bakara Suresi 246. Ayet-i Kerimenin ...
-
16 ŞUBAT CUMA 18 ŞUBAT PAZAR Gönül Erleri Kültür Turları KAPADOKYA ÜRGÜP GÖREME İSTANBUL - KAPADOKYA Programında Gezilecek Yerler: Tuz Gölü ...